MANAS YAYINCILIK 
 
 
 

MANAS YAYINCILIK

ANA SAYFA                  
HAKKIMIZDA
DUYURULAR
YAYINLARIMIZ
YAZARLARIMIZ
FAALİYETLER
BASINDA MANAS
VİDEO GALERİ    
SİPARİŞ FORMU
İLETİŞİM

 

 

 

 

 

 

ŞİİRLERİMİZ VATAN İÇİN

 

Tarih: 16 Aralık 2016

Yer Elazığ

 

MANAS HABER

Ülkemizde, gönül ve kültür coğrafyamızda meydana gelen terör olaylarının telin etmek, milli birlik ve beraberliğimizin önemini vurgulamak amacı ile Elazığ Belediyesi ve Manas Yayıncılık’ın birlikte şehitlerimizin aziz hatırasına itfahen; düzenledikleriŞiirlerimiz Vatan İçin adlı etkinlik 16 Aralık 2016 Cuma günü akşam saat 19.00’da Elazığ Belediyesi Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği, Memur-Sen, Kamu-Sen ve çok sayıdaki gönüllü kuruluşun desteklediği bu anlamlı programa Elazığ halkı da büyük ilgi gösterdi.

Gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur'un yönettiği programa; Prof. Dr. Tarık Özcan, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tevfik Ozan, Günerkan Aydoğmuş, Hadi Önal, A. Murat Kuşçubaşı, R. Mithat Yılmaz, Zekeriya Bican, Tuncer Sönmez, M. Şükrü Baş, M. Faik Güngör, Gazi Özcan, Murat Bilgin, Hasan Ergün Yılmaz, İlhami Bulut ve Muhammet Yalçın Azizoğlu katıldı.

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR

Sayın Belediye Başkanım, gönüllü kuruluşlarımızın çok kıymetli temsilcileri, sanat dostlarımız ve gazeteci meslektaşlarımız bütün şairlerimiz adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Bugün Şiirlerimizde Vatan konusunu işleyeceğiz.

Coğrafyayı vatan yapan şühedanın, derviş gazilerimizin aziz ve muallâ ruhları için… Malazgirt’tan Çanakkale’ye…Kocatepe’den Sakarya’ya o kutlu yolculuğu…

Ve günümüzde,  “Sevr’i Hortlatmak isteyen…” Küresel Güçlere;Onların içimizde kadar sızan şer odaklarına…

Giderek azgınlaşan “terör canavarına…” karşı, Milletçe her zaman için, “bir olduk, diri olduk, iri olduk…”

30 yıl boyunca; “şehit vermeyen ilimiz kalmadı…” sevgili dostlar.

En son İstanbul’da meydana gelen bombalı saldırıve 44 şehidimizi tefekkür ediyorum…

Bir cami avlusunda, sükûtun kıyam halinde. El bağlamış saflar, tekbir aşkına.

Binler, bir yürek; gözler sade bir ufuk. Perde ötesi hakikat, şehadet mutlak güzellik!

Ölüm, bir asude bahar! Bir seher duasıyla başlar şehidin yolculuğu!

Dudaklar açılır semaya; Omuzlarda Mehmet, taşınır vatan!

Eller yürekte, yürekler omuzda!/ Saflar, safileşir bir ruh atlası!/Gelincikler açar, dağlar üstünde!”

; “Nerde bir sabır taşı görsen orda!/Ordayım der Mehmet’im, nöbetteyim”

Şehadet eder, yer ve gök, ‘şehitler ölmez’ diye! Gökte ki yıldızlar gibi donatır vatan semasını!

Eller açılır semaya, bir içli yakarışa bütün gönüller hep bir ağızdan âmin derler;

“Yarab! Rahmetinle yargıla deriz/ Yaramıza merhem ol sargıla deriz

“Senden geldik, sana dönücüleriz”/ Garipler safında sorgula deriz.”

Anadolu, ‘şefkatin pınarından çağlar’ adın! Çağlara ders verir rağbetin!

Sendeki rağbet; bir ulu heybet! Sendeki rikkat; bir ulu hayret!

Dilerim Mevla’dan; toprağın kanla, irfanla yıkanmasını!

Dilerim, adının daim şehitlerle anılmasını!

Böylesine ulu bir dileği; sizlerle birlikte şuara sofrasında sizlerle paylaşacağız.

Allah’ın Resulü (asv) buyuruyorlar;  şiirde hikmet vardır”

O sebepledir ki, şiire bizler; “nutku ilahi…” diyoruz!

Şiirde, şiir sanatında; “derin bir tefekkür…” vardır!

O sebepledir ki şiire bizler;  “soylu düşünce” “ak yazı” diyoruz.

Ayet, “Onlar ayakta iken,  otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar” (Ali İmran, 191)

Şairlerimiz; o dilin zarafetiyle, inceliği ve sadeliği ile bizleri kendi gönül iklimimize;

“sevgi rıhtımına…” taşıyacaklardır!

Şairlerimizin her birine, “bayrak insan…” diyorum!

Onları huzurlarınıza,  “alperen sedasıyla…” çağırmak istiyorum!

Gönlümüzden geçen, “derviş gazilerdir…”

Bu şehrin, “bilge kişileri…” “kâmil insanları…”      

Bütün gayemiz, idealimiz;  “o erdemli seviyeyi…” yakalamaktır.

İlk şairimiz, araştırmacı yazar-şair Günerkan Aydoğmuş

 

GÜNERKAN AYDOĞMUŞ

Darikent’te Işıkları Vurdular

1995’te Tunceli Darıkent’te teröristler tarafından katledilen altı öğretmenin ardından.

Siz giderken tüm yıldızlar döküldü

Gönüller korkudan sakınır değil

Dolunaylar gecelerden çekildi

Ne destan, ne şiir okunur değil!...

 

Ufukları dağlar kesmiş sur gibi

Arzular İblisten daha şer gibi

Munzur bile yeter gayrı der gibi,

Zalimden, zorbadan çekinir değil!...

 

Darıkent’te bir karanlık gecedir

Şehitlik Munzur’dan daha yücedir

Ölüm dedikleri iki hecedir

Her cana inan ki dokunur değil!...

 

Unutulmaz altı civan türküsü

Oyar yüreğimi çelik burgusu

Hain eşkıyanın hain sorgusu,

Ne yapsa mertliği takınır değil!...

 

Onlar cehalete inen nurdular

Sanmasınlar kurşunlarla öldüler

Kutsal bir menzile giden yoldular

Bu leke yıllarca yıkanır değil.

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR

Kur’an buyuruyor, “sizden hayrı çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden;

Bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır” (Ali İmran, 104)

Burada, bu mekânda, bu organizasyonun da hazırkanmasında katkıları bulunan;

Gönüllü kuruluşlarımız… Bu ayetin bizlere olan çağrısına;

Aklımızı, fikrimizi, zikrimizi verelim…

Dün olduğu gibi, bugün de, yarında; “güzel çığırlar açalım…”

Bu gecenin anlamında olduğu gibi, “bütün Türkiye’ye örnek olalım”

İkinci Şairimiz, Eğitimci-Yazar- Akademizyen Şair Kimliğiyle;

Gönül Kervanımızın Usta Kalemi Prof.Dr. Tarık Özcan…

 

Prof. Dr. TARIK ÖZCAN

Ülkem

Kastan ve kandan mufassal bir rüyaysa

Kusurlu bir yeryüzü çalgısıdır yaşamak.

Bir halk ki diliyle düdük çalmasını bilmez.

O dilde soru yok, ünlem yoksa neye yarar?

 

Güzel ülkem, yitiktir yüzündeki asma gülü.

Bodur şenliğinde bile kederin kızıl atları,

Bozulmuş patikalarda mavzer sesini seviyorsa

Beyaz bir gülü doğurmaz vakitsiz cemreler

 

Kusurdur, gergefin sinesine girmeyen iğne ucu.

Kusurdur, yerine can düşüyorsa bir bahçe.

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR

Seyyid Taha bir halifesine şöyle diyorlardı; "Halka önce işaretle muamele et, bu fayda vermezse ibare ile (söz ile) söyle. Bu da fayda vermezse, ondan yüz çevir. Sen birinden yüzünü çevirirsen, Resulullaha kadar bütün "Silsile-i aliyye" büyükleri ondan yüz çevirir."

Bir veli insan sözüdür… Bir kâmil insan sözüdür bu…

Bu coğrafyanın yüzü; sabra, şefkate,  çileye, merhamete,

İyiliklere döndü…  Bu kutlu gecede de; o güzel yüzleri görmekte;

O irfan iklimini birlikte solumaktayız…

Şiirleriyle bizlere de ilham kaynağı olan;

Akademisyen şairimiz yar. Doç. Dr. Ahmet Tevfik Ozan…

 

Yrd. Doç. Dr. AHMET TEVFİK OZAN

Görmediler Bilmezler

Onlar kan görmediler..bilmezler gökyüzünü

Yağmur yağmur yıkayan, Allah’ın Rahmeti’ni!

Ve gönlü secdelerde, alnı bayraklar kadar

Yücelerde çırpınan Yurdum’un kıymetini!...

 

Ey, şu garip Yurdum’un,; ey garip insanları!

Bir yanda, oluk oluk toprağa akan kanlar!

Bir yanda kahpe kahpe o kanlara basanlar!

Ve kahpelere  rahmet, o kanları satanlar (!)..

 

‘‘Uzak dağ köyünde, bir kerpiç evde

Bir ana, bir bacı; gardaş mı kaldı!?

Ölüm, şu dünyada rahmet kapısı

Lakin kalanların ömrü kısaldı!...”

 

Onlar kan görmediler..bilmezler gökyüzünü

Yağmur yağmur yıkayan, Allah’ın Rahmeti’ni!

Ve gönlü secdelerde, alnı bayraklar kadar

Yücelerde çırpınan Yurdum’un kıymetini!...

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR

Dileğim nedir?                                                         

Saflar, insafla omuz omuza versin

Dağlar, Ferhat’la yürek yüreğe versin

Bir ülke için bütün yumruklar sıkılsın

Aşkla, imanla, irfanla harcını döksün

Ve ‘Ben Anadolu’yum desin!..

Kanatlarım var,

Sır vermedim, serden geçtim

Ab-ı Hayat içtim

Yurt olarak, dünyanın kalbini seçtim

Ve ‘Ben Alperen’im desin!

Bir teori vardır; “Dünya kalesini (Anadolu’yu) elinde bulunduran bir millet, İç çember’e(Balkanlar ve Orta Doğu) hükmeder. İç çembere hükmeden bir millet ise, Dış çembere yani dünyaya hâkim olur.”

Hür insanlar görmek isterim şu caddelerde… Büyük ufuklar, büyük hedefler ile dolu adımlar görmek isterim!  Yürüyün derim, ‘kâbusların üzerine…’ Sevdaları esir almış, yüreksizlerin üzerine…

Şimdi sırada usta bir kalem ve yorumcu; eğitimci yazar ve şairimiz Hadi Önal.

 

HADİ ÖNAL:

Vatan Benim Ben Vatan

Dinle iblis uşağı; kana kına yakılmaz!
Fırat’ıma, Dicle’me kem göz ile bakılmaz!
Kılıcı Alparslan’ın kından çıksa sokulmaz!
Ne gözüm kaçırırım, ne gözün kaçsın benden!
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Tanımadın mı hâlâ tarihe yön vereni

Asra nurla koşanı, küfrü yere sereni

Nizamı âlem için şahadeti, şan göreni

Alçakların mermisi, ister gelsin her yönden!

Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Daha nice bâdire, nice engel aşmışız,
Malazgirt’te şahlanıp, Kosova’da coşmuşuz,
Sen zehrini kusarken, cehl ile savaşmışız…
Işığımız İslâm’dır; geçmez gönül sevenden!
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Geçmişim şanla dolu; alnım açık, yüzüm ak,
Terazim adâlettir, bende namustur toprak,
Bir senin kirli yüzen, bir de tarihime bak…
Korkmaz asil milletim; ne kininden, ne senden!
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Türküm, Kürdüm, Lâz, Boşnak; ben vatanım arkadaş!
Ege’de zeybeğim ya Erzurum’da can dadaş,
Diyarbakır’da halay, horonda çekerim baş…
İki elbise çıkmaz, tek yürek bu bedenden!
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Doğu güneşim benim; ova, bayır aşarım,
Çukurova’da doğar, Marmara’da yaşarım,
Karadeniz, Akdeniz, Ege’de sonsuz varım…
Misak olmuş bu toprak, ayırmaz seveninden!
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Çıkarına havari; dış süslü, içi yamyam

Sen Ortadoğu dersin, benim gönül coğrafyam

İnsanı yaşatmaktır; tek amacım, tek rüyam

Sevgi benim kanımda, doğruluk ta ezelden

Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Ne çabuk unuttundu, daha dün Çanakkale!
Kınalı türkülerim bana nur, sana sille!
Senin kahpe yüzünü tanıyor bebem bile!
Dinle bak, Allah sesi yükseliyor her yönden!
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

Özümde milli haslet, dilimde kelam-ı Hak

Suyum yüce dağdaki kaynaklar kadar berrak

Mazlumun kılıcıyım, anlamaz beni uşak

Kuşanmam kısa sürer, yeni döndüm seferden
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

 

Unutma ki her zulmün hesabı sorulacak!
Ektiğin nifakın da kalemi kırılacak!
Âlemin nizamına tevhidle varılacak!
Canım fedâ yurduma, ötesi yok kefenden!
Böldürtmem vatanımı, çıkmadıkça can tenden!

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:  

Gözlerine baktım, ‘özlemini okudum..’ dersem yalan değil, şehit babası muhterem insan Turgut Ozan’ın!. Her soluk alışında; sabrı yudumlayışını hissettim!. Elinde nadide bir çiçek gibi korumaya çalıştığı bir mektup.. Harputlu bir güzel dosttan gönderilmiş.. Uzattı, ‘kahpe tuzaklara ferman okurcasına..’ Bu bir ağıt değildi!. Sadece bir hoş seda da değildi!.“Eğil de, kulak ver..” diyen, şehidimin hal kağıdıydı!.

Onlar, kendi hayatlarını bu topraklar için ‘feda etmenin..’ en yüksek mertebesinde!. Hazreti Kuran, “Onlara ölü demeyin..” buyuruyor!. Coğrafyayı vatanlaştıransebepler halkasında ne de güzel duruyor!. Şehit Babası, evladının, “Bir leyle-i Kadir Gecesinde doğduğunu..” söylüyor!. O ne güzel gece.. O ne bahtiyarlık.. Şahadeti, ‘bayram gecesi..’ Mevlana’nın dediği gibi, “O, asıl bayramını/ Şeb-ü Aruz Bayramını..” yaşamış bile!. Ne bu kalem yeter ifadeye, ne de bu dil kafi gelir böylesine güzel hatıraya!. Şairimiz Bekir Karacaoğlu’nu dinleyelim;

Nice şehitler yatar, Harput’un kucağında

Her şehit bir madalya olmuştur sancağında,

Hele bir Teğmen Ozan şehitse genç yaşında,

O sancağın gölgesi, Meclis-i Kibriya’dır.”

Şimdiki şairimiz usta bir kalem… Bir gönül insanı… Kadim bir dost; A. Murat Kuşçubaşı…

 

A. MURAT KUŞÇUBAŞI:

Birlik Şiiri

Aynı hamurdan yoğrulduk

Aynı fırında kavrulduk

Aynı tohumdan doğrulduk

Yolumuz tek hu’yagardaş

Bu ayrılık niye gardaş.

 

Damardaki kanımız bir

Tarihdeki şanımız bir

Yaramız bir canımız bir

Kalem neyi saya gardaş

Bu ayrılık niye gardaş.

 

Dedem Korkut söz söyledi

Aşık Veysel öz söyledi

Teli kopmuş saz söyledi

Türkü, hoyrat, maya gardaş

Bu ayrılık niye gardaş.

 

Alın yazımız çizildi

Göktürk taşına dizildi

Nifak belası sezildi

Dirlik birlik diye gardaş

Bu ayrılık niye gardaş.

 

Aynı sularda durulduk

Aynı sevdaya vurulduk

Aynı yollarda yorulduk

Neden düştük yaya gardaş

Bu ayrılık niye gardaş.

 

At koşturduk Tuna boyu

Şaha kalktı Fırat suyu

Karadeniz Hazer koyu

Türk yazdık biz suya gardaş

Bu ayrılık niye gardaş.

 

Dostumuz yok Türk’ten gayrı

Olamaz Türk Türk’ten ayrı

Türk’ün Türk’e olsun hayrı

Köylüsünden beğegardaş

Bu ayrılık niye gardaş.

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

Şehitlik Makamı.

 Kur’an da, “şehitlerle ilgili” on ayet geçiyor.

“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler.  Fakat siz bilemezsiniz” (2/154)

Bir başka ayette de, “Rableri katında rızıklanmaktadırlar.” (3/169)

O şehitler, kendilerine verilen “nimetle sevinçlidirler” (3/170)

Kendilerine ulaşamayan kimselere; eş, dost ve yakınlarına da;

“Hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler” (3/170)

İki güzellik vardır;  “gazilik veya şehitlik”

Bunun dışında, farklı şeyler aramayalım!

Hak yolundan gayri yolları kendimize tercih etmeyelim…

Makamların en kutlusu,  “şehitlik” makamıdır!

Kendi varlığınızı,  ‘geleceğin yaşaması’ için feda ediyorsunuz!

“Abide Şahsiyetler” derseniz, “şehitlerimiz” derim…

Bu coğrafya hala,  o makamlarla “yücelişleri” seçiyor!

Bu coğrafya hala,  o makamlarla bizlere,  “geleceği” müjdeliyor!

Bu coğrafya hala, o makamlarla bizlere, “geleceğin tarihini” yazıyor!

Lütfen bu coğrafya insanından tek bir şey isteyeceğim;

“Sabrı, sükûtu, sadakati ve şükrü…” sürekli eda edelim…

Mikrofona gelecek şairimiz eğitimci arkadaşımız ZekeriyyaBican.

 

ZEKERİYYA BİCAN:

Çanakkale'den Lâpsekili Ahmet'e Harput'tan Mehmet'e Mehmetlere

Önce bir mermi patladı sağ tarafımdan,

Fark ettim, bir anda girip çıktı sol şakağımdan...

Sardı gözlerimi bir an kıpkızıl bir karanlık,

Yükseldi çavuşumdan, vurulduk diyen o son çığlık,

Sanırım, çavuşumla aynı mermiyle vurulmuştuk,

Zaten köyden çıkarken de, el ele tutuşmuştuk...

Yine el ele geçtik ışıklı yoldan, son menzilimize,

Birlikte kucaklaştık, özlenen o eşsiz efendimizle...

Ne de çabuk başlayıp bitmişti, o uzun seferimiz,

Geçti Sırattan yıldırım hızında, binlerce neferimiz...

Sustu bir anda top sesleri, söndü denizi yakan ateşler,

Bir anda sunuldu Rabbine, iki yüz elli üç bin nefer,

Her nefer için ayrı yapıldı, tarifi imkânsız törenler,

Taşıdı sancağı önde, âlemlere rehber olan peygamber...

Aradı gözlerim; babamı, anamı, bizlerle övünsünler diye,

Beklerim, her an, bu Cennet kapısında görünsünler diye...

Hâlâ ayaklarımın bir adım ötesinden Çanakkale görünüyor,

Tabyadan bir adım sonrasında, vaat edilen Cennet görünüyor...

Nasıl kesildi birden, o binlerce çığlık ve avaze sesler,

Tutuldu sanki bu ulvi haz rüyasında, bütün nefesler...

Boğaz’da, ateş kusan gemiler, nasıl buharlaştı birden,

Nasıl çekildi aniden, binlerce Mehmet siperlerinden...

Hani az önce, denizler kabarıp üstümüze dökülüyordu,

Çocukken seyrettiğim yıldızlar, yerinden sökülüyordu...

Bu gün 18 Mart 2005, dediler doksan yıl geçmiş aradan,

Hayret, hâlâ bir kan sızmada bizi şehit eden yaralardan...

Gördüm, bir mermer taşı oyup adımı üstüne yazmışlar,

İşte bu Lâpsekili, Hasan oğlu Ahmet diye tanıtmışlar...

Biz hiç ölmedik ki, neden insanlar burada ağlıyorlar...

Biz herkesi görüyoruz, onlar galiba bizi görmüyorlar,

Bütün Anadolu çocuklarıyla beraber buradayız biz,

Gerçekten göremiyor mu, o nur damlayan gözleriniz...

Bakın, bu Harputlu Mehmet, eşine mektup yazıyor,

Bu Lâpsekili Ahmet, bıkıp usanmadan siper kazıyor...

Diyorlar ki, Mehmet’in mektubu eşine hâlâ ulaşmamış

Bakın, Koca Lâpsekili de, nöbetini hâlâ bırakmamış...

İşte bu Kınalı Mehmet, gelirken anası kına yakmış başına,

Demiş ki koçumsun sen, vatanımın 18 Mart bayramına...

Anlamıyorum, peki siz neden ağlıyorsunuz hâlâ...

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

Sabah gazetesi yazarı Yavuz Donat da bu akşam aramızda olacaktı…

Dün sabah uçağı inemeyince gelemediler.

Konuyu köşelerinde de, kader-kısmet başlığı altında ifade etmişler

Yavuz Donat, kadim bir Elâzığ dostu… Millî konularda da hassasiyetleri olan bir kalemimiz.

3. şairimiz Mehmet Şükrü Baş… Kendileri Sarıkamış şiirini en güzel bir şekilde kaleme alanlardan biridir. Bu arkadaşımızın bu Sarıkamış şiiri ünlü bestekârlarımızdan Burhan Tarlabaşı tarafından bestelenmiş; hemşehrimiz Şebnem Kısaparmak tarafından okunmuş ve ayrıca da klip çekilmiştir. Şimdi bu şiirini okuması için değerli yazar-şair arkadaşımız Mehmet Şükrü Baş’ı mikrofona davet ediyorum.

 

MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ:

Sarıkamış’ta O Gece

-Cennetmekân Dedem Lotoğlu Yakup Ağa’ya.-

 

Dedem anlatıyordu… Ak saçlı Gazi Dedem,

Sarıkamış'ta gazi, Rusya'da esir dedem…

 

Derdi –‘‘Oğul, Sarıkamış neredir bilir misin?’

Ölüm kalım savaşı nicedir bilir misin?

 

Yıl, Bin Dokuz Yüz On Dört, yirmi iki Aralık,

Sırtımızda bir yazlık, ayağımızda çarık…

 

Tahin yok, taam yok, ot bulsak ot yiyeceğiz.

Her dudakta bir tevhit inandık öleceğiz.

 

Yüz yirmi bin Mehmet, yüz yirmi bin çıplak nefer,

Karşıda Rus askeri, arkada Ermeniler…

 

Acımasız bir kış bu, dünya dondu donacak,

Ne bilsin Mehmet, bu yer ona, mezar olacak.

 

Kelime-i Şahadet dudaklarda son hece…

Akıl dondu, fikir dondu, bu nasıl bir gece?

 

O gece sabaha kadar kar, yağdı da yağdı.

Yüz yirmi bin Mehmet'ten otuz bini ancak sağdı.

 

Sabah ezanı... O gün, bir Harputlu okudu

Tabiat ilmik ilmik kardan kefen dokudu.

 

Kalanlar hep bir ağızdan getirdiler tekbir

Kar altında kaldı doksan bin kimsesiz kabir…

 

Bu namaz Meleklerin kıldığı bir namazdı,

Şehitlik mertebesi, onlarda birer hazdı

 

Kalanlar da sakattı, yarım adam oldular,

Onlar ki bölük bölük, Rus'a esir oldular.

 

Kangren olmuştu dizim, acımadan kestiler,

Götürdüler Rusya'ya, orda esir ettiler.

 

İşte o zaman dedim 'Keşke ben de ölseydim.

Bunca yıl esareti, yaşayıp görmeseydim.

 

Ne olurdu o gün Mustafa Kemal olaydı,

Umut olaydı orda güneş olup doğaydı.


Boş yere demediler oğul, ona Atatürk,

O büyük asker, o bir dahi, o en büyük Türk

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

“Çanakkale’yi, Yemen’i, Sarıkamış’ı …” tefekkür etmek…

1.Cihan Harbi’nden İstiklal Harbi’ne…  Mondros’tan Mudanya’ya gidilen o çetin yıllar…

Akif’in üslubuyla, mısralarıyla o döneme yaklaşalım;

“Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i…/  Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.”

Allah Resulü’nün ellerini açarak,

“Kâinatı ağlattıracak kadar hazin yakarışı…”

“Allah’ım! Bu bir avuç Müslüman mücahit helak olursa,

Artık sana yeryüzünde ibadet edecek kimse kalmaz.”

O yakarış,  Yahya Kemal’in şiirinde terennümünü bulacak;

“Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbi.

Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi.

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyednâmın

Galip et, çünkü bu son ordusudur İslam’ın!”

Şairimiz şehrimizin önemli edebiyat eleştirmeni R. Mithat Yılmaz…

 

R. MİTHAT YILMAZ:

Muhterem Hazirun;          

Şimdi size yorumsuz üç haber okuyacağım.

Gazetelerden ve televizyondan aldığım bu haberler, aslına sadık kalınarak tarafımdan yeniden yazılmıştır.

 

*Birinci Haber: 

28 Aralık 2015 tarihinde, Şırnak’ın Silopi ilçesinde teröristlerin saldırısı sonucu şehit düşen Jandarma Astsubay Kenan Yıldız, memleketi Adana’da toprağa veriliyor. Yıldız’ın cenaze namazı kılındığı esnada, omzuna Türk bayrağı bağlanmış halde 3 yaşındaki oğlu Melih, hiçbir şeyden habersiz yaşıtı olan kuzeni Kaan’la tabutun önünde, etrafında oynamaktadır.  Sık sık tabutu ve tabut üzerindeki babasının fotoğrafını öpen Melih’in, bir ara oyun arkadaşına fotoğrafı göstererek söylediği şu cümle, törene katılanları –bir kez daha– hıçkırıklara boğdu:  “–Bak, bu benim babam!”  

 

**İkinci Haber: 

15 Ağustos 2016 tarihinde Diyarbakır’da bölücü terör örgütünün düzenlediği bombalı saldırıda baba Ahmet Gülbahar ve 5 yaşındaki oğlu Hüseyin Utku Gülbahar da şehit düşenler arasındaydı.  Baba-oğulun cenazeleri Kahramanmaraş’ın Afşın ilçesinde defnedildi. Defin esnasında, anne Betül Gülbahar’ın şu sözü, cenazeye katılanların yüreklerini –bir kez daha– dağladı: “–İkisini bir koyun mezara ne olur; korkar benim kuzum annesiz.” 

 

***Üçüncü Haber: 

11 Aralık 2016 tarihinde İstanbul-Beşiktaş’taki patlamada şehit düşen –hemşehrimiz– Emniyet Müdürü Vefa Karakurdu’nun cenazesi Zonguldak’ta toprağa verilmektedir.  Şehidin 6 yaşındaki kızı Duru da kardeşi Kaan’la birlikte oradadır. Bir ara, hıçkırıklarla ağlayan Duru’nun, tabutu göstererek sorduğu şu soru işitenlerin yüreklerine –bir kez daha– ateş saldı: “–Babam, neden onun içinde?” 

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR

İtaat noktasında!

Nisa suresinde şöyle buyruluyor;  “Allah’a ve peygambere itaat edenler, işte bunlar,

Allah’ın kendileriyle nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle

Ve iyi kimselerle beraberdirler. Bunlarsa ne güzel birer arkadaş!”

Kur’an’ın “ipine sarılmak” ne demektir?

Bu ayetin işaretiyle daha iyi anlıyorsunuz değil mi?

Bir insanın, “şahadeti” istemesi ne kadar evla bir gaye!

O gaye elbette ki, “din için, ezan için, millet için, vatan için” olacak!

Her şeyden de önemlisi, “kalbî ve hasbî” olacak!

124 binden fazla sahabe vardır!   Bunlar,  “insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en hayırlı ümmetidir”

Acaba,  sahabelerden ne kadarının makamları, “Mekke ve Medine’dedir?”

Onlar,  o kutlu insanlar, “gökyüzündeki yıldızlar” misali,  Bütün ömürleri, “Gaza meydanlarında…” geçmiş.

Manevi harçlarıyla,  ‘yeryüzünü kuşatmışlardır!’

Anadolu Coğrafyası,  bu manevi harcın en fazla tahkim edilmiş cazibe merkezidir.

Bu coğrafyada insanımızın aldığı en fazla isimler arasında;  “Allah Resulü ve Ehli Beyt isimleri…” çağrılır!

O çağrı, ne kadar vefalı ve de “yürekten gelen içli”  bir çağrıdır!

Bu millet askerinin ismine, “Mehmetçik” demiştir?  O ismiyle, inşallah İslam’ın nöbetindedir…

Sıradaki şairimiz Hasan Ergün Yılmaz.

 

HASAN ERGÜN YILMAZ:

Bayrağımı Getirin

Bu işin esası çok iyi belli

Bitirmez yaşarsam olurum deli

Bir kahpe kurşunu sıkıyor keli

Siper için bayrağımı getirin.

 

Bacağım kopsun, vücudum delinsin

Hainin yeter ki kökü kesilsin

Milletim, yeter ki görüp sevinsin

Ayyıldızlı, al bayrağım getirin.

 

Bir sevgi var, bitmek bilmez içimde

Ölsem bile söylenecek dilinde

Kurşun var, yanık var benim tenimde

Sarmak için bayrağımı getirin.

 

Bir kayanın ucundayım şimdi ben

Dikmem için bayrağımı getirin

Doldu gönlüm, uçmaktayım şimdi ben

Hemen şimdi bayrağımı getirin.

 

Kokladıkça ecdat koksun alırım

Koklayınca ben kendimi tanırım

Ayyıldızlı al bayrağım tanırım

Gülmem için bayrağımı getirin.

 

Ecel nasıl gelir, nerden bilemem

Milletime hiçbir zaman küsemem

Kan gerekirse ecdat kanı bul kat

Yoksa bayrağıma dola beni kat.

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR

Fırat;  bir büyük havzanın ismidir.

Biz o havzaya, “Fırat Havzası” ismini veriyoruz.

120 bin kilometrekareyi bulan bu havzanın en büyük özelliği, “Ses ve Söz Birliğidir…”

O ses ve söz Harput’ta, Kürsübaşı olur…

O ses ve söz Urfa’da Sıra Geceleri olur…

O ses ve söz Diyarbakır’da Velime olur…

O ses ve söz Sivas,  Tokat ve Gümüşhane’de, Herfene olur…

O ses ve söz Erzurum’da, Bar olur…

O ses ve söz Gaziantep’te Barak olur…

O ses ve söz Kerkük’te Çayhana Bucağı olur…

O ses ve sözün kaynağı, tarihin efsane şehri Harput

Harput, Anadolu coğrafyamın;  irfan mektebi…

Tarihi kendi bağrında buluşturan şehir…

Günümüzde de, uluslararası büyük projelerle;

Aynı kutlu görevi günümüzde Elâzığ şehrimiz yapmaktadır

Bugün o anlamlı şuuru şu mekânda birlikte idrak etmekteyiz

Şairimiz, milli zevki ve heyecanı doruklarda yaşatan bir şairimiz; Gazi Özcan.

 

GAZİ ÖZCAN

Uykuda mısın millet sabrını tartıyorlar

Gözlerinin önünde bayrağın yırtıyorlar

Unutma bu hainler vatanı satıyorlar

Kanımla sulamışım bunlar anlamaz aldan

Titre ve kendine dön, vatan gidiyor elden.

 

Ölü toprağı mıdır üstümüze serpilen

Bu milletin sabrı mı kantarlarda tartılan

Mukaddes bir varlıktır şehidime örtülen

Milli duygu ne bilir hain anlamaz aldan

Titre ve kendine dön, vatan gidiyor elden.

 

Biz onun gölgesinde ne destanlar yazmışız

Kurtuluş savaşında düşmanları bozmuşuz

Sana kem bakanlara çok mezarlar kazmışız

Hainler anlamazsa anlatırız o dilden

Titre ve kendine dön, vatan gidiyor elden.

 

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

Yürüyüşümüz,  “ebedi hayat” için olacak…

O zaman şunu göreceğiz, “bu dünyanın da bir anlamı!” var.

Bu anlam, bizleri,  “gaye ve ufuk insanı” yapacaktır, vesselam.

Fatih Kısaparmak bakınız, ‘Elif Kadın’ için ne diyor;

“Sus ağlama, Nazlı bebe

Zaten ağlatacaklar

Baban nasıl şehit oldu

Bir gün anlatacaklar

Dayan Elif kadın dayan

Kara gündür geçecek

Sabrın çiçekleri er geç

Filizlenip açacak”

80  milyon Müslüman Türkiye, ‘şehitlerin manevi huzurunda’ sadakat yemini etmeli!.. Devletin başından, dağdaki çobana kadar; bütün ruhuyla, fikriyle, bir yüce davaya, ‘bayrak olup’ dalgalanmalı!

Ve artık bir yanda,  ‘düşünme-eğlen’ gibi zevk uykusundan uyanmalı! Neme lazım gibi hissizlik ve utanmazlıktan kendimizi sıyırmalıyız!  ‘millet olma nedir’ sualinin ağır vebali içerisinde, ‘günümüzü gün etmekten’ de kendimizi kurtarmalıyız! 

Bugün, şehitlerimize kendimizi ve bütün hayatımızı vakfetme günüdür!

Şairimiz, Mehmet Faik Güngör

 

M. FAİK GÜNGÖR:

Söz Olsun 

“Çökmedikçe mavi gök” çürümedikçe toprak.

Dürülmedikçe dağlar yerlerinden koparak

Asra yemin olsun ki sabrımızdan saparak,

 

İhanetin kolları, dilleri burulacak,

Bilinsin bu gemiyle sonsuza varılacak.       

 

Sıyrıldı mı kılıçlar bismillah deyip kından.

Hangi sebep caydırır yiğitleri akından?

Yağıp yutmadan arzı yeni bir tufan kandan,

 

Daha büyük şölene kazanlar kurulacak

Bilinsin bu gemiyle sonsuza varılacak.    

    

Kanat indirir rüzgâr gezdiğimiz yerlerde.

Yatak değiştirir su aktığı derelerde.

Baş koyduğumuz bayrak namustur berelerde.

 

Vatan, şehit kanıyla karıldı, karılacak

Bilinsin bu gemiyle sonsuza varılacak.

    

Gül açar gülmemize, yer çatlar naramıza.

Dünya toplanıp gelse az gelir daramıza.

Düşman türlü fitneyi soksa da aramıza,

Bulandırılan deniz gün gelir durulacak 

Bilinsin, bu gemiyle sonsuza varılacak.

    

Her insana merhamet, şefkatle bakıldığı,

Dört bir yana adalet sancağı çakıldığı,

Beş kıtanın üçüne kelepçe takıldığı,

 

Çağlardan bu milletin künyesi sorulacak.

Bilinsin bu gemiyle sonsuza varılacak.

 

Bindiğimiz atların yeleleri alevden.

Aslanlarla güreştik, olmaz korkumuz devden.

Son cenaze çıkmadan, çıkmadan en son evden,

 

Zamana altın neslin damgası vurulacak

Bilinsin bu gemiyle sonsuza varılacak.

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

Anadolu, İslam’ın muallâ coğrafyası…

Bu coğrafyada,  12.yy’dan itibaren;

“Medine havasını…” teneffüs eder/ soluklarız!

Anadolu,  ‘muhabbeti’ derin bir coğrafyadır…

Şunu gayet iyi hissederim.

Bu coğrafyanın çok güçlü, “manevi, koruyucu/ zırhı” vardır!

Sıklıkla ifade ederim;

1071 Malazgirt’ten yola çıkarak,

1915 Çanakkale’ye yolculuk ediniz…

Lütfen,  o ruha aşina olunuz!

Kederlenmeyiniz ve de endişelenmeyiniz…

Yüce Allah (cc) Kur’an’da der ki:

“Zikri (Kur’an) biz indirdik. Onun için Zikri

Biz koruyacağız” (Hicr, 15/9)  emri ilahisi…

Allah’ın Resulüne atfen inen ayette de;

“Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide, 67) emri ilahisi,

“İslam’a bin yıl hizmet eden bu coğrafyayı da…” koruyacaktır!

Bundan “emin olunuz…”

Yeter ki, bütün varlığımızla “Hak’ka teslim olalım!”

Sıradaki şairimiz Murat Bilgin:

 

MURAT BİLGİN:

15 Temmuz akşamı katil sürüleri kan akıtmaya başladı,

Kurtuluş savaşındaki ezeli düşmanları hainler temsil ediyordu.

Kan ve gözyaşını gören kim? Geceyi, ihtiyarı, kadın ölüme koşuyordu,

Malazgirt’i, Çanakkale’yi hatırlayıp Anadoluluyum diyordu.

 

Ben Anadolu’yum, bir ölür bin dirilirim dünya durdukça,

Ey tasmalı hainler! Tarihte satılmış hainler olarak kalın,

Ben hem doğu,  batı, kuzey ve güneyim, milli devletim,

Yetmiş dokuz milyonda yaşayan tek yüreğim.

 

Evet, su uyudu, düşman uyumadı geçse de yıllar,

Vatanımı yağma için içteki hainlerle tuzak kurdular.

Bir şeyi unuttular, vatanın ölüme koşan evlatlarını,

İman ve iradesini tevekkülle birleştirip şehadete koşanlarını.

 

Kan emiciler yaptılar ince ince hesaplar,

Bilmiyorlar ki ötelerin ötesinden gelen hesap var.

Ömer Halis’im koşarak hainin önünde durdu,

“Ya Allah, bismillah” diyerek alnından vurdu.

 

Kesin hesap sahibinin yazdığı ecele doğru yürüyordu,

Cennette Hamzalar, Aliler, Seyyit Onbaşılar bekliyordu.

Dua et şehidim biz de yürüyelim ardından,

Tarih tekrar etmesin, yetsin artık dökülen bunca kan.

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

Bir nazik konuya temas etmek istiyorum.

Sahabeler, “yüz-yüz otuz bin rakamlarla…” zikredilirler.

Her biri, “gökteki yıldızlar gibidirler…”

Medine’de, medfûnsahabelerin sayısı on binler civarındadır…

Onlar, İslâm’ı tebliğ hususunda; “dünyanın dört bir yanına…” dağılmışlardır!

Onlarda, her biri, “birer bayrak gibi…”

İslâm’ın bayraktarı olarak gittiler, gittiler;

Ve bir daha geriye dönmediler…

Çok önemli bir tespittir, “Büyük medeniyetler hicretle kuruldu…”

Hadis, “Mekke fethinden sonra artık hicret yok;

Fakat cihat ve niyet vardır.”

Sevgili dinleyicilerim;

Bu milletin hal ve tavrında; “Sahabe meşrebini görür ve yaşarım!”

“1000 YILLIK TARİHİ…” tefekkür ederken,

Anadolu’dan, “Binlerce uzaklara Allah rızası için…”

“Cihat Yollarına…” bir aşk ve bir vecd yürüyüşü içerisinde;

Her türlü “çileye…” sabırla tahammül eden ecdada borcumuz büyüktür, elbette!

Ve yine, “Allah yolunda bir gün nöbet tutmak,

Ondan başka yerlerde geçen bin günden daha hayırlıdır…” hadisi,

Bizlere, millet olarak “ecdat hatıralarını yâd etmeyi…” bir bakıma emrediyor.

Sesiyle gönül tellerimizi titreten; alperen ruhlu şairimiz; Tuncer Sönmez.

 

TUNCER SÖNMEZ:

Baba Şehit Kuşu Kondu Başıma

Bazen yolum düşer dağlar başına

Bazen zalim tanklar çıkar karşıma

Güvendi vatanım bu genç yaşıma

Baba şehit kuşu kondu başıma

 

Yurdumun her yanı kan revan oldu

Binlerce yürekler bir sivil ordu

Bir anda her yere tüm vatan doldu

Anam şehit kuşu kondu başıma

 

Ben ümmetim ben ulusum devletim

Gazidir bu kutsal can memleketim

Hakk’a iman etmiş yüce milletim

Bin düşmana bedel bir şehadetim

Gülüm şehit kuşu kondu başıma

 

Kurşunlar bombalar koca dağ olsun

Yeter ki vatana çelik bağ olsun

Ben öldüm ki canım ülkem sağ olsun

Yavrum şehit kuşu kondu başıma

 

Demek bunun için geldim cihana

Gurur duy sakın ha ağlama ana

Yaradan ömrümü kattı vatana

Dostlar şehit kuşu kondu başıma

 

En uzun gecenin nurlu sabahı

ÖmerHalisdemir buldu dergâhı

Vermedi korudu o karargâhı

Ey paşam otuz kuş kondu başıma

 

Ben Halisdemir’im bozkır çocuğu

Şen olsun vatanım ata ocağı

Meleklerle yaptım son yolculuğu

Gardaş şehit kuşu kondu başıma

 

Bu yüce millete tarih şahittir

Ulusun her ferdi bir mücahittir

Hem vatanseverdir babayiğittir

Baba şehit kuşu kondu başıma

 

Sönmez derki gurur duydum hislendim

Bayraklı tabuta çok heveslendim

Şehidime dualarla seslendim

Canlar şehit kuşu konsun başıma

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

Yol ver dağlar, şehidime gideyim! Çağla ey nehir, seninle ağlayayım! 

Susma ey bülbül, feryadıma kulak ver; dert köpük köpük kabarsın, hasretinde yanayım!

Kur’an buyuruyor; “Allah ve Resulüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin;

Sonra içinize korku düşerde(size heybet veren) rüzgârınız(kuvvetiniz) gider;

O halde sabredin! Şüphesiz ki, Allah sabredenlerle beraberdir” (Enfal,46)

Şairimiz Muhammed Yalçın Azizoğlu.

 

MUHAMMED YALÇIN AZİZOĞLU:

Vedat’ıma

Milyonlarca yiğitler koşmakta Hamza edasında
İlk sen ulaştın bu kutsi şehitlik makamına
Sen şehitler annesisin Ey Yasir kızı Sümeyye
Vedat’ıma anne ol, peygamberin beklediği makamda

 

Çanakkale, Uhut, Bedir, Kudüs; ne fark eder
Sol yanından vurulmuş yatıyor bir nefer
Ölümsüzlük ab-ı hayatından kana kana içer
Ve aguşunu açmış bekliyorsa onu peygamber...

 

Hak ile batılın savaşıdır; bitmez bu dava
Zifiri bir siyahtı, ilahi nurun kuşattığı sabahta
Ey şehitler doğurup şehit olan son ana
Cennetleri mükâfat vermiş Hak-teala sana

 

Onlar ki şanlı akıncıydı doru atların sırtında
Keskin birer kılıçtı zulümlerin karşısında
Endülüs’ten Hicaz’a, Ural’dan Altaylar’a
Çanakkale’den Yemen’e, Kafkaslar’dan Balkanlara

 

Gözyaşları süzülürken bir bebenin yanaklarında
Bir yiğit sarılmış al bayrağa gül edasında
Kimler yüreğinde misafirdi, vurulurken kahpe kurşunla
Sığmadın mezarlara Vedat’ım 15 Temmuz sabahında

 

Kudüs’te Selahaddin’e, Bedir’de Ali ye yoldaş oldun
Tekbir yükselen saflarda bayrak tuttun
Yirmi yedi yaşında açıldı şehitlik yolun
Vedat’ım, ruhun şad,  uğrunda öldüğün vatan sağ olsun...

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR:

Şehitlik Makamı.

 Kur’an da, “şehitlerle ilgili” on ayet geçiyor.

“Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler.  Fakat siz bilemezsiniz” (2/154)

Bir başka ayette de, “Rableri katında rızıklanmaktadırlar.” (3/169)

O şehitler, kendilerine verilen “nimetle sevinçlidirler” (3/170)

Kendilerine ulaşamayan kimselere; eş, dost ve yakınlarına da;

“Hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler” (3/170)

İki güzellik vardır;  “gazilik veya şehitlik”

Bunun dışında, farklı şeyler aramayalım!

Hak yolundan gayri yolları kendimize tercih etmeyelim…

Makamların en kutlusu,  “şehitlik” makamıdır!

Kendi varlığınızı,  ‘geleceğin yaşaması’ için feda ediyorsunuz!

“Abide Şahsiyetler” derseniz, “şehitlerimiz” derim…

Bu coğrafya hala,  o makamlarla “yücelişleri” seçiyor!

Bu coğrafya hala,  o makamlarla bizlere,  “geleceği” müjdeliyor!

Bu coğrafya hala, o makamlarla bizlere, “geleceğin tarihini” yazıyor!

Lütfen bu coğrafya insanından tek bir şey isteyeceğim;

“Sabrı, sükûtu, sadakati ve şükrü…” sürekli eda edelim…

Orhan Şaik Gökyay, ‘Bu vatan Kimin’ şiirinde, mısraları o kadar büyük bir ihtimamla kullanmıştır ki, dağları konuşturmuş, nehirleri dillendirmiş, bir büyük sırrı vatanın her karış toprağıyla paylaşmıştır;

“İleri atılıp sellercesine,

Göğsünden vurulup tam ercesine,

 

Bir gül bahçesine girercesine,

Şu kara toprağa girenlerindir...


Tarihin dilinden düşmez bu destan,

Nehirler gazidir dağlar kahraman,


Her taşı yakut olan bu vatan,

Can verme sırrına erenlerindir...


Gökyay ’ım ne yazsan ziyade değil,

Bu sevgi bir kuru ifade değil,


Sencileyin hasmı rüyada değil,

 Topun namlusunu görenlerindir...”

Vatan sevgisini, ‘kuru bir ifade..’ olarak görmek veya yorumlamak bedbahtlıktır. Büyük üstatlar ne derler; --Arzda, insan gibidir!.. Vatan toprağının bütün mahşerini benliğimizde duyabilmeliyiz!. Onunla, ruhumuz ve idrakimiz bütün hazzıyla örtüşmelidir!..

Son şairimiz İlhami Bulut:

 

İLHAMİ BULUT:

Bize “Şehit Gil” Derler Bizim Memlekette

Dedemden kalma bir lakap bu

Rüzgârdan evvel kalkar sallarım bayrakları

Ben şehit oğluyum benim işim bu

 

Sende tescilli fülüm/benim bu deli sevdam

Sana sarılırcasına ay-yıldıza dolanıp

Bir ışık hızıyla çekilirim göklere

Bize “şehit gil” derler bizim memlekete

 

Kardan kemer bağlarken mor sümbüllü dağlar

Yemyeşil bir yol açtım Çanakkale’ye

Bu dağların silsilesi künyemde kayıtlıdır

Malazgirt doğumluyum ben

Bize “şehit gil” derler bizim memlekete

 

Unutkan olmuş gafiller

Beni anlatamadı tarih/küflendi destanlarım

Bize “şehit gil” derler bizim memlekete

Milatları silkeledim kökünden

Temmuz-Ağustos oldu/çoğaldı bayramlarım

Bize “şehit gil” derler bizim memlekete

 

BEDRETTİN KELEŞTİMUR

Sözümüze Ahmet Kabaklı Hoca’mızın şu güzel şiiriyle altın bir kemer takalım; “Karanlık çevrem dışıdır/ İrfan ilen eğleşiriz/ Şairler sofran başıdır/ Sohbet ilen bilişiriz/ Sevda padişah işidir/ Usul ilen sevişiriz…”

Evet, güzel bir muhabbet oldu. İnşallah bu güzel muhabbetimiz sayın Başkanımızın, gönüllü kuruluşlarımızın ve şairlerimizin o güzel duygularıyla her zaman devam edecektir. Son olarak, Belediye Başkanımız Sayın Mücahit Yanılmaz’ı, görüşlerini almak ve program üzerine bir değerlendirme yapmak üzere mikrofona arz ediyorum. Buyurun, Sayın Başkanım.

 

MÜCAHİT YANILMAZ:

Biz Elazığ’ız, biz El-aziz’iz. Milli ve manevi değerlerimize bağlıyız, vatanımıza bağlıyız. Milli ve manevi değerlerimiz, vatanımız, bayrağımız, devletimiz söz konusu olduğunda canımızı veririz. Böyle bir neslin evlatlarıyız, böyle bir neslin torunlarıyız. İyi ki Elazığlıyız, iyi ki burada doğmuşuz, burada büyümüşüz, burada yaşamışız. Geçmişe baktığımızda kadim bir kültürün kadim bir medeniyetin torunları olduğumuzu göreceğiz.

Bu akşam şairlerimizi dinlerken ne kadar duygulandığımı kelimelere dökemem.

Evet, Elazığ’da hep kültür deriz, sanat deriz ama Elazığ’ın kültür insanlarını bir araya getirdiğimizde, ortaya neyin çıktığına hep birlikte şahit olduk. Rabbim, kaleminizi güçlendirirsin.O kelimeyi,o yazıyı yazdıran da iman, inanç, vatan, millet ve bayrak sevgisidir. Rabbim, imanınızı, inancınızı; vatanımıza, milletimize ve bayrağımıza olan sevginizi artırsın. Rabbim şehitlerimizin mekânını cennet etsin. Bizlere de şefaatçi kılsın inşallah.

Bugün gazilerimizi de ziyaret etmiştim. Onlara şunu dedim; sizlere minnettarız, Sizler olmasaydınız bizler olmazdık. Eğer Çanakkale'de şehit olanlar olmasaydı bugün bizler burada olamazdık. Eğer 15 Temmuz'da şehit düşenler olmasaydı, bugün biz burada bu konuları konuşamazdık.

Ülkemizi kan gölüne çevirmek isteyenler, bizi birbirimize kırdırmak isteyenler, bu ülkeyi bölmek isteyenler hep olacaktır. Bu coğrafyanın kaderidir bu; ancak bu coğrafyanın bir kaderi daha var ki başı dik, alnı ak, cesur, dinamik ve her zaman vatanı uğruna canını verenler olmuş ve tarih boyunca da olacaktır.

Buradan, şairlerimizin huzurunda bir cümleyi söylemeden ayrılmayacağım. Ülkemizi bölmek isteyenler, vatanımızı yok etmek isteyenler, bizi birbirimize düşürmek isteyenler arkanızdaki güç, hangi devlet olursa olsun, nereden beslenirseniz beslenin; iyi bilin ki bu millet var oldukça kıyamete kadar bu topraklar bizim olacak, torunlarımızın olacak ve siz asla emellerinize ulaşamayacaksınız.

 

 

 

 



 

 

 
               Manas Yayıncılık Nailbey Mah. Vali Fahribey Cad. Huzur İş Merkezi Kat 5 Daire 14 Elazığ   Telefon: (0424) 2371315 Faks: (0424) 2363068                         © Copyright 2008 |    Manas Yayıncılık Tüm Hakları Saklıdır.