MANAS HABER– M. Şener Bulut
“Manas Yayıncılık” öncülüğünde Tatar Edebiyatının Yıldızı
Abdullah Tukay’ın aziz hatırasına düzenlediğimiz “Elâzığ-
Kazan Kültür ve Sanat Buluşması” Türkiye veTataristan’dan
birçok şair, yazar, bilim insanı ve sanatçının katılımı ve
katkılarıyla 25-26 Ekim 2013 tarihlerinde Elazığ’da
gerçekleştirildi.
ElazığValiliği, Elâzığ Belediyesi, Fırat Üniversitesi, Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu, Elâzığ Ticaret ve Sanayi Odası,
MÜSİAD Elâzığ Şubesi, TRT AVAZ, Türk Edebiyatı Vakfı, Fırat
Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü ve
Ankara Elâzığ Kültür Derneği ile birlikte
gerçekleştirdiğimiz bu anlamlı etkinlik, kültür ve sanat
dünyasında büyük yankı uyandırdı.
“Elâzığ- Kazan Kültür ve Sanat Buluşması” bir dizi
programlarla iki gün boyunca devam etti. “Manas Yayıncılık”
tarafından yayınlanan ve editörlüğünü Doç. Dr. Ercan
Alkaya’nın yaptığı, Prof. Dr. Ferit Yusupov’un “Tatar Şive
Dilinin Morfolojisi” adlı eseri de okuyucusu ile buluştu.
“Fırat Üniversitesi ile Kazan Federal Üniversitesi arasında
“İşbirliğiProtokolü”nün de imzalandığı bu buluşmada “Kazan
Tatarları ve Tataristan” ile “Dünyadaki Gelişmeler Işığında
Kardeş Türk Topluluklarıyla İlişkiler” panelleri de
düzenlendi.
Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon
Bölümü öğrencisi Ceyhun Bağcı tarafından hazırlanan
“Abdullah Tukay” belgeseli sunuldu.İlmir Yamalov, Paşa
Demirbağ, Mustafa Döner, Nihat Kazazoğlu, Naci Sönmez, Osman
Bulut ve Yalçın Turhan’ın katıldıkları “Abdullah Tukay’a
Saygı Konseri” iledavetlilere unutulmaz anlar yaşatıldı.
“Elâzığ- Kazan Kültür ve Sanat Buluşması” Harput Gezisi ve
Keban’da gerçekleştirilen Fırat - İdil nehirlerinin
buluşması programıyla tamamlandı.
“Elâzığ- Kazan Kültür ve Sanat Buluşması”nınhazırlık
çalışmaları Manas Yayıncılık Genel Yayın Koordinatörü M.
Şener Bulut koordinatörlüğünde oluşturulan bir tertip heyeti
tarafından yürütüldü.
Elazığlı şair, yazar ve sanatçıların yer aldığı bu heyette
Elazığ Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Fırat
Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm
Başkanı Doç. Dr. Ercan Alkaya, Elazığ Valiliği Basın ve
Halkla İlişkiler Müdürü Özcan Yalçın, Elazığ Belediyesi
Kültür Müdürü Uğur Balıbey, NGK Anadolu İletişim Meslek
Lisesi Müdürü Ali Canpolat, Fırat Üniversitesi İletişim
Fakültesi Öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi Tamer Kavuran, Fırat
Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Recep
Bağcı, Fırat Üniversitesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim
üyesi Dr. Öğr. Üyesi Süleyman Kaan Yalçın,FÜ Atatürk Kültür
Merkezi Müdürü Metin Çağlar, ETSO Basın ve Halkla İlişkiler
Müdürü Etem Yalın, Fırat RTV Müdürü Hüseyin Gazi Orhan,
gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur ve şair Hadi Önal’ın
görev aldığı programın sunuculuğunu ise eğitimci Ömer Faruk
Er yaptı.
Basın ve yayın kuruluşlarımızın büyük ilgi gösterdiği
programlarımız Kanal Fırat, Kanal 23 ve Fırat RTV
televizyonlarında yayınlandı. “Kazan Tatarları ve
Tataristan” paneli ve Tatar Edebiyatının Yıldızı “Abdullah
Tukay’a Saygı Gecesi”TRT Avaz tarafından canlı olarak
izleyicilere aktarıldı.
Türk Kültür ve sanat hayatına yeni sayfaların eklendiği bu
anlamlı toplantıya Tataristan’dan: Tataristan Özerk
Cumhuriyeti Tataristan Milli Meclisi Üyesi ve Halk Şairi
Robert Minnullin, Kazan Federal Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ferit Yusupov, Tataristan Kültür Bakanlığını
temsilen Doç. Dr. Fenzile Cevherova, Sanatçı İlmir Yamalov
katıldı.
Bu programa aynı zamanda Türkiye ve Elazığ’dan katılanlar
arasında iseSanayi ve Ticaret Eski Bakanı Ali Coşkun, Prof.
Dr. Nevzat Yalçıntaş, Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet
Kabaklı, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Kadirhan Sunguroğlu, Fırat Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü başkanı Prof. Dr. Ahmet Buran ve Fırat
Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü
başkanı Doç. Dr. Ercan Alkaya, Manas’ın kıymetli üyeleri
Paşa Demirbağ, Mustafa Döner, Nihat Kazazoğlu, Naci Sönmez,
Fethi Açıkgöz, Osman Bulut, Yalçın Turhan, Bedrettin
Keleştimur, Hadi Önal, Şükrü Kacar, Dr. M. Naci Onur, R.
Mithat Yılmaz, Mehmet Şükrü Baş, Muhlis Tunç, Ahmet Demir,
Hüseyin Poyraz, İlhami Bulut, Mahir Gürbüz, Tuncer Sönmez,
Murat Bilgin, M. Faik Güngör, Fethi Ahmet Harmanşah, Özer
Yıldırım, Muammer Aksoy, Mehmet Dursun Aksoy, Günerkan
Aydoğmuş, ZekeriyyaBican ve Nusret Özgen yer aldı.
ELAZIĞVALİLİĞİ, ELAZIĞ BELEDİYESİ
VEFIRAT ÜNİVERSİTESİ ZİYARET EDİLDİ.
Türk Dünyasını ortak kültür değerleri etrafında buluşturmak,
kaynaştırmak, hızla gelişen ve değişen dünya dengeleri
karşısında var olan ortak tarih, ortak dil ve kültür
birlikteliğine ufuk çizmek gibi bir büyük amaca yürüyen
Elazığ’ın kutlu yürüyüşünün durağında bu defa Tataristan ve
Tatar Türkleri vardı.
Türk dünyasının kuzeyinde yer alan İdil-Ural bölgesindeki
Tatar Türklerini, Tatar kültürünü tanımak ve tanıtmak,
Türkiye Türkleriyle-Tatar Türklerinin karşılıklı olarak
birbirleriyle yakınlaşmasını sağlamak amacıyla düzenlenen bu
faaliyetler yumağı ile sevgi tohumları ekildi, dostluk ve
kardeşlik bağları pekiştirildi.
Tataristan Özerk Cumhuriyetinin başkenti olan Kazan, tarih
boyunca önemli bir ticaret merkezi olmasının yanı sıra ilim
ve kültür şehri olarak da varlığını korumuş Türk’ün yıldız
şehirlerinden biri.
İki gün boyunca devam eden etkinliklerde Türk-İslam şehri
Kazan, çeşitli yönleri ile ele alındı. 19. yüzyılda
ceditçiliğin başladığı Kazan’ı yeniden keşfetmenin yanı sıra
ünü bütün Orta Asya’ya yayılmış olan Tatar edebiyatının
büyük şairi Abdullah Tukay da bir defa daha anıldı. Prof.
Dr. Ferit Yusupov’un“Tatar Şive Dilinin Morfolojisi” adlı
eseri okuyucusu ile buluşturulurken iki şehrin müziği ile de
gönüller fethedildi.
Tataristan Milli Meclisi Üyesi ve aynı zamanda Halk Şairi
Robert Minnullin, Kazan Federal Üniversitesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ferit Yusupov, Tataristan Kültür Bakanlığını
temsilen Doç. Dr. Fenzile Cevherova, Sanatçı İlmir
Yamalov’unTataristan’ı temsilen katıldıkları “Elâzığ-Kazan
Kültür ve Sanat Buluşması”na Türkiye’mizden de onur
konukları vardı.
“Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat Buluşması”25 Ekim 2013 Salı
günü Elâzığ Valisi Ömer Faruk Koçak’ı ziyaretle başladı.
Tataristan’dan gelen heyet üyeleri ile birlikte Sanayi ve
Ticaret Eski Bakanı Ali Coşkun, İstanbul Eski Milletvekili
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı
Servet Kabaklı, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Kadirhan Sunguroğlu, Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
Bölüm başkanı Doç. Dr. Ercan Alkaya’nında yeraldığı
ziyarette“Manas Yayıncılık” kıymetli üyeleri Genel Yayın
Koordinatörü M. Şener Bulut ileGazeteci-Yazarlar Bedrettin
Keleştimur ve Hadi Önal da hazır bulundu.
Konuklarını makamında ağırlayan Vali
ÖMER FARUK KOÇAK,Elâzığ’ın zengin bir kültür
birikimine sahip olduğunu“Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat
Buluşması” ileTatar Türklerini ve Tatar kültürünütanımış
olmak ve böylece Türkiye Türkleriyle-Tatar Türklerinin
karşılıklı olarak birbirleriyle yakınlaşmasını sağlamak
amacıyla düzenlenen bu etkinliğin,iki ülke arasındaki
ilişkileri bir adım daha ileriye taşımak açısından önemli
olduğunu ifade ettiği konuşmasında: “Tataristan Milli
MeclisiBaşkan Yardımcısı Sayın Robert Minnullin, Sayın
Bakanımız, Kıymetli Hocam, Kıymetli bilim ve sanat insanları
sizleri ağırlamaktan son derece mutluyuz. Önce Elâzığ’da
ağırlamaktan sonra vilayette ağırlamaktan son derece
mutluyuz. ‘Hoş geldiniz şeref verdiniz.’ Yeni dostluklara,
kardeşliklere merhaba demenin mutluluğunu yaşamaktayız.
Yıllardan beri kardeş Türk topluluklarını ve devletlerini
Elâzığ bağrına basmaktadır. Aynı kökün mensubu, aynı dilin
değişik ağızlarını konuşan, aynı inanç ve kültürü paylaşan
duygu ve düşünce adamlarını, dostluğun ve kardeşliğin engin
denizinde bir araya getiren Elâzığ, Türk Dünyasına mensup
ülkeler arasında duygu ve gönül köprüleri kurarak dostluk
bağlarını kuvvetlendiriyor. Milletlerin siyasi ve sosyal
varlıklarını sürdürebilmelerinin temelinde kültürel
değerlere verdikleri önem yatmaktadır. Tarih boyunca değişik
Türk devletlerine merkezlik yapan Tataristan’ın Başkenti
Kazan’ın yüreğimizde daha değişik bir özelliği vardır. Emeği
geçenlere teşekkür ediyorum. “ dedi.
Prof. Dr. NEVZAT YALÇINTAŞ:“Sayın
Valim, Kırım, Tataristan ve Hazar denizinin hemen üstündeki
bölge hatta Moskova’ya yakın olan bölgeler de hepsi Altın
Ordu devletinin bir parçası. Bunlar tek bir devlet onun için
biz tümüne bakıyoruz. Bir olarak telakki ediyoruz. Malum
Timurleng’in oraya yaptığı sefer sonunda Tataristan’ın ayrı
bir kaderi oldu. Bu Altın Ordu devletinin medeniyetini,
Tatar Türkçesinin asaletini ve istiklal duygusunu, Tatar
kardeşlerimiz daima muhafaza ettiler.Sovyetler dağılmaya
başladığı zaman, bizim yaşadığımız bir hatırayı sizin
mesleğinizi ilgilendirdiği içinanektod olarak nakledeyim.
Toplu olarak Sayın Başkanımız ile beraber gittiğimiz
Tataristan’a ilk heyet ziyaretini gerçekleştirdik.Rahmetli
Turgut Abim Cumhurbaşkanımız adına, biz haddizatında
Tataristan Cumhurbaşkanı Sayın Şeymiyev’e davet yapacağız.
Ama mülki teamül gereği bir diğer devletin içinde bulunan
bir Devlet Başkanını biz nasıl davet edeceğiz. Moskova’da
merkezi bir hükümet var.
Bana dedi ki: “Nevzat formülü şu; Ferit Bey üstadımla
beraberiz. Siz Aydınlar Ocağı Sivil Toplum Teşkilatı olarak
davet edin.” Nitekim Allah razı olsun Ferit Hocamız öncü
oldu,biz saraya gittik.”
Sohbete dahil olan Sanayi ve Ticaret Eski Bakanı Ali
Coşkun,İstanbul Eski Milletvekili Prof. Dr. Nevzat
Yalçıntaş’ın kaldığı yerdenanlatmaya devam etti.
Sanayi ve Ticaret Eski Bakanı ALİ
COŞKUN:“O kısmı isterseniz ben anlatayım. Rahmetli
Turgut Abinin elçileri olarak gidiyoruz. Moskova’ya indik,
tekrar Tataristan’a gitmek için bizi bir uçağa aldılar. Uçak
kalkmıyor. Bir saat, iki saat bekledik.Bir şey söyleyen de
yok. Uçağın içinde biz mahsur kaldık. Hanımlar da var.
Hanımlar heyecanlandı. Hocam Heyet Başkanı,“Ne yapalım ne
edelim?” Diye sordu, bilgi veren de yok. Ve nihayet ‘Uçak
kalkıyor!’ dediler ve uçağımız kalktı. Kış kıyamet bir yere
geldik.Etraf karla kaplı, sadece uçak pistini açmışlar,
indik. Yine kapılar kapalı tabii uçakta. Bir vaveyla
başladı. Sayın Valim, su bitmeye başladı, millet acıktı,
kadınlar ağlamaya başladı.Uçağın içindeyiz. Hocam dedi ki :
“Ben dayanamam, sen örfi idare ilan et.” Biz de uçağın
içinde örfi idare ilan ettik. Dedik ki, kimin çantasında
bisküvi varsa, yiyecek varsa verecek, tuvalet izinle, su
izinle kullanılacak, yoksa su bitecek. İzbandut gibi bir
görevli var, hiçbir şey konuşmuyor, lisan da bilmiyor. Bu
vaziyette bir buçuk-iki saat uçağın içinde kaldık.Sonra kapı
açıldı. Rusça bir şeyler söylediler, biz anlamıyoruz; fakat
Ferit Hocam anladı:
“ Heyet Başkanını istiyorlar, sen git,” dedi. “Yok,beraber
gidelim.”Dedim.
Neyse, indik biz el ele tutuşarak.Bir buçuk metre kar
yığılmış. Terminale girdik, kalpaklı bir adam: “Hoş
geldiniz,gardaşlar” diye karşılayınca, rahatladık. Bizi
Çuvaşistan’a indirmişler.Sebebi de “Türk heyeti geliyor!”
çokkalabalık on binlerce kişi miting yapar, diye
düşünmüşler. Tataristan’da o sıralarda bağımsızlık
hareketleri var,bu nedenle bekletmişler. Moskova sakinleşsin
diye.Sakinleşmeyince de bizi Çuvaşistan’a götürmüşler. O
gece, biz Çuvaşistan’da Çuvaş Türkleriyle beraber kaldık.
Bizi karşılayan Başbakan Yardımcısıymış. Ondan sonra
Tataristan’a gitmek nasip oldu. Ferit Yusupov Hocamın ev
sahipliğinde, çok heyecanlı güzel günler yaşadık; ama bu
yolculuğumuzu hiç unutamıyorum.
Tataristan ziyaretimizde yanımızda Kuran’ı Kerim
götürmüştük, 90 yaşında kadınlar göğsüne saklayıp
ağlaşıyorlardı, çok heyecanlı günler yaşadık. Özür dilerim
hocam, buyurun.” Diyerek sözü tekrar Prof. Dr.Nevzat
Yalçıntaş’a bıraktı.
Prof. Dr. NEVZAT YALÇINTAŞ:“Son
olarak bir şeyi arz etmek istiyorum. Hakikaten devlet
kaidesine uyarak ben ve arkadaşlarım,Sayın Cumhurbaşkanını
bizim misafirimiz, Aydınlar Ocağı’nın misafiri olarak 580
kişilik bir talebe ile birlikte davet ettik. Talebeler daha
önce geldi, bir ellerinde Türk bayrağı, diğer ellerinde
Tataristan bayrağı.Çok şükür!bugünlere kadar geldik.”
Tataristan Milli Meclisi ÜyesiHalk
Şairi ROBERT MİNNULLİN:“Sayın Vali, size ve bu şehrin
kıymetli halkına teşekkürlerimi bildiriyorum. Öncelikle
Türkiye’nin büyük ve güzel bir şehrinde, büyük şairimiz
Abdullah Tukay için böyle bir tören düzenlediğiniz ve devlet
nezdinde değer vererek katıldığınız için hepinize en içten
teşekkürlerimi sunuyorum. Tataristan’a dönünce bu etkinliği
Cumhurbaşkanımız RüstamMinnihanov’a, önceki Cumhurbaşkanımız
MintimerŞeymiyev’e ve Meclis Başkanımız FeritMuhammetşin’e
ileteceğiz ve anlatacağız.”dedi.
Heyet, Elâzığ Belediyesi, Ticaret ve Sanayi Odası’nın
ardından Fırat Üniversitesi Rektörlüğünü ziyaret etti.
Burada Fırat Üniversitesi ile Kazan Federal Üniversitesi
arasında “İş Birliği Protokolü” imzalandı. Fırat
Üniversitesi Rektörlük Makamında gerçekleştirilen imza
törenine, Tataristan’dan gelen heyet üyeleri, Elâzığ-Kazan
Kültür buluşmasının onur konukları ve kültür sanat
camiasının yanı sıra Elâzığ Milletvekili Şuay Alpay, Fırat
Üniversitesi Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Ahmet Kazez ve
Prof. Dr. Nuri Orhan da hazır bulundular.
“İş Birliği Protokolü” imza töreninde bir açıklama yapan
Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
KUTBEDDİN DEMİRDAĞ;“Bizim fiziki ayrılığımız ayrılık
anlamına gelmez. Bu ayrılıkları gidermek de çeşitli
etkinliklerle, yapılan anlaşmalarla olur. Biz, hiçbir zaman
Tataristan’ı, Azerbaycan’ı, Kırgızistan’ı, güneydeki
Mısır’dan Arabistan’a kadar hiçbir ayrım yapmadan yetişmiş
bir nesil olarak, bu ortak duyguları yaşatmaya çalışan bir
nesil olarak durduk ve bundan sonra da durmaya devam
edeceğiz” dedi.
Yapılan konuşmaların ardından Fırat Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Demirdağ ile Kazan Federal Üniversitesi adına
Öğretim üyesi Doç. Dr. Fenzile Cevherova iki üniversite
arasındaki iş birliğini sağlayacak olan ortak protokolü
imzaladılar.
KAZAN TATARLARI VE TATARİSTAN “Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat Buluşması” 25 Ekim 2013
Cuma günü “Kazan Tatarları ve Tataristan” konulu panelle
devam etti. TRT AVAZ’ın canlı olarak yayınladığı program,
Fırat Üniversitesi Bahaeddin Ögel Konferans Salonu’nda saat
14.00’te gerçekleşti. Tataristan Milli Meclisi Üyesi Robert
Minnullin, Prof. Dr. Ferit Yusupov, Prof. Dr.
KadirhanSunguroğlu, Prof. Dr. Ahmet Buran ve Doç. Dr.
Fenzile Cevherova’nın konuşmacı olarak katıldıkları paneli,
Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ercan Alkaya
yönetti.
PaneleElazığBelediye Başkanı M. Süleyman Semanoğlu, Fırat
Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Kazez, Sanayi
ve Ticaret Eski Bakanı Ali Coşkun, Prof. Dr. Nevzat
Yalçıntaş, İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Türk
Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı, Sanatçı İlmir
Yamalov, Fırat Üniversitesi Öğretim üyeleri Prof. Dr.
Muhammet Beşir Aşan, Prof. Dr. Esma Şimşek, Doç. Dr.
AhatÜstüner, Doç. Dr. Tarık Özcan, Dr. Öğr. Üyesi Çimen
Özçam, Dr. Öğr. Üyesi Fatih Arslan, Dr. Öğr. Üyesi Birol
Azar, Dr. Öğr. Üyesi Birol İpek, Dr. Öğr. Üyesi Süleyman
Kaan Yalçın, Manas Yayıncılık’ın kıymetli üyeleri Şükrü
Kacar, Dr. M. Naci Onur, Ülker Ardıçoğlu, Bedrettin
Keleştimur, Hadi Önal, R. Mithat Yılmaz, Mehmet Şükrü Baş,
Muhlis Tunç, Ahmet Demir, Hüseyin Poyraz, İlhami Bulut,
Mahir Gürbüz, Tuncer Sönmez, Murat Bilgin, M. Faik Güngör,
Fethi Ahmet Harmanşah, Muammer Aksoy, Mehmet Dursun Aksoy,
Günerkan Aydoğmuş, ZekeriyyaBican, Özer Yıldırım ve Nusret
Özgen’in de hazır bulundukları programa oldukça kalabalık
bir öğrenci topluluğu katıldı.
ÖMER FARUK ER
Eyanadil, eygüzeldil, anamınbabamındili!
Dünyadaçokşeybildimseninsayendeanadili.
Eyanadil! Her vakityardımınlasenin,
Küçüklüktenanlaşılmışşatlığım, kaygımbenim.
Eyanadil! Seninleolmuşen ilk kıldığımduam:
Bağışla, diyereközümü hem anacığımıbabacığımıHüdam!
TataristanMilliMeclisBaşkanYardımcısıSayın Robert Minnullin,
Sanayi ve Ticaret Eski Bakanım Sayın Ali Coşkun,
Sayın Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş,
Tataristan’dan Gelen Kıymetli Konuklar,
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanım Sayın Servet Kabaklı,
Bilim, kültür, sanat, basın dünyamızın değerli mensupları,
Fırat Üniversitesinin kıymetli öğretim üyeleri ve elemanları
Değerli öğrenciler,
Kıymetli misafirler ve TRT Avaz ekranlarından bizleri
izleyen çok sevgili konuklar..
Elazığ Valiliğinin himayelerinde, Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası,
MÜSİAD Elazığ Şubesi, TRT AVAZ ve Ankara Elazığ Kültür
Derneği’nin katkılarıyla Türk Edebiyatı, Vakfı, Fırat
Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü ve
Manas Yayıncılığın birlikte düzenledikleri “Elazığ-Kazan
Kültür ve Sanat Buluşması” çerçevesinde
gerçekleştireceğimiz “Kazan Tatarları ve Tataristan” konulu
panele hepiniz hoş geldiniz.
Amacımız, Türk dünyasının kuzeyinde yer alan İdil-Ural
bölgesindeki Tatar Türklerini ve Tatar kültürünü tanımak,
böylece Türkiye Türkleriyle, Tatar Türklerinin karşılıklı
olarak birbirleriyle yakınlaşmasını sağlamak. Tatar Türkleri
ile tarihin derinliklerine uzanan birlikteliğimiz ve
kardeşliğimiz var. Bu kardeşliği canlı tutmanın yolu elbette
ki kültürel faaliyetlerin yoğunluğu ile mümkün. Elâzığ, aynı
kökten gelen, aynı dili konuşan, kardeş Türk devletlerinin
ve topluluklarının gönül erenlerini kucaklaştıran Hazar Şiir
Akşamları ile 21 yıldır bu türden etkinlikleri artırarak
sürdürmekte. Bu faaliyetlerle Tatar Türkleri ve Tatar
edebiyatını tanıma imkânı bulacağız. Özellikle de ünü bütün
Orta Asya’ya yayılmış olan Tatar edebiyatının büyük şairi
Abdullah Tukay’ı tanıyacağız. Ayrıca” Elâzığ- Manas
Yayınevi’nde basımı gerçekleştirilen, Tataristan’ın önemli
bilim insanlarından Prof. Dr. Ferit Yusupov’un “Tatar
Şive Dilinin Morfolojisi” adlı eserini de okuyucusu ile
buluşturacağız. Tatar halk türküleri ve Elâzığ halk
türküleri ile gönüllere ulaşacak, böylece Türk kültürüne
hizmet etmiş olacağız.
Değerli konuklar, sevgili seyirciler, şimdi Oturum
Başkanlığını Fırat Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Ercan
Alkaya’nın yapacağı “Kazan Tatarları ve Tataristan”
konulu panelimizle sizleri baş başa bırakıyorum.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA
Çok kıymetli TRT Avaz izleyicileri, salonumuzda bulunan
değerli dinleyiciler. Sözlerime başlamadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyorum. 25-26 Ekim tarihlerinde
düzenlediğimiz “Elâzığ Kazan Kültür ve Sanat Buluşması”
etkinliği çerçevesinde Kazan Tatarları ve Tataristan
başlıklı bir panelimiz olacak şimdi. Elbette, bu kısa zaman
içinde Kazan Tatarlarını ve Tataristan’ı anlatmak mümkün
değil; ama yine de bir nebze de olsa, o dünyayı ve Tatar
Türklerini tanımaya çalışacağız. Hem Tataristan’dan hem de
Türkiye’den çok değerli konuklarımız var, bugün aramızda.
Ben öncelikle onları tanıtmak istiyorum.
TataristanMilli Meclisi Başkan Yardımcısı aynı zamanda şair
yazar ve gazeteci Sayın Robert Minnullin ,yine Tataristan
Federal Üniversitesi öğretim üyesi aynı zamanda Geleneksel
Tatar Kültürünü Geliştirme Merkezi Başkanlığı Müdürlüğü
yapan Doç. Dr. Fenzile Cevherova ve Tataristan’dan bir başka
konuğumuz Kazan Federal Üniversitesi öğretim üyesi
dilbilimci Prof. Dr. Ferit Yusupov. Kendilerine ‘Hoş
geldiniz!’ diyorum. Ayrıca ülkemizden iki çok değerlibilim
insanı var, aramızda. Fırat Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Buran ve son
konuşmacımız, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim
üyesi aynı zamanda Elazığlı bir hemşerimiz olan Prof. Dr.
Kadirhan Sunguroğlu.
Şimdi konuklarımıza sözü vermeden önce, kısaca ben konuya
giriş olması bakımından Tatarlar ve Tataristan hakkında
biraz bilgi vermek istiyorum. Daha sonra kendileri ve diğer
konuklarımız, Tatarlar hakkında, onların edebiyatı hakkında,
kültürü hakkında, dili hakkında bize bilgi verecekler.
Tataristan Cumhuriyeti, bugün Doğu Avrupa ovasının doğu
bölgesinde Kama ve İdil Nehirlerinin birleştiği yerde, bizim
İdil-Ural bölgesi olarak adlandırdığımız bölgede bulunan
68000 kilometrekare yüzölçümüne sahip bir Türk Cumhuriyeti.
Batısında bir başka Türk Cumhuriyeti olan Çuvaşistan,
doğusunda yine bir başka Türk Cumhuriyeti olan Başkurdistan
ile birlikte, kuzeyinde Mari Cumhuriyeti, kuzey doğusunda
Udmurt Cumhuriyeti ve diğer taraflarında da Rusya ile
sınırlı olan bir bölge.
Tataristan’ın başkenti Kazan’’ın yaklaşık bir buçuk
milyonluk nüfusu var. Aynı zamanda Tataristan’ın merkezi
olduğu gibi bütün Tatar Türklüğünün de merkezi
olanTataristan, 1990 yılından sonra özerk bir yapıya
kavuştu. Fakat Tataristan, 1990 yılından sonra ortaya çıkan
bir devlet değil.Tarihi Bulgar Devletinin, Altın Orda
Devletinin, Kazan Hanlığının bugünkü mirasçısı ve en büyük
temsilcisi olan Tatarlar, bugün bu coğrafyada varlıklarını
devam ettiriyorlar. 2010 yılında Rusya’da yapılan en son
Nüfus sayımına göre Rusya’da yaşayan Tatarların toplam
sayısı 5.361.000 civarında alt guruplarıyla birlikte.Ama bu
nüfusun Tataristan’da sadece 2.042.000 kişisi yaşıyor.
Diğerleri Rusya’nın başka bölgelerinde. Çünkü Kafkaslardan,
Sibirya’ya kadar çok geniş bir alanda yaşayan Tatar Türkleri
var, bu coğrafyada. Tataristan’ın nüfusu ise 3.786.000 kişi.
Ve Tatarlar 2.000.000 nüfuslarıyla yaklaşık %53’lük bir
bölümü oluşturuyorlar. Ondan sonra %39,7 ile Rus nüfusu
geliyor. Tatarların dışında Başkurt, Çuvaş ve diğer Türk
unsurlarla birlikte Tataristan’ın yaklaşık %60’ının bir Türk
nüfusuna sahip olduğunu söylemek mümkün. Tabii, tarihi süreç
içerisinde savaşlar, sürgünler, ekonomik sebepler, dini
baskılar, topraksızlık ve benzeri nedenlerden dolayı,
Tatarlar dünyanın pek çok yerine dağılmışlardır. Bugün Rusya
Federasyonu ve Tataristan’ın dışında da Özbekistan,
Kazakistan, Ukrayna, Tacikistan gibi ülkelerde,
Bulgaristan’da, Amerika’da, Finlandiya’da İsveç’te, Çin’de
kısacası dünyanın birçok yerinde yaşayan Tatarlar var.
Bunlarla birlikte bütün dünyadaki Kazan Tatarlarının
nüfusunun 7.500.000 civarında olduğunu biliyoruz.
Biraz da Kazan’dan bahsetmek gerekirse Kazan önemli bir
merkez. Sadece bugünkü Tataristan için değil, aynı zamanda
Tatar tarihi için, Türk tarihi için çok önemli bir merkez.
Ve bugün de oradan gelen çok değerli konuklarımız var.
Öncelikle ben konuklarımızdan Robert Minnullin’e sözü vermek
istiyorum.
Robert Minnullin şu anda milletvekilidir. Tataristan
Parlamentosu’nda 5 dönemdir milletvekili seçiliyor kendisi.
Aynı zamanda Tataristan’ın ve Başkurdistan’ın Halk Şairi. Şu
an günümüz Tatar edebiyatının en önemli temsilcilerinden
birisi ve aynı zamanda Milli Meclis Başkan Yardımcısı.Bunun
dışında da “Abdullah Tukay Devlet Ödülü”nün sahibi
olanşairimiz, “Andersen Uluslararası Edebiyat Ödülü”nün de
sahibidir. Kendisi, günümüz Tatar edebiyatından bahsedecek.
Bu bağlamda da bizlere Abdullah Tukay’ı anlatacak
konuşmasını Tatar Türkçesiyle yapacak.Ben deonun konuşmasını
sizlere aktarmaya çalışacağım. Günümüz Tatar Edebiyatı ve
Abdullah Tukay hakkında bilgi vermek üzere sözü Sayın Robert
Minnullin’e bırakıyorum.
ROBERT MİNNULLİN
Teşekkür ederim muhterem cemaat ve değerli hocalar. Ben
sizlere Kazan’dan, Tataristan’dan çok selamlar getirdim. Bu
büyük bayramı düzenleyenlere ayrıca şükranlarımı bildirmek
istiyorum. Çünkü bu Tatar Edebiyatı Bayramı, Tatar Şiiri
Bayramı, Tukay Bayramı. Söylenecek çok söz var.Ancak
vaktimiz az, o yüzden ben birkaç kısa söz söyleyeceğim.
Tatar Halkının milli şairi Abdullah Tukay göçüp gitti. Ancak
her bir Tatar evladı onu aklından çıkarmayacaktır. Biz
buraya gelmeden önce İstanbul’da bulunan Tukay Parkına gidip
Tukay’ın heykeli önünde saygı duruşunda bulunduk.
Tukay, Türkiye’de bilinmektedir. Onun şiirleri, kitapları
Türkçeye tercüme edilmiştir. Bunun için de sizlere ayrıca
teşekkürlerimizi sunuyorum. Biz de yakın bir zaman önce
Abdullah Tukay’ın doğumunun 125. yılı anısına etkinlikler
düzenledik, Türkiye’den de birçok şair ve yazarları davet
ettik., Bunlardan biri de benim yakın dostum olan Ali
Akbaş’tır. Aynı zamanda “Kardeş Kalemler
Dergisi”ninbaşyazarı ve yayın yönetmenidir kendisi. Bu
derginin bir sayısını da Tukay’a ayırdılar. Ben de Ali
Akbaş’ın, Abdullah Tukay için kaleme aldığı şiirini
Tatarca’ya tercüme ettim. Sizlere onu okumak istiyorum.
Dilinde söz incisi, gonca dehaydı Tukay.
Yarışlar birincisi, bir öksüz taydı Tukay.
Saz etti sinesini, saza kattı sesini,
Gönül hazinesini aleme yaydı Tukay.
Kendini Yusuf sandı pazarlarda sınandı,
Tüm dertlere dayandı, yandı çıraydı Tukay.
İdil ile alıştı, bu dil ile yarıştı,
Deryalara karıştı bir deli çaydıTukay.
Bir ney gibi cansızdı, derdi çok amansızdı,
Semada bir yıldızdı vakitsiz kaydı Tukay.
Geçti aktan karadan cismi kovdu aradan,
Gel oldu maveradan rüzgâra uydu Tukay.
Düştü bir altın yaprak er görsün kara toprak,
Alnı açık yüzü ak bahtı karaydı Tukay.
Hey! Kazan, Aziz Kazan!oğul doğur ün kazan,
Nerde o öksüz ozan uçtu HümaydıTukay.
Ali Akbaş’a sonsuz teşekkürler. Tatar halkına, Tatar
edebiyatına, Tatar diline sevgisi ve ilgisi için
teşekkürler. Tukay, hepimizin üstadı olduğu gibi benim de
üstadım, Tukay’ın da özellikle çocuklar için yazdığı çok
güzel şiirleri var. Bizler de Tukay için şiirler yazdık.
Benim de Tukay için yazdığım bir şiirim var. Ben
Başkurdistan’ da doğdum, buna şaşırmamak gerekir. Çünkü,
Başkurdistan’da yarım milyondan fazla Tatar yaşamakta.
Buradan da Başkentimiz Kazan’a geldim, üniversiteyi burada
okudum, ilk şiirlerimi burada kaleme aldım. Ben altmış beş
yaşında genç bir şairim. Altmıştan fazla kitabım yayımlandı.
İki yüz- üç yüz civarında şiirim bestelendi. Sovyetler
döneminde hem Türkiye hem de Türk Cumhuriyetleri ile
ilişkilerimiz çok iyi olmadığı için şiirlerim de Türkçeye ve
diğer dillere çok fazla tercüme edilemedi. Ama şu an dönem
değişti,birbirimizle sıkı iletişim kurabiliyoruz. Son yirmi
yılda benim şiirlerim başka dillere tercüme edilmeye
başlandı. Azerbaycan’da bir kitabım yayımlandı, Sırp,
Kırgız, Çuvaş dillerine şiirlerim tercüme edildi. Bu yıl
“Benim Tatarlarım” adlı yeni bir kitabım çıktı. Tatar
halkına, tarihine ve milli değerlerine atfedilen birçok
şiirim bulunmaktadır. Kitabımın önsözünü de ilk
CumhurbaşkanımızMintimer ŞEYMİYEV yazmıştır. Ben artık
konuşmama ara verip “Tatar Ümidi” adlı şiirimi sizlere
okumak istiyorum:
Tatarı yürütür ümidi,
Yaşatır onu ümit.
Hallerimiz öyle pek de
Ümitsiz değil gibi.
Asırlara sarılmışümit,
Tufanlarda ıslanmış.
Karanlık asırları da
O, geçip çıkabilmiş.
Tatar ümidi kulluktan,
Yanlışlardan, yalandan,
Kopmuş da eklenmiş işte,
Kopmuş da eklenmiş.
Taşıp çıkar meydanlara
Ümitler, büyür de.
Gönüllerde o vakit
Ümitler, taşar da.
Tatar’ın son ümidi
Kesilmez, kesilmemiş.
Ebedî bir ümittir o,
Hâlâ bilmediğimiz.
Gizlenmiş o canların
En derin köşesine.
Korunur o diri halde
Tatar’ın asıl gününe.
Yok, ümitsiz değil Tatar
Ümitler alevlenir.
Son ümit de kesilse,
Yalnızca ölmek kalır.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA
Evet, Robert Minnullin bu toplantıların çok önemli olduğunu,
Türk dünyasının bir araya gelmesi gerektiğini ve inşallah da
geleceğini söyleyerek teşekkürlerini bildirdi. Ben de
kendilerine çok teşekkür ediyorum.İkinci konuğumuz
Tataristan’dan gelen Doç. Dr. Fenzile Cevherova Hanım var
sırada. Kendisi ‘Geleneksel Tatar Kültürünü Geliştirme
Merkezi Müdürü’ ve aynı zamanda ‘Kazan Devlet Üniversitesi’
öğretim üyesidir. Fenzile Cevherova Hanım da bizlere,
‘Geçmişten Günümüze Tatar Kültürü’ hakkında kısaca bilgi
verecek
.
Doç. Dr. FENZİLE CEVHEROVA
Hürmetli kardeşler, Tatar halkı dünya medeniyetine çok
önemli katkılar sağlamış, çok önemli insanlarla hizmet etmiş
bir halktır. Bin yıldan fazla bir zamandır Tatar yazı dili
ve medeniyeti var. 14. asırda yaşamış olan ‘Kıssa-i Yusuf’
adlı eseri yazan Kul Ali adlı şairimiz, ki hepimizin ortak
şairidir. O, eserinde bütün dünyaya ahlâk, medeniyet
dersleri vermiş ve UNESCO tarafından da “Kul Ali Yılı”
olarak ilan edilmiştir.
Bulgar Hanlığı, Kazan Hanlığı zamanlarında temeli atılan
medeniyeti Tatarlar bugüne kadar taşımıştır ve
geliştirmişlerdir. Özellikle yazılı edebiyatta olsun alfabe
meselesinde olsun Tatarların çok büyük katkısı var, bunu
diğer kardeş Türk boyları da iyi bilirler. 20. Yüzyılın ilk
çeyreğinden itibaren Abdullah Tukay ve onun zamandaşları
Tatar edebiyatına çok büyük katkılar sağladıkları gibi opera
alanında da çok önemli şahsiyetler yetiştirip önemli eserler
ortaya koymuşlardır. 90’lı yıllardan itibaren şu anda
Tataristan’da bulunan 11 tiyatrodan biri ve en eskisi olan
‘Ali Asker Kemal Tiyatrosu’ pek çok oyunu sahneye koymuş
aynı zamanda da diğer kardeş boyların oyunlarını da
sergilemişlerdir. 1939 yılında kurulan Musa Celil adındaki
Opera Bale Tiyatrosu da önemlidir. Biraz önce ismini andığım
sanatçılar bu opera vasıtasıyla Tatar eserlerini bütün
dünyaya tanıttılar. Musa Celil Opera Bale Tiyatrosu’nda
hizmet eden RudolfNuriyev’de oldukça önemli bir
sanatçımızdır. Yine biraz önce ismini saydığım Tatar
bestekârlar ve kompozitörler Salih Seydaşev, Ferit Yarullin
önde gelen isimlerdir. Sosyal bilimler ve edebiyat dışında
fizik, fen ve matematik gibi alanlarda da yetiştirdiğimiz
çok değerli insanlarımız var. Bunlardan birisi de Nasa’da
görev yapan Reşit Süney’dir. Yine dünyaca ünlü bir fizikçi
olan Rauf Sadiyev de önemli bir bilim insanımızdır. Tatar
tarihini, medeniyetini yakından tanımak isterseniz ‘Altın
Orda’ adlı bir operamız var. Bu operamızın temsillerini
internetten izleyebilirsiniz. Tataristan’da resim sanatına
da büyük önem veriliyor ve çok önemli sanatçılarımız var.
Kazan Federal Üniversitesi’nde Tatar Filolojisi ve Sanat
Enstitüsü’nde Tatar Dekoratif Sanatları Bölümü’nde birçok
Tatar genci eğitim görmektedir. Dikkatiniz için teşekkür
ederim.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA
Biz de kendisine çok teşekkür ediyoruz. Yine üçüncü
konuğumuz olarak Tataristan’dan birbilim insanımız var.Prof.
Dr. Ferit Yusupov,1939 yılında Tataristan’da doğmuş bir
biliminsanı.
Tatar Türkçesi, kuzey Türkçesi veya tarihi Kıpçak
Türkçesinin bugün devamı olandil, kendi içerisinde; Orta
ağız, Mişer ağzı ve Sibirya ağzı olmak üzere üç büyük guruba
ayrılıyor. Ferit Bey de önemli bir Tatar diyalektoloğu ve
çağdaş temsilcilerinden birisi. Özellikle Orta ağız için
hazırlayıpyazmış olduğu çok önemli eserleri var. Bunlardan
biri de ‘Tatar Şive Dili Morfolojisi’ oldukça önemli bir
kitap. Basıldığı zaman Tataristan’da Kazan Üniversitesi’nde
yayınlanan 250 kitap arasında birinci seçildi. Ve çok büyük
bir mutlulukla söylemek istiyorum ki bu kitap bugün
Elâzığ’da “Manas Yayınevi” tarafından basıldı. İnşallah,
akşam da onun tanıtım toplantısı olacak. Kendisine çok
teşekkür ediyoruz. Prof. Dr. FeritYusupov Bey de bizlere
Tatar Türkçesinin “Yayılma Alanları ve Mevcut Durumu”
hakkında kısaca bilgi verecek. Buyurun Sayın Hocam.
Prof. Dr. FERİT YUSUPOV
Sayın arkadaşlarım, Ercan Alkaya Bey, genel olarak
Tataristan hakkında bilgi verdi, benim işim azaldı. Ama bir
iki sözle Tatarlar hakkında, Tatar dili hakkında biraz bilgi
vermek istiyorum. Halkımı, aziz milletimibu kadar yüceltip
geldiğiniz için hepinize milletimin her kişisi adına saygı
ve hürmetlerimi sunarım. Aziz milletim Tatar halkı, kendi
topraklarında çok eski zamanlardan beri Avrupa’nın en büyük
nehirleri sayılan Volga ve Kama nehirleri boylarında
köylerde ve şehirlerde geçinirler. Tatarların anavatanı
Tataristan Cumhuriyeti’dir. Tataristan Cumhuriyeti,
Rusya’nın tam merkezinde yer alır. Tataristan’ın merkezi
Kazan şehri ve Rusya’nın merkezi Moskova şehri arası 1000
kilometre mesafedir. Tatar dili çok eski zamanlarda Rusya’da
en çok kullanılan dillerden biri sayılır. Rusya memleket
olarak oluştuğundan sonra da Rusya memleketinin devlet dili
olarak Tatar dili kullanılmıştır. Tatar dili çok zamanlardan
beri Rusya’da diplomatik dil olarak da varlığını
sürdürmüştür. Şimdi Tatar dili, Tataristan Cumhuriyeti’nde
Rusçayla birlikte iki resmi dilden biridir.Ama artık Tatar
dilinin kullanım alanı yıldan yıla azalmaktadır. Çünkü bu
problem sadece Tatar milleti için değil, Rusya’da yaşayan
başka milletler için de geçerlidir.
Tatar dili, kuzeyde Yakutistan’dan başlayarak Hazar
Denizine, batıda ise Japon adalarına kadar birçok geniş
topraklarda yayılmış olarak kullanılagelen dillerden
biridir.
Rusya’da çok Türk lehçesi var. Altay’dan Kazakistan’a, Ural
dağlarından uzak Sibirya’ya kadar Tatarca konuşan Tatar
halkı ve başka Türk kavimleri yaşıyorlar. Onların en
büyükleri Rusya’da Tatarca sayılır. Rusya’da konuşur
bakımından ikinci dil olan Tatarca şimdi de birçok okulda,
üniversitelerde ders olarak, bölüm, olarak yaşıyor. Dil,
edebiyat, tarih alanında Tatarlar arasından çıkan çok ilim
adamı var. Onların çoğu, bizim Tatar halkı için çok büyük
kitaplar yazanlar bilginlerdir.Ama bu Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra, kapılarımız açıldıktan sonra Türkiye
Hocaları çok güzel bir iş yaptılar, bu fırsattan
faydalanarak kendi öğrencilerini bu memleketlere gönderip
Türkiye ve Türk milleti için çok lüzumlu olan bilginler
hazırladılar.
Sizin Fırat Üniversitesi’nde de bu iş yapıldı. Ve
Tataristan’a bir güzel delikanlı arkadaşınız, arkadaşımız
Ercan Alkaya geldi.Ercan Alkaya, Tataristan’da bir yıl
yaşayarak bir güzel kızımızın aklını çelip
Türkiye’yedönerekTatarca’ya büyük hizmetler yaptı. O, bizim
uzak Sibirya bozkırlarında, Ural dağlarında yaşayan
millettaşlarımız hakkında Tatar bilim insanlarını da Rus
bilginlerini de hayretler içinde bırakan “Sibirya Tatar
Türkçesi” adlı harika bir kitap yazdı ve onu güzelce
yayınladı. Biz hayretler içinde kaldık. Biz bu lehçemizi çok
zamanlardan beri öğreniyoruz, inceliyoruz, kitaplar
yazıyoruz; ama Ercan Bey’in kitabını elimize aldıktan sonra
kendi yaptıklarımızdan biraz utandık. Fevkalâde iyi bir
şekilde yazılan bu kitap, bizim öğrencilerimizin en
beğendiği kitaplardan sayılıyor. Onun için Ercan damadımıza,
Ercan dostumuza çok teşekkürlerimizi bildiriyoruz.Ve Ercan
Alkaya’nın bu kitabından birkaçını kendi kütüphanemize,Kazan
Federal Üniversitesi kütüphanesine almak ve öğrencilerimizin
el kitabı olarak kullanmasını isteriz.
Ercan Alkaya’nın bir diğer güzel işi de Türkiye’deki Türk
Filoloji ilmini Tatar bilginlerine, Tatar öğrencilerine, Rus
bilginlerine anlatarak aynı zamanda Rus bilginlerinin de
Tatar dilini öğrenmesini sağlamasıdır. Böylelikle Tatar
kitaplarını Rusça yazıyorlar ve yazılan bu kitapları güzel
şekilde Türk filoloji bilginleri bize anlatıyor. Bu da bizim
için çok önemliçünkü çoğunuzla biz Türkçe az iletişim
kuruyoruz; ama bu iş bizim için çok yararlı çok faydalı bir
iş oldu. Onun için de teşekkürlerimizi saygı ve
hürmetlerimizi bildirmek istiyoruz.
Bir iki sözüm kaldı, o da milletler bu dünyaya geliyorlar,
kendi dillerinde konuşuyorlar, sonra yavaş yavaş bu dünyadan
çekiliyorlar. Milletimin tarihi için o çok zamanlardan gelip
şimdi onun güç ve kuvveti zayıfladığı için biz çok
üzülüyoruz, ama bizim bu üzüldüğümüz zamanda bir İslam
bilgini dedi ki: “ Bizim kitabımız Kur’an’da şöyle sözler
vardır ki “Tarihte milletler gelir, diller unutulurama onlar
da yavaş yavaş biterler. Başka diller ve milletler gelir.”
Bu bizim için demek ki Tatar milletinin de kuvvetinin
zayıflaması. Bu da Kuran’daki gibi biz kendi kendimizi
anlatmalı ve bizim için önemli bir adım atmak olarak
hatırlıyoruz. Şimdi Tatar dilinin kullanılması, onun
incelenmesi adına biz çok seviniyoruz. Benim öğrencilerim
bana soruyorlar: “Nasıl olur da milletimiz kaybolur? Dilimiz
kaybolur?” diye. “Endişe etmeyin.Eğer milletimiz, dilimiz
kaybolsa da Tatar dili bir beş-altı yüz yıl bilim dili
olarak incelenecek.” Diyorum. Ayrıca sizlerin, dilimizin
tarihi, geleceği için üzülmenize ve bizim dilimizin
kültürümüzün yaşaması için sevinç duymanızdan dolayı çok
teşekkürler ediyor, saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA
Sayın Ferit Yusupov’a çok teşekkür ediyorum. Bizim
hakkımızda da çok güzel şeyler söyledi. Fakat hiç bu kadar
terlediğimi de hatırlamıyorum. Şimdi sözü Fırat Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı ve her şeyi kendisinden
öğrendiğim çok değerli hocam Prof. Dr. Ahmet Buran’a vermek
istiyorum. Hocamız aynı zamanda Türk dünyasını da yakından
tanıyan ve ilgili olan birisi. Özellikle çağdaş Türk
lehçeleri alanında yapmış olduğu çalışmalarla bu alana çok
büyük katkılar sağladı. Ve yine Sovyetler Birliği
dönemindeki baskıları anlatan o dönem Türkologların
çektikleri sıkıntıları ortaya koyan “Kurşunlanan
Türkoloji”adlı çok önemli bir eser de yazdı. Hocamız
Sovyetler Birliği’ndeki Tatar Türkolojisi hakkında bizlere
bilgi verecek buyurun hocam.
Prof. Dr. AHMET BURAN
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan, değerli misafirler, değerli
dinleyiciler, sevgili öğrenciler vaktimiz galiba çok az.
Biraz Sayın Sunguroğlu’na da zaman kalsın diye kısa konuşmak
ve sizleri de çok sıkmamak istiyorum. Esasında söylenecek
çok şey var. Böyle bir kalabalığı, böyle değerli
dinleyicileri bulmuşken bizim sözümüz bitmez. Ama zaman
bitiyor ve söz bitmese de dolayısıyla kısa kesmek
durumundayım.
Türk kültür coğrafyasının yıldız şehirleri var, yıldız
isimleri var. Tarihsel coğrafyamızın yıldız şehirleri ve
yıldız isimleri var. Bunlar çok önemli geçmişimizi temsil
eden, geleceğimiz için de ışık saçan, ışık veren önemli
merkezler vekişiler. Yer olarak şehir olarak söylemek
gerekirse; mesela Semerkant, Buhara, Taşkent, Hive bizim
önemli en eski bilim, kültür ve edebiyat merkezlerimiz.
Bunlardan hemen sonra Tebriz ve Bakü. Anadolu’ya
doğrugeldiğimizdeise Konya, Bursa, İstanbul ve Edirne bu
şehirler arasında sayacağımızisimlerdir.
Kuzeye doğru gittiğimizde ise Tatar coğrafyası itibariyle
özellikle Kazan bu kültür coğrafyamızın önemli yıldız
şehirlerinden biri olarak sayılabilir. Bununla birlikte
tabii Tatar Türkolojisi’nden bahsedeceğim ama Tatar
coğrafyasından bahsederken sadece Tataristan ile sınırlı
bugünkü Tataristan Cumhuriyeti’nin, Tataristan Özerk
Cumhuriyeti’nin siyasi sınırlarını esas alarak bir Tatar
Türkolojisi, bir Tatar değerlendirmesi yapmak eksik kalır.
Onun için İdil-Ural bölgesini bir bütün olarak görmek lazım
ve İdil-Ural bölgesinde Orenburg’u, Urfa’yı, Kazan’ın yanına
mutlaka koymak lazım. Yine bu bölgedeki gelişmelerin,
özellikle Sovyetler Birliği Türkolojisi içerisinde
Türkoloji’nin şekillenip geldiği merkezler olarak
Petersburg’u ve Moskova’yı da saymak lazım, çünkü Türkoloji
bu merkezlerde Sovyet Türkolojisi içinde Tatar Türkolojisi
bu merkezlerde yeşerip günümüze geldi.
Tatar Türkçesi, bizim kuzey Türk lehçeleri diye
adlandırdığımız yahut Kıpçak gurubu diye adlandırdığımız
lehçe gurubu içerisindedir ve alfabe olarak 10. yüzyılda
Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle birlikte bütün Türk
topluluklarının İslam dininin kabulü ardından benimsedikleri
alfabe olarak Arap alfabesini kullanmalarıyla birlikte
Tatarlar da Arap alfabesini kullanmaya başladılar.Yani daha
çok doğu Türkçesi ya da Çağatay geleneği dediğimiz Çağatay
yazı dili geleneğini kullanarak yazılarını yazdılar.
Kullandıkları alfabe Arap alfabesiydi. Sonra 1926’da Bakü’de
yapılan 1. Uluslararası Türkoloji Kurultayı’nda Latin
harflerine geçiş kararı alınmıştı. Bu karar alınırken Tatar
Türkologları çok şiddetli bir şekilde Latin alfabesine
geçmeye karşı çıkmışlardı. Tatar dilcileri, aydınları Arap
alfabesinin gerekirse ıslah edilmesi ve devam etmesini
istiyorlardı. Ancak 1926’da alınan bu karar ile birlikte
Sovyetlerdeki Türk topluluklarının tamamı yavaş yavaş Latin
harflerine geçti.
1927-1928 yılları itibariyle Tatarlar da Latin harflerini
benimsediler. Bir süre Latin harfleri kullanıldı, daha sonra
Türkmenistan’da 1936’da yapılan Türkmenoloji Kongresi’nden
sonra da Sovyetler Birliği, Türk topluluklarını Kiril
harflerine geçirmeyi karar altına aldı ve Tatarlar da dahil,
bütün Türk toplulukları o kısa bir dönem kullandıkları Latin
harflerinden vazgeçirilerek Kiril harflerini kullanmaya
başladılar. Bu süreçte malum olduğu üzere 1926’da Sovyet
Türkleri kurultayla birlikte Latin harflerine geçme kararı
aldılar ve geçtiler. O zaman biz hâlâ Arap alfabesini
kullanıyorduk. 1928 yılında, biz de yine onlarla aynı
alfabede buluşmak üzere bir anlamda 1928 tarihinde Latin
harflerini kabul ettik, fakat biz aynı alfabede buluşunca bu
defa Ruslar ya da Sovyetler onları Kiril alfabesine
geçirttiler.Yeniden farklı alfabeler kullanmaya başladık.
Tataristan’da Türkolojinin gelişimi aslında diğer bütün
Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Oryantalizmin içinde yani
doğu biliminin içinde gelişti. Doğu bilimi hem Kazan’da
‘Doğu Bilimi Üniversitesi’ hem Petersburg’da ‘Doğu Bilimleri
Araştırmaları Enstitüsü ve Üniversitesi’ merkezinde
Türkoloji, Tatar Dili ve edebiyatı yahut Türk-Tatar dilleri,
bölümleri, birimleri adlarıyla oluşturuldu, gelişti.
Türkoloji, 19. yüzyılın ortalarından itibaren gelişmeye
başladı. Radloff, dolaylı olarak bütün Türkoloji’nin
gelişmesinde önemli bir isimdir. Dolayısıyla Tatar
Türkolojisi’nin gelişmesinde de önemli bir isim olarak
zikredilebilir. Berezin, Katanov yine Tatar merkezli
Türkoloji’nin gelişmesinde önayak olan isimler olarak
zikredilebilir. Özellikle Kazan Üniversitesindeki Doğu
Bilimleri Üniversitesnin daha sonra Petersburg’a
nakledilmesiyle birlikte bir süre Kazan bu çalışmalarda geri
kaldı. Petersburg’da Türkoloji ve doğu bilimleri gelişmeye
başladı. Daha sonra tekrar Kazan ve Tataristan’ın diğer
bölgelerinde Türkoloji ve Tatar Dili ve Edebiyatı,
Türk,Tatar dilleri gelişimini sürdürdü. Bu süreçte Katanov,
Radloff, Bogoroditski, Kurbangaliyev, Gazizov gibi bilim
insanları, Tatar merkezli Türkoloji’ye tarihsel anlamda
hizmet eden önemli isimler olarak zikredilebilir.
Günümüzde daha sonraki dönemlerde Tataristan’da çok önemli
Türkologlar yetişti, tabii çok önemli edebiyatçılar,
edipler, bilim insanları, kültürinsanları yetişti.Ama
Tataristan’dan bahsederken biraz işin siyasi Türkçülük
tarafıyla da ilgili olmak üzere özellikle Yusuf Akçura’yı ve
Bahçesaraylı olmakla birlikte; yani Kırımlı olmakla birlikte
Gaspıralı İsmail Bey’in adını da anmak lazım. Bu genel Tatar
coğrafyasındaki Türkoloji ve kültür faaliyetleri içerisinde,
çünkü ortak Türk dili projesinin ilk önemli mimarı Gaspıralı
İsmail Bey’dir. Bahçesaray’da çıkardığı “Tercüman Gazetesi”
vasıtasıyla bir ortak Türkçe kullanıyor idi ve o ortak
Türkçe en doğudaki Türkistan’dan İstanbul’a kadar bütün Türk
dünyasında rahatlıkla okunup anlaşılıyordu. Bu süreçte tabii
Tatarlar ve diğer Türk toplulukları kendi ulusal
kimliklerini koruyarak, dillerini de koruyup geliştirerek
yaşamaya çalışırken Sovyetler Birliği ‘Homosovyetikus’ diye
adlandırdığımız ortak Sovyet tipini yaratmaya çalışıyordu.
O, ortak Sovyet tipine uygun görülmeyen faaliyetleri de çok
şiddetli bir şekilde cezalandırıyordu.
Sovyetler birliğinde bu süreçte çok önemli Tatar aydınları
1937-38 yıllarında ‘Repressiya’ denilen dönemde bir kıyıma
uğradılar. Şu elimdeki kitap “Represiyelengen Tatar
Edipleri” yani baskıya uğrayan Tatar edipleri1937-38
yıllarında Stalin döneminde uygulanan kıyım ve baskının özel
terminolojisinin adıdır. Repressiya Kurbanlarının “Tatar
Kitabı” diye yine Tataristan'da yayınlanan kitapta
öldürülen, katledilen, kurşuna dizilen 20.000 insanın
hikâyesi orada anlatılmaktadır. Tatar aydınlarından Ayaz
İshaki, Kerim Tinçurin, Galimcanİbrahimov, Şamil Usmanov
gibi şairler bu baskılardan dolayı edebiyattan uzak
kaldılar.Birçokları kaçarak Türkiye’ye sığınmak zorunda
kaldı. Zaman darlığından dolayı isimlerini sayamayacağım çok
sayıda Türkolog, dilci, edebiyatçı, yazar kurşuna dizilerek
öldürüldü. Bunlara Cenabı Allahtan rahmet diliyoruz.
Konuşmamı burada böylece bitirmek istiyor, hepinize saygılar
sunuyorum.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA
Prof. Dr. Kadirhan Sunguroğlu, Elâzığ’da doğdu. Şu
andaAnkara Üniversitesi Tıp Fakültesinde öğretim üyesi aynı
zamanda çok yönlü kişiliği olan biri. Ankara Üniversitesi
Genel Destek Koordinatörlüğü, Türk Kanser Araştırma ve Savaş
Kurumu Genel Başkan Yardımcılığı, Türkiye Üniversite
Sporları Federasyonu Asbaşkanlığı, Uluslararası Üniversite
Sporları Federasyonu Sağlık Kurulu Üyeliği gibi birçok
kuruluşa üyelikleri bulunan birisi. Hocamız, Türkiye
Üniversite Federasyonu Asbaşkanı sıfatıyla bu yıl temmuz
ayında Tataristan’da düzenlenen 27. Dünya Üniversite
Oyunlarına Türkiye’yi temsilen katıldı, yaklaşık 20 gün
Kazan’da bulundu ve bu süre içerisinde de Kazan Tatarlarını
daha yakından tanıma fırsatı buldu. Kendisi bugün bizlere
Tataristan izlenimlerinden, Kazan izlenimlerinden
bahsedecek. Sözü Sayın Hocama veriyorum.
Prof. Dr. KADİRHAN SUNGUROĞLU
Sayın Başkanım, çok kıymetli misafirler, değerli
hemşehrilerim, sizleri Ankara Üniversitesi Rektörlüğü
Türkiye Üniversite Sporları Federasyonu ve Uluslararası
Üniversite Sporları Federasyonu adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli konuklar,Dünya’da olimpiyatlardan sonra en büyük
spor organizasyonu olan UNİVERSİADE olarak tabir edilen
Dünya Üniversite Oyunları’dır. Bu organizasyon iki yılda bir
düzenlenir. Uluslararası Üniversite Sporları Federasyonu
tarafından yapılır ve arz ettiğim gibi dünyada
olimpiyatlardan sonra en büyük spor organizasyonudur. Bizim
ülkemiz Türkiye Cumhuriyeti de bunu düzenleme başarısını
gösteren dünyadaki nadir ülkelerden bir tanesidir. 2005
yılında dünyadaki 23. Yaz Üniversite Oyunları yani yaz
UNİVERSİADE’i İzmir’de çok büyük bir başarıyla 10.000
kişinin üzerinde bir katılımla gerçekleştirildi. Yine 25.
Kış UNİVERSİADE’i Erzurum’da 2011 yılında binlerce kişinin
katılımıyla çok büyük bir başarıyla gerçekleştirildi.
Türkiye bu konuda üniversite sporlarında dünyada önemli bir
başarı elde etti.
UNİVERSİADE etkinliklerinin tarihine baktığımızda Rusya
sınırları içerisinde Moskova’da düzenlenmiş büyük bir
UNİVERSİADE etkinliği gerçekleştirilmiş. Fakat, dost ve
kardeş ülke Tataristan’da daha önce bu çapta bir
organizasyon hiç yapılmamıştı. Bu yıl biraz önce Ercan
Hocanın bahsettiği gibi temmuz ayı içerisinde Tataristan’ın
başkenti Kazan’da 27. Dünya Yaz Üniversite Oyunları
gerçekleştirildi. Ben de Uluslararası Federasyon adına
uluslararası sağlık denetçisi olarak orada 2,5 hafta boyunca
görev yaptım, çok güzel anılarla ayrıldık.
Benim bu ilk göreve başladığım 1999 yılındaki UNİVERSİADE’de
Türkiye maalesef hiç madalya alamadığı gibi yaklaşamamıştı,
ama artık son yıllarda Türkiye spor alanında da çok büyük
mesafe katetti. 10-15 madalyadan aşağı dönmüyoruz. Bu
UNİVERSİADE’de de bizim çok başarılı olduğumuz tekvando gibi
branşlar olmamasına rağmen yine belli sayıda madalyalar
aldık. Güreşte 2 altın 1 bronz madalya, atletizmde 2 bronz
madalya, boksta bizim Elazığlı hocalarımızın antrenörlüğünde
1 bronz madalya ve halterde de 1 bronz madalyayla döndük.
Dikkat ederseniz hep delikanlı sporlarda başarılı oluyoruz.
Değerli Dinleyiciler, Kazan’daki bu güzel günlerimizde
buradaki ışıktan dolayı çok iyi görülemiyor zannediyorum.
Bizim Türkiye Üniversite Sporları Federasyon başkanımız
Prof. Dr. Kemal Tamer ile bir resmimiz, muhteşem Kazan
manzarası önünde ünlü Kul Şerif Camisi var, arka panoda
parlamadan dolayı çok seçilemiyor. Şimdi burada çok fazla
belli olmuyor ama muhteşem İdil nehrinin en güzel yerine
yerleşmiş Kazan şehrinin haritasını görüyorsunuz.
İdil Nehri 3.500 kilometre uzunluğunda dünyanın sayılı
nehirlerinden biridir. Şurada Rusların Volga dedikleri Volga
Nehri var. Onun kollarından Kazanka Nehri gelip Kazan’da
birleştiği için çok güzel bir sulak yeşillik bir bölge
oluşmuştur. Dolayısıyla Kazan’ı hepinizin görmesini
isterdim. Çok güzel, biz İdil diyoruz, Ruslar Volga diyor.
Çeşitli Türk lehçelerinde İtil,Atal gibi kelimeler var,
Çuvaşça da biraz daha farklı telaffuz ediliyor.
Bir rivayete göre Büyük Hun İmparatoru Atilla İdilli
anlamında ismini buradan almış. İdilli anlamında Atilla
ismini dünyada yaygın bir hâle getirmiş. Kırım’a dökülen Don
Nehri ile yakın bir bölgede arasında 72 kilometre kalıyor.
Osmanlı döneminde bu iki nehrin bir kanalla birleştirilmesi
suretiyle Hazar Denizi’nin Karadeniz’e bağlanması projesi
yapılmıştır. Kanalın üçte birini de kazmaya başlamış, ama
çok çeşitli sebeplerle başta Rusya’nın engelleyici vasıfları
olmak üzere maalesef tamamlanamamıştır. Bildiğim kadarıyla
günümüzde artık böyle bir kanal var ve Hazar Denizi
Karadeniz’e bağlı Osmanlı’nın bu projesi günümüzde
gerçekleştirilmiş.
Efendim, Kazan’ın muhteşem gece manzaralarından birisi tabii
İdil Nehri’ni ve üzerindeki güzelim köprülerden birini
görüyorsunuz. Bunun gibi birkaç köprü daha var. Kazan’ın
ünlü meydanlarından biri tabii ki Kazan’dır. Çok güzel bir
kültür başkenti olduğu biraz önce dile getirildi. Işıl ışıl
meydanlar bu gördüğünüz fıskiyelerle müzik eşliğinde su
oyunları gerçekleştiriliyor. Katılan 10.000’nin üzerindeki
öğrenci burada çok güzel günler geçirdi. Biraz önce
bahsettiğim Kul Şerif Camisi’nde ilk cuma namazımızı kılmak
onuruna eriştik. Muhteşem bir cami orada olmak büyük bir
mutluluktu, Kazan’da yaklaşık 70 kadar cami var hepsi
birbirinden güzel, bizim Türk diyanetinin yönetiminde de bir
cami var ve Türk diyanet görevlileri de var. Bir gün de
orayı ziyaret ettik. Kul Şerif camisinin de içinde bulunduğu
Kremlin bölgesinden çeşitli manzaralar görüyorsunuz.
Biz oradayken mübarek Ramazan ayına girdik, orada ramazan da
bir başka.Bir iki günde adapte olduk. Kuzeyde olduğu için
yanlış hatırlamıyorsam sabaha karşı 02.30’da imsak var.
Akşam ezanı da 21.30’da okunuyordu. İftar yapıp biraz zaman
geçirdikten sonra, tekrar sahur yapıp hemen oruca
başlıyoruz. Türkiye’ye göre oruç tutma saatleri biraz daha
uzundur. Fakat, çok kolay adapte olunuyor. Oradaki
kardeşlerimizle Ramazan ayını geçirmek ve orucu onlarla açıp
iftar yapmak çok büyük mutluluktu. Tam anlamıyla dost ve
kardeş bir ülkede olduğunuzu hissediyorsunuz.
Şimdi Tataristan Sağlık Bakanı değerli meslektaşım,
AyratFerahov ile birlikte bir sağlık taraması planladık.
ÜNİVERSİYADE’e katılan 10.000’i aşkın öğrenci üzerinde,
hepsi iştirak etmedi. Fakat, büyük bir kısmına yapıldı ve
kalp taramasından geçirildi. Sporcu, sağlığını araştırmak
amacıyla Sağlık Bakanımızla bu sağlık taramasına katılan her
öğrenciye de “Ben bunu yaptım.” “Ben bunu başardım.”
manasında bir rozet taktık. Yaptığımız bu taramanın henüz
sonuçları çıkmadı.
Orada sağlık hizmetleri çok gelişmişti. Biz oyunlar
başlamadan bir hafta önce gidip oranın sağlık hizmetlerini
incelip görevimiz gereği hastanelerini gezdik. Kazan’da çok
güzel hastaneler var. Gelişmiş cihazları ve donanımları çok
güzeldi. Bütün oyunların yapıldığı 28 farklı branşta bay ve
bayanlar da dahil olmak üzere otuzu aşkın dalda müsabakalar
yapılıyor olduğunu düşünürseniz, çok sayıda yüzme havuzları,
salonlar, aynı anda her birinde muhteşem bir sağlık hizmeti
verdiler. Kardeşlerimizi bu konuda kutluyor ve buradan da
onlara teşekkür ediyorum.
Efendim, bizim orada olduğumuz sürede çok güzel bir olaya
tanık olduk. Tatarların millî festivalleri Sabantoy’u burada
nasıl açıklayabiliriz. Saban Bayramı mı yoksa Çiftçilik
Bayramı mı diyelim. Efendim bizim geleneğimizde toy tutup
bayram kutlamak vardır. İşte bütün geleneğimizi bütün
kardeşliğimizi burada en güzel şekliyle görüyorsunuz. Bizi
kıymetli devlet başkanları davet etti ve heyet hâlinde
gittik. Bu bayramı Sayın Devlet Başkanlarıyla birlikte
yaşadık. Güzel bir günümüz geçti. Halk dansları, gelenek ve
görenekleri ile Tataristan’ı dolu dolu yaşadık.
Tataristan’da biraz önce detaylı bir şekilde bahsettiğimiz
gibi bizim kardeş şivemiz olan Tatarca konuşuluyor.
Özellikle Cuma hutbesinin en az yarısını rahat bir şekilde
anlıyoruz. Arapça kelimeler de olduğu için çok rahat
birbirimizi anlıyoruz. Siz de anlayacaksınız, biraz önceki
konuşmaları da anladınız. “Min Tatarca bilem, sin Tatarca
bilesen mi? Min Tatarmalay sen Tatar” diyen güzel kızı
herkes anlıyor. Teşekkürü rahmet şeklinde telaffuz
ediyorlar. Orada hepimizin dili alıştı, kültürünü dolu dolu
yaşadık. Biraz önce kıymetli YusupovHocam dile getirdi.
Tatar kültüründe Tatar dilinde ister istemez aşınmalar
oluyor. Biz bunu maalesef farklı şekillerde karşılaşıp
yaşıyoruz.
Bundan iki yıl önce Ankara’da 1. Türk Dünyası Üniversite
Oyunlarını gerçekleştirdik. Gazi Üniversitesi ve Büyükşehir
Belediyesinin de değerli katkılarıyla Türk dünyasının
sporcularını yöneticilerini davet ettik. Düşünün ki
Ankara’da bir üniversite spor oyunları gerçekleşiyor ve çok
acıdır ki Kazakistan’dan gelen kardeşlerimizle konuşmak için
Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinden Rusça Bölümünden
tercüman getiriyoruz. Kazakistan’dan gelen misafirlerimizle
ancak Rusça tercüman aracılığıyla konuşuyoruz. Bu da
Türkçenin acı durumlarından biri inşallah aramızda bu ve
buna benzer kültür birliktelikleri arttıkça birbirimizi daha
iyi anlamaya çalışacağız.
Kazan’da kaldığımız süre içerisinde oradaki kardeşlerimiz
bizi anlıyordu. Yalnız bize yaşlıların konuştuğu eski bir
dil konuşuyorsunuz diyorlardı. Orada da yeni ve farklı
kelimeler girmiş bizim konuştuğumuz Türkçeyi biraz daha
yaşlıların dili şeklinde yorumluyorlardı. Fakat sonuçta
hepimiz aynı dili konuştuğumuzu biliyoruz. En çok
izledikleri dizi Muhteşem Yüzyıl’dır. “Hürrem Sultan ne
yapacak?”diye soruyorlar. Birlikte vakit geçirdiğimiz
öğrenciler ve hocaları da izliyor. İnanamayacağınız kadar
büyük bir ilgi vardı. Kardeş olan Osmanlı kültürüne çok
yakın bir ilgi herhâlde bu.
Sabantoy’un bize verilen tanıtım broşürünün üzerindeZilan
var. Kazan’ı koruyanZilan’ı biliyorsunuzdur. Efsaneye göre
Kazan’ı koruyan kanatlı bir ejderhadır. Güzel anılarla
oradan ayrıldık.
Rusların çak çak dediği hani bizim Elazığ’da bir söz vardır:
“Bir yere gidip dönene yediğin içtiğin senin olsun, bize
gördüğün yeri anlat” derler. Ben yediğim içtiğim şeylerin
resimlerini de hemşehrilerimle paylaşmak için getirdim.
Anadolu’nun damak zevkine uygun yemekler ve bizim
yemeklerimize çok yakın lezzetleri burada görürüz. İlmir
kardeşimizin başına taktığı takkeyi giyen Tatar gençler
şöyle kocaman bir tatlı tepesiyle Üç Puşmak diyorlar. Bizim
muhteşem böreklerimizle aynı lezzet ve tatta olup bizim
böreklerimizi aratmıyor. Şöyle sofrayı donattıkları zaman
bizim damak zevkimize çok yakın bir kültür olduğu her
şeyiyle bellidir. Tabii olarak Rusya Federasyonu’nun bir
parçası olup Rusça ve Rus kültürü çok etkindir.
Oyunların açılışınıSayın Devlet Başkanı Putin bizzat gelerek
yaptı. Oyunlar sırasında Medvedev de geldi. Madalyaların
çoğunu Rusya kazandı. Rusya’nın kazandığı voleybol final
maçına Medvedev de katıldı. Çok büyük bir serenomi ile
düzenlenen madalya törenine katıldı. Dolayısıyla doğal
olarak bir Rus kültürü vardır.
Çok sayıda öğrenciyle konuşuyoruz. Benim annem Tatar, babam
Rus diyor. Peki, sen Tatar mısın Rus musun?diye sorunca
“Bilmem” şeklinde cevaplar alıyorum. Tatarca konuşan
gençlerin sayısı az olup Kazan’da konuşmalara Rusça hâkimdi.
Fakat taşraya çıktıkça Tatarca konuşanların sayısının
arttığını görürüz. Müslüman mısın, Hristiyan mısın?
dediğimizde “Bilmem” gibi cevaplar alıyorsunuz.
Üniversite gençliği arasında Ruslarla evliliklerde kültürde
bir karışma var, ama biraz önce de dile getirildiği gibi
köklü bir Türk-Tatar kültürünün zengin kökleri vardır.
Dolayısıyla kaybolmayacak bir kültürdür. Bizim için önemli
olan bu kültürün sizler vasıtasıyla yaşatılmasıdır. Çünkü,
biz bu sayede dünyada dost ve kardeş ülkelerin/milletlerin
varlığıyla yalnız olmadığımızı ve yüz milyonlarca
kardeşimizle birlikte bu dünyada yaşadığımızı hissediyoruz.
Bu duyguyu Allah eksiltmesin ve bu birlik bozulmasın.
Bu toplantı vesilesiyle Tataristan’da beni hiç yalnız
bırakmayan Tatar kardeşlerime de buradan selamlarımı
göndermek istiyorum. İlmir kardeşimin taktığı başlığın biraz
daha güzelini Kazan amblemiyle bana hediye ettiler. Bu
dostluk ve kardeşliğin bir simgesi olarak hayatımın sonuna
kadar izlerini kalbimde taşıyacağım. Buradan bütün dost ve
kardeş Tatarları da saygı ve sevgiyle selam göndermek
istiyorum. Dinlediğiniz için hepinize teşekkür edip
saygılarımı arz ediyorum.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA
Sayın Hocam, bu çok renkli konuşmanız için bizler de sizlere
teşekkür ediyoruz. Kazan’da yapılan üniversite oyunlarından
bahsettiniz. Ben buna ek olarak birkaç şey söylemek
istiyorum. Kazan şu anda gerçekten Rusya’nın spor
merkezlerinden birine döndü, diyebiliriz. Bu yıl, 2013’te
‘Dünya Üniversite Oyunları’ düzenlendi. 2015’te ‘Dünya Yüzme
Şampiyonası’ düzenlenecek ve 2018 yılında da Rusya’da Dünya
Kupası’ var. Altı şehirde maçlar oynanacak. Bu şehirler
arasında Kazan’da bulunuyor. İnşallah, Dünya Kupası’nda da
Ferit YusupovHocamızla birlikte maçları izleyeceğiz. Bunun
dışında da Rubin Kazan futbol takımları var. Türkiye’den de
Gökdeniz Karadeniz, uzun zamandır o takımda. Ünlü basketbol
takımları Unis Kazan var. Yine buz hokey takımı Akpars
takımı var. Bu anlamda da Rusya’nın çok önemli bir spor
merkezi. Vaktimiz kısıtlıydı ve bu kısa zaman diliminde
Tataristan’ı, Tatarları, Tatar kültürünü, edebiyatını,
tarihini, dilini tanıma imkanına sahip olduk. Tataristan’dan
gelen değerli misafirlere ve Sayın Hocalarımıza çok teşekkür
ediyorum.
Akşam, ‘Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkez’inde Tatar
edebiyatının yıldızı Abdullah Tukay’a saygı programı
olacaktır. Bu toplantıya, katılan değerli konuklarımızı
davet ediyorum. Hepinize teşekkür edip saygılarımı
sunuyorum.
ÖMER FARUK ER
Değerli konuklarımız ve ekranları başındaki sevgili
seyircilerimiz, panelistlerimize değerli sunumlarından
dolayı çok teşekkür ediyoruz. Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat
Buluşması kapsamında Elâzığ’dan gerçekleştirdiğimiz canlı
yayınımız burada sona eriyor. Yayında ve yapımda emeği geçen
tüm TRT Avaz ekibi adına hepinize mutluluklar diliyoruz.
Panelistlerimize bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Programımızın sonunda bu güzel ve anlamlı günü fotoğraflarla
hatıralara gömmek adına değerli konuklarımızı sahneye davet
etmek istiyorum. Sayın Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Sanayi ve
Ticaret Eski Bakanımız Sayın Ali Coşkun, Radyo Televizyon
Üst Kurulu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu,
efendim sizleri sahneye davet ediyoruz. Bu faaliyete emeği
geçen bütün hocalarımızı, yazarlarımızı, Manas
Yayıncılık’tan çok değerli şairlerimizi ve yazarlarımızı da
sahneye davet ediyoruz.
TATAR EDEBİYATININ YILDIZI ABDULLAH
TUKAY’A SAYGI GECESİ
Ömrünü Tataristan’a adayarak gönüllerde taht kuran Abdullah
Tukay’ın aziz hatırasına düzenlediğimiz “ElazığKazan Kültür
ve Sanat Buluşması”nın merakla beklenen etkinliği olan
“Tatar Edebiyatının Yıldızı Abdullah Tukay’a Saygı Gecesi”
25 Ekim 2013 Cuma günü saat: 19.30’da Fırat Üniversitesi
Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilmişti.
O akşamki programda, “Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
Radyo ve Televizyon Bölümü” öğrencisi, Ceyhun Bağcı’nın
hazırladığı “Abdullah Tukay” belgeselinin gösterimi
yapılacak, Prof. Dr. Ferit Yusupov’un bilim dünyamıza
kazandırdığı “Tatar Şive Dilinin Morfolojisi” adlı eseri
okuyucusuyla buluşacaktı. Ve yine Elazığ halkının büyük bir
heyecanla beklemiş olduğu “Abdullah Tukay’a Saygı Konseri”
de birazdan başlayacaktı.Ve bu muhteşem gece Ömer Faruk
Er’in sunumuyla TRT AVAZ tarafından canlı olarak
yayınlanacaktı.
Bu müstesna geceye Elâzığ Valisi Ömer Faruk Koçak, Elâzığ
Milletvekilleri Şuay Alpay ve Zülfü Demirbağ, Fırat
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. KutbeddinDemirdağ, Tataristan
Özerk Cumhuriyetinden Tataristan Milli Meclisi Üyesi ve aynı
zamanda Halk Şairi Robert Minnullin, Kazan Federal
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferit Yusupov,
Tataristan Kültür Bakanlığını temsilen Doç. Dr. Fenzile
Cevherova, Sanatçı İlmir Yamalov’un da katıldığı programa
Sanayi ve Ticaret Eski Bakanı Ali Coşkun, İstanbul Eski
Milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Tahsin Öztürk, Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet
Kabaklı, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Kadirhan Sunguroğlu, Fırat Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü başkanı Prof. Dr. Ahmet Buran ve Fırat
Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü
Başkanı Doç. Dr. Ercan Alkaya, Fırat Üniversitesi öğretim
üyeleri, Manas Yayıncılık’ın kıymetli üyeleri Bedrettin
Keleştimur, Hadi Önal, Şükrü Kacar, Dr. M. Naci Onur, R.
Mithat Yılmaz, Mehmet Şükrü Baş, Muhlis Tunç, Ahmet Demir,
Hüseyin Poyraz, İlhami Bulut, Mahir Gürbüz, Tuncer Sönmez,
Murat Bilgin, M. Faik Güngör, Fethi Ahmet Harmanşah, Muammer
Aksoy, Mehmet Dursun Aksoy, Günerkan Aydoğmuş,
ZekeriyyaBican ve Nusret Özgen’in de hazır bulundukları
oldukça kalabalık bir davetli topluluğu katılmıştı.
Program, sanat ve sanatçıya verdiği değerle Türk milletinin
gönlünde taht kuran, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa
Kemal Atatürk ve ebediyete intikal eden şehitlerimiz için
bir dakikalık saygı duruşu ve ardından okunan İstiklâl Marşı
ile başladı.
ÖMER FARUK ER:
Bütün fikrim, gece gündüz size aittir
milletim/Sıhhatindendir sıhhatim hem illetindendir
illetim./Sen mukaddessin, muhteremsin indimde bütün her
şeyden;/Değiştirmem bütün kâinata milletimi, milliyetimi.
Sayın Valim, Sanayi ve Ticaret Eski Bakanım Sayın Ali
Coşkun, Sayın Rektörüm, Tataristan Milli Meclis Başkan
Yardımcısı Sayın Robert Minnullin, Tataristan’dan gelen Çok
kıymetli konuklar, Sayın Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Türk
Edebiyatı Vakfı Başkanım Sayın Servet Kabaklı, Radyo ve
Televizyon Üst Kurulu Başkan Yardımcısı Sayın Prof. Dr.
Hasan Tahsin Fendoğlu, Ankara Üniversitesi Genel Destek
Koordinatörü Sayın Prof. Dr. Kadirhan Sunguroğlu, Ankara
Elâzığ Kültür Derneği Başkanı Sayın Prof. Dr. Haşim Çakırbay,
bilim, kültür, sanat, basın dünyamızın değerli mensupları,
Fırat Üniversitesinin kıymetli öğretim üye ve elemanları,
değerli öğrenciler, kıymetli misafirler ve TRT Avaz
ekranlarından bizleri izleyen sevgili izleyiciler.
Elazığ Valiliğinin himayelerinde Elâzığ Belediye Başkanlığı,
Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası, MÜSİAD Elazığ
Şubesi, TRT AVAZ ve Ankara Elâzığ Kültür Derneği’nin
katkılarıyla Türk Edebiyatı, Vakfı, Fırat Üniversitesi
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü ve Manas
Yayıncılık’ın birlikte düzenlediği ‘Elâzığ-Kazan Kültür ve
Sanat Buluşması’ çerçevesinde düzenlediğimiz “Tatar
Edebiyatının Yıldızı Abdullah Tukay’a Saygı”gecesine hepiniz
hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Şimdi sizleri Devletimizin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa
Kemal Atatürk; vatan, millet, devlet ve bayrak uğruna
şehadet şerbeti içen şehitlerimiz ve ebediyete intikal etmiş
Türk büyüklerimiz için bir dakikalık saygı duruşuna ve hemen
ardından İstiklal Marşımızı okumaya davet ediyorum.
İstiklal Marşı’nın ardından Fırat Üniversitesi İletişim
Fakültesi Radyo Televizyon Bölümü öğrencisi, Ceyhun
Bağcı’nın hazırladığı “Ali Emîrî Efendi” belgeseli izlendi.
ÖMER FARUK ER:
Sabah namazı için, pek güzel, içli okunuyor ezan / Ey Kazan!
Dertli Kazan! Dertli Kazan! Nurlu Kazan! / Buradadır
atalarımın köşeleri, bucakları / Buradadır, dertli gönlün
hurileri, cennetleri / Buradadır, hikmet, marifet, irfan,
buradadır nur.
Bu muhteşem dizelerin sahibi yalnız Tatar Türk edebiyatının
değil, bütün Doğu Türklüğünün de büyük şairlerinden Abdullah
Tukay’’a aittir. Şimdi sizler için hazırladığımız sinevizyon
gösterisi ile sizleri baş başa bırakıyorum.
20. yüzyıl Tatar şiirinin en önemli temsilcisi olan Abdullah
Tukay, bir taraftan halk edebiyatı ve geleneksel şiirin
tecrübelerinden mümkün olduğu kadar faydalanırken, bir
taraftan da Rus ve Dünya edebiyatının estetik anlayışından
ilham alarak yeni bir tarz yaratan ve böylelikle Tatar
Türklerinin yazılı edebiyatının gelişim sürecinde en büyük
katkıyı ortaya koymuş olan büyük bir Tatar şairidir.
Tukay, 14 Nisan 1886 tarihinde, Kazan şehrine bağlı Meñger
ilçesinin Kuşlavıç Köyü’nde doğmuştur. Babasının adı
Muhammet Arif, annesinin adı Memdude Hanım’dır. Abdullah
Tukay, doğduktan beş ay sonra babasını, üç yıl sonra da
annesini kaybetmiştir. Yetim ve öksüz kalan Abdullah Tukay’ı
akrabalarından kimse istememiş ve bu yüzden evlatlık
verilmiştir. Hâliyle Abdullah Tukay’ın çocukluk yılları
sevgiden mahrum olarak, yoksulluk ve sıkıntı içerisinde
geçmiştir.
Abdullah Tukay, nihayet dokuz yaşındayken evlatlık olarak
verildiği aileden alınarak Azize adlı halasının yanına,
Uralsk (Cayık) şehrine götürülür. Abdullah Tukay halasının
yanında toplam on iki yıl kalmıştır. Eniştesi Ali Asgar
Efendi, onu Cayık’takiMutiullah medresesine gönderir.
Abdullah Tukay, ayrıca bu medreseye komşu olan Rus sınıfına
da devam eder. Abdullah Tukay, daha sonraları, şiirlerinde
bu medresede geçen yıllarını “esaret hayatı” şeklinde tasvir
etmektedir. Fakat,Mutiullah Medresesi, Abdullah Tukay’ın
edebî şahsiyetinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Çünkü, bu medrese eski usulde eğitim veren diğer medreselere
göre yeniliklere açıktır. Öğrenciler, İstanbul’dan gelen
günlük gazeteleri ve dergileri takip etme ve medresenin
yanındaki Rus sınıfına da okuma imkânına da sahiptirler.
Abdullah Tukay, Mutiullah Medresesi’nde talebe iken,
eğitimde yenilik istekleriyle başlayan, ancak sosyal hayatın
bütün alanlarında yenilik ve ilerlemeyi amaçlayan
Ceditçilik” veya “Marifetçilik” gibi fikir akımlarından da
haberdar olur. 1902 yılında İstanbul’dan gelerek aynı
medresede okumaya başlayan Abdulveli adlı bir gençle
tanışır. Dönemin moda fikir akımı gereğince “Hürriyet,
Eşitlik, Kardeşlik” taraftarı İstanbullu genç, padişaha ve
mevcut rejime karşıdır. Abdullah Tukay onun yardımıyla Türk
ve Fransız edebiyatını tanıma fırsatını bulur ve onun
ihtilalci fikirlerinden etkilenir. Söz konusu ihtilalci
görüşleri, 1905 yılında musahhih (düzeltmen) olarak
girdiğiUralsk’ta Rusça olarak çıkmakta olan “Uralets”
gazetesinde çalışırken daha da gelişen Abdullah Tukay,
sokakta bildiri dağıtmak, ihtilalle ilgili broşürleri
tercüme etmek gibi işlere girişir. “Halk kanıyla altın
yapmaya son!” şeklinde sloganlar atarak sokak yürüyüşlerine
ve gösterilerine katılır.
Abdullah Tukay, 1904 yılında, talebelikle birlikte,
Mutiullah Efendi’nin oğlu Kâmil Muti’nin matbaasında
çalışmaya başlar. 17 Ekim 1905 tarihinde Çar II. Nikola’nın
birtakım haklar tanıdığını bildiren manifestosu ilan edilir.
Kâmil Muti de bunu fırsat bilerek “Fikir” adlı gazetesini
yayınlamaya başlar. Abdullah Tukay da bu gazetede ve daha
sonra yine Kâmil Muti tarafından çıkarılan “El-Asr’ül-Cedit”
adlı edebiyat ve “Uklar” adlı mizah dergisinde aktif olarak
çalışmaya başlar ve ilk şiirlerini burada yayımlar. Abdullah
Tukay bu ilk şiirlerinde, öğrenci hareketleri ve millî
marifetçilik ideali büyük yer tutmaktadır. Ayrıca hürriyeti
ve hürriyet ortamını getiren ihtilali övmektedir. Bunun
dışında, yoksul halkı eğitmek, içerisinde bulunduğu durumdan
kurtarma düşüncesiyle uyarmak, çalışmaya davet etmek için
yazdığı şiirleri de ilk kalem tecrübeleri arasındadır.
1907 yılı, Abdullah Tukayiçinhayatında olduğu kadar
sanatında da değişikliklerin olduğu bir yıldır. Bu yılın
başlarında Mutiullah Medresesinden ayrılan Abdullah Tukay
eski usulde eğitim veren medreseleri tenkit eden şiirler
yazar. Aynı yıl, Kâmil Muti’nin tutuklanması ve
“El-Asr’ül-Cedit” ile “Fikir” gazetelerinin kapatılması
üzerine Abdullah Tukay da işsiz kalır. Bu yüzden Abdullah
Tukay, 1907 yılının sonbaharında, kısa süren ömrünün sonuna
kadar yaşayacağı Kazan şehrine yerleşir. 3 Haziran 1907
tarihinde Rus Çarının ikinci Devlet Dumasını (Meclis)
dağıtması gibi olumsuz gelişmeler şairi karamsarlığa iter ve
bununla ilgili karamsar şiirler yazar. Fakat dönemin bütün
baskı ve sıkıntılara rağmen şiir yazarak halkı
aydınlatmaktan geri durmayacağını ifade eden şiirler yazmaya
devam eder. Şair, “Bir Tatar Şairinin Sözleri” adlı şiirinde
bu duygularını dile getirmektedir.
Abdullah Tukay önce “El-Islah” ve daha sonra da G. Kemal ile
birlikte Haziran 1908’te çıkarmaya başladığı “Yeşin” adlı
mizah dergisinde şiir ve nesirlerini yayımlar. 1909 yılının
haziran ayında onuncu sayısından sonra Yeşin dergisinin
kapatılması üzerine, 1910 yılının Mart ayında “Yalt-Yult”
dergisini çıkarmaya başlayan Abdullah Tukay, devrin
baskısının da etkisiyle hiciv ve mizah şiirlerine yönelir.
Böylece bu tür şiirlerin başarılı örneklerini de verir.
Toplumdaki sıkıntıların yanı sıra, şairin özel hayatındaki
düzensizlik, sıcak aile ortamından yoksun, pansiyon
köşelerinde hastalıkla mücadele ederek geçirdiği hayatın da
etkisiyle, 1909 yılından sonraki şiirlerinde ümitsizlik
hâkimdir. İç dünyasının kapılarını araladığı “Üzilgen Ümit”
ve “Par At” gibi şiirlerinde saf şiire ulaşmıştır. “Üzilgen
Ümit” adlı şiiri, toplum içerisinde yaşayan insanın
kalabalıklar arasındaki yalnızlığının, kader karşısındaki
aczinin, samimi ve lirik şekildeki ifadesidir.
En büyük arzusu, vatanın kurtuluşu, milletin hürriyet
içerisinde ilerleyip gelişmesi ve refaha ulaşması olan
Abdullah Tukay, henüz 27 yaşında hayatının baharında iken,
27 Nisan 1913 tarihinde, yakalandığı verem hastalığından
kurtulamayarak hayata veda etmiştir.
20. yüzyıl başlarında Tatar Türklerinin siyasi ve sosyal
hayatını, manevi kültürünü, geleceğe dair arzu ve ümidini,
Abdullah Tukay’ın eserlerinden öğrenebiliriz. Daha açık bir
tabirle Abdullah Tukay’ın eserlerine bakarak Tatar
Türklerinin “Milllî Düşünce” anlayışını kavrayabiliriz.
Abdullah Tukay yalnız Tatar Türkleri arasında değil, bütün
Doğu Türkleri arasında şöhret bulmuş bir şairdir. Onun
şiirleri 1908 yılından itibaren değişik Türk lehçelerine
tercüme edilerek yayımlanmaya başlamıştır. Türkistanlı Haci
Muini, Mirmuhsin ve Muhammed Seralin adlı yazarlar 1913 ve
1914 yıllarında Abdullah Tukay hakkında makaleler
yayımlamışlardır. Türkistanlı şairler, Abdullah Tukay’ın
şiirlerini kendi şivelerine tercüme etmekle kalmamışlar,
Abdullah Evlani, TülegenHacımiyar, Sultan Mahmut Toraygır,
A. Alim gibi şairler Abdullah Tukay’ın tesirinde kalarak
kendileri de yeni eserler vermişlerdir. Abdullah Tukay’ın
tesiri Dağıstan’da da görülmektedir. Dağıstanlı Sabit
Gabiyev, Petersburg’ta 1912-1914 yılları arasında çıkardığı
“Dağıstan Tanı” ve “Müslüman Gazetesi”nde Abdullah Tukay’ın
şiirlerini yayımlamıştır. Aynı şekilde Nogay Türklerinin
edebiyatının temelini atan Musa Kurmanaliyev de Abdullah
Tukay’ın tesirinde kalarak şiirler yazmış ve hatta
şiirlerinde Abdullah Tukay’ın şiirlerinin başlıklarını
kullanmıştır.
Tatar Türkleri, Abdullah Tukay’ın ölümünden sonra onun
şiirlerini kitaplar hâlinde yayınlamakla ve heykellerini
dikmekle kalmamış, onun adından ve eserlerinden esinlenerek
yeni sanat eserleri meydana getirmişlerdir. “Tukay” adlı
sahne oyunu yazılmış, Abdullah Tukay’ın“Şüreli” adlı
şiirinden esinlenilerek bir bale koreografisi hazırlanmış ve
meşhur Tatar kompozitörü Ferit Yarullin de bunun müziğini
yazmıştır. Birçok şiirine beste yapılmıştır. Abdullah
Tukay’aithafen sayısız şiir kaleme alınmış, biyografiler,
derlemeler, araştırmalar yayınlanmıştır. 1974 yılında Ahmet
Feyzi adlı bir yazar “Tukay” adında bir roman yazmıştır.
İbrahim Nurullin’in Rusça kaleme aldığı “Tukay” adlı
araştırması “Meşhur İnsanların Hayatı” serisinde 1977
yılında yayımlanmıştır.
Abdullah Tukay, sekiz yıllık kısa edebi hayatı boyunca
milletinin hür, eğitimli, ileri ve müreffeh olması yolundaki
mücadelesini şiirleştirmiştir. Çoğu zaman ümit ile
ümitsizlik arasında gidip gelen duygu karmaşası içerisinde
olmakla beraber, milletinin hür ve aydınlık geleceği
konusundaki inancını kaybetmemiştir. Abdullah Tukay, Tatar
şair ve aydınlarına, halkı aydınlatıp yüceltme görevini
yüklemiştir. Aydının halka karşı olan borcunu bu şekilde
ödemesi gerektiğine inanmıştır. Ömrünün baharında dünyadan
göçen Abdullah Tukay, geride bıraktığı güzel eserleriyle,
halkına lâyıkıyla hizmet etmiş olduğu ve ona olan borcunu
fazlasıyla ödemiş olduğunu göstermiştir.
Abdullah Tukay, iki cilt tutarındaki şiirlerinin yanı sıra,
fıkra ve siyasi makaleler de yazmıştır. Fikir, Yuldız,
El-Islah, Kuyaş ve Turmış gazeteleri ile El-Asr’ül-Cedit,
Terbiyet’ül-Etfal, Añ, Yeşin, Yalt-Yult ve Mektep gibi
dergilerde yayımlanan şiir ve nesirleri, 1907’den 1917
yılına kadar geçen zaman içerisinde risaleler halinde 55
defa basılmıştır. 1906 ile 1913 yılları arasında çıkan söz
konusu gazete ve dergilerde 214 şiir ve nesri yer almıştır.
Abdullah Tukay, şiir ve nesirlerinin bir kısmında “Şüreli”,
“Gümbirt”, “Kızganıçlı”, “İmam Hatip”, “İmzasız da
Yararetdinov”, “Kefiştatıyuş”, “Dubirnuş”, “Biçura”, “TenkıytSüyüçi”,
“BiikUsal”, “T.G.T.” gibi müstear adları kullanmıştır.
Abdullah Tukay’ın şiirleri 1917 yılından önce risaleler
şeklinde, ihtilalden sonra ise daha hacimli olmak üzere
Rusçaya çevrilmiş; Kırım, Kazak, Kırgız, Özbek, Başkurt,
Uygur ve Çuvaş Türkçelerine aktarılmıştır. Ancak, Abdullah
Tukay hayattayken bütün şiir ve nesirlerinin toplandığı
yayınları görememiştir. Şiirlerinden seçmelerin
oluşturulduğu ilk eser yayıma hazırlanırken hastanede
yatmaktaydı. 14 Mart 1913’te kaleme aldığı “UyangaçBirinçi
İşim” başlıklı yazısında vaat ettiği 400 sayfalık şiir
kitabı kendisi öldükten sonra, 1914 yılında yayımlanmıştır.
Şiir ve nesirlerinin toplu yayını ise Latin harfleriyle
1929-1931 tarihleri arasında üç cilt olarak; Kiril
harfleriyle 1948-1949 tarihleri arasında iki cilt olarak;
1955-1956 tarihleri arasında dört cilt olarak; 1976 yılında
dört ve son olarak da 1985 yılında beş cilt olarak
yayımlanmıştır.
Pek çok şair, şiire aşk şiirleriyle başlamasına rağmen,
Abdullah Tukay ilk şiirlerinde sosyal temaları işlemiştir.
Abdullah Tukay’ın eserleri arasında aşk şiirlerinin sayısı
azdır. Abdullah Tukay’ın aşk şiirlerindeki temel espri, dert
ve ıstıraptır. Fuzulî’nin şiirlerinde olduğu gibi, Abdullah
Tukay’ın aşk şiirlerinde de ıstırap estetik bir unsur olarak
yer almaktadır.
Abdullah Tukay, en güzel aşk şiirlerini, Kazan’da tanıyıp
âşık olduğu ZeytuneMevludova adlı bir genç kız için
yazmıştır. Edebiyata meraklı bir genç kız olan Zeytune
Hanım, Abdullah Tukay’ın şiirlerini büyük bir zevkle
okumakta, beğendiği eserlerin şairiyle tanışmak ve onunla
yakınlaşmayı istemektedir. Ancak, çocukluğundan itibaren
aile hayatı yaşamayan ve kızların bulunduğu ortamlardan uzak
kalmış olan Abdullah Tukay, bütün kadınlara karşı olduğu
gibi Zeytune Hanım’a da -âşık olsa bile- çekingen
davranmakta ve ondan uzak durmaktadır.
Zeytune Hanım ve ailesinin Kazan şehrinden ayrılmaları
üzerine; bu ayrılığın ve sevgiliye içini açamamasının
hüznüyle Abdullah Tukay“Kızık Gıyşık” (Tuhaf Aşk) adlı
şiirini yazmıştır. Bu şiir 17 Haziran 1908 tarihinde
El-Islah gazetesinde “Mecnun” imzasıyla yayımlanmıştır. Bu
şiir, Abdullah Tukay’ın psikolojisinin bizzat kendisi
tarafından yapılmış güzel bir tasviri ve tahlilidir.
Abdullah Tukay’ın, 1909 yılından sonra yazdığı aşk
şiirlerindeki anlam ve ruh değişir. Ümitsizlik, bezginlik
söz konusu şiirlerin hareket noktası olmuştur. 29 Kasım 1910
tarihli Vakit Gazetesi’nde yayımlanan “Üzilgen Ümit”
(Kesilen Ümit) adlı şiiri, insanı ağlatacak kadar samimi
söyleyişlerle örülü; kederin yoğunluğu karşısında şaşkınlığa
düşürecek kadar ustaca kaleme alınmış başarılı bir
manzumedir. Toplum içerisinde yaşayan insanın kalabalıklar
arasındaki yalnızlığını, kader karşısındaki aczini, kısacası
hayat denilen trajediyi dile getiren şair, artık dünyaya
yabancı bir ferttir. Söz konusu şiiri okurken, “Hayat
hissedenler için bir trajedi, düşünenler için bir komedidir”
diyen şaire hak vermemek mümkün değildir.
Abdullah Tukay’ın şiirleri arasında millet ve
milliyetçilikle ilgili olanları önemli bir yer tutmaktadır.
Millet fikrini doğrudan doğruya işlemediği diğer şiirlerinin
pek çoğunda da sözü zaman zaman millete, milletin
yükselmesine, ilerlemesine getirmektedir. Bunun için de hür
olmak, din adamlarının telkin ettiği taassuptan kurtulmak
şarttır. Şiirlerinde kadınların okumasını, iyi tahsil
görmesini, çocukların çok çalışmasını, köylülerin miskinliği
terk etmesini hep aynı sebeple işlemiştir.
Şair olarak ebedi olmak, şair diye anılmak onun yegâne
emelidir. Ancak, şair sayılacaksa bile, milletin şairi
unvanıyla hatırlanmak istemektedir. Mensubu olmakla gurur
duyduğu milletini, dünyada hiçbir şeye değişmeyeceğini
“Millete” adlı şiirinde vurgulamaktadır.
Önceleri, Abdullah Tukay’ın milletten kastı, bütün Dünya
Müslümanlarıdır. Ancak bu görüşü kısa bir zaman sonra yerini
Tatar milliyetçiliğine bırakmıştır. Özellikle 1906 yılının
son zamanlarından itibaren yazdığı şiirlerde ısrarla “Tatar”
adını zikretmektedir. Yine aynı sebeple ilk şiirlerinde
denediği Osmanlıcaya yakın Türkçeyi sonraları bırakmış, sade
Tatar Türkçesiyle yazmıştır.
Abdullah Tukay, mensubu olduğu Tatar Türklerini medeni
milletlerin safında görmeyi arzu etmektedir. Bunun için
Tatarlara yol gösterir, hedefler işaret eder. İçinde
bulundukları taassup ve cehaletten dolayı onları tenkit
eder, kusurlarını gözler önüne serer. Maksadı, Tatar
Türklerini suçlamak veya küçük görmek değil, bu tür
ifadelerle onların gafletten kurtulmalarını sağlamaktır.
Tatar Türklerinin asırlarca maruz kaldığı Rus baskısı ve
yasaklar, pek tabii Abdullah Tukay’ı da etkilemiştir. Bu
sebeple ilk şiirlerinden itibaren hayatının sonuna kadar
yazdığı birçok şiirinde “Hürriyet” temasını işlemiştir.
Şair, hürriyeti, ferdî planda ve millet hayatında yaşanılan
esaretlerden yola çıkarak ele almaktadır. Ona göre; geri
kalmışlık, cehalet, uyuşukluk, tembellik, dar kalıpların
dışına çıkılmayan medrese hayatı, başlı başına birer
esarettir. Cehalet yuvası olarak nitelendirdiği medresede
kısacık ömrünün on yılını geçirdikten sonra oradan ayrılıp
hür ve geniş bir dünyaya çıktığı sıralarda şiirle daha fazla
uğraşma imkânını bulur. Böylece şahsi hayatında, etrafını
saran esaretlerin körüklediği hürriyet aşkı şiirlerine
akseder.
1905 ihtilalinden sonra bütün Rusya’da esen hürriyet havası
içerisinde Abdullah Tukay, Tatar Türklerinin her alandaki
hak ve hürriyetlerinin iadesi konusunda gelecekten
ümitlidir. Ancak, kültür seviyesinin düşüklüğü ve
bilgisizlik sebebiyle, halkın halklarından haberdar
olmayışı, şairi endişeye düşürmektedir. Bu yüzden
şiirlerinde halkın dikkatini hürriyet konusunda
yoğunlaştırmak ister.
Abdullah Tukay’ın, üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri
de cehalettir. Cahil olmak ayıplanacak bir hâldir; cahil
olana dünya dardır. Mehmet Akif ve Tevfik Fikret gibi
Abdullah Tukayda milletin ilerlemesinin ancak ilim ve fen
ile mümkün olacağına inanmaktadır.
20. yüzyıl başlarına gelindiğinde ders programlarında
pozitif ilimlerin bulunmadığı Buhara modeline göre tanzim
edilmiş medreseler gerek müfredat gerekse metot itibariyle
çağın gereklerine cevap veremeyecek hâle gelmiştir.
Coğrafi bakımdan Batı dünyasından uzak olan Kazan Türkleri,
Batı’nın ilmini Ruslar vasıtasıyla da alamamışlardı. Tatar
talebeleri arasında, dini esaslara dayalı eğitim ve öğretim
veren medreselere karşı hoşnutsuzluk başlar, tedrisat
metodlarında reform yapılması yolundaki istekler artar. 1905
yılında gizli toplantılar tertip etmek, gizlice gazeteler
çıkarmak suretiyle başlayan bu hareket, eski öğretim
taraftarı muallim ve mollalara, medrese açıp idare eden
zenginlere karşı açıktan açığa mücadele vermeye, hatta toplu
olarak medreseyi bırakmaya kadar varan boyutlara ulaşır.
Medreseden ayrılan talebeler, Rus okullarına giderek
öğrenimlerine devam ederler.
Fikir Gazetesi’nin 17 Eylül 1906 tarihli 34. sayısında
yayımlanan “Hissiyat-ı Milliye” başlıklı makalesi ve yine
aynı gazetede yayımlanan,“MedresedenÇıkkanŞekirtlerNiDiyler?”
adlı şiiriyle Abdullah Tukay da yenilik taraftarı talebeleri
teşvik etmekte ve desteklemektedir. Söz konusu makale ve
şiirde medreselerin o yıllardaki durumunu anlatmakta,
medreseyi bırakan talebelerin haklılığını ispat etmeye
çalışmaktadır.
Abdullah Tukay’ın hayatının sonuna kadar değişmeyen
fikirlerinden biri de taassuba ve din adamlarına karşı
olmasıdır. Din adamlarına değer veren zenginleri de
sevmediğini pek çok şiirinde ifade etmiştir. Ona göre
zenginlerin yegâne işi, eski usulde eğitim veren medreseleri
açmak, molla ve hocaları beslemektir. Mutaassıp hocaların
hüneri ise, zenginlere dalkavukluk ederek davetlerde yemek
yemektir.
Tatar Türklerinin 20. yüzyılın başlarında karşılaştığı her
türlü problemi şiirlerine konu alarak çözüm yolları gösteren
Abdullah Tukay, geleceğin teminatı olarak gördüğü çocukları
unutmamış ve onlarla ilgili pek çok şiir yazmıştır. Abdullah
Tukay, söz konusu şiirlerinde, çocuklara arzu edilen örnek
insan olmaları için tavsiyelerde bulunmaktadır.
Bilgisizlikten kurtulmak, sosyal anlamda gelişip toplumda
itibarlı bir yere sahip olmanın tek şartının okumak ve
çalışmaktan geçtiğini ısrarla belirtmektedir. Özellikle
köylü çocuklarının içinde bulundukları sosyal statüyü
değiştirmek için tahsil görmelerinin ve çok çalışmalarının
gereğine işaret etmektedir. “Ata ile Bala” adlı şiirinde
cehaletin, fert, cemiyet ve millet hayatında her türlü
kötülüğün kaynağı olduğunu belirten bir baba, oğluna okumuş
bir insanın üç cahille değiştirilemeyeceğini anlatır ve
ondan okumasını ister. Abdullah Tukay’a göre; okul hayat
kaynağı, cehaletin söndürüldüğü yerdir. Tabiatın sessizlik
ve durgunluk vakti olan kış mevsiminde bile köy mektebi ışık
saçmakta, neşe ve canlılık getirmektedir.
Abdullah Tukay, çocukların eğitimi konusundaki görüş ve
tekliflerini, sözlü gelenek edebiyatı türlerinden istifade
ederek anlatmak suretiyle de çocukların dikkatini
çekmektedir. Abdullah Tukay, Tatar çocuklarının okul öncesi
dönemlerden aşina olduğu efsane, atalar sözü, masal ve ninni
gibi anonim halk edebiyatı türlerini yeniden işleyip şiire
çevirerek, okulun ve okumanın önemi konusundaki mesajlarını
öğrenciler tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır.
Söz gelimi, “Su Anası” şiirinde, bir köylü çocuğunun
ağzından “Su Anası” masalını işlemektedir. İyilik ile
kötülüğün mücadelesini konu alan bu masalda muhayyel bir
varlık olan su anasının altın tarağını alan köylü çocuğunun
yaşadığı korku ve heyecan dolu olaylardan sonra yaptığı işin
ahlaka uymadığını, annesinin ikazıyla anlayarak, tarağı iade
etmesi anlatılır. Çocuklara hakkı olmayan şeyleri almamaları
ve dürüst olmaları öğütlenir.
Çocukların dünyasında hayvanların özel bir yeri olduğu
gerçeğini dikkate alan Abdullah Tukay, çocuklar için yazdığı
şiirlerinde hayvan masallarından faydalanmayı da ihmal
etmemiştir. Kedi, köpek, keçi, teke, tavşan ve bülbül gibi
hayvanları konu alan şiirlerinin hareket noktası hayvan
sevgisidir.
ÖMER FARUK ER
Bu güzel sinevizyonun hazırlanmasında emeği geçenlere çok
teşekkür ediyoruz.
Gecenin açılış konuşmaları “Manas Yayıncılık” adına gazeteci
yazar Bedrettin Keleştimur, Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı
Servet Kabaklı, RTÜK Başkan Vekili Prof. Dr. Hasan Tahsin
Fendoğlu, Kazan Federal Üniversitesi Öğretim üyesi Doç. Dr.
Fenzile Cevherova, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Tataristan
Milli Meclis üyesi Robert Minnullin ve Elâzığ Valisi Ömer
Faruk Koçak tarafından yapıldı.
ÖMER FARUK ER
Değerli konuklar, sevgili seyirciler, Tatar Edebiyatının
Yıldızı ‘Abdullah Tukay’a Saygı Gecesi’nin açılış
konuşmalarını yapmak üzere gazeteci yazar Bedrettin
Keleştimur’u kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Hocam.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Sayın Valim, Sayın Bakanım, Sayın Milletvekillerim,
Kazan’dan gelen çok kıymetli misafirlerimiz. Ankara’dan,
İstanbul’dan gelen misafirlerimiz. Türk Edebiyatı Vakfı,
Fırat Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
Bölümü ile Manas Yayıncılık’ın birlikte düzenlediği Elâzığ
Kazan Kültür ve Sanat Buluşması Şehrimizin kurum ve
kuruluşlarıyla birlikte ortak bir akılda şekillendirdiği
organizasyonla güzel bir etkinlik örneği. Valiliğimiz,
Belediyemiz, Üniversitemiz, Radyo Televizyon Üst Kurulumuz,
, Elâzığ Sanayi ve Ticaret Odamız, MÜSİAD, Ankara Kültür
Derneği, TRT AVAZ’ın ve şehrimiz insanlarının bu
kültürel-sanat etkinliğinde , emekleri, gayretleri,
teşvikleri ve de büyük katkıları var. Her birine
müteşekkiriz. Kalbi şükranlarımızı arz ediyorum.
Bugün aramızda çok seçkin misafirlerimiz bulunmakta.Sanat ve
edebiyat dünyasından dostlarımız, vefa ve fedakarlığı bir
araya getiren, şehrin kanaat önderleri var. Bu
şehirdeerdemliliğipaylaşan, gönül coğrafyamıza sürekli
tebessüm eden ve bizleri herkültürel etkinlikteyalnız
bırakmayan aziz hemşehrilerimiz var. İki kadim tarihi şehri
buluşturan bu mütevazı faaliyette sizlere hoş geldiniz,
sefalar getirdiniz diyorum.
Güzel Harput’umuz, tarihin yaşandığı kadim coğrafyamızın
adıdır, Elâzığ. Tarihî mirası yaşama azminde olan gönül
coğrafyamızın, “Manevi Azığı” unvanına layık; ecdat
hatıralarının yâd edildiği, kutlu değerlerin adıdır!
Şair ne diyor, “Gül olmaz bağ-ıâlemde dikensiz”
Coğrafyama, ‘gönül’ ismini verdim!
Bugün şu yaşadığımız anda olduğu gibi.
Orada hislendim,
O hislerle inledim,
Asırlar bir nağme oldu aktı!
Aşkın feryadı oldum,
Taştım be gönül…
Hasretin büyüledi, bizleri her dem!
Hep hüzünle anıldı ismin,
Nedendir bilmem!
Gelin gurbeti kaldıralım lügatlerden;
“Sıla” diyelim,
Vatan/ Yurt diyelim;‘Ana dilimin konuşulduğu’ her yere! Her
toprağa.
Bu kutlu şehirde 1990’lardan bugüne kadarbirçok etkinlik
gerçekleştirildi. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları, Türk
Dünyası Hizmet Ödülleri. Tüm bu programlar bizleri kâh ata
yurdumuza, kâh evlad-ı fâtihân’a, kâh yavru vatana taşıdı.
Sıklıkla bir araya geldik. Hasret giderdik. Her çalışmamızda
da uzağı yakın ettik. Bizim maksadımız bu bahtlı şehirde 21.
asrın ‘destanını yazmaktır.’
Gayretimiz! Türk yurtlarının ‘gökçe zenginliğidir’ bütün
hayretimiz!
Köprüler kurduk, ‘tarihi şahsiyetlerle’
Bakü, Bişkek, Almatı, Piri Türkistan ve Kazan;
Hanlar, Hakanlar yurdu, şimdi bizlere daha yakın!
Bir seferberliktir, bugünlerden yarınlara;
“Sevgi ırmaklarının” üzerine kurulan her köprü! bizlere haz
veriyor, heyecan veriyor, güç veriyor.
25-26 Ekim 2013 Tarihleri,
Tarihin buluştuğu günler olacak…
‘Ünlenecek’ Elâzığ ismi Türk İllerinde! Türk yurtlarında.
“Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat Buluşması…”
Elâzığ’ın geleceğe miras bırakacağı,
‘Tarihi Beraberliğin’ bir hoş sedası olacaktır…
Bu faaliyetler, ‘şehrin gökçe faaliyetleri…’
Niyetler hayır olursa, neticesi de güzel olurmuş!
Kazan, 1000 yıllık tarihî kültürümün adı!
Onda okurum, Asya Bozkırlarını…
Bozkırların, Alp yüzlü yiğitlerini…
O yiğitlerden, Abdullah Tukay’ı;
Tatarların ‘milli şairini’ dinleyelim;
“Ey ana dil, ey güzel dil, anamın babamın dili!
Dünyada çok şey bilirim senin sayende ana dili.
En önce bu dille anacığım beşikte ninni söylemiş
Ardından geceler boyu nineciğim masal anlatmış.”
O ninnilerle başladı, ‘ilk eğitimimiz…’
O masallar büyüledi ufkumuzu…
Destanlar bizim; efsaneler, içimizdeki dünyamız…
Kazan, Elazığ’a 3 bin km ötede…
İçimizde yaşayan efsunkâr şehrimizdir, Kazan!
Bin yıllık tarihleriyle Kazan ile Harput birbirine o kadar
benziyor ki. Her iki şehrimiz de gönül coğrafyamızın tarihî
mirası, hazinesidir. Her ikisi de ilim muhitidir. Her ikisi
de ses ve söz ustalarını yetiştiren kadim şehirlerimizdir.
Her ikisi de coğrafyamızla tarihi buluşturan bir özelliğe
sahiptirler.
Bugün misafirlerimizle birlikte Elâzığ Valiliği, Elâzığ
Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü ve Elâzığ
Ticaret Odası’na yaptığımız ziyaretlerde ve yapılan
sohbetlerde tarihi tefekkür ettik.
“Bütün fikrim gece gündüz size aittir milletim.
Sıhhatindedir sıhhatim hem, illetindedir illetim” diyen usta
şair, Kazan Türk’ünün ‘Milli Şairi’ Abdullah Tukay’ı
Akif’imiz kadar severiz onu, elbette yürekten…
Tukay, 27 yılı bulan genç ömrüne rağmen;
Kazan Türk’ünün, ‘ruh dünyasıdır’ kimliğidir, harsıdır, ta
kendisidir. Onda Tatar Türk’ünü okuruz.
Her dem çağlayan sesi, nefesi, öfkesi, nağmesidir.
Milletine yazdığı bir şiirinde;
“Sen mukaddessin, muhteremsin indimde bütün her şeyden
Değiştirmem bütün kâinata milletimi, milliyetimi…
Vardır niyetim âcizane şairin olmaya
Sever benim kalbim “milli” kelimesini, bilmem neden?” diye
anlatır duygularını.
Akif, Muhammet İkbal, Ahmet Cevat, Elmas Yıldırım,
MağcanCumabay. Her biri civanmert şahsiyetler. Sözlerini
esirgemeyen bu milletin gönlünde taht kuran efsanevi
kahramanlar. Milletine ait olan, ‘sesler’ ‘sevdası’ ve
‘öfkesidir’ onlar!
Sadri Maksudi Arsal’ı, Yusuf Akçura’yı, Gaspıralı İsmail’i,
Zeki Velidi Togan’ı
Yetiştiren o tarihî yurt, bugün tekrar hafızalarımızdadır…
Söylemeden edemeyeceğim,
Cengiz Aytmatov’un annesi deKazan Türklerindendir…
2013 Yılını, Azatlık Tatar Gençler Birliği;
“Batuhan Yılı” olarak ilan etmişler!
Batuhan, Altın Orda İmparatorluğunun Kurucusu…
Bu bağlamda;
Kırım, Kazan, Nogay, Astrahan Hanlıklarının da kurucusu
olarak anılmaktadır.
Tarihimin altın sayfaları olduğu kadar,
Hüzün yılları da orada saklı!
O duyguları birlikte yaşayacağız… Elâzığ’dan, Harput’tan
gönül dünyamıza selamlar ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.
Selamlar efendim.
ÖMER FARUK ER
Gazeteci yazar Sayın Keleştimur’a çok teşekkür ediyoruz.
Evet o büyük bir şairdi ve gerçekten büyük ve derin izler
bıraktı.
“Sağa sola sapmam, ileri atılırım
Yolda engel görsem, durmam aşarım
Elinde kalem, yazıp duran genç şair
Bilir ki, korkmak, ürkmek haram”
Demişti Tukay, bir şiirinde. O büyük şairi unutmak ne
mümkün. Şimdi de konuşmalarını yapmak üzere Türk Edebiyatı
Vakfı Başkanı Sayın Servet Kabaklı’yı davet ediyorum.
SERVET KABAKLI
“Yiğit Kolu’nun Kavşağı” olan Harput’un, Elaziz’in, gül
yüzlü gül gönüllü insanları, benim aziz hemşehrilerim;
“Süyünbike’ler, Han’lar, Giray’lar, Abdullah Tukay’lar
Yurdu”, hüzünlü ve haysiyetli bin yıllık Müslüman Türk
vatanı “Tatar Eli”nin kalbi Kazan’dan gelen aziz konuklar;
milletimize, Türk Dünyası’na gönül ve emek vermiş, İsmail
Bey Gaspıralı’nın yolunda “Dilde, fikirde, işde birlik”
şiârınca alın teri dökmüş kıymetli ilim, fikir ve sanat
adamları…
Çok mesudum ki dünyanın en büyük romancısı olan, eserleri
tam 183 dile çevrilen Kırgız ve Kazan Türkü Cennetmekân
Cengiz Aytmatov’un ifadesiyle; “Umum Türk Dünyası’nın Mânevî
Azığı” olan ve artık “Türk Dünyası’nın Şiir Payitahtı”
sıfatıyla tanınan Elaziz, “Hazar Şiir Akşamları” gibi artık
gelenekli ve şanlı hale gelmiş muhteşem faaliyetin yanında,
Bakü, Kerkük ve Kosova’dan sonra, gönül iklimimizin bir
başka başşehrini, Tataristan Türklüğünün efsunkâr ve şirin
başkenti Kazan’ı da “Kültür ve Sanat Buluşması” çerçevesinde
bağrına basıyor.
Elaziz’deki çocukluk günlerimde, Esir Türk Dünyası’nı Kırım,
Azerbaycan ve Kafkaslar’dan ibaret zannederdim. Çünkü ilk ve
orta mektepte bizlere okutulan resmî tarih kitaplarında,
esas yurdumuz Orta Asya bozkırlarında kuraklık felaketi
yaşandığı için, atalarımızın topluca Anadolu’muz başta olmak
üzere batıya göçtüğü yalanı, gerçek niyetine öğretilirdi
bizlere…
Cenab-ı Hakk’a şükürler olsun ki, o devrin televizyonsuz
günlerinde, benim can babam, cennetmekân babam, yememiş
yedirmiş, giymemiş giydirmiş, okuyamamış okutmuş. Grayderci
Ömer Usta’nın, fukara bütçesinden arttırıp satın aldığı
kitaplar, ilk mektebi bitirebilmiş çilekeş anamız Şükran
Kabaklı tarafından yüksek sesle okunur, nenelerim dâhil
hepimiz ailece dinlerdik.Peygamberler Tarihi, İslâm Tarihi,
Peygamberimiz Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) Hayatı,
cenkleri, Battal Gazi’nin, Köroğlu’nun, Dede Korkut’un
cönkleri, hikayeleri… Bu sebeple “Kırım’dan gelirim,
gelirim/atım da Araptır aman” diye bir türkü başladığımda ve
yahut “Laleler” mahnısınıişittiğimde burnumun direği,
ruhumun yüreği sızlardı.
Henüz 11 yaşımı sürerken ve “çocuk gazeteci” iken tanıdım:
“Destanların Efendisi” büyük şair ve gönül adamı Niyazi
Yıldırım Gencosmanoğlu’nu… Onunla aynı sütunları, sayfaları
paylaşma şerefini, ilk defa yaşadığım Elâzığ Gazetesi’nde,
bölüm bölüm yayınlanan ve sonra kitaplaştırılan “Kürşad
İhtilali Destanı”nı dilimle ezberledim.
Millî ve manevi iklimimin “baş nakkaşı” olan Sevgili amcam
Şeyhülmuharrirîn Ahmet Kabaklı’nın, okumamız için seçip
gönderdiği kitaplar arasından, gönül dünyamızın hak
âşıklarından Arif Nihat Asya ve Abdurrahim Karakoç’un
şiirlerini, Atsız Bey’in ölümsüz eseri “Bozkurtların Ölümü”
ve onu tamamlayan “Bozkurtların Dirilişi”ni okurken,
gözyaşlarımız gönlümüzde mayalanırdı…
Arif Nihat Asya; “Ağlayın parmakları nûr sularından kınalı
kızlarım/ Ağlasın Meraga göklerinden Meraga’ya bakıp
yıldızlarım” diye ağıt yakarken; Abdurrahim Karakoç;
“Ellerin yurdunda çiçek açarken/ Bizim ile kar geliyor
gardaşım/ Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?/ Dar geliyor, dar
geliyor gardaşım!” diye haykırırken; Üstad Necip Fazıl;
ruhunda ikizleştirdiği Sakarya’ya, “Nerede kardeşlerin
cömert Nil, yeşil Tuna?/Giden şanlı akıncı ne gün döner
yurduna?/ Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı Tekbîr?/ Bulur
mu deli rüzgar o sadâyı ‘Allah bir’ ”sorularını bu muhteşem
mısralarla sorarken; bir başka cümle kuyumcusu Üstad Yahya
Kemal, “Kendi Gök Kubbemiz”i anlattığı “Süleymaniye’de
Bayram Sabahı”nda “Ne kadar duygulu, engin ve mübarek bu
seher/ Kadın, erkek ve çocuk, gönlü dolanlar yer yer/
Dinliyor hepsi büyük hatıralar rüzgârını/ Çaldıran topları
ardınca Mohaç toplarını” diye dertlenirken,gönlümüzükavuruyorlar,ruhlarımızıkanatlandırıyorlar,
maneviyatımızı yüceltiyorlardı…
Stalin döneminde topluca sürgün ve soykırıma tabii tutulan,
Batı Türkistan’dan Sibirya’ya kadar çil yavrusu misali,
yurtsuz-yuvasız dağıtılan Kırım Tatar Türklerinin erkek sesi
Mustafa Cemiloğlu’nun, Sibirya’da taş ocaklarına sürgün
edilişini, tuttuğu ölüm orucunu, vatanı, soy ve din
kardeşleri uğruna yaşadığı büyük dramı, ilk gençlik
yıllarımızda iliklerimizde hissettik.
Kazan Tatarlarının sülünler misali güzel olan, vatanı uğruna
aslanlar gibi cenk eden “Hanım Hanı” Süyünbike’nin ve oğlu
Ötemiş Giray’ın, Kazan Hanlığı’nın makûs talihiyle beraber
yaşadıkları Rus esareti ve işkencesi, Altın Ordu
İmparatorluğu’nun varisi olan bu aziz vatan topraklarının,
Ruslar tarafından 16’ncı asırdan itibaren talan ediliyor
olması içimizdeki elemi büyütüyordu. Son devir Tataristan
Türkleri arasından çıkan ve bizleri “birlik, dirilik ve
irilik” adına bilgilendirip gayretlendiren Sadri Maksudi
Arsal ve Yusuf Akçura Beyler, kısacık ömrüne Tatar Türklüğü
adına şah eserler sığdıran büyük şair Abdullah Tukay…
Tarih boyunca bazen maddeten ama her devirde manen bizim
olan Kazan’ın, Kırım’ın, Taşkent’in, Semerkand’ın,
Buhara’nın, Bişkek’in, Almatı’nın, Yesi’nin, Hive’nin,
Merv’in, Kerkük’ün ve Üsküp’ün esir olduğunu biliyor ve
onlar için de gönül çıralarımızca yanıyorduk artık. Ata
yurdumuz Doğu Türkistan’dan, 1949’daki Kızıl Çin işgali
sonrasında, vatan için vatandan ayrılma kararı alarak
Türkiye’mize gelen, Doğu Türkistanlı soy ve din
kardeşlerimizin yaşadığı zulüm, işkence ve katliamları, aç
biilaç dolaştığı hür dünyanın görür kör, duyar sağır
liderlerine, bıkmadan usanmadan anlatan “Türklük Mücahidi”
İsa Yusuf Alptekin’le tanışma ve onun da manevi evladı olma
şerefi… Gönül hudutlarımızın, Kaşgar’dan öteye Çin Seddi’ne
kadar genişleyişi…
41 yılı aşkın gazetecilik ve yazarlık hayatımız boyunca,
Kabaklı Hocamızın rehberliğinde, adını kaydettiklerim veya
burada anamadığım büyük fikir, sanat, edebiyat ve devlet
adamlarının ışığında, aziz milletimizin; silkinip kendine
döneceği, yeniden Yüce Dinimiz İslâm’ın Bayraktarı olarak
dünyaya nizam vereceği günlerin hasretiyle yazış ve yaşayış…
Allah’a (cc) hamd-ü senalar olsun ki, 86’larda Almatı’nın
Devlet Meydanı’nda, yüzlerce Kazak gencinin şehadetiyle
yanan 20Yanvarlarda Bakü’nün Azatlık Meydanı’nda,
Azerbaycanlı kardeşlerimizin kanlarıyla yanan hürriyet
meşalesi, 90’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması
ile bu diktatörlüğün işgali altındaki kardeş vatan
topraklarının birçoğunda istiklâli sağladı. Tataristan gibi
kadim vatan toprakları da artık Rusya Federasyonu içindeki
Özerk Cumhuriyetlerden biri hâline geldi.
Benim güzel memleketimde gerçekleştirilen “Elâzığ–Kazan
Kültür ve Sanat Buluşması”sadece Kazan’dan, Tataristan’dan
teşrif eden ilim, kültür ve sanat adamlarına değil,
Süyünbike Hatunlara, Sadri Maksudi Arsal ve Yusuf Akçuralara,
Abdullah Tukaylara, İsmail Bey Gaspıralılara, İsa Yusuf
Alptekin Beylere ve Osman Batur Hanlara da manen ev
sahipliği yapmış olacaktır.
Bu vesileyle davetimize katılan Tataristan Milli Meclisi
Üyesi, Halk şairi Robert Minnullin başta olmak üzere, Kazan
Federal Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferit Yusupov
Hocamıza, Tataristan Kültür Bakanlığı’ndan Fenzile Cevherova
Hanımefendiye ve kıymetli sanatçı İlmir Yamalov kardeşime
şükranlarımı sunuyorum.
Elbette her türlü hayırlı faaliyet için davetlerimize
koşarak gelen, benim için Kabaklı Hoca’nın kardeşleri
sıfatıyla “amca–ağabey”, Türk Dünyası için de “hami ve
hadim” olan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve hemşehrimiz Ali
Coşkun Beylere minnettarlığımızı söylemeliyiz.
Niyetiyle muhteşem olan, akıbetiyle de muhteşem olacağına
inandığım bu buluşmaya kol kanat geren Sayın Elâzığ Valimiz
Ömer Faruk Koçak’a, şükranlarımızı sunarken;Lutfullah
Bilgin’den Osman Aydın’a, Kadir Koçdemir’den Muammer
Muşmal’a ve Muammer Erol’a kadar; kültür, sanat, edebiyat ve
şiir aşığı olan, Türk Dünyası’nın kültür ve maneviyatta,
işde, dilde ve gönülde birliği ufkunda Elaziz’imizin
Türkiye’nin yüz akı olmasını sağlayan bütün valilerimizi de
teşekkürle anmalıyız.
Elâzığ Belediyesi, Fırat Üniversitesi, Sanayi ve Ticaret
Odası, Müsiad Elâzığ Şubesi ve Ankara Elâzığlılar Kültür
Derneği de bu gönül buluşmalarının gönüllü destekçileri
olarak, tarih boyunca hayırla yâd edileceklerdir.
Biz de Elaziz, Harput evladı Şeyhülmuharrirîn Ahmet
Kabaklı’nın kurduğu Türk Edebiyatı Vakfı olarak, bu şahane
buluşmanın düzenleyicileri arasında bulunmakla bahtiyarız.
Fırat Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları
Bölümü Başkanı Doç. Dr. ERCAN ALKAYA olmak üzere kıymetli
hocalarımıza hizmetlerinden dolayı teşekkür borçluyuz.
Ancak en büyük teşekkürümüz, “Manas Yayıncılık” etrafında
Allah(cc) rızası için kucaklaşan, birleşen, Elaziz, Türkiye
ve Müslüman Türk Dünyası’nın kültürde, sanatta, edebiyatta,
dilde, fikirde, işde birliği için, gecesini gündüzüne katan;
birçok kültür, sanat ve yayın faaliyetine hamallık eden
dostlaradır. Sağ olasın gönül hamalı Şener Bulut; sağ
olasınız, Manas’ın Elaziz’in gül güzlü gül gönüllü güzel
adamları. Efendim, huzurlarınızda Manas etrafında toplanmış,
Manas’ı bir gönül simgesi yapmış, Manas vasıtasıyla kadim
Türk yurdu Elaziz’i bütün Türk dünyasıyla buluşturmuş ve
Türk dünyasının şiir başkenti haline getirmiş bütün
yöneticilerimizle birlikte Manas’ı huzurlarınızda
alkışlıyorum. Hepinize şükranlarımı arz ediyorum.
ÖMER FARUK ER
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Sayın, Servet Kabaklı’ya
teşekkür ediyoruz.
“Ey ana dil, ey güzel dil, anamın babamın dili!
Dünyada çok şey bildim senin sayende ana dili
En önce bu dille anacığım beşikte ninni söylemiş
Ardından geceler boyu nineciğim masal anlatmış.”
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı Vekili Hasan Tahsin
Fendoğlu’nu konuşmalarını yapmak üzere davet ediyorum.
Prof. Dr. HASAN TAHSİN FENDOĞLU
Sayın Valim, bakanlarım, milletvekillerim, çok değerli
hocalarım, çok değerli hanımefendiler, beyefendiler, değerli
öğrenciler hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün güzel bir Elâzığ akşamında birlikteyiz ve Abdullah
Tukay’a Saygı gecesindeyiz. Hayırlı olmasını diliyorum.
“Manas”başta olmak üzere valiliğimiz, belediyemiz
üniversitemiz ve diğer kurumlarımız, yine çok güzel
akşamlarda birlikte olmayı temenni ederek başlamak
istiyorum.
Değerli dostlar, bugün öğlenden sonra çok güzel bir panel
oldu ve yedi buçuk milyon civarında bir Tatar nüfusunun
olduğu üzerinde duruldu. Bir medeniyeti, şiiri kültürü olan
bir yapı üzerinde duruldu. Fakat, bununla beraber bir homo
sovieticusun olduğu ve bir asimile hareketinin de başladığı
üzerinde duruldu. Şimdi bu panelde yapılan konuşmaları
dinlerken benim aklıma İsa Yusuf Alptekin geldi. Hukuk
Fakültesinde okurken İsa Yusuf Alptekin’in sohbetlerine
giderdik ve orada da Doğu Türkistanlı insanlarımıza yapılan
zulümlerden söz edilirdi. Bugün de Tataristan’dan
bahsedilirken ben İsa Yusuf Alptekin’i andım ve o andığım
olay 40 sene önceydi, 40 sene sonra bugün yine benzeri
konuları konuştuk. Acaba, biz bir 40 sene sonra yine bu
konuları mı konuşacağız? Bizlerin yerinde çocuklarımız veya
torunlarımız ve sizlerin de yerinde yine çocuklarınız ve
torunlarınız mı olacak? Biz zulümden, zalimden ve
mağduriyetten mi hep söz edeceğiz. Bu oynanan oyunlar
aslında sadece Türk dünyasında değil, Ortadoğu dünyasında
Irak’ta da Suriye’de de var.
Medeniyetimizin bütün merkezlerinde de aynı sızıyı
kalbimizde duyuyoruz. Ve duymamakta zaten mümkün değil. Bir
medeniyet savaşının olduğunu söylememiz gerekiyor. Dünyada
büyük bir medeniyet savaşı var ve bu medeniyet savaşında
galip olmak için acaba neler yapmalıyız? Bir 40 sene sonra
aynı konuları konuşmamak için.
Türkçe büyük bir dil ve 250 milyon insanın konuştuğu bir
dil. Balkanlardan Çin Seddi’ne kadar konuşulan dünyanın en
güzel en köklü dillerinden biri çok güzel bir iletişim
dilidir. Fakat, biz neden bu durumdayız. Bu kadar iyiyken bu
kadar kültürümüz uygarlığımız varken medeniyetimiz şahikaya
ulaşmışken acaba biz neden bu durumdayız. Birkaç şey
söylemek istiyorum. 20. yüzyılda İngiliz İmparatorluğu
vardı. Üzerinde güneş batmayan Büyük Britanya İmparatorluğu
ve bu büyük imparatorluk çözülürken kamın var ülkelerini
kurdu. İngiliz topluluğunu kurup kendi kamınlarını
çıkardılar. Eski sömürgeleriyle yine her sene beraber
oluyorlar.Yine Fransızlar, onlar da gitti, imparatorlukları
da gitti. Fakat Frankafonülkelerini kurdular ve yine İspanya
aynı şekilde şimdi Güney Amerika İspanyolca konuşuyor.
Portekiz on milyon nüfuslu bir ülke ama iki yüz milyonluk
Brezilya, Portekizce konuşuyor, yirmi milyon insan Afrika’da
yine Portekizce konuşuyor. 1989 senesinde Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliği yıkıldı; ama yıkılırken BDT’yi kurdu.
Yani Bağımsız Devletler Topluluğunu. Buradan şuna gelmek
istiyorum: Osmanlı’yı da yıktılar. Fakat, öyle bir apar
topar yıkıldı ki, çok hızlı bir yıkılış oldu ve şu anda 50
devletin üzerinde olan koskoca imparatorluğu birbirine
bağlayan eski adetlerini birbirine bağlayan bağlar da yok
oldu. Yıkılan imparatorluklar ve çözülen imparatorluklar
içerisinde Osmanlı’nın bir benzeri dünya tarihinde
yok.Osmanlı kimseyi asimile etmedi; Yunan’ı da Bulgar’ı da
Arap’ı da diğer milletleri de asimile etmedi.
Biz 1991 senesinde bir Osmanlı Sempozyumu yaptık. O zaman
Dicle Üniversitesi’nde asistandım. Otuz kadar insanımızı
davet ettik. Osmanlı Sempozyumu’na gelen dinleyici insan
sayısı on kişi kadardı. Otuz misafir, on izleyici vardı,
fakat bununla beraber bir ZDG Televizyonu da vardı.
Osmanlı’yı duydukları zaman ödü kopan bir güruhun olduğunu
söylememiz gerekiyor. Şimdi çok şeyler yapıyoruz, doğrudur.
Acaba, yaptığımız şeyler yeterli mi?
Türk Konseyi’ni kurduk. Türk Dili Konuşanların zirvesini
oluşturduk. Türkçe konuşan ülkelerin milletvekillerini bir
araya getiren meclisi kurduk. Bununla beraber iletişim
çağında bulunuyoruz, TRT Avaz’ı kurduk. Benim de imzam
olduğu için gurur duyuyorum.
TRT Avaz’dayönetim kurulu üyesiydim. TRT ve TRT Avaz, 8 Türk
Cumhuriyetine yayın yapan bir kuruluştur. 27 ülkeye ve 13 de
bağımsız devlete yayın yapan ve 30 devletin izleyebileceği
bir platform hâline geldi. TRT Avaz ile biz iftihar
ediyoruz. Acaba, daha güzel şeyler yapılabilir mi ya da
iletişim çağının olduğu bu dönemde bu düzlemde daha başka
neler yapılabilir?
RTÜK olarak, bizim de yayın yaptığımız Avrupa’daki tüm
yayıncılarla bir platform içerisindeyiz. İslâm Konferansı
Teşkilatı içerisinde bütün devletlerle iletişim
içerisindeyiz. Karadeniz Ülkeleri Topluluğu ile birlikteyiz,
iletişim organları aracılığıyla Akdeniz ülkeleriyle de
iletişim içerisindeyiz. Fakat Türk Cumhuriyetleri ile de
ayrı bir teşkilat kurmamız gerekiyor. Sadece Azerbaycan ve
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile daha büyük bağlantılarımız
var; ama umut ediyorum, Türk Cumhuriyetleri ile de İslâm
Konferansı teşkilatı dışında ayrı bir teşkilat kurmanın
gereği vardır. Yani kısaca daha çok şeylerin yapılması
lazımdır.
Haftaya bugün de Kazakistan’dayız, benzeri konuları konuşmak
için toplanacağız. Ve bütün bunları yapmamız gerekiyor.
Şimdi 20. Yüzyılda Osmanlı’nın mirası dağıtıldı ve inşallah
21. yüzyılda bunları bir araya getirmenin, toplamaya
çalışmanın gayreti içinde olacağız, İnşallah. 21. yüzyıl
bizim yüzyılımız olacak. Fakat, bunu söylemek gerçekten çok
kolaydır. Çünkü o kadar kopuğuz ve o kadar da aramızda
bağlantısızlık var ki biraz önce de bu konunun üzerinde
duruldu.
Azerbaycan’a gittiğimiz zaman buradan RTÜK’ü, dizileri
dediğimizde onlar da Muhteşem Yüzyıl’dan söz ettiler.
Dediler ki: “Hocam şunu beğenmiyoruz ve gururumuza
yediremiyoruz. Hürrem Sultan adında bir Rus bütün Osmanlı
sarayını alt üst ediyor. Böyle dizi olur mu?” Tarihinden
kopuk dizilerle, geleceğin Türkiye’sini geleceğin Türk
Birliği’ni kurmak da herhâlde çok zor. Bunun için geleceğini
bir insan muhkem yapmak istiyorsa tarihini çok iyi bilmek
zorundadır. Bizim tarihî kitaplarımız yeterli midir, acaba?
Tataristan’ı okuduk mu hiç? Google’dan falan okuyoruz. Bizim
okul kitaplarında böyle şeyler yok. Okul tarih kitapları
değişmediği sürece ve bize gerçek bir tarih bilinci
verilmediği sürece 21. yüzyılın bizim asrımız olması
gerçekten çok zordur.
Türk coğrafyası diyoruz. Türkiye coğrafyası diyoruz. Resmî
coğrafya diyoruz ve bir de gönül coğrafyası diyoruz. Gönül
coğrafyası çok önemli ve bu gönül coğrafyamızı çok iyi bir
şekilde kurmamız gerekiyor. Elbette biz bir bütünün
parçalarıyız, biz aynı medeniyetin insanlarıyız ve bu yeni
büyük medeniyeti inşa etmemiz gerekiyor. Ben Elâzığ’a bu
güzel geceyi yaşatan; valiliğimize, rektörlüğümüze, sivil
toplum kuruluşlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
ManasYayıncılık’a da çok teşekkür ediyorum. Ali Coşkun
Hocamız, Nevzat Yalçıntaş Hocamız, misafirlerimiz ve
milletvekillerimize çok teşekkür ediyorum. Çünkü, şu anda
Elâzığ ile Kazan aramıza bir köprü kurdu. Dün de Diyarbakır
ile Elâzığ arasında bir köprü kuruldu. Belki Tunceli ile
Elâzığ arasında, hatta diğer illerle de yeni bir köprü
kurulacaktır.
Elâzığ Türkiye’nin sorunlarını omuzlamaya çalışıyor. Bu
konuda bir çabası bir gayreti vardır. Acaba Türkiye’de diğer
illerden de bu tür şeyleri beklesek onlara haksızlık mı
etmiş oluruz? diye düşünüyorum. Elâzığ’ı ben gönülden tebrik
ediyorum. Manas’a, Manas çevresindeki muharrirlerimize ve
hepinize yeniden en içten selamlarımı saygılarımı arz
ediyorum. Çözüm herhâlde medreseli Abdullah Tukay’ın
dediğidir, çözüm Allah’ın ipine sımsıkı sarılmaktır.
ÖMER FARUK ER
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Vekili Sayın Prof. Dr. Hasan
Tahsin Fendoğlu’na konuşmasından dolayı teşekkür ediyoruz.
Şimdi de 21-22. Dönem İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Nevzat
Yalçıntaş’ı konuşmalarını yapmak üzere davet ediyorum.
Prof. Dr. NEVZAT YALÇINTAŞ
Aziz Valim ve çok değerli meslektaşlarım. Sevgili
Elazizliler. Buraya her davet edilişimde koşarak sevinçle
geliyorum. Buradan daha da moral ve hız kazanmış olarak
İstanbul’a evimize dönüyoruz. Bu sefer de böyle oldu,
geceleyin indik. Değişik bir hava terminali, hemen bir iki
sene içerisinde yepyeni bir hava terminali yapılmış, içimiz
açıldı, efendim.
Sabahleyin dolaşmaya başladık, her şey yeni. Ticaret Odası
binası yeni, gittiğimiz yerler yeni, yollar genişlemiş
ışıklar içerisinde… Dün akşam İstanbul ile konuşurken ben
yanlış bir yere mi geldim, Paris gibi bir yere geldim,
dedim. Tebrik ediyorum, burada büyük adımlar atılmış. Aziz
Valimizle birlikte şehrin eskiden eşrafı derlerdi, şimdiki
şehrin sorumluları, şehrin hemşehrisine sahip çıkanları bu
şehri değiştiriyor.
İstanbul’da senin zamanında fazla bir ev yıkmazdınız, yani
herkes idare eder, giderdi. Fakat, çok güzel şeyler yaptınız
şimdi de mahalleler yıkılıyor, burada bu iş çoktan başlamış.
Ayrıca başka bir şey olmuş Türkiye’nin çapını aşmış,
izahatlar aldım. Elâzığlılar, Türkiye’nin dışında başka
vatanlarımızın bulunduğu yerlere başka diyarlara da
gidiyorlar. Şimdi bugün de Tataristan’da tebrik ediyorum. Bu
ruh bu bölgede en çok burada yaşıyor. Ben Elâzığlı olmadığım
için bunu rahatlıkla söylüyorum, diğer şehirlerde de ruh var
ve ruh ölmedi. Kriz zamanlarında belli olur. Bu bölge benim,
bu bölge senin diyen birtakım adamlar türediği zaman dimdik
durmuşsa bir şehir ve onun evlatları kalemleriyle
icraatlarıyla Türkiye’ye kol kanat germişlerse değişik bir
şey vardırburada, demek ki.
Sultan Abdulaziz helal bir iş yapmış bu böyle devam ediyor.
Bugün de biraz evvel gayet güzel izahat verdiAziz Hocam,
Türk Dili konuşanlar ve Türk Konseyi ile artık hukukî bir
zemine oturan uluslararası bir siyaset planı teşkil eden
atılımlarla halk ve aydınlar arasında kurulan bu bağların
kuvvetlendirilmesiyle Elâzığ yeni bir hamle yapıyor. Hayırlı
ve uğurlu olsun. Bu hamle devam etsin, hepinize teşekkür
ediyorum!
ÖMER FARUK ER
Sayın Yalçıntaş’a, teşekkür ediyoruz. Şimdi de Tataristan
Milli Meclis Üyesi ve halk şairi Sayın Robert Minnullin’i,
kürsüye davet ediyoruz. Buyurunuz efendim.
ROBERT MİNNULLİN
Muhterem cemaat, öncelikle Türkiye’nin büyük ve güzel bir
şehrinde büyük şairimiz Abdullah Tukay için böyle bir tören
düzenlediğiniz için ve devlet nezdinde değer vererek
katıldığınız için hepinize en içten teşekkürlerimi
sunuyorum.
Tataristan’a dönünce bu etkinliği Cumhurbaşkanımız
RüstamMinnihanov’a, önceki Cumhurbaşkanımız
MintimerŞeymiyev’e ve Meclis Başkanımız Ferit Muhammetşin’e
ileteceğiz ve anlatacağız. Eğer bizim büyük şairimiz
Abdullah Tukay’da sağ olsaydı inanın ki bu toplantıya
katılır,sizlere şükranlarını iletirdi. Bundan bir asır önce
Tatar halkı büyük bir gelişme geçirdi, büyük bir gelişim
gösterdi. Allah ona Tukay gibi bir şairi nasip etti.
Tukay’ın ölümünün üzerinden 100 yıl geçti. Fakat Tukay’ın
eserlerine baktığımız zaman sanki hiçbir şey değişmemiş
gibi. Tukay bu eserlerinde adeta bizim bugünkü durumumuzu
anlatıyor. Tukay’ın ölümünün üzerinden 100 yıl geçti. Bu
yüzyılda bir Tukay daha gelmedi. Demek ki böyle büyük
şairler ancak bin yılda bir doğabiliyor.
Bizim Tatar edebiyatında birçok şair var ve hepsi
kültürümüze hizmet ediyor. Ancak içlerinde bir tane dahi
Tukay yok. Evet, şimdi sizlere “Olamadım” adlı bir şiirini
okuyacağım. Ayrıca Abdullah Tukay’ın dışında Hasan Tufan Ali
Takdaş ve Musa Celil gibi büyük Tatar şairleri de var ki
bunlardan Musa Celil de Tatar edebiyatının en büyük
isimlerinden biridir. Abdullah Tukay’dan sonra belki ikinci
sırada gelir. O da İkinci Dünya Savaşın’da Almanlar
tarafından öldürülmüştür. Onları da saygıyla anıyorum.
Ben Tukay olamadım,
Çok genç ölemedim,
Vatanımı ve halkımı
Şanlara gark edemedim...
Ben Tukay olamadım,
Tufan da olamadım.
Tufan sürgüne gönderilmiş,
Ben orada olamadım...
Ben Tukay olamadım,
Taktaş* da olamadım.
Hatta onur nişanını
Takınca da olamadım.
Ben Tukay olamadım,
Celil de olamadım.
Bahadırlık mevzuunda
Bir şey olamadım.
Bilmem ne yapardım acep
Olsam onların yerinde...
Robert Minnullin olmak da
Çok kolay değil burada.
Şiir tercüme edilmez, ama umarım anlamışsınızdır. Ben ne
Tukay ne Celil ne diğer şairler olamadım. Sadece Robert
Minnullin oldum, onların yanında. Robert Minnullin olmak
gerçekten çok ağır.
Son olarak bir şiirimi daha okuyayım. Çünkü, bizim
toplantımız Abdullah Tukay için düzenlendi. Tukay asrı
şiirimle konuşmamı tamamlayacağım.
Tukay Asrı
Olamayacağı gibi
Gök güneşsiz, gök aysız
Bizim Tatar âlemi de
Olamaz Tukaysız.
Yüksek olsun dersen eğer
Güneşli gökleriniz,
Büyük Tukay’ı yükseğe,
Göklere kaldırınız!
Millet diye, Tatar diye
Yanınız ve kavrulunuz!
Başkalarına baş vermeyiniz,
Tukay’a baş eğiniz!
Tatar olup uyanınız,
Düşününüz, düşündürünüz!
Zavallı duruma düşmeyiniz!-
Tukay’dan utanınız!
Geleceğe koşmak için
Hazır mı eyeriniz?
Yolumuzdan şaşmayız dersek,
Tukay’ın peşine takılınız!
Tukay’ın büyük dünyası-
Tatarlığın gerçeği...
Devam eder Tukay yılı,
Büyük Tukay asrı!
Teşekkür ediyorum.
ÖMER FARUK ER
Tataristan Milli Meclis Üyesi ve halk şairi Sayın Robert
Minnullin’e, teşekkür ediyoruz. Şimdi, yine bir konuğumuzu
davet edeceğiz. Sanayi ve Ticaret Eski Bakanımız Sayın Ali
Coşkun’u kürsüye davet ediyoruz.
ALİ COŞKUN
Sayın Valim, değerli milletvekili arkadaşlarım, çok değerli
konuklar ve aziz hemşehrilerim. Böyle anlamlı bir gecede
sizlerle beraber olmanın mutluluğu içinde hepinizi saygı ve
sevgiyle selamlıyorum. Böylesine anlamlı bir buluşmayı
sağladıkları için Sayın Valimize, Sayın Rektörümüze ve bütün
emeği geçenlere şükranlarımı sunarken, Türklük ve İslam
davası uğrunda büyük hizmetler vermiş olan herkese
şükranlarımı tekrar sunuyorum. Aramızda bulunmayanları da
rahmetle anıyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
ÖMER FARUK ER
Sanayi ve Ticaret Eski Bakanımız Sayın Ali Coşkun’a teşekkür
ediyoruz. Anadolu, yaratılmışların en hayırlısı insandır
diyen ve sevgiyi temel alan hoşgörü, birlik ve kardeşlik
gibi erdemlerin billurlaştığı topraklardır. Bu toprakların
sunduğu değerleri yaşamak ve yaşatmak günümüze olduğu kadar
geleceğimize de sahip çıkmaktır. Son olarak Elâzığ Valisi
Sayın Ömer Faruk Koçak’ı, konuşmalarını yapmak üzere arz
ediyorum. Buyurun Sayın Valim.
ÖMER FARUK KOÇAK
Tataristan’dan ilimize gelen kıymetli misafirler,
Türkiye’mizin değişik illerinden teşrif eden kültür
dünyamızın saygıdeğer insanları ve kadirşinas Elâzığlılar.
Harput ve onun devamı olan Elâzığ, dilden dile, gönülden
gönüle akarak bugünlere taşınan musikisi, folkloru,
edebiyatı ve sanatı ile her zaman bölgesinin önemli bir
kültür merkezi olup bu özelliğini korumuştur. Millî ve
manevi kimliği ile Osmanlı coğrafyasında önemli bir kültür
merkezi olan Harput ve onun devamı olan “Elâzığ,
Uluslararası Hazar Şiir Akşamları” ve “Türk Dünyası Hizmet
Ödülleri” ile de bu misyonunu sürdürmektedir. Gönül ve
kültür coğrafyamızda şiir ve kültür şehri olarak tanınan
Elâzığ, gerçekleştirmekte olduğu “Elâzığ-Kazan Kültür ve
Sanat Buluşması” ile de yeni dostluklara, kardeşliklere
merhaba demenin mutluluğunu yaşamaktadır.
Elâzığ, geçmişi saygı ve sevgiyle, geleceği umutla
kucaklamıştır. Bugüne kadar gerçekleştirdiği
organizasyonlarla kardeş Türk ülkelerini ve topluluklarını
bağrına basmıştır. Aynı kökün mensubu, aynı dilin değişik
ağızlarını konuşan, aynı inanç ve kültürü paylaşan duygu ve
düşünce adamlarını, dostluğun ve kardeşliğin engin denizinde
bir araya getiren Elâzığ, Türk dünyasına mensup ülkeler
arasında kültür köprüleri kurarak kardeşlik bağlarını
kuvvetlendirmiştir. Böylece Doğu Anadolu’nun bu mütevazı
şehri, bir yandan sosyal, kültürel birlikteliğin önemini
vurgularken diğer yandan da iktisadi alanlarda yeni
açılımlara zemin hazırlama gayreti içerisinde olmuştur.
Bugün de bu misyonun gereği olarak “Elâzığ-Kazan Kültür ve
Sanat Buluşmasını” gerçekleştirmektedir. Milletlerin siyasi
ve sosyal varlıklarını sürdürebilmelerinin temelinde
kültürel değerlere verdikleri önem yatmaktadır. İşte biz
Elâzığ olarak yaptığımız ve yapmakta olduğumuz her faaliyete
bu değerin nazarı ile bakıyoruz.
Tatarların ve tarih boyunca değişik Türk devletlerine
merkezlik yapmış olan Kazan’ın gönlümüzde ayrı bir yeri ve
değeri vardır. Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat Buluşması ile
mevcut olan bu değerin katlanacağına dostluk ve kardeşlik
bağlarımızın daha da kuvvetleneceğine olan inancım tamdır.
Bütün amacımız, güzele ve güzelliğe uzanan yolda ilerleyip
Türk edebiyatına, Türk sanat ve zevkinin gelişmesine hizmet
etmektir. Bu düşünce ve hizmetin sonucu olan bu anlamlı
birlikteliğin gerçekleştirilmesinde emeği olan herkese
teşekkür ediyorum.
Tataristan Özerk Cumhuriyeti’nden ve yurdumuzun çeşitli
şehirlerinden davetimizi kabul ederek faaliyetimize güç
veren ilim adamlarını, gönlü şiirle ve kültürle hemhal
kadirşinas Elâzığ halkını da en kalbi duygularımla
selamlıyor, Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat Buluşması’nın
sevgiye, dostluğa, kardeşliğe vesile olmasını diliyorum.
ÖMER FARUK ER
ElazığValisi Sayın Ömer Faruk Koçak’a çok teşekkür ediyoruz.
Program, Manas Yayıncılık tarafından yayınlanan “Tatar Şive
Dilinin Morfolojisi” eserin tanıtımı ile devam etti. Fırat
Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm
Başkanı Doç. Dr. Ercan Alkaya’nın Prof. Dr. Ferit Yusupov
hakkında yaptığı konuşmanın ardından kürsüye gelen Kazan
Federal Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ferit Yusupov,
bilim dünyamıza kazandırdığı “Tatar Şive Dilinin
Morfolojisi” adlı kitabın serencamını dikkat çeken
yönleriyle anlattı.
ÖMER FARUK ER
Değerli konuklarımız, sevgili seyirciler, Elâzığ’da basımı
gerçekleştirilen Prof. Dr. Ferit Yusupov’un yazdığı “Tatar
Şive Dilinin Morfolojisi” adlı kitabın tanıtımına geçiyoruz.
Önce kitabın yazarını tanıtmak ve basıma hazırlık sürecini
anlatması üzere Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Ercan Alkaya’yı davet ediyorum.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA
Sayın Valim, Sayın Bakanım, Sayın Milletvekillerim,
Tataristan’dan gelen çok değerli konuklarımız ve değerli
dinleyiciler. “Tatar Şive Dilinin Morfolojisi” adlı kitabın
yazarı Prof. Dr. Ferit Yusupov aramızda, dolayısıyla bu
kitabıbiraz sonra kendisi tanıtacak.
Ben bu kitabın Elâzığ’da basılma sürecinden kısaca bahsetmek
istiyorum. Ferit Hocamız, 1939 yılında Tataristan’ın Yeşil
Üzen Rayonuna bağlı Karahoca köyünde doğmuştur. İlk ve orta
öğrenimini Karahoca’da tamamladıktan sonra 1956 yılında
Kazan Devlet Üniversitesi Tarih ve Filoloji Fakültesine
girmiştir. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra bir süre
gazeteci olarak çalışmış. 1972 yılında Yüksek Lisansını,
1989 yılında da Doktora eğitimini tamamlamıştır.
Tatar şivelerini ve ağızlarını inceleme işine önemli katkıda
bulunan Türkoloji bilginlerindendir. Özellikle Orta Ağız,
Kazan ve çevresini oluşturan Orta Ağız üzerine yaptığı
çalışmaları oldukça önemlidir. Güney Ural ve Ural Ardı Tatar
Şiveleri, Tatar Dili Şivelerinde Fiilin Çekimsiz Biçimleri,
Tatar Şivelerinden Ural ağızları, “Krasnoufimsk” ağızları
gibi eserleri oldukça önemlidir.
1962-1972 yılları arasında Sovyetler Birliği İlimler
Akademisi Kazan şubesinin Dil ve Edebiyat Enstitüsünün ilmi
mensubudur. 1972-1984 yılları arasında Alabuğa Pedagoji
Enstitüsü Yabancı Diller Fakültesi Dekanlığı, 1984-1995
yılları arasında da Tatar Millî Eğitim Okulları Enstitüsü
Müdürü olarak görev yapmıştır. Türkiye’de de bir müddet
TİKA’da çalışmıştır. 1995 yılından beri de Kazan Federal
Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.
Tataristan Cumhuriyetinin önemli dil bilginlerinden olup
Türk Dil Kurumu’nun da haberleşme üyesidir. Ayrıca Cambridge
Biyografi Merkezi tarafından “XX. Yüzyılın Ünlü Adamları”
ansiklopedisine de kaydedilmiştir.
Çok kısaca da kitaptan bahsetmek gerekirse bu eser; üç büyük
Tatar ağız gurubunun ele alınarak fiil kategorisinin
incelenmesinden oluşuyor. Oldukça zengin bir malzemeye
dayanan ve yıllarca süren bir çalışmanın ürünü olan eser,
Tatar Türkçesi ağızlarındaki fiil konusunun ayrıntılı bir
şekilde ele almış, ilgili ağızların özelliklerinin ortaya
konulması ve sınırlarının doğru bir şekilde çizilmesi
bakımından önem arz etmektedir.
Rusça olarak yazılan ve 2004 yılında “Morfiliya Tatar”
adıyla yayınlanan eser Rusya Eğitim ve Bilim Bakanlığının
aldığı karar doğrultusunda Rusya klasik üniversitelerinin
millî diller ve edebiyat bölümlerinde ders kitabı olarak
takdim edilmiştir. Eser ayrıca Kazan Üniversitesi’nde
yazılan beş kitap arasında ki en iyi kitap olarak seçilmiş
ve özel ödüle layık görülmüştür. Türkiye Türkçesine Rifat
Mirxayev tarafından aktarılan bu eser, bizim tarafımızdan da
kontrolü ve editörlüğü yapılarak basım aşamasına
getirilmiştir. Tatar ağızlarının fiil konusunu ele alan ve
oldukça önemli olan eserin basımını gerçekleştiren “Manas
Yayınevi”neve Şener Bulut’a teşekkür etmek istiyorum.
Ayrıca böyle önemli bir toplantının Elazığ’da
gerçekleştirilmesine katkıda bulunan başta Sayın Valimiz
Ömer Faruk Koçak, Rektörümüz Prof. Dr. Kutbettin Demirdağ,
Sayın Belediye Başkanımız Süleyman Selmanoğlu ve Vali
Yardımcımız Tarık Bahadır’a ve emeği geçen herkese çok
teşekkür ediyorum. Ben de ölümünün 100.yılında andığımız
Tatar edebiyatının yıldızı Abdullah Tukay’ı sevgiyle ve
rahmetle anıyorum ve hepinize saygılarımı sunuyorum.
ÖMER FARUK ER
Doç. Dr. Ercan Alkaya’ya teşekkür ediyoruz. Şimdi de Tatar
Şive Dilinin Morfolojisi adlı kitabın yazarı Kazan Federal
Üniversitesi Öğretim üyesi Sayın Prof. Dr. Ferit Yusupov’u
davet ediyorum. Buyurun efendim.
Prof. Dr. FERİT YUSUPOV
Sayın Valim, Sayın Rektörüm, Sayın Hocam, çok sevgili, çok
kıymetli arkadaşım Nevzat Yalçıntaş, Saygıdeğer Bakanım,
Hocam Tatarların sevgili dostu ve benim de aziz kardeşim
dostum Ali Coşkun. Bütün Türk kavimlerini bir millet olarak
toplama ortak mirasımızı bütün dünyaya tanıtmak gibi çok
önemli işi candan ve yorulmak nedir bilmeden hayata geçiren
büyük yürekli Şener Bey kardeşim. Benim için en mutlu bu
zamanın bir anın gelmesinden hiç şüphe etmedim. 25 sene
devamlı benim yanımda olan halkımın yaşaması için çok önemli
bu işi hayata geçirmede bana hem manevi hem de maddi
yardımlarını gösteren benim ruhuma bir kuvvettir.
Bitmez tükenmez kuvvetler veren yakın dostlarım; Sayın Kemal
Osman’a, Sayın Mehmet Çiftçigüzeli, Sayın Ercan Alkaya’ya,
onun yardımından başka hepimiz de elsiz ayaksız kalacağımız
çok kıymetli Nevzat Gökalp’a halkımı çok ululayıp saygı
sevgi ve hürmetlerini gösteren aziz kardeşlerime çok
teşekkür ediyorum
Çok eski zamanlardan beri kendi topraklarında bundan
binlerce yıl önce şanlı devletler, güzel kaleler, gözleri
kamaştıran güzel köyler ve şehirler kurarak yaşayan Türk
boyları arasında Türk milletleri denilen zimmetli taşın bir
mücevheri sayılan Tatar halkına saygı gösteren milletime
candan teşekkürlerimi bildirmek istiyorum.
Dünya medeniyeti tarihinde silinmez izler bırakan Tatar
milleti, Avrupa’nın en büyük nehri, sizde ‘Volga’ diyorlar.
Bizim İdil ve Kama Nehirleri boyunca saçılmış olan köylerde
ve şehirlerde geçinirler. Tatarların ana vatanı Tataristan
Cumhuriyeti Rusya’nın tam merkezinde yer alır. 2005 yılında
bütün dünyada Tataristan’ın başkenti Kazan şehrinin bininci
yıl dönümü kutlandı. Bildiğiniz gibi bu sene de Kazan’da
öğrencilerin bütün dünya spor oyunları UNİVERSİADE
gerçekleşti.
Rusya’da Tatarların sayısı yaklaşık olarak 7 milyon
civarındadır. Fakat, resmî olmayan kaynaklara göre sayı
bakımından Rusya’da ikinci millet sayılan Tatarların sayısı
10 milyona ulaşır. Tataristan’ın başkenti Kazan şehrinde bir
buçuk milyon halk yaşamaktadır. Onların da %60’ını Tatarlar
teşkil eder.Rus diliyle birlikte Tataristan Cumhuriyeti’nin
devlet dili sayılmasına rağmen, Tatar dilinin kullanılışı
yıldan yıla daralmaktadır. Gerçekten de Tatar dilinde
genellikle köylerde konuşulur. Şehirlerdeki Tatarlar, Tatar
dilinin kullanıldığı dairenin daralmasından dolayı
çocuklarını Tatar okullarına yıldan yıla az veriyorlar.
Demek ki biz Tatar dilini de yok olma tehlikesine maruz
kalan diller sırasına ekleyebiliriz.
Kasım Tatarları, NagaybergBarberton Tatarları dillerini çok
az insan konuşur. Geçen sene Çorum Tatarları dilinde bir
kişi konuşuyorsa bugün kimse konuşmaz. Bu dil tarih
sahnesinden tamamıyla kayboldu. Türkiye’de Elâzığ şehrinde
Tatar diliyle ilgili kitabımın yayınlanmasının temel
sebeplerindenbiri Türkiye Türklerine aziz dilimi tanıtma
olsa, diğeri de aziz dilimi ana dilimi koruma onu gelecek
kuşaklara değerli bir miras olarak iletme isteğidir.
Türkiye’de Elâzığ şehrinde bu acayip bayramın düzenlenmesi
Türkiye, Tataristan ve Rusya dostluğunun ve bu memleketler
arasındaki iş birliğinin güzel bir örneğidir.
Ben Türkiye’yi çok severim. Burada kendimi çok rahat
hissediyorum. Türkiye’de benim en güzel kişiler ve yakın
dostlarım yaşıyorlar. Bu kez ben Türkiye’ye büyük heyecanlar
içinde 25 sene devam eden dostluğumun hesabını vermek için
geldim. Aziz kardeşlerim, yakın dostlarım hepinize çok
minnettarım.
Tatar dili tarihi kültürü hakkında birçok kitaplar yazdım.
Bu kitabım ise benim yeni doğmuş çocuğum gibidir. Baba kişi
için yeni doğmuş çocuk daha da yakın olur. O, emmisi ve
babasına sıcak hisler güzel duygular götürür. Şüphesiz bu
kitabım, bu çocuğum sizin de hoşunuza gider. Size çok
teşekkürler, hürmetler saygılarımı sunarım.
ÖMER FARUK ER
Prof. Dr. Ferit Yusupov’a çok teşekkür ediyoruz. Değerli
konuklarımız,Tatar edebiyatının yıldızı Abdullah Tukay’a
saygıgecesinin bu bölümünde müzik var. Öncelikle
Tataristan’dan gelen sanatçı İlmir Yamalov bizlere Tatar
halk çalgılarından kuray, zurnay, kopuz, dombra, toryan ve
garbonenstrümanlarını tanıtacak ve bu saz aletleriyle
sizlere Tatar halk türkülerinden örnekler sunacak. Tatar
edebiyatının yıldızı Abdullah Tukay‘ın“TuganTil” şiirini
Tataristan’dan gelen bir demetle sunacaklar ve alkışlarla
huzurlarınızda İlmir Yamalov…
İLMİR YAMALOV
……………………
Ömer Faruk Er’in kusursuz yönetimiyle devam eden bu muhteşem
program, TRT AVAZ’dan bütün Türkiye’ye canlı olarak
yayınlanıyordu.
Ve nihayet Tataristan’ın ünlü sanatçısı İlmir Yamalov
sahneye davet edildiği o anlarda salondan çok büyük bir
alkış sesi yükselmişti. Tatar halk müziğinin en güzel
eserlerinin okunduğu bu gecede Tatar sanatçı İlmir Yamalov,
Tataristanlı konuklar Robert Minnullin, Prof. Dr. Ferit
Yusupov, Doç. Dr. Fenzile Cevherova ile Doç. Dr. Ercan
Alkaya, İliye Alkaya, Alpaslan Tukay Alkaya ve Kılıçarslan
Günay Alkaya’yı sahneye davet etmiş ve onlarla birlikte
Tataristan’ın milli marşını okumuştuk.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA:
Şimdi Abdullah Tukay’ın“TukanTil” adlı bir şiiri var. Bu
şiir Tataristan’ın millî marşı olarak bestelenmiştir. Bu
marşı hep birlikte söyleyeceğiz. Sizler de program
kitapçığında bulunan bu şiiri bulun ve hep birlikte
söyleyelim.
Eyanadil, eygüzeldil, anamınbabamındili!
Dünyadaçokşeybildimseninsayendeanadili.
Eyanadil! Her vakityardımınlasenin,
Küçüklüktenanlaşılmışşatlığım, kaygımbenim.
Eyanadil! Seninleolmuşen ilk kıldığımduam:
Bağışla, diyereközümü hem anacığımıbabacığımıHüda’m!
ÖMER FARUK ER
Evet, İlmir Yamalov’a çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten bu
güzel ezgilerle bizleri Tataristan’a götürdü, Kazan’a
götürdü.
Endişelenmeyiz düşmanın gücünden biz
Bugün artık Ali ile Rüstem’le dengiz
Şair ömrü boyunca kaygılanır, acı çeker
Dalgalanmadan durulmaz engin deniz
Güzellik karşısında bal gibi eririm
Överim iyi şeyleri, tatlı dilliyim
Kötülüğü kınarım, sabredemem!
O hususta pek katıyım, affedemem!
Evet, bu dizelerde Abdullah Tukay’ı bir kez daha anıyoruz.
Tatar sanatçı İlmir Yamalov’u ve konuklarımızı alkışlarla
sahneden uğurlamıştık. Harput’un en güzel türkülerinin
okunduğu bu gecede; Paşa Demirbağ’ı, Mustafa Döner’i, Nihat
Kazazoğlu’nu, Naci Sönmez’i, Osman Bulut’u, Yalçın Turhan’ı,
Fethi Açıkgöz’ü ve ayrıca Ali Coşkun’u, Prof. Dr. Nevzat
Yalçıntaş’ı, Prof. Dr. Kadirhan Sunguroğlu’nu, Prof. Dr.
Ahmet Buran’ı, Servet Kabaklı’yı, Prof. Dr. Ferit Yusupov’u,
Doç. Dr. Ercan Alkaya’yı, Robert Minnullin’i, Fenzile
Cevherova’yı, İlmir Yamalov’u doya doya alkışlamıştık.
Bu muhteşem gecenin sonunda konuklarımız’a, sanatçı
kardeşlerimize, değerli bilim insanlarımıza çiçek ve katılım
belgeleri takdim edilirken; ben bu anlamlı geceyi
taçlandıran sanatçı dostlarımız ile kucaklaşarak onlara
teşekkürlerimi sunmuştum.
ÖMER FARUK ER
Sırada Elâzığ halk türküleri var. Mahalli
sanatçılarımızdanPaşa Demirbağ, Mustafa Döner, Nihat
Kazazoğlu, Naci Sönmez, Osman Bulut ve Yalçın Turhan solist
olarak katılıyorlar. Onlar sahnedeki yerlerini alırken ben
de bu sazendelerimizi tanıtmak istiyorum.
Klarnet: Veysel Oruç; Cümbüş: Fethi Açıkgöz; Ud: Yavuz
Örnekçi; Kanun: Harun Yıldırım; Keman: Umut Kocamanoğlu ve
Ritim sazlar: Ekrem Oruç-Recep Oruç.
Değerli Konuklar, bu konserimizde bir farklılık olsun dedik
ve müziğimizi Süleyman Çakmakçı, Osman Ayaz, Ömer
Tanrıverdi’den oluşan Otantik Halk Oyunları Topluluğu ile
güzelleştirdik. Sizleri sanatçılarımızla baş başa
bırakıyorum ve Harput Müziği icra heyetimizi yönetmek üzere
alkışlarınızla usta sanatçımız Nihat Kazazoğlu’nu sahneye
davet ediyorum.
KAZAN’DAN HARPUT’A
Tarih 26 Ekim 2013 Cumartesi. Tataristan Özerk
Cumhuriyeti’nden gelen konuklarımızla Elazığ’da
geçireceğimiz yeni bir güne daha merhaba demenin sevincini
yaşıyorduk. “Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat Buluşması” nın bu
günkü gündemi yine yoğundu. Günün bir kısmı geziye
ayrılmıştı. Gezinin ilk durağı bin yıllık Türk şehri
Harput’tu. 1085 yılından itibaren sırası ile İlhanlıların,
Dulkadiroğullarının, Akkoyunluların, Safevilerin ve
Osmanlıların önemli şehirlerinden biri olan Harput; Süt
kalesi, camileri, kendine özgü yapıları, yatırları ile
tarihin yüzlerce olayına tanıklık etmişti.
Dost yüzlü, umman gönüllü insanı, zengin folkloru, içli
müziği, yemek kültürü ile ziyaretçilerine unutamayacakları
güzellikler sunan bu müze şehri, Tataristan’dan gelen
konuklara Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Harputlu Servet
Kabaklı tanıttı. Kurşunlu Cami, Arap Baba, Çemşit Hamamı,
Sarahatun Camisi, Şefik Gül Harput Evi, Ulu Cami…
12. yüzyıl ortalarında, Artuklu hükümdarı Fahreddin
Karaaslan döneminde yaptırılan Ulu Cami; dikdörtgen planlı,
kalın duvarlı, eğri minareli bir Selçuklu şaheseri.… Ulu
Cami’nin kıbleye bakan kısmında secdeye varan dut ağacının
yanı başında durup Harput Kalesini seyrettik. Çaylarımızı da
Kayabaşı’ndan Elazığ’ı seyrederken yudumladık.
Tarihi çınarın gölgesinde merhum Ahmet Kabaklı hocamızın
aziz dostu Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ile Prof. Dr. Ferit
Yusupov ve Robert Minnullin ile Arap Baba Türbesinde,
Fenzile Cevherova, Robert Minnullin ve Prof. Dr. Ferit
Yusupov ile Şefik Gül Kültür Evinde ve yine Servet Kabaklı
ile Kayabaşı’nda söyleşiler gerçekleştirdik.
SERVET KABAKLI: Harput’ta
Kayabaşı’ndayız, misafirlerimiz Türk dünyasının büyük
hocası, rehberi, Cumhuriyet Döneminde Türk dünyasının ilk
defa ilmi haritasını yapan ve gönüllerimize nakşeden Sevgili
Hocamız Nevzat Yalçıntaş Beyefendi. Efendim,yine Kazan
Devlet Üniversitemizden gül gönüllü güzel hocamız rehberimiz
Ferit Yusupov Bey, hemen yanı başımda Tataristan’ın büyük
sanatçısı, büyük şairi oralarda halk şairi de derler. Yani
çok nadir devlet sanatçılarından biri olan aynı zamanda
gazeteci-yazar ve fikir adamı, Tataristan Milli Meclisi’nin
başkan vekili olan Tataristan milletvekili AzizDostumuz
Robert Minnullin Bey. Hemen yanı başımızda Fenzile
Hanımefendi de yine Tataristan Kültür Bakanlığı’nda aynı
zamanda Kazan Devlet Üniversitesinde Öğretim Üyesi ve Kazan
folkloru kültürü sanatı ile ilgili ilmi çalışmaları olan bir
kardeşimizdir. O da bugün bizim misafirimizdir. Dün gece
bizlere muhteşem bir konser veren Tataristan’daki
kardeşlerimizin musiki esintilerini Harput musikisine
taşıyan birleştiren kardeşimiz İlmir Yamalov Bey, buradadır.
Elaziz’den değerli eğitimci şair Hadi Önal Bey, Şener Bulut
Bey, Manas Yayıncılık Genel Direktörü Mehmet Cemal
Çiftçigüzeli ve Nevzat Gökalp Bey de buradadır. Fırat
Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölüm
Başkanı Doç. Dr. Ercan Alkayada bizimle beraberdir.
Ömer Faruk Er, dün gecemizi muhteşem sunan kardeşimizdir.
Cemil Kabaklı, sevgili kardeşim bizimle beraber gençlerimiz
buradadır. Fırat Üniversitesi ile Kazan Federal Üniversitesi
arasında imzalanan iş birliği protokolünün henüz daha dumanı
tüterken ilk olarak Tataristan’dan Kazan’dan yüksek lisans
yapmak için Elaziz’e gelen güzel kızımız Güzel Şemsiyeva
Hanımefendi, böyle bir ortamda Kayabaşı’ndayız. Bu
karşımızda ki Artuklu Hükümdarı Balak Gazi’nin heykelidir.
Harput’un ilk fatihi Balak Gazi’nin heykelidir. Bu heykeli
yapan da benim de öğretmenim olan Nurettin Orhan’dır.
Namıdiğer Deli Nuro’dur. Allah rahmet eylesin.
Misafirlerimizle birlikte bugün Harput’taki tarihi mekanları
gezeceğiz. Çınaraltı, Kurşunlu Cami, Arap Baba, Süt Kalesi
ve diğer eserleri misafirlerimize anlatacağız.
Prof. Dr. NEVZAT YALÇINTAŞ:
Hissiyatım derinlere gidiyor. Otobüsten iner inmez, Kabaklı
ailesinin bugünkü temsilcisi Servet Beyefendi, bize kısa
güzel bir tanıtım yaptı. Tanıtımdan önce bir çınar gördük.
Osmanlı medeniyetinin simgesiymiş. Osmanlı nerede kök
salmışsa orada da bir çınar ekmiştir. Bu, arkamızda olan
çınar 300 seneyi temsil ediyor. Haşmetiyle böyle bir çınar
Beyazıt’ta da var. Onun da ismi çınar altıdır. Böyle bir
çınar Bursa’da da var; Kütahya’da da var. Üsküp’te de
gördüm. Demek ki Osmanlının simgesi daimilik, uzun ömürlülük
ve kollarını açarak himaye etmek, gölgelemek sadece bir
manzara olarak değil. İnsanlarını imparatorluğun içindeki
insanları Osmanlı Türk’ü kollarını açarak 600 sene korudu.
Hem de 600 sene sadecebiz değil yabancılar da korumuştur.
Yabancı tarihçiler “PaksOttomana” dediler. Osmanlı Barışı,
taa Cezayir hudutlarından Basra Körfezi’ne, oradan Kafkas
Dağlarının zirvelerine ve Tuna’ya kadar bir Osmanlı surudur.
Tuna’yı da aşmıştır. Mesela, Ukrayna iki defa tam 69 sene
Osmanlı’nın himayesi altına girmiştir. Kime karşı Moskova
Knezliği’ne yani prensliğine karşı. Osmanlı çınarları
oralarda da var ve bir Kurşunlu Cami ismi böyle konur.
Ankara’da eski Ankara’ya çıkarken Atpazarı, Samanpazarı yani
Selçuklu Cami vardır. Oraya çıkarken bir Kurşunlu Cami
görürsünüz. Osmanlı’dan Kırım’da da görürsünüz.
Biz de Harput’ta otobüsten indik. Servet Kabaklı kardeşimiz
zatı alinizin öncülüğünde Osmanlı Türk İslam medeniyetinin
kalpgâhına girdik ve onun için müteşekkiriz.
Prof. Dr. FERİT YUSUPOV: Sayın
Hocalarım, sayın kardeşlerim, bizim için Tataristan’da çok
bayram düzenlediniz. Bu bayramda hayretler içerisinde kaldık
ve çok memnun olduk. Halkımızı, dilimizi, tarihimizi,
dinimizi ululamanız için çok teşekkürler ederiz. Bunu
Tataristan’a döndükten sonra milletimize anlatacağız. Bizi
Türkiye’de tanıyorlar; bizi Türkiye’de ululuyorlar.
Tukay’ımızı nasıl ululadığınızı bu bayramlar içinde üç gün
yaşadığımızı bildireceğiz. Öğrencilerimize söyleyeceğiz.
Bizim dostluğumuz ne kadar büyükmüş ne kadar temelleri
sağlammış diye düşündük. Onu da gelecek kuşaklara anlatmak
bizim borcumuzdur. Çok teşekkürler ederiz, çok memnun olduk.
Çok büyük hissiyatlar yaşıyoruz.
Prof. Dr. FERİT YUSUPOV: Arap
Baba hakkında rivayetleri Kazan Tatarları da biliyorlar.
Benim bilgim vardı. Havaalanında uçağa binme anında bir
gencimiz geldi ve dedi ki; “Ben Türkiye’yi gezdim. Siz
Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Ben: “Elâzığ’a gidiyorum.”
dedim ve hayret etti. “Ben Elazığ’a gittim. Arap Baba
türbesini ziyaret ettim.” dedi. Bize çok tavsiyelerde
bulundu. “Mutlaka orada olacaksınız.” dedi. İnanmadım. Allah
nasip etti ve burada dualarımı ettim.
ROBERT MİNNULLİN: Biz aynı dili
konuşan aynı tarihten gelen aynı kültüre mensup olan kardeş
halklarız, dolayısıyla kendimizi misafir gibi değil de adeta
kendi yurdumuzda geziyormuşuz gibi hissediyoruz. Bu ortamın
tadını çıkarmaya çalışıyoruz. Çok beğendik, çok güzel bir
ortam, önceki zamanlarda Türkiye’yi sadece kitaplardan
okurduk. Televizyonlardan izleyip o şekilde bilgi alırdık.
Allah’a çok şükür ki bugün artık buralara gelip geziyoruz.
Kendi gözlerimizle görüyoruz ve bu güzellikleri yaşıyoruz.
Tataristan’da bir atasözü var: “Tatar tutmadığına
görmediğine inanmaz” ben de bir şair olarak burada çok
duygulandım, çok hislendim. Bu da bana ilham verecek,
umuyorum ki yeni şiirler yazmama vesile olacaktır.
FENZİLE CEVHEROVA: Hiçbir halk
tarihsiz olmuyor, medeniyetsiz olmuyor. Harput’a
baktığımızdamuhteşem, ne kadar güzel bir kültür medeniyet
ortaya koyulmuş. Gerçekten bunu hayretle, sevinçle
izliyoruz. Burada yaşayan halkın ne kadar önemli bir
medeniyete ve kültüre sahip olduğunu da şu an içeride
gördüğümüz eşyalardan da cihazlardan da anlaşılıyor. Bu
güzel evin içinde gördüğümüz eşyalardan hareketle bile bu
halkın ne kadar misafirperver olduğunu, bir soba etrafında
15 kişi 20 kişi ağırlayarak ikramlarda bulunabileceğini de
tespit edebiliyoruz.
Bize göre doğası çok farklı olsa da buralar daha farklı,
buranın da kendine has kendine özgü bir kültürü var. Bu da
aynı zamanda bir zenginlik arz ediyor. Dünyanın her yerinden
buraya gelen turistler de bu zenginliklerden ve bu görselden
nasibini alarak gidiyor. Şu anda büyük odada oturuyoruz.
Girerken dikkat ettim, küçük odalarda bile her şey en ince
ayrıntılarına kadardüşünülmüş,hem gelen konukları ağırlamak
için hem de evde yaşayan halk için aynı şekilde
düşünüldüğünü görüyoruz. Ayrıca bu evi gezerken bizim Tatar
evleriyle ortak unsurları da vardır. Bunu da aynı kökten
geldiğimizin bir göstergesi olarak kabul ediyorum. Bu da
ayrıca bizi mutlu ediyor. Dün geceki konserde bu halkın
büyüklüğünü bir kez daha görmüş olduk. Bugün de bunu
pekiştirmiş olduk. Size başarılar diliyorum ve teşekkür
ediyorum.
ROBERT MİNNULLİN: Bu eve
girince çocuklukta köyde yaşadığım evi aklıma getirdim. Onu
hayal ettim. Çünkü içerisine bakınca her ne kadar bizim
yaşadığımız ev daha küçükse de içindeki malzemelere
baktığımız zaman çok büyük benzerlikler ve ortaklıklar
olduğunu gördüm. Duvarda gördüğümüz gaz lambası bizde
kerosen lambası denilirdi. Şu kanepelerin divanların
üzerindeki işlenmiş o güzel motiflerini gördüm. Duvardaki
halıları gördüm, bunları görünce demek ki aynı milletin
evlatları olduğumuzu bir kez daha anladım. O mutluluğu bir
kez daha yaşadım eğer imkân olsaydı burada yaşamak isterdim.
İLMİR YAMALOV: Ben Türkiye’ye
gelirken evlerin binaların çok güzel olduğunu işitmiştim.
Geldiğimde de bunu gördüm. Evlerin içine girdikten sonra
anladım ki insanlar evlerinden çok daha güzelmiş. Bu
insanları gördükten sonra anladım ki Türkiye’yi seviyorum.
Prof. Dr. FERİT YUSUPOV:
Hürmetli Türk dostlarım, Türk kardeşlerim. Burada yahşi
gönüllü insanlar yaşamıştır. Bende de Robert Minnullin gibi
imkânım olsaydı, ben de burada yaşamak isterdim.
FIRAT İLE İDİL’İN KUCAKLAŞMASI
Harput’tan sonra sırada Keban gezisi vardı. Keban’la
birlikte bir de büyük görev… Tataristan’dan Türkiye’ye gelen
konuklarımız yanlarında Rusların Volga adını verdikleri İdil
Irmağı’nın suyunu da getirmişlerdi. İdil’den getirilen suyu
Tataristan Türkiye kardeşliğinin harcı olması dileği ile
Fırat’a dökecektik.
Keban Kaymakamı Hayrettin Baskın, ilçe Emniyet Müdürü Sami
Tanrıverdi, İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Aydoğan Şahin,
Devlet Su İşleri Mühendisi Tahsin Yazıcı, Keban- Çırçır
Alabalık tesislerinin yetkilisi Ayhan Şimşek’in heyetimize
gösterdiği ilgi her türlü övgünün üzendeydi. Birlikte Çırçır
Şelalesini, Keban Alabalık tesislerini, Keban Barajını
dolaştık. İdil’den getirilen dostluk ve kardeşlik suyunun
Fırat’a dökülmesi duygulu bir o kadar da anlamlıydı.
Konuklarımız, İdil ırmağının suyunu Fırat’a dökerken
gözyaşlarını da İdil’den getirilen suyla birlikte akıttılar
Fırat’a.
Suyun suya kavuşması aldı götürdü bizi umuda, umutlara.
Milletleri ayakta tutan, geleceğe taşıyan hayalleridir
şüphesiz. Neden, olmasın dedik kendi kendimize… Neden Türk
dünyasının birliği Aynı dili konuşan, aynı inancı paylaşan,
aynı tarihin evlatlarının yaşadığı bu muazzam topraklar
üzerinde neden bir Türk Birliği kurulmasın? Dünyanın
istikrarına, barışına; insanın, insanca yaşamasına hizmet
edecek böylesi bir birliğe dünyamızın o kadar çok ihtiyacı
var ki…
M. ŞENER BULUT: Efendim,
Tataristan’dan gelen misafirlerimize Harput’u gezdirdikten
sonra yine hep birlikte Keban ilçemize geldik. Keban,
Elazığ’ın en önemli ilçesi. Keban’ın önemi de Türkiye’nin en
önemli barajının bu ilçemizde olmasıdır. Fırat Nehri’nin bu
ilçemizden akıyor olması nedeniyle Keban’ın ismini ülkemiz
sınırlarının ötesine de taşıyor. Biraz önce Keban
Kaymakamımız Sayın Hayrettin Baskın misafirlerimizi
ağırladı. İkramlarda bulundular. Sayın Kaymakamımıza,
teşekkür ediyoruz. Üç gün dolu dolu programlarla
geçen‘Elâzığ Kazan Kültür ve Sanat Buluşması’na katılan
misafirlerimizle birlikte unutulmaz hatıralar yaşadık,
yaşıyoruz. Birazdan konuklarımızın İdil Irmağın’dan getirmiş
oldukları bu suyu dostluğumuzun ve kardeşliğimizin bir
simgesi olarak Fırat’a dökeceğiz ve nehrin suyu ile Fırat’ın
suyu buluşacak. Ben öncelikle sözü Doç. Dr. Ercan Alkaya
hocamıza vermek istiyorum.
Doç. Dr. ERCAN ALKAYA: Bugün
önemli bir gün, günün anlam ve öneminden Şener Bey bahsetti.
Fakat, ben biraz sonra niçin önemli bir gün olduğuna tekrar
değineceğim. Öncelikle İdil Irmağı ile ilgili bilgi vermek
gerekirse Tataristan’dan başlamak gerekir. Daha doğrusu
İdil-Ural bölgesinden başlamak gerekir. Tataristan Özerk
Cumhuriyeti bugün İdil-Ural bölgesinde yerleşen bir bölge,
İdil Irmağı da aynı zamanda Avrupa’nın en büyük nehri.
Tataristan’ın batı çizgisinden akan İdil Irmağı yaklaşık 280
kilometrelik bir alandadır. Tataristan’dan geçerek
akmaktadır. Yine bir diğer büyük nehir olan Kama Nehri de
ülkenin doğu çizgisinden akmaktadır ve bu Kama Nehri’ne de
Ak İdil ve Vyatka dediğimiz iki nehir koşularak bunlar
ilerde bir dirsek yaparak Kuybişev denilen bölgede
birleşmektedirler. Dolayısıyla İdil, Avrupa’nın en büyük
nehri olduğu gibi Tatarlar için de özel anlamı olan bir
nehirdir. Fırat Nehri’nin bizim için ne kadar önemli olduğu
gibi büyük şairimiz Arif Nihat Asya, bir şiirinde şöyle
diyor:
Şu yakın suların
Kolu neden bükülmez
Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin
Benden doğar, bana dökülmez
Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum
İdil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum
Sangaryos’u Sakarya yapan
İkonyum’u Konya yapan dille konuşurdum.
Evet, bir zamanlar İdil’le, Tuna’yla Nil’le konuşurduk.
Bunun ne demek olduğunu sanırım izah etmeme gerek yok.
İleride Dicle, Fırat, Aras tekrar bizden doğduğu gibi tekrar
bize dökülür mü bilemem? Ama biliyorum ki bugün İdil
Nehri’nin suyu Fırat Nehri’ne kavuşacak. Tıpkı dün Kazan
Elâzığ’la buluştuğu gibi bugün de İdil Nehri’nin suyu Fırat
Nehri’nin suyuyla buluşacak. Bu bakımdan bugün çok önemli
bir gün, çok anlamlı bir gün. Ben bu bilgiyi verdikten sonra
hepinize teşekkür ediyorum. Buraya Tataristan’dan teşrif
eden ilimize gelerek bizleri onurlandıran çok değerli
konuklarımıza da ayrıca teşekkür ediyorum.
M. ŞENER BULUT:Ercan Hocamız,
İdil Irmağı ile ilgili bizleri bilgilendirdi, kendisine çok
teşekkür ediyorum. Şimdi de Fırat Nehri hakkında Keban Hidro
Elektrik Santrali İşletme Müdürü Sayın Tahsin Yazıcı
Beyefendiye söz veriyorum.
TAHSİN YAZICI:Öncelikle bütün
konuklarımıza hoş geldiniz, diyorum. Şu anda Keban
Barajı’ndayız. Gövdenin üzerindeyiz ve Fırat Nehri’nin
başındayız. Göle doğru 5 kilometrelik kısım. Fırat daha
öncesinde Karasu, Murat, Munzur, Peri suyu, Çaltı suyu
birleşerek Fırat Nehri’ni oluşturuyor. Fırat Nehri’nin ana
kolları bunlar, 15 kilometre ötede Karasu ile Murat
birleşiyor. Fırat oluşuyor. Fırat’a burada Keban barajının
gövdesiyle gem vurduk. Ortalama 4.5 kilometre genişliğinde
125 kilometre uzunluğunda 680 kilometrekare yüzey hacimli 31
milyar metreküp hacimli bir göl yaptık. Bu Türkiye’nin şu
anda üçüncü büyük gülüdür. Van Gölü, Atatürk Baraj Gölü,
Keban Baraj Gölü böyle bir yapı içerisindeyiz. Şu anda tabii
tam bir dostluk örneği gösterildi. Keban Baraj Gölü’nde şu
anda 10 metre düşük olan bu su seviyesinin düştüğünü duyan
Tatar konuklarımız İdil Nehri’nden su getirmişler, bu
vesileyle konuklarımıza çok teşekkür ediyorum.
M. ŞENER BULUT: Fırat Nehri
hakkında da bizleri bilgilendiren Keban Hidro Elektrik
Santrali İşletme Müdürü Sayın Tahsin Yazıcı Beye teşekkür
ediyoruz. Efendim, bu tarihi anda Tataristan Milli Meclis
Başkan Vekili Tataristan Halk Şairi Robert Minnullin ve yine
Fenzile Cevherova, Prof. Dr. Ferit Yusupov ve İlmir Yamalov
Keban Kaymakamı Sayın Hayrettin Baskın,
Kebanlıhemşehrilerimiz, Ayhan Şimşek Bey hep birlikte
törenimizi gerçekleştirebiliriz
HAYRETTİN BASKIN:Tataristan’dan
gelen misafirlerimizi Keban ilçemizde ağırlamaktan dolayı
son derece mutlu olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Ata
topraklarımızı sulayan İdil Nehri ile Fırat’ın sularını
birbirine karıştırmak suretiyle ata yurdumuzda yaşayan
akraba topluluklarıyla yeniden bütünleşmemize ve bu
kardeşliğimizi bir üst noktaya taşımamıza bir ruh olmasını
bir ışık olmasına vesile olmasını diliyorum. Bu güzel
buluşmaya katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum.
ROBERT MİNNULLİN: Biz İdil
boyundan, Kama boyundan o nehirlerin olduğu bölgeden geldik.
Bizim nehirlerimizin olduğu bu yerlerde büyük barajlarımız
var, Ancak bizde böyle büyük dağlar yok. Yine de bir şekilde
barajlar yapmamız gerekiyor, bunun tabii ki elektrik
enerjisine olan ihtiyacımızdan kaynaklandığını söylemek
istiyorum.
Bir de bunun olumsuz tarafları oldu. Çünkü, bu barajların
yapılmasıyla birçok köyümüz Tatar köylerimiz de ortadan
kalkmış oldu. Umarım sizde de böyle durumlar yaşanmamıştır.
Öyle düşünmemin sebebi de böyle yüce dağların olması
Allah’ın size bir lütfu olsa gerek. Bu andan itibaren bu
suları karıştırmamızla İdil ile Fırat birlikte akacaklar
inşallah. Bundan sonra Tataristan ve Türkiye birlikte akar,
birlikte yoluna devam eder diye umuyorum.
KARDEŞ TÜRK TOPLULUKLARIYLA İLİŞKİLER
26 Ekim Cumartesi günü akşam, saat 19’da İlbey Otelindeyiz.
MÜSİAD Elâzığ Şubesinin misafiriyiz. Konu; “Kardeş Türk
Toplulukları ile İlişkiler” Oturum Başkanı Sanayi ve Ticaret
Eski Bakanı Ali Coşkun; konuşmacılar: Prof. Dr. Nevzat
Yalçıntaş, Prof. Dr. Ferit Yusupov, Prof. Dr. Hasan Tahsin
Fendoğlu, Servet Kabaklı olunca sürüp giden söyleşilerin
tadına doyum olmuyor.
Toplantıya, Milletvekillerimiz Zülfü Demirbağ ve Sermin
Balık, MÜSİAD Elazığ Şubesi Başkanı Av. İbrahim Gök, iş
insanları, Fırat Üniversitesi Öğretim üyeleri ve Elazığlı
yazarların da hazır bulundukları oldukça kalabalık bir
davetli topluluğu katılmıştı.
Türk edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı, bu güzel
toplantının sonunda yaptığı kısa değerlendirmede: “Türk
Birliği” konusunda hedeflerimizi zenginleştirmemizin elzem
olduğunu vurgulamıştı. Evet, toplantının sonunda dili bir,
dini bir, tarihi ve kaderi ortak bu büyük milletin
birlikteliğinin temel ilkelerini oluşturan Gaspıralı
İsmail’in de ifade ettiği gibi “Dilde, fikirde, işte birlik”
anlayışı ve yeni bir anlayışla geleceğe yürümeliydik.
Manas’ın faaliyet arşivinde çok önemli bir yere sahip olan
“Elazığ Kazan Kültür ve Sanat Buluşması” Elazığ’ı ve
Kazan’ı, bilimin ve sanatın aydınlığında yeniden
buluşturmuştu.
PROF. DR. FERİT YUSUPOV’UN MEKTUBU
Elazığ’ı Düşlerimde Görüyorum
Türkiye ve Tataristan hakkında ne kadar da kitap yazılmış!
Gazetelerde, dergilerde, radyo-televizyonlarda her gün, her
dakika haberler gelmekte... İki kardeş halkın birbirlerini
yakından tanımak, ortak iş birliği yapmak, bilim sırlarını,
kültürel yeniliklerini değiştirmek amacıyla şahsi
gayretlerini ortaya koyanları taşımak için, arı gibi uçup
duran uçaklar da yetişemiyor. Yüzyıllara uzanan ayrılıktan
sonra nasip olan sıcak kavuşma mutluluğu da inşallah uzun
yıllar devam eder.
İstanbul’da olmak, onun eski sokakları, binaları, muazzam
müzeleriyle huzur bulmak, sıcak, güzel denizlerine dalıp
dünya meşakkatlerimizi unutmak... Biz Türkiye’yi bu şekilde
düşünürdük. Kendim de bizzat böyle zannederdim. Taa ki
Elâzığ’a gelene kadar...
Elâzığ ile ilgilenmem tam bir yıl önce başladı. Benim,
Rusya’nın üçüncüüniversitesi olarak kabul edilen Kazan
Federal Üniversitesinin 200. kuruluş yıldönümü vesilesiyle
düzenlenen bilimsel eserler yarışmasında 500 kitap arasında
birincilik ödülüne layık görülen “Tatar Şive Dilinin
Morfolojisi” adlı eserimin, Elâzığ’da faaliyet gösteren
Manas Yayıncılık tarafından basılabileceği bilgisine vakıf
olmamdan sonra, bu basım işi benim gönlümün en derin
köşesinde yer etti.
Elâzığ, İstanbul’dan kara yolu ile 18 saat, hava yolu ile 2
saatlik mesafedeymiş! Benim için bu uzak şehre gitmek,
maceralı bir seyahate dönüştü. Dile kolay, eskiden bu
yollardan hacca gitmek için atalarıma bir yıldan fazla zaman
gerekirmiş. Çok gezen, çok seyahat eden dostlarım bana
Moskova üzerinden Ankara’ya, Ankara’dan da Elâzığ’a gelmek
kolay olur, düşüncesini aşılamaya çalıştılar. Ben ise
tamamen farklı bir yoldan gitmeyi düşünmeye başladım.
Kazan’dan İstanbul’a uçak ile İstanbul’dan otobüse binip,
Türkiye’nin manzaralarını seyrede seyrede, Elâzığ’a
gelmek... Benim öğrencilerim bütün dünyayı böyle
dolaşmışlar...
İstanbul’daki dostlarıma bunları söyleyince, katıla katıla
güldüler, tabii ki...
Ekim ayının sıcak günlerinden birinde, hepimiz de büyük bir
heyecanla, İstanbul’dan Elâzığ’a gitmekte olan uçaktaydık
artık. Benim için bu seyahat, diğerlerinden farklı olarak,
alışılmışın dışında bir olay olduğundan, hemen
sakinleşemedim. Yerli yersiz hostese yolun uzunluğunu,
yolculuğumuzun ne kadar süreceğini, benim bu ülkeden birisi
olmadığım meyanında çeşitli sorular sordum. Yanımda oturan
hocam, dostum Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, her zamanki
sakinliği ile beni rahatlatmaya çalışsa da fayda etmedi.
Benimle seyahat eden arkadaşlarım yol boyunca rahat rahat
gitseler de ben iki saat gözümü dahi kırpmadım. Nereye
gidiyorum, bu macera acaba nasıl sonlanacak?
Uçak, Elâzığ toprağına, bir annenin sevgili çocuğunu
kucağından alıp yere indirmesi gibi, zamaneye uygun olarak
inşa edilmiş güzel terminal binası karşısına gelip kondu.
Bizi Fırat Üniversitesinin hocalarıyla, Manas Yayıncılık’ın
yetkilileri karşıladı.
Bayram, ikinci gün başladı. Mihmandarlarımız, köylerimizdeki
dedelerimiz gibi, önemli işleri sabah erkenden
başlatıyorlar. Nevzat Yalçıntaş Hocamız, daha bir iki yıl
önce olmayan değişimlere, yeni yapılan idari binalara,
onların pek zevkle zamanın teknolojisiyle donatılmasına
büyük bir sevinçle bakarak ilerliyoruz. Biz de Türkiye’nin
en uzak köşelerinden biri olan Elâzığşehrinin böyle
görkemli, böyle güzel, bütün hayatı ile kendisinin buna
layık olduğunu derinden anlayan bir il olduğunu aklımıza
bile getirmemiştik.
Biz dediğim, Tataristan Cumhuriyeti Milli Meclis Başkan
Yardımcısı, Tataristan ve Başkurdistan Cumhuriyetlerinin
halk şairi denilen unvan Rusya’da yalnızca bu iki
cumhuriyette var. Onu, cumhurbaşkanlarıözel ferman ile ilan
ediyorlar: O, halk için anlatılması güç muhteşem bir bayrama
dönüşüyor. Pek çok uluslararasıödülün sahibi, şair Robert
Minnullin, Tataristan Kültür Bakanlığı’nın Geleneksel Halk
Kültürünü Geliştirme Merkezi Müdürü, Kazan Devlet
Üniversitesi Öğretim Üyesi Fenzile Cevherova Hanım’dır.
Allah, onu halk cevherlerini öğrenmesi için özel olarak
yaratmış“Sornay” halk dansları grubunun en genç sanatçısı,
Kazan Kültür Üniversitesinin hocası İlmir Yamalov ve ben
Kazan Federal Üniversitesi Öğretim Üyesi, Tataristan’ın ünlü
bilim adamı Prof. Dr. Ferit Yusupov.
Bizi asıl hayrete düşüren ve sevindireni ise Elâzığ’daki
gönül insanlarının bizim yani Tatar bilim adamlarının ortaya
koyduğu eserlerin değerini anlayıp, bu işin yalnız onlar
için değil, bütün bilim âleminin istifadesine sunulması
gereken çalışmalar olduğunu kavrayıp faaliyet
göstermeleriydi. Öylesine bir şey değil, bu gayret iki ülke
Türkiye ve Tataristan’ın sınırlarını da aşıp bizim bugünkü
ve şimdiki gelecekteki hayatımızı doğru bir şekilde idame
ettirmeye olan inançtır. Bu alanda çalışanlara büyük bir
güven kazandırdı. Yine mihmandarlarımızın, Elâzığ’da bizim
gerçekleştirdiğimiz çalışmalara vakıf olmaları, faaliyetin
başarılı geçmesi için ellerinden geleni esirgememeleri de
bizi ayrıca sevindirdi. Bu durumu öncelikle, kendini doğru
bir şekilde anlamak, onu bütün insanlık karşısında ortak bir
düşünce kalıbına sokarak anlatmak, çok nadir memleketlerin
yöneticilerine has bir özellik olarak değerlendiriyorum.
Demek Elâzığ’da bizim karşılaştığımız insanlar gerçek manada
halkın gerçek evlatlarıdır. Onlar halka hizmet ettikleri
için büyükler, bunun için bahtlılar. Bu vesileyle biz bütün
Elâzığ halkına hayran kaldık. Demek ki, Elâzığ halkı da
böyle yöneticilere layıkmış. Alman devlet adamıBismark, “Her
halka layık olduğu idareciler nasip olur” diye boşuna
söylememiş.
“Elâzığ-Kazan Kültür ve Sanat Buluşması” adlı bayram dört
gün boyunca devam etti. Bu faaliyeti hazırlayan kişilerin
derin bilimi geniş ufukları hepimizi hayran bıraktı. Dört
gün boyunca önemli meseleleri gündeme taşımak, Fırat
Üniversitesi’nin hocalarının bu tür işlerde oldukça
tecrübeli olduklarını gösteriyor. Bu faaliyetin merkezini
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü teşkil ediyor.
Bu büyük orkestrayı ise halklarımızın dostluğunu derinden
anlayan gönlü zengin, alp yürekli, hürmetli Şener Bulut Bey
idare etti. Onun da tecrübesi büyükmüş. Elâzığ’a Türk
Dünyasının ünlüşahsiyetlerinden kimler gelmemiş ki!
İdareciler, Şener Bulut’un bu kutsal çabasını takdir
ediyorlar, gördüğümüz kadarıyla, büyük saygı gösteriyorlar.
Bundan dolayıdır ki, dört gün boyunca programı
düzenleyenlerin, faaliyete katılan önemli konukların,
herkesin yürekleri beraberce çarptı. Salonlar tamamen
doluydu. Bu faaliyet, büyük bir bilimsel etkinlik gibi
gerçekleştirildi. Faaliyeti takip edenler, Tataristan
Cumhuriyeti, onun halkı, sanatı, kültürü, eğitim sistemi
hakkında genişçe bilgi aldılar.
Küreselleşme şartlarında Rusya’da azınlık teşkil eden Tatar
halkının ve dilinin durumu ne olacak? Bu konuyla ilgili
konuşanlar, Tatar Türkçesinin, Tatar okullarının kaderi
hakkında üzüntülerini dile getirdiler. Tatar Türkçesinin
bugünkü durumu, geleceği, öğretimi hakkında da değerli
bilgiler verildi. Bugün Tataristan’da uçaklar,
helikopterler, okyanuslarda yüzen gemiler yapılsa da ana
dili koruma konusunda büyük zorluklar yaşanıyor. Tatar
Türkçesi esasında yalnızca aile dili olarak kullanılıyor.
Şehirlerde yaşayan Tatarlar, Tatar Türkçesinin kullanım
imkânlarının daraldığını görüp çocuklarını her yıl Tatar
okullarına daha az gönderiyorlar. Tatar okulları yalnızca
köylerde bulunuyor, yükseköğretim kurumlarında Tatar
Türkçesiyle eğitim verilmiyor.
Fırat Üniversitesi ile Kazan Federal Üniversitesi arasında
ortak iş birliği yapılması için anlaşma imzalanması,
bilimsel alanda iş birliğinin yolunun açılmasına vesile
olacak. Bu minvalde Fırat Üniversitesi Çağdaş Türk Lehçeleri
Edebiyatları ile Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinin gayreti
ile öğrenci, öğretim elemanı değişimi başladı bile. Şu anda
Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde bir kız öğrencimiz yüksek
lisans eğitimi alıyor. Yıl başında aynı bölüme bilim
derecelerini yükseltmek için Kazan’dan bir grup öğretim
elemanı daha gelecek. Bu bölümlerle ortak bilimsel projeler
yapılmasına önem veriliyor.
Elâzığşehrinde gerçekleştirilen bu muhteşem faaliyet,
ülkelerimiz arasında her iki halk için de hava gibi gerek
olan birliktelik ve kardeşlik bağlantılarının gerçekleşmesi,
gerçekleşenlerin de daha yukarı seviyeye taşınması için
kutsal bir işin başlamasına vesile oluyor. Biz,
birbirimizden yüz yıla yakın ayrı yaşasak da aynı milletin
çocukları olduğumuzu bir kez daha anladık. Konukseverlik
Türk milletinin tamamına has bir durumdur. Türk
dostlarımızın konukseverliğinin ise eşi benzeri yok.
Tatarlarda bir atasözü var: “Misafir ağırlamayan misafirin
kıymetini bilmez” biz, sizin konukseverliğinizi kendimize
örnek alıp, çocuklarımıza vasiyet olarak bırakacağız .
Elâzığ topraklarında gezmek, Elâzığ’a yüksek tepeler
üzerinden bakmak, onun konuksever halkı ile olan
sohbetlerimiz, her birinin baht yüklü güleç yüzü
gönüllerimizdeuzun zaman saklanır diye düşünüyorum.
Hepimizin de gönlümüzün bir teli Elâzığ’da kaldı.
Bu seyahat esnasında, Türkiye ve Tataristan üzerinden akan
Fırat ve İdil Nehirlerinin sularını sembolik olarak
birbirine katılması hadisesi de gönüllerimizi coşturdu.
Binlerce yıldır birbirlerinden çok uzak topraklarda akan
nehirler gözlerimizin önünde hiçbir zaman ayrılmamacasına
kavuşup, büyük bir deryaya dönüştüler. Nehirlerle birlikte
birbirlerinden ayrı yaşayan halklarımız da öz kardeşleriyle
kucaklaştılar. Onların yüreklerinde yüzlerce yıldır saklana
gelen hasret, kaygı, mutluluk bizim gözlerimizden yaş olarak
süzüldü. Gönüller öylesine yumuşadı ki, bu duygular hepimiz
için de çok tabii olarak hissedildi. Uzun bir ayrılıktan
sonra, öz kardeşler böyle kucaklaşır işte!
Mutluluk dolu dört gün boyunca bu bayrama nur üstüne nur
saçıp benim yanımda en kıymetli hocalarım, dostlarım Nevzat
Yalçıntaş, Ali Coşkun, Servet Kabaklı, Mehmet Cemal
Çiftçigüzeli ve onun yardımı olmadan hepimizin elsiz ayaksız
kalacağıçok kıymetli, aziz Nevzat Gökalp vardı. Onlar, benim
hayatımda en manevi günüm olan Türkiye Türkçesiyle basılan
kitabımın, çocuğumun doğumunun mutluluğuna iştirak etmek
için gelmişlerdi. Bu elbette, bizim yirmi beş yıldır devam
eden dostluğumuzun ortak meyvesi oldu.
Bugün, biz daha önce hepimiz için de tanıdık olmayan,
uzaklığı, sihirli dağları ile bizi biraz endişelendiren
Elâzığşehrinde olsak da ertesi gün artık aziz
topraklarımızdaydık.
Kazan’ıma dönüşümün üzerinden epey zaman geçmiş olsa da ben
her gün tan atmadan önce aynı düşü görüyorum. Sanki, ben
Elâzığ’dan uzak olmayan bir dağ başından gönlümün en derin
köşelerine yerleşen Elâzığ’ı gözlüyorum. O, masmavi bir nura
gark olmuş. Bu sihirli mavilik, bütün etrafa yayılmış. Mavi
nur, Allah’tandır derler. Düşümü Rabbimiz bu toprakları
mukaddes, insanlarını bahtlı yaratmış diye yorasım, Elâzığ
halkına ömür boyu sağlık esenlik, ak bahtlar dileyesim
geliyor.