Ölümünün 50. Yılında
Harputlu Şair Mustafa Sabri Efendi
Tarih: 8 Şubat 2007
Yer: Elazığ Devlet Korosu Konser Salonu
Saat: 19. 00
Manas / Haber
Manas Yayıncılık olarak 1870 – 1956 yıllarında yaşamış olan,
Harputlu şair Mustafa Sabri Efendi’nin ölümünün 50. yılı
münasebetiyle 8 Şubat 2007 Perşembe günü anma toplantısı
düzenledik. Elazığ Valiliği, Elazığ Belediyesi, Fırat
Üniversitesi, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve MÜSİAD Elazığ
Şubesi’nin katkı verdiği proğramda şairin hayatı ve edebi
şahsiyeti bir dizi etkinlik halinde kültür ve sanat
dünyasının gündemine taşındı.
Yapılan hazırlıklar çerçevesinde yayınevimiz, Dr. M. Naci
Onur tarafından hazırlanan Harputlu Şair Mustafa Sabri
Efendi (İnceleme-Metin) adlı eser yayınevimizin kültür
eserleri dizisinin (6) numaralı eseri olarak yayınladı. 191
sayfadan oluşan kitapta yazarın “Önsöz”ünden sonra Harputlu
Şair Mustafa Sabri Efendi’nin hayatı, edebi şahsiyeti ve
şiirleri yer aldı.
Toplantıya Elazığ Valisi Muammer Muşmal, Elazığ Belediye
Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, Elazığ Emniyet Müdürü Mehmet
Tekin, Baro Başkanı Rüstem Kadri Septioğlu, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Fırat Üniversitesi Eski Rektörü
Prof. Dr. Fevzi Bingöl, Fırat Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kavaz, MÜSİAD
Elazığ Şubesi Başkanı Avukat İbrahim Gök, Fırat Üniversitesi
öğretim üyeleri Prof. Dr. Ahmet Buran, Yrd. Doç. Dr. Ercan
Alkaya, Elazığlı yazarlar Bedrettin Keleştimur, R. Mithat
Yılmaz, Hadi Önal, Ergün Yılmaz, M. Faik Güngör ve kalabalık
bir davetli katıldı.
Sunuculuğunu Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü 4. sınıf öğrencisi Veysel Karaca yaptığı program
İstiklal Marşı’nın okunması ile başladı. Ardındanda açılış
konuşmalarına geçildi. Kürsüye ilk olarak gazeteci yazar
Bedrettin Keleştimur davet edildi. Daha sonrada MÜSİAD
Elazığ Şubesi Başkanı Avukat İbrahim Gök bir konuşma yaptı.
Açılışın ardından Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölüm Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kavaz “Anadolu’nun Bir Şiir
Şehri Olarak Elazığ” konulu bir sunum gerçekleştirdi.
Programın son konuşmasını Harputlu Şair Mustafa Sabri Efendi
adlı eseri kültür dünyamıza kazandıran, Dr. M. Naci Onur
davet edildi “Mustafa Sabri Efendi ve Şiir Dünyası” konulu
bir konuşma yaparak eseri hakkında bilgi verdi.
Devlet Korosu’ndan Konser
Program verilen aradan sonraki bölümde Kültür ve Turizm
Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği korosu tarafından
verilen konser ile devam etti. Hakan Çetinay yönetimindeki
Koro, Harput türkülerinden oluşan bir program sundu. Mahalli
sanatçılarımızdan Nihat Kazazoğlu ve Paşa Demirbağ’ın da
konuk sanatçı olarak katıldığı programda; Koro
sanatçılarından Filiz Çetinay, Erdal Özer, Lokman Özdemir ve
Mehmet Demir birbirinden güzel Harput türkülerini
seslendirdiler.
Konserin tamamlanmasından sonra toplantının gerçekleşmesinde
emeği geçenlere plaketleri takdimi yapıldı. Harputlu Şair
Mustafa Sabri Efendi adlı eseri kültür dünyasına kazandıran
Dr. M. Naci Onur’a ve programa konuşmacı olarak katılan
Prof. Dr. İbrahim Kavaz’a plaketleri Elazığ Valisi Muammer
Muşmal tarafından verildi. İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik
Türk Müziği Korosu Şefi Hakan Çetinay’a plaketleri Elazığ
Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu tarafından verildi.
Baro Başkanı Rüstem Kadri Septioğlu, MÜSİAD Elazığ Şubesi
Başkanı Avukat İbrahim Gök ile Elazığ Belediyesi Kültür
Müdürü İbrahim Özgen Erdoğmuş’a; Elazığ Emniyet Müdürü
Mehmet Tekin mahalli sanatçı Paşa Demirbağ’a; Fırat
Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fevzi Bingöl mahalli
sanatçı Nihat Kazazoğlu’na; Fırat Üniversitesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Ahmet Buran ressam Selami Gedik ile Dr. Tamer
Kavuran’a ve son olarak da Sivrice Belediye Başkanı Hasan
Karabulut Fırat TV Adına Öğretim Görevlisi Memduh Yağmur’a
birer plaket verdikten sonra program sona erdi.
Veysel Karaca
Ey dil ne durursun demidir başla figane
Çün andelibane
Har oldu gülistan-ı visal döndü hazana
Kar yağdı çemene
Kan ağlayın ey didelerim siz de bu hale
Her vakt-i seherde
Şimden geri yâd kılınız ol şâh-ı hubana
Ay girdi dumana
Gamlanma gönül gam geçer Allah kerimdir
Rahman ü rahimdir
Sabri hele sabr et döner elbette zamane
Kalmaz rakibane
Sayın Valim,
Sayın Belediye Başkanım,
Sayın Rektörüm,
Basınımızın güzide temsilcileri ve
“Bu oyun hiç bitmesin, bu ateş hiç sönmesin,
Birlik ruhu tutuşsun bizim Çaydaçıra’dan”
Diyerek kalplerin kandillerini tutuşturan değerli
Elazığlılar;
Tarihin yüzlerce olayına tanıklık eden ve her karış toprağı
ayrı bir giz ve güzellik taşıyan Harput’umuzun yetiştirdiği
değerlerden biri olan Şair Mustafa Sabri Efendi’yi ölümünün
50. yıldönümünde anmak üzere toplandığımız bu geceye hepiniz
hoş geldiniz.
Programımızı saygı duruşu ve İstiklal Marşı’mızla
başlatacağız.
Şimdi sizleri Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, silah
arkadaşları ve aziz şehitlerimiz hatırasına saygı duruşuna
davet ediyorum.
Değerli Konuklar; programımızın açılış konuşmasını yapmak
üzere Sayın Gazeteci-Yazar Bedrettin Keleştimur’u kürsüye
davet ediyorum.
Bedrettin Keleştimur
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım ve kıymetli misafirler.
Yıllar yılı politikalarımız kültürsüzlük kültürü oldu.
Çocuklarımızı ve gençlerimizi bir akıntıya bırakarak
“düşünme, eğlen” modasının kırık ve dökük, izbe yollarına
bıraktık. Sonra bilgi kirlenmesinden söz ettik. Kendi
insanımızın bir asır öncesindeki tefekkür ikliminden
uzaklaştığını gördük. Maddi zenginliğimiz artmış olabilir.
Teknolojik bakımdan birçok yeniliği yakalamış olabiliriz.
Bizim asıl aradığımız ruh ve gönül zenginliğidir.
Keyfiyetten çok kemiyete, nicelikten çok niteliğe daha fazla
önem vermemiz gerektiğinin burada altını çizmek isterim.
Elbette yayıncılık bir aşk, bir şevk, bir heyecandır. Milli
Eğitim Bakanlığı Devlet Kitaplarının 1970’li yıllarının en
büyük projesi ‘-bin temel eser’ serisiydi. Bu proje inanınız
bir Keban Barajı kadar ve ondan daha fazla öneme sahiptir.
Güzel bir başlangıçtı. Bizleri aşk derecesinde etkileyen bir
hareketti. Birçoğunun baskı adedine şöyle bir bakıyorum otuz
binlerle, kırk binlerle ifade ediliyordu. Bin temel eser 2.
beş yıllık kalkınma planı içerisinde de zikrediliyordu.
Dönemin başbakanı bu eserlerin önsözünde şu ifadelere yer
veriyorlardı: “Memleket fikir hayatına kazandırmak
istediğimiz değerler bakımından iyi seçilmesi gereken temel
kitaplar, okul öğrenimini desteklemek ve tamamlamak, Türk
gençliğinin kabiliyetlerinin geliştirilmesini ve bütün
vatandaşlarımızın faydalanacağı bir temel kitaplığın
teşkilini hedef almaktadır. Türkiye’nin 1970’li 80’li 90’lı
yıllarda belini büken, bir türlü yakamızı bırakmayan terör
oluyordu. Âşık Veysel’in dediği gibi uzun ince bir yoldayım,
gidiyorum gündüz gece, bilmiyorum ne haldeyim gidiyorum
gündüz gece. Türkiye’nin yayın hayatında ısrarlı dönemleri
olmuştur. Sanatı ilim muhiti besler. Bu dönemlere şöyle bir
baktığımızda Türk edebiyatının zirve isimleri bir aradadır.
Onların eserleri bütün Anadolumuz’da başucu kitapları
arasında yerlerini almışlardır. 8 Şubat 2001 tarihinde bugün
aramızdan ayrılan Ahmet Kabaklı gibi bu millete muallimlik
yapan onlarca insanı bir arada bir büyük asrın içerisinde
görmekteyiz. Kıymetli misafirler 21. asrın başlarındayız. Bu
ülkede roller değişti mi? Hayır. Sivil hayatın üstleneceği
sorumluluk düne göre katlanarak arttı. O sorumluluk bizlerde
milli bir tefekkür döneminin ancak Elazığ’da şu gecenin
atmosferini meydana getiren kurum ve kuruluşlarımızın
özverisini bir fazilet mücadelesi haline getirecek paylaşma
kültürüyle gerçek zemine oturacağı kanaati uyandırmıştır. O
kanaat, toplum bağrından edebi manada kendi kanaat
liderlerini şüphesiz çıkaracaktır. İşte bu heyecanı şehrin
yürüyüşü haline getirmek en büyük idealimizdir. Evlerimizi
kendi tarihimiz, kültürümüz, sanat ve edebiyatımız,
musikimizle buluşturacak eserlerle donatmak. 2006 yılının
Mayıs ayında Nimri Dede’yi andık, Aralık ayında Bedri
Hoca’yı, Şubat ayının gönül cemrelerinin düştüğü şu sıcak
atmosferde Harput’lu şair Mustafa Sabri Efendi’yi ölümünün
50. yılında anıyoruz. Aynı irfan kaynağından beslenen her üç
şahsiyet temsil noktaları bakımından o kadar önemli ki
toplumun bütün kesimlerinde yüksek bir kültür ve bizlere
bırakılan manevi anlamı büyük bir miras. Burada bir asır
öncesinin fotoğrafını bütün çizgileriyle taşımanın derin bir
heyecanını yaşıyoruz. Nimri Dede’yle, Bedri Hoca ile Mustafa
Sabri ile Beyzade Mehmet Nuri, Hacı Hayri Bey, Ömer Naimi
Efendi, Harputlu Rahmi, Abdulhamit Hamdi Efendi ve Fikret
Memişoğlu ve daha nice isimleri burada sayabiliriz. Mustafa
Sabri Bey, yaşadığı dönem itibariyle Harput’un yüzünü
bizlere eserleriyle aksettirirken cumhuriyet döneminin
esintileri de günümüze taşıması çok önemlidir. 8 Şubat 2007
tarihinde ölümünün 50. yılı münasebetiyle Mustafa Sabri
Efendi’yi anıyoruz. Mustafa Sabri Efendi ve Şiir Dünyası
isimli eseri kıymetli hocamız Naci Onur tarafından büyük bir
titizlikle hazırlandı. Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, MÜSİAD, İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu
ve Manas Yayıncılığın iş birliğiyle temelleri sağlam gökçe
bir çadır oluştu. Bu çatı altında Prof. Dr. İbrahim Kavaz’ın
“Anadolu’nun Bir Şiir Şehri Olarak Elazığ” konulu edebi
sohbetini de birazdan dinleyeceğiz. Elazığ Devlet Klasik
Türk Müziği Korosu Şefi Hakan Çetinay ile öyle inanıyorum ki
müstesna bir geceye imzalarını atacaklar. Musikimizin iki
usta ismi Paşa Demirbağ ve Nihat Kazazoğlu ise bizlere
merhum Mustafa Sabri Efendi’nin gönül dünyasını hoş
sedalarıyla taşıyacaklardır. Bu günleri şahsen şehrin tarihi
günleri olarak yorumlamak istiyorum. Öyle ki şehrimizde
ilkeli bir yürüyüş var. O yürüyüşü bir şuur haline getiren
bütün kurum ve kuruluşlarımıza burada müteşekkir olduğumu
özellikle belirtmek isterim. Her biri ufuk açan eserler
birbirini kovalıyor. Elazığ, tarihi Harput şehri misyonunu
en iyi şekilde temsil etmenin de huzurunu yaşıyor
diyebilirim. Bu heyecanın dalga dalga bütün ülke satına
yayılmasını o kadar çok arzu ediyorum ki, uluslar arası
Hazar Şiir Akşamları’yla bütün Türk dünyasına bir sevda oldu
yürek ve selama durdu. O selamı Türk dünyası hizmet
ödülleriyle bir anda taçlandıran bir şehir oldu. Bu şehir
kalemiyle, kelamıyla artık kıyama kalkmıştır. Bu günden
itibaren Elazığ’ı takip ediniz. Ondaki tefekkür dünyasının
zenginliğini o zenginlik şehrin önünde şüphesiz, başta
sosyal ve ekonomi olmak üzere diğer alanlarda da açacaktır.
Dünyayı yönetenlerin yastıklarında kalem, mürekkep ve kâğıt
olduğunu daha iyi düşünmeliyiz. Bir şey var ki bu ülkede yıl
içerisinde yayınlanan eser sayısı, kişi başına kitaba ödenen
para miktarı, yaşadığımız coğrafyadaki kütüphane sayısı,
bunlar tamamen gelişmişliğin temel işaretleridir. Çok ince
nüanslarla belirtmek isterim, kişi başına Norveç’te 137
dolar, Almanya’da 122 dolar, Belçika’da 100 dolar harcarken,
bir Türk maalesef 1 dolar bile harcamamaktadır. Yine kitap
okumaya ayırdığımız zamanı üzülerek belirtmek isterim ki biz
dünya ortalamalarının çok altındayız. Bir Amerikalı Bir
Türk’ün kitaba ayırdığı zamanın iki yüz katını ayırabiliyor.
Bir İngiliz, bir Japon seksen yedi katını ayırabiliyor.
Kitap sektörü dedik, bu sektörü öncelikle bir tefekkür
dünyası olarak algılamalıyız. İnsana her bakımdan gerekli
olan bilgi üretiliyor. Burada çok enteresandır, kitap
piyasası cirosu Amerika’da 23 milyar dolar, Almanya ve
Japonya’da 10 milyar dolar olurken Türkiye’de üzücü bir
rakam 30 milyon dolardır. Kişi başına düşen kitap sayısı
ise, İsrail’de 1150 kişiye bir kitap, Almanya’da 1040 kişiye
bir kitap, Japonya’da 1200 kişiye bir kitap düşmektedir.
Ülkemizde 90 bin kişiye bir kütüphane düşerken, sadece 90
kişiye bir kahvehane düşmektedir. Bütün bunların tersi
olarak değişmesini burada içtenlikle istiyor ve bu
hareketinde Türkiye’ye ışık saçacağına inanıyorum
Saygılarımla…
Veysel Karaca
Sayın Keleştimur’a teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Değerli konuklar, yine konuşmalarını yapmak üzere MÜSİAD
Elazığ Şubesi Başkanı Sayın Avukat İbrahim Gök’ü kürsüye
davet ediyorum.
İbrahim Gök
Sayın Valim, çok değerli Belediye Başkanım, Üniversitemizin
çok değerli mensupları, değerli hocalarım, çok kıymetli
daire müdürü arkadaşlarım, siyasi partilerimizin çok değerli
temsilcileri, kültüre değer veren Elazığ’ın kültür erenleri;
bu geceye hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Değerli dostlar, Elaziz ve öncesinde Harput, bölgenin kültür
merkezi. Dünyaya ışık tutmuş, dünyaya güzellik yansıtmış bir
memleket. Bu memleketi bugüne kadar değişik şekillerde
farklı algılayanlar olmuştur. Affedersiniz ama oturak
âlemlerinin yapıldığı, kültürün yozlaştığı, bir şekilde bu
güzelliğin yansımadığı bir memleket olarak görenlere işte bu
salon ve bu salondakileri bir araya getiren, bu gönül
erenlerinin verdiği bir cevaptır.
Mustafa Sabri Efendi’yi ben şu ana kadar duymamıştım; birkaç
gün öncesine kadar. Sağ olsun arkadaşlar bizlere bu hususu
getirdiğinde Elazığ’da Mustafa Sabri Efendi gibi zatların
yaşadığını öğrendik. Ve o dönemin çok sıkıntılı; Osmanlının
son dönemi, Cumhuriyet’in ilk dönemi. Savaşların olduğu
dönemler ve bu yıllarda milletimiz büyük sıkıntılarla
boğuşmak zorunda kalmış. Bu bölgedeki insanlara hikmet saçan
bu bölgedeki insanları motive eden bir zatın 50. ölüm
yıldönümünde anılmasının Elaziz açısından da bölge açısından
da çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Değerli arkadaşlar; Elaziz mümbit bir şehir. Elaziz
kültürüyle, sosyal yapısıyla, inşallah ekonomisiyle de
ileride çok daha güzel mesafeler alacaktır. İnşallah bunu
hep birlikte başaracağız. Kültür açısından baktığınızda
geçmişte Fuzuli’nin şiirlerinin bestelendiği bir memlekette
artık Mustafa Sabri Efendi’nin şiirlerinin de beste veya
diğer şekilde bu memleketin evlatlarına, gelecek nesillere
bir şekilde yansıtılması gerekir.. Bu programın
desteklenmesi amacıyla; MÜSİAD biliyorsunuz bir ekonomik
kuruluş, sivil toplum örgütü. Bu tür programlara bundan
sonra da destek vermeye devam edeceğimizi belirtiyorum.
Başta sayın valim olmak üzere, sayın belediye başkanıma,
kıymetli hocalarıma ve şehrimizin kültür ve sanat hayatının
sagıdeğer temsilcilerine şükranlarımı sunuyorum.
Veysel Karaca
Harput, Divan Edebiyatında önemli bir duraktır. Nice ilim
irfan sahibi insan yetiştiren bu coğrafya ve özellikle
Harput, son yüzyılın başlarında Anadolu’nun bir başka
şehrinde göremeyeceğiniz; hüzünlerin, sevinçlerin,
hasretlerin, ayrılıkların, kavuşmaların yoğun olarak
yaşandığı bir belde olmuştur. İşte duyguların yoğun bir
biçimde yaşandığı bu yörede divan tarzı şiirleri ile Mustafa
Sabri Efendi önemli bir yere sahiptir.
“ Yakışır mı âşıka maşûku kimdir bilmemek
Ayb değil mi sadıka ölmezden evvel ölmemek
Ayne layık mı ziyâ-yı âfitabı görmemek
Etme gaflet, çekme hasret, katre-i misl-i semek
Âlemi sirab eden derya-yı umman sendedir.”
dizelerinin sahibi olan kıymetli şairimiz, merhum Mustafa
Sabri Efendi’yi bizlere tanıtmak üzere Fırat Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. İbrahim
Kavaz’ı kürsüye davet ediyoruz. Buyurun sayın hocam. Prof. Dr. İbrahim Kavaz
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, üniversitemizin
değerli öğretim üyeleri, kıymetli misafirler, aziz
Elazığlılar.
Ölümünün 50. yılında Mustafa Sabri Efendi’nin anılması, yâd
edilmesi Türk kültür hayatında çok önemli bir yere sahip
olan, Elazığ’ın yetiştirdiği bu değerlerden birinin de bu
vesileyle yeni kuşaklara tanıtılması gerçekten kültürümüz,
edebiyatımız adına, Elazığ adına bir kültür ve şiir şehri
olarak Elazığ adına son derece memnuniyet verici bir
çalışma. Bu çalışmada evvela bu eseri Elazığ’a, dolaysısıyla
Türk kültürüne kazandıran değerli hocamız Dr. Naci Onur beye
ve bu kültür faaliyetlerini geldikleri günden beri
destekleyen hakikaten Elazığ’ın bölgede kültürün kilidi
olduğunu, daha 20 yıl önce geldiğimde buraya, değişik
vesilelerle müşahede etmiş ve söylemiştim. İşte bu kültürün
kilidi olan, Elazığ’a gelen, daha önceki valilerde olduğu
gibi, hâl-i hazırdaki Valimiz Muammer Muşmal beyefendinin,
Sayın Valimizin bu kültüre vermiş olduğu destekten dolayı
kendilerine ve manas yayıncılığın değerli mensuplarına,
gayret gösteren, çalışan arkadaşlara huzurlarınızda
teşekkürü bir borç bilirim. Sağ olsunlar.
Zaman gerçekten sınırlı olduğu için konulara fazla
girmeyeceğim. Yalnız birkaç hususu arz edip bir kültür
şehri, bir şiir şehri olarak Elazığ’ın yetiştirdiği Mustafa
Sabri Efendi gibi daha nicelerinin var olduğunu ve bunların
gün yüzüne çıkarılması lazım geldiğini, hepsinin mutlaka
yeni kuşaklara aktarılmasının son derece önemli millî bir
vazife olduğunu ve bunu yapanlara hakikaten şükran ve minnet
duymamız gerektiğini belirtmek isterim.
Günümüz insanında, yeni nesillerde bulunması lazım gelen
birinci özellik bilgidir artık. Bilgisiz toplumlar hiçbir
zaman kendilerini tanımayacakları gibi, geleceğe de hiçbir
şey aktaramayacaklardır. Dolayısıyla yeni nesillerde önce
bilgili olmak, sonra bilgiyi çevresindekilerle paylaşmak,
sonra bilgiyi uygulanır hale dönüştürmek gibi üç önemli
görevi vardır. Ancak hemen ifade edeyim ki bu çok önemli,
bilginin bu üç önemli vasfına sahip olmak, her insanımızın
birinci vazifesi olmakla beraber, kişinin bu dediğim hususu
tamamen mesleği ile alakalı bilgidir. Yani kişiler hayatta
bilgi bakımından iki önemli alanda kendini yetiştirmek
zorundadır. Bir, mesleki bilgiye sahip olmak, bunda yeterli
olmak, ikincisi, toplumsal bilgiye sahip olmak, içtimai
bilgiye sahip olmak ve bu hususta asla eksiğinin kalmaması
için gayret göstermek zorundadır. Tabi, mesleki bilgi
kişilerin gelişimini bireysel olarak sağlar ve bireysel
başarılarını arttırır. Ancak kişiyi içinde yaşadığı toplumla
uyuşmuş, toplumla bütünleşmiş bir kimlik halinde ortaya
koymaz. Öyleyse insanımızın mesleki bilgisinin yanında
toplumsal bilgiye de sahip olması son derece önemlidir.
Toplum, herkesin bildiği gibi, ortak değerler etrafında bir
araya gelmiş, bilinçli birlikteliktir. Toplumsal bilgi ise;
ortak değerlerin bilinmesi, ortaya çıkarılması, ortaya
konulmasıdır. Ortak değerler, kolektif bilincin ürünü olan
tarihi, kültürel ve manevi değerlerdir. Biz buna toplu halde
tinsel değerler diyoruz. Bu değerler, yani kolektif şuurun
ortaya koyduğu değerler, bir toplumu millet yapan, bir arada
yaşatan, birlik ve beraberliğini sağlayan, güçlü kılan ve
geleceğe taşıyan yegâne değerlerdir. İşte, bugün toplumsal
bilgiye sahip olmanın, son derece önemli olduğunu ve bu
bilgiyle ancak toplumun var olabildiği, millet olabildiği ve
geleceğe yöneldiğini hepimiz detaylı kaynaklardan görmemiz
mümkün. Sadece ana başlıklarıyla bunları size arz ediyorum.
Bu esasları arz ettikten sonra, şunu hemen ifade edeyim ki;
bugün işte burada toplanmamızda, önemli bir vesile olan
Mustafa Sabri Efendi işte bu toplumsal bilginin, bilinmesi
gereken toplumsal bilginin bir ferdidir. Milletin hafızasına
mal olmuş, tarihine mal olmuş, coğrafyaya mal olmuş bir
değer ve bu değer bize yaşadığı dönemin tecrübelerini, hayat
anlayışını, milletini ve milletinin belli bir
coğrafyasındaki yaşananları zamana taşıyarak, günümüze
aktararak eserleriyle, şiirleriyle bizlere seslenerek bugün
bize bizim eksiklerimizi adeta ihtar edecek güzellikleri
eserinde ortaya koymuş. Ama ne yazık ki, aradan geçen zaman
unutulmaya o ve onun gibi değerleri terk edince, millet
kültürsüzleşme hastalığını yaşamaya başladı. Manas
Yayıncılık’ın değerli mensuplarından açılış konuşmasını
yapan Bedrettin Beyin de ifade ettiği gibi kültürsüzleşme,
kültürü kaybetme son derece millet hayatında rahatsız edici,
millet hayatını perişan edici bir sıkıntıdır. İşte her bir
ferdimizin kendi anne babasını tanıdığı gibi, çevresini
tanıdığı gibi, günlük hayatta kendisine neler lazım
geldiğini bilmesi gerektiği gibi o çevresini, çevreyi çevre
yapan, bir kültür şehri yapan, Elazığ’ı bu günlere taşıyan,
geçmişini ve milletini millet yapan özelliklerini her
yavrumuz yedi yaşından başlamak üzere öğrenmek, tanımak,
bilmek ve bu bilgiyle millî varlığının bilincine sahip
olmak; işte bizi millet yapan, bizi güçlü yapacak değer
olarak karşımızda duruyor. İşte bugün güçlü yapacak değeri
tanımak, onu bilmek, hatta onun bize aktarmak istediği şeyi
düşünmek… İşte şuur budur. Kolektif şuur budur. Millî şuur
budur. Geleceğe bizi taşıyacak yegâne değerdir. Size sadece
Mustafa Sabri Efendi’nin birtakım şiirlerini okuyup onda
gördüğüm birkaç özelliği başlık halinde arz edip konuşmamı
tamamlayacağım.
Bakınız Mustafa Sabri Efendi neler yapmış? Mustafa Sabri
Efendi çevresinde rastladığı her hadiseyi şiirine
taşımıştır. Başka, Mustafa Sabri Efendi devrinin diğer bazı
Harputlu şairlerinde de görüleceği gibi divan şiiriyle halk
şiiri arasında bir köprü vazifesi görmüş. Türk edebiyatının
bu dönemi yani, 19. yüzyıldan sonraki dönemi bir terkip
edebiyatıdır. Çok zengin bir edebiyattır. Yeni Türk
edebiyatı dönemi dediğimiz tanzimattan sonraki yeni Türk
edebiyatı dönemi çok zengin bir birikimin ürünüdür. Ve bu
dönem İstanbul’da sadece neşv-ü nema bulmamış, Anadolu’nun o
kültür şehirleri olarak belli şehirlerinde de yansımalarını
bulmuştur. İnanınız bunlardan en çok yansıyan, bakınız ben
bazı Harputlu divan şairlerini incelediğimde gördüm ki
İstanbul’da bir ay önce yayınlanan bir dergi İstanbul’dan
Elazığ’a bir ay sonra geliyor. Bu gelen dergi burada birçok
kahvehanede okunuyor. Mesela Servet-i Fürun dergisi gibi. Ve
bakıyorsunuz o dönemde insanlar, o dönemin kabiliyetli
insanları ona nazireler yazıyor. Fikret’in şiirlerine, Türk
edebiyatının çok güçlü şiirlerine nazireler yazılıyor. Ve
birçok örneği var. Harput bu manada çok önemli bir kültür
şehridir. Ve diğer bir önemli özelliği de Mustafa Sabri
Efendi tasavvufi mizaca sahip. Ancak bu mizaç ile
kalenderanemeşrep yaratılışından gelen kalendermeşrep
tarzını bir araya getirerek hikmetle marifeti birleştirmiş.
Ve insanlara bir taraftan güzel vakit geçirecek sözler
söylerken ve musikiyi bestelenerek onun güzel bir nağme ve
ses haline dönüşmesini sağlarken diğer taraftan da üzerinde
bizim dinlediğimiz zaman düşünmemiz, anlamak için
düşünmemiz, hissetmek için düşünmemiz, duymak için
düşünmemiz gereken derin manalar sözün içerisine katmakta
büyük bir gayret ve başarı göstermiştir
Onun hayatıyla sanat âleminde şu kısa hadiseyi arz ettikten
sonra bitirmek istiyorum. Hayatının üç önemli safhası var.
Bu üç önemli safhayı da şiirine yansıtmış. Iztırabını,
duygularını, yokluklarını veya mutluluklarını şiirine
yansıtmış. Zaten büyük sanatçılarda biz şunu hep söyleriz
edebiyat tarihi açısından. Hayatıyla sanatı arasında
birliktelik, uyumluluk var mı yok mu? Türk edebiyatının çok
müstesna sanatkârlarına bakıyoruz. Mesela Mehmet Akif gibi,
Yahya Kemal gibi. Onun hayatının dönemlerine baktığımızda
şiirleriyle hayatının safhaları arasında tam bir uyum var.
İşte ben bu büyük Türk şairlerinin, bu milletin şairlerinin
bu özelliklerini Mustafa Sabri Efendi’de de görünce son
derece memnun oldum. İşte Anadolu’dan yetişen bir ses. Belki
Anadolu coğrafyasının her tarafında tanınmadı şimdiye kadar.
Ama Elazığ’da kaldı ve umuyorum ki bundan sonra her tarafta
tanınır. Bakınız hayatının üç safhası dedim, üç safhasında
da şiiriyle tam bir uyumun var olduğu bir kimlik sergiliyor
Mustafa Sabri Efendi. Evet, ilk yıllarında hayatından gayet
mutlu. Maddi durumu iyi. Hayata daima olumlu bakıyor. Bu
hayata olumlu bakış, şiirine aynen yansıyor. İlk dönem
şiirleri bu özellik taşıyor. İkinci dönemde ailevi
huzursuzluk ve bu dönemde de bedbin, huzursuz, ümitsiz ve
hayattan şikâyetçidir. Bu da şiirine yansıyor. Üçüncü
dönemde yokluk ve karamsarlık en ileri noktaya varıyor ve
son dönemindeki bu yokluk ve karamsarlık onun şiirinin bu
diğer özlemli, ızdıraplı, mutsuz tarafını teşkil ediyor. Ve
bu küçük divançesinde bütün dönemleriyle beraber mısra mısra
âdeta işlenmiş. Bununla beraber Elazığ’ın kültürünü işlemiş,
Elazığ’ın hayat tarzını işlemiş, Elazığ’ın yaşantısını
işlemiş. Evet, o bir terkip kurmuş. Nitekim Türk şiirinin
Tanzimat’tan sonraki özelliği de bir divan kültüründen ve
divan zevkinden süzülüp gelen bir tarafı. İkincisi, halk
irfanından süzülüp gelen tarafı. Üçüncüsü Batı şiir
tekniğinden süzülüp gelen tarafı. İşte Türk şiirinin
tanzimattan sonraki bu üç vasfını biz Mustafa Sabri
Efendi’de de görünce fevkalâde mütehassis oluyoruz ve bir
Elazığ’ın yetiştirdiği bu insanın hakikaten geç kalmış
olmakla beraber bugün tanıtılması, eserinin yeni nesillere
aktarılması, hakikaten bugün buna vesile olanların son
derece büyük bir iş yapmanın mutluluğunu duymaları ve
bizlerin de onlara teşekkür etmemizi çok önemli bir vazife
olarak kabul ediyorum. Bu vesileyle yazarına, Sayın
Valimize, Manas Yayıncılık’ın değerli mensuplarına bir daha
teşekkür ediyorum. Hepinizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum.
Sağ olun, var olun.
Veysel Karaca
Değerli konuklar; Mustafa Sabri Efendi hakkında çok uzun
araştırmalar yapmış olan ve kültür dünyamıza “Mustafa Sabri
Efendi” adlı eseri kazandıran Sayın Dr. Naci Onur’u kürsüye
davet ediyorum. Buyurun sayın hocam.
Dr M. Naci Onur
Sayın Valim, Sayın Rektörüm, Sayın Belediye Başkanım,
Üniversitemizin değerli Öğretim Üyeleri, Sayın misafirler.
Öncelikle bu toplantının düzenlenmesinde emeği geçenlere
teşekkürle sözlerime başlamak istiyorum.
Mustafa Sabri Efendi isimli eserim henüz neşredilmeden evvel
13 Ocak 2007’de Nazım Payam, 28 Ocak 2007’de Mustafa
Miyasoğlu ulusal bir gazetenin kendi köşesinde, Bedrettin
Keleştimur 06 Şubat 2007’de Günışığı Gazetesinin kendi
köşesinde bu kitapla ilgili bilgiler neşrettiler.
Leyla vü Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Vamık u Azra, Ferhad ü
Şirin gibi mesnevi yazan şairlerin çoğu hikâyelerine
başlamadan önce sebeb-i telif diye bir bölüm açar, orada bu
eseri manzum bir şekilde niçin yazdıklarını veya bu eseri
kendilerine yazdıran sebebi, sebepleri zikrederlerdi. Ben de
burada bu eseri meydana getirmeye beni yönelten sebebi
açıklamak isterim.
İki yıl evvel bir gün, Ziya ÇARSANCAKLI Bey’le görüşmüştük,
bana bir beyit okudu, beyit şöyleydi.
“Sana müjde acaib bir define çıktı meydana
Tükenmez bir hazine kese-i millettedir şimdi. ”
“Sana görülmemiş bir definenin meydana çıktığını
müjdeleyeyim, işte şimdi bu tükenmez hazine milletin
cebi(devlet malı)ve kesesidir. ”
“Bu beytin sahibi kimdir” diye sorduğumda, Ziya Bey, bana bu
beytin Harputlu Mustafa Sabri Efendi’ye ait olduğunu
belirtti.
Zaten ben de bu zat üzerinde çalışmayı düşünüyordum, dedim.
Böylece bundan iki yıl evvel Mustafa Sabri Efendi’nin torunu
sayın büyüğümüz ve değerli insan, eski müteahhitlerden
Yılmaz YALÇINDAĞ ile görüştüm, dedesine ait şiirlerin bir
fotokopisini bana teslim etti ve üzerinde çalışmaya
başladım. Kendisine huzurlarınızda bu hazineyi açtığı ve
okurlara sunmamıza yardımcı olduğu için, ayrıca
himayelerinden dolayı başta Sayın Valimiz olmak üzere bu
toplantıyı düzenleyen herkese, her kuruma, Belediye
Başkanına, Fırat Üniversitesi Rektörüne, Elazığ Devlet
Klasik Türk Müziği Korosunun şefine ve icracılarına,
MÜSİAD’a, Kültür Müdürlüğüne yine Harputlu Şair Mustafa
Sabri Efendi isimli eserin basımını üstlenen Manas
Yayıncılık’ın yöneticisi Şener BULUT’a şükranlarımı arz
ediyorum.
Mustafa Sabri Efendi’nin Hayatı
(1870-1956 )
Mustafa Sabri Efendi, 1870 yılında Harput’ta doğmuştur.
Harput Zaptiye Mektebi’nin baş kâtipliğini yapmış alim bir
şahsiyet olan Hasan Efendi’nin oğludur. Nesep olarak yörede
ve Harput’ta “Karacalı ailesi “ olarak bilinirler. Soyadı
kanunu çıktıktan sonra Yalçındağ soyadını almıştır.
İlk tahsilini Mahalle Mektebi’nde tamamladıktan sonra,
devrin önemli kültür merkezlerinden biri olan Harput’ta
medrese eğitimi görmüştür. Harput ve çevresinde çeşitli
görevler ifa etmiştir.
Kendisinin bir şiirinden de anlaşılacağı gibi, Pertek
ilçesinde kadı vekilliğine tayin olunmuş, iki yıl süreyle bu
görevi ifa etmiş, ancak Cumhuriyet Türkiye’sinde kadı
vekilliği kurumu kaldırılınca, onun da görevi sona ermiş, bu
durumdan son derece müteessir olmuş, bu münasebetle şu beyti
kaleme almıştır.
“Bir mürüvvet kıldı bahtım naib oldum Pertek’e
Tali-i bed-kârı seyret o da sürdü iki sal “
“Bahtım, cömertlik ve yiğitlik gösterdi ve Pertek’e (daha
önce Elazığ’a, şimdi ise Tunceli’ye bağlı ilçe) kadı vekili
oldum, şu kötü talihime bak ki, o görevim de ancak iki yıl
kadar sürdü. ”
Şair, 1915 li yıllarda çok büyük maddi sıkıntılar içine
düşmüştür. Bu dönemde şairliğiyle ve zenginliğiyle tanınan
asırdaşı Sungurzade Abdulkerim Efendi, Mustafa Sabri
Efendi’ye faydası olması kabilinden ve bir ücret ödemek
maksadıyla, bugünkü Elazığ merkez mahallelerinden Gümüşkavak,
eski ismiyle Hırhırik köyünde kendisine ait faal olmayan
değirmeninde bekçilik görevi vermiştir. Bu dönem, şairin
hayatının en talihsiz dönemlerinden birini teşkil eder.
Hayatının bir devresinde hanımının kendisini terk etmesi,
yalnız başına, çaresiz ve maddi sıkıntılar içinde kalması,
işsiz oluşu onu manen yıpratmış ve bedenen de takatsiz hale
getirmiştir.
Ziya Çarsancaklı Bey bir defasında, Mustafa Sabri Efendi’nin
Elazığ’da Gazi Caddesinde, eskiden Mehmet Tahir Efendi’nin
evinin bulunduğu, şimdi 50’ler Çarşısı’nın yerinde sırtı
duvara dayalı, kasketi de hafifçe yana doğru eğik vaziyette
bir elinde kâğıt, bir elinde de sabit kalem, diliyle kalemi
ıslatarak gelen ilhamla o andaki hayallerini şiirleştirerek
kâğıda döktüğünü bana anlatmıştı.
Mustafa Sabri Efendi, ömrünün son zamanlarını hastalıklarla
geçirmiş, sıkıntılara düçar olmuş, beşeri ilişkilerden
umduğunu bulamayınca da artık kendi ağacının kurumakta
olduğunun farkına varmıştır.
1956 yılında Elazığ’da vefat eden şair, Harput’ta Fatih
Ahmet Baba Türbesi’nin yanına defnedilmiştir.
Şiir Dünyası
Mustafa Sabri, zamanın kültür ve ilim merkezlerinden biri
durumunda olan Harput’ta yetişmiş olması itibariyle, derin
ve geniş bir şiir kültürüne sahip olmuştur. Kendisinden önce
yaşamış ve Harput’un yetiştirdiği mümtaz bir şahsiyet ve
divan sahibi Rahmi’den ve muasırı Hacı Hayri Bey’den
etkilenmekle beraber, Divan şiirinin batı yakasının
merkezini teşkil eden İstanbul’daki şairlerin eserlerinden
ve şiirlerinden istifade ettiği anlaşılıyor.
Divan şiiri ile halk şiiri arasında bir köprü vazifesi gören
şiirlerinde, her iki türün de güzel örneklerini bulmak
mümkündür. Mustafa Sabri Efendi’nin hayatını üç ana bölümde
incelemek yerinde olur. Hayatının ilk dönemlerinde; memnun,
mutlu, işi olan, tam olmasa bile maddi durumu iyi,
şiirlerini beşeri tarza ve sosyal hayata yönelik vücuda
getiren, şen, neşeli, özellikle de gazel tarzına ağırlık
veren Mustafa Sabri Efendi’yi tespit edebiliyoruz. İkinci
safha, hanımından ayrıldığı dönemdir. Şair; bu dönemde
ümidini, varlığını, benliğini, maddiyatını, moral gücünü,
netice olarak her şeyini ve her değeri kaybeder, hayatla
bağlarını koparmaya çalışır, yıkılır. Bu döneme bedbin,
ümitsiz olduğu ve beşeri tarzdan koparak, ilahi tarza geçiş
dönemi dememiz daha uygun düşer. Şu beyitler tespitimizi
teyit eder mahiyettedir.
“Bu hayaller dem-güzarken koptu mahşer başıma
Patladı bir ra’d-ı müthiş Sur-ı İsrafil misal
Yaktı yıktı hanmanım tarumar oldu yuvam
Çıktı elden mal u mülküm gitti evlad u iyal “
“Bu güzel hayaller ile vakit geçirirken, başımda mahşer
koptu, İsrafil’in düdüğü gibi korkunç bir gök gürültüsü
patladı.
Bu olay karşısında evim barkım yandı yıkıldı, yuvam perişan
oldu, dağıldı. Mal ve mülküm elden çıktı, çocuklarım ve eşim
benden ayrılıp gittiler. ”
Şairin hayatının üçüncü bölümü tamamen yokluk çektiği,
karamsar, madden ve manen perişan olduğu, hayattan bıktığı,
tasavvufa ve Allah’a yöneldiği, münzevi bir hayatı seçtiği,
zamandan, cemiyetten, kötü talihinden, kaderinden şikâyetçi
olduğu bir dönemdir. Bu durumu yine kendi şiirlerinin
muhtelif beyitlerinde görebiliyoruz.
“Yaz günü çıksam yola yüz bin belâ eyler zuhur
Pük eder boran olur başıma hem karlar yağar
Gülmedim dünyaya geldim geleli ben bir nefes
Gözlerimden aktı yaş gündüz gece misl-i Fırat”
“Yaz günüyse ve ben de yola çıkmışsam, bin türlü bela
meydana gelir. Tipi yapar, yağmur yağar, öyle rüzgârlar eser
ki karlar yağar, yollar kapanır.
Bu dünyaya geldim geleli bir an bile gülmedim. Gözlerimden
gece ve gündüz Fırat nehri gibi yaş aktı. ”
Mustafa Sabri Efendi’yi diğer Harputlu şairlerden ayıran en
önemli özelliklerden birisi, tasavvufi mizacıyla kalender-meşreb
hayatını bir arada sürdürmesi ve şiirlerine aksettirmesidir.
Şanssızlığının doğumundan itibaren başladığını ve bütün
hayatı boyunca kendisinin yakasını bırakmadığını söylerken,
bir ara bu bahtsız hayattan kurtulmak için intihara bile
teşebbüs edebileceğini yine kendi şiirlerinin bir beytinden
öğreniyoruz.
“Söyleyin Allah için müdhiş değil mi manzara
İntihar paklar beni Billahi bu efkâr ile”
“ Allah için doğru söyleyin, bu gördüğünüz (benim çektiğim
perişanlık ve ıztırap, hasret duygusu) manzara korkunç değil
mi? Billahi, beni bu ıztıraplı düşüncelerden ancak intihar
temizler. ”
Aruz veznini kullanırken ona hâkimiyetini tespit
edebiliyoruz. Divan şiirine hâkimiyet, aruz kurallarına
uyma, beyitler arasında manayı muhafaza edebilme, şiir
tekniği noktasında Divan şiirinin batı yakasını teşkil eden
şairlerin seviyesinde olduğunu söyleyemeyiz.
Şiirlerinin tamamını değil, fakat büyük çoğunluğunu matbu
olmayan Divançesinde toplamıştır. Divançede; 1 münacat, 5
kaside tarzında manzume, 4 murabba, 2 muhammes, 3 müseddes,
2 mersiye, 4 müstezat, 12 gazel, 3 tarih, 2 gazel tarzında
şiirle birlikte beyitlerden ve dörtlüklerden teşekkül etmiş
muhtelif manzumelerden oluşan 41 şiir yer almaktadır.
Eser, İstiğfar (Allah’tan af dileyiş) başlıklı şiirle
başlıyor, 20 dörtlük şeklinde tevhit mahiyeti arz ediyor.
“Geldim sana ya zü’l-kerim
Derdime derman isterim
Sensin ra’uf sensin rahim
Estağfurullahü’l-azim
“Ey cömertlik sahibi Allah, sana geldim ve derdime derman,
ilaç istiyorum, sen merhamet edensin ve esirgeyensin,
yüceler yücesi Allah’tan afv diliyorum. ”
İkinci şiir Nazire başlığını taşıyor ve 10 dörtlükten
müteşekkil, 3. şiiri “Bir Keyfsize Teselli “ başlığıyla 28
beyit şeklinde yazılmış. Keyifsiz kelimesi ile kendisini
kast ediyor. Bu manzumenin bir iki beytinden örnek verelim.
“Bir ferdi Hak sevince yar eyler anı rence
Sabrın güzel görünce ücret verir be gaye
Sabri-i ru-siyahı afveyle ya İlahi
Binlerce var günahı bağışla Mustafaya”
“Eğer Allah bir kişiyi seviyorsa, onu eziyet ve sıkıntıyla
dost eder, sabrını ölçer. Sabırlı olduğunu görünce, aşırı
derecede ücretle ödüllendirir.
Allah’ım yüzü kara Sabri kulunu af et, onun binlerce günahı
var, Peygamberimiz Muhammed Mustafa hatırına bunları
bağışla. ”
4. şiir Münacat (Allah’a yalvarış) şeklinde ve 29 beyit
tutarında. Bu manzume ilahi tarzda olup, şair durumunu
Allah’a arz ederken, ifade tarzı yönünden başarılıdır. Örnek
olması bakımından bir beytini buraya alıyorum.
“Akl u fikrim kafi gelmez intihab-ı mürşide
Son kelamım ya elin ver, ya bana göster bir el”
“ Beni aydınlatacak ve irşad edecek birini seçmeye aklım ve
düşüncem yetmez, son sözüm şudur, ya bana kendi elini ver
veya bana tutacağım bir el göster. ”
7. şiir, ”Kolcu” ismini taşıyor. İkinci Dünya Savaşı
yıllarında, şiirde ismi geçen kolcular, devletin resmi
görevlisi olarak vazife yapar ve köylünün ekini henüz
tarlada yaş iken hâsılatın ne kadar olacağını tahmin edip,
hasat zamanı devlete vereceği miktarı tamamı tamamına ister
ve alırlardı. Tahmin edilen miktarı elde edemeyen çiftçinin,
bunu tamamlayabilmek için komşularından buğday v.s. satın
aldığı veya hayvanını satarak bu eksikliği giderdiği çok
görülmüştür. Çok kere de köylü kendi malının hırsızı
durumuna düşmüştür.
Mustafa Sabri Efendi de o dönemde kolcu olmuş, olayı bizzat
yaşadığı için bu isimde yazdığı şiirde o günün gerçeklerini
dile getirmiştir.
“Olmak için muaşşir yalvar ü sızladım çok
Aldım cevab-ı reddi oldum hacil ü zarı
İhsan edip nihayet erbab-ı ehl-i vicdan
Bir köye kolcu oldum köy de köy olsa bari “
“Aşar memuru(köylünün mahsulünün onda birini devlet adına
tahsil eden) olmak için çok yalvardım ve sızlandım, ama red
cevabını alınca utancımdan yüzüm kızardı ve ağladım.
Sonunda vicdan sahibi kimseler bağışta bulunarak, beni bir
köye bekçi yaptılar, fakat köy de köy olsa bari. ”
Zamanımız olaylarını (Ahval-i Zamane) başlığıyla anlatan 32
beyitlik “şimdi” redifli şiir 8. manzume olarak yer alıyor.
Şair, cemiyetin bozuk yanlarını ayrı ayrı her beyitte dile
getiriyor. Bu çelişkilerin ve vakaların bugün bile devam
ettiğine şahit oluyoruz.
“Çekilmiş ehl-i irfan kuşe-i vahdettedir şimdi
Çekiptir hırkasın başa dem-i halvettedir şimdi
Ahali hak kelamdan doğru sözden tevbe etmiş
Yalanı söylemekte birbirin sebkattadır şimdi
Edeb gitti hayâ yitti rezalet tuttu dünyayı
Bozuldu halkın ahlakı köpek hilkattadır şimdi
Kemalin kıymeti yoktur eğer Namık Kemal olsan
Hamamda tellak olsun tazeler şöhrettedir şimdi”
“İrfan sahibi kimseler, şimdi yalnızlık ve birlik köşesine
çekilmiş, başına da hırkasını geçirip herşeyden uzak,
yalnızlık ve sessizlik zamanını seçmiştir.
Halk doğru sözden ve Allah kelamından söz etmekten sanki
tövbe etmiş, buna karşılık şimdi yalan söylemek konusunda
birbiriyle yarışıyorlar ve birbirlerinden çalıntı
yapıyorlar.
Şu zamanımızda terbiye bozuldu, utanma hissi kayboldu,
meydanı rezalet kapladı, halkın ahlakı bozuldu, köpek
yaratılışlı bir hale gelindi.
Şimdi Namık Kemal kadar şöhretli de olsan olgunluğun bir
kıymeti yoktur, hamamda tellak olan tazeler daha fazla
şöhret sahibidirler. ”
Şairin asıl şöhretini ve şairlik vasfını kazandığı manzumesi
“ Ey dil. . . ” diye başlayan müstezatıdır. Müstezat, lirik,
akıcı, ahenkli ve kulakta hoş nağmeler bıraktığı için
yaratılışa da uygun düşmektedir.
Eser içinde yer alan gazellerde önce beşeri aşka dayalı
terennümler, söyleyişler ve ifadeler yer alırken, şairin son
zamanlarında yazdığı gazellerde ilahi aşka dair beyitlerin
yoğunluğu dikkat çekiyor.
“Son nefesdir ey vefasız merhamet et dade gel
Murg-ı canım laneden pervaze müddet kalmadı “
“Son nefesimi vermek üzereyim. Ey sevgili, can kuşu
yuvasından uçmadan seni adil olmaya davet ediyorum, merhamet
eyle, sana iyi kulluk eden bana karşı bağışlayıcı ol. ”
“Göç yakındır kıl tedarik Sabri ahir rahına
Pak ol çirkab-ı dünyadan yeter gönlüm yeter. ”
“Ey Sabri, yolun sonuna geldik. Ahirete gitme zamanımız pek
yakındır. Artık dünyanın çirkefliklerinden temizlenmen ve
ahiret için hazırlık yapman gerekiyor. ”
Beşeri şiirlerinin hepsinde sevgiliye hitap vardır. Bir
müstezatında şöyle diyor:
“Ağlatma beni âşık-ı dil-hastayım ey yar
Gönlüm dolu efkâr
Ey yâr hele gel kalbimi yar gör ki neler var
Ol sen de haberdar”
“Ey yâr gönlü hasta bu âaşıkı ağlatma, zaten gönlüm
üzüntülerle dolu. Gel göğsümü yar ve içeride neler olduğunu
kendin gör, o zaman durumumdan haberdar olursun. ”
Millî Mücadele döneminde ülkede seferberlik ilan
edildiğinde, savaşın ortasında, halkın durumunun ne halde
olduğunu gösteren ve acilen manevi yardım için Allah’a, Hz.
Muhammed’in vasıta olmasını talep eden ve müseddes nazım
şekli ile vücuda getirilmiş 48 mısralık manzumenin son altı
mısraı şu şekilde bitiyor:
“Kaldı evlad u iyal bi-kes ü nalân ü garib
Çağrışıp feryad ederler ekl ü şürbden bi-nasib
Bu günahkâr kulları lutfunla kurtar ya Habib
Halıke eyle rica derdimize sen ol tabib
Ya Muhammed kıl meded imdada gönder himmetin
El-aman ya Mustafa pek muzdaripdir ümmetin”
“Bütün çoluk çocuk; yabancı, kimsesizler ağlar vaziyette
kaldılar, yeme ve içmeden yoksun inleyerek bağırıp
çağırıyorlar. Ey Allah’ın en sevgili kulu, bu günahsız
kullara şefaat ederek onları kurtar, Allah’a sen ricada
bulun da derdimizin doktoru ol. Ya Muhammed, bunların
hayatlarını kurtarmak üzere yardımlarını göndermeye gayret
et. ”
Elazığ’da tasavvufi ilmiyle tanınan ve birkaç yıl da
Fransızca öğretmenliği yapan, yörede Şeyh Kâzım Efendi diye
şöhret bulmuş olan merhum Kazım Agel’le yakın dostluğu
bulunan şair Mustafa Sabri Efendi, Yedigöz’deki bahçesinde
hasta yatağında iken Şeyh Kazım Efendi’ye 19 dörtlükten
oluşan manzum bir mektup göndererek bağına davet etmiş,
kendisini manevi yönden teselli, teskin ve tenvir etmesini
arzu etmiştir.
Bu davet manzumesini yazdığında şairin hastalığının
ilerlediğini, konuşmakta bile güçlük çektiğini, artık
yatakta olduğunu, manen irşad edilmek istediğini anlamamız
mümkündür.
“Ey name olma zalim gör hal-i pür melalim
Buldu hitam kemalim geldi tamam zevalim
Ben nutka bi-mecalim git söyle vasf-ı halim
Suzişle eyle takrir yalvar o kamkara”
“Ey mektup; zalim olma, hastalıklarla dolu şu halimi gör,
artık olgunluk çağım da tamamlandı ve öbür dünyaya göçme
zamanım geldi. Benim konuşmaya kuvvetim kalmadı, git bu
halimi ona tarif et. Bana lutfetmesi için o neş’eli dosta
yana yakıla ve yalvararak durumumu bildir. ”
Bazı vak’alara tarih düşürmek maksadıyla da şiirler vücuda
getirmiştir. Bu münasebetle Harput eşrafından âlim ve din
adamı Beyzade Efendi’nin (1810-1904) ölümü dolayısıyla
yazdığı manzumenin son beyti şöyledir.
“Vağfir lehu tarihi hem ağlayarak yazdı kalem
Kıl müstecab ya zü’l-kerem vağfir-lehu yevmü’l-kıyam”
“Allah’ın rahmeti ondan yana olsun, bu kalem onun vefat
tarihini ağlayarak yazdı, ey bağış sahibi(Allah), kıyamet
gününde Allah’ın bağışı ondan yana olsun, şeklindeki duayı
kabul et. ”
Yine şair, Harput’ta çok iyi tanınan meşhur alim Hacı Tevfik
Efendi’nin (1864-1951) mezar taşına kazınmayan, ancak
kazınır ümidiyle yazdığı 6 beyitlik şiirin son beytinde
şöyle diyor.
“Soldu gülşen uçtu bülbül laneden
Ruz u şeb kan ağlasın Harput ili”
“Onun ölümüyle gülbahçesi soldu, bülbü, yuvasından uçtu
gitti. Artık Harput ve Harputlular, kanlı gözyaşı döksün. ”
Harput’ta ve yörede Sarı Pişo namıyla tanınan Marbudi-zade
Reşid Efendi’nin oğlu Ahmet Bey (Marbutlunun Ahmet),
Harput’un son zamanlarında yetişen nadir delikanlılarından
biridir. Mustafa Sabri Efendi de bu aileyi yakından tanıdığı
için, ıslah olup yola gelmesini temin maksadıyla Sarı
Pişo’nun babasının ağzından oğluna nasihat yollu bir manzume
yazmıştır.
Ahmet Bey’in (Sarı Pişo), sarı saçlı, mavi gözlü, Enverî
bıyıklı, 160 kiloyu çenesi altına kadar kaldırabilecek güce
sahip, şık giyinen, yakışıklı bir kimse olduğu, onu
görenlerce naklediliyor. Şaşı Emine adında bir metresinin
bulunduğu da bilinmektedir. Alışam ve Hoğu (Yurtbaşı)
köylerinde öğretmenlik yapan ve evli, iki çocuk sahibi
olmasına rağmen Şaşı Emine’ye gönlünü kaptırmıştır.
Sarı Pişo, kalendermeşrep tabiatıyla tanınmış, ömrü işret
ile geçmiş, sazlı sözlü meclislerin müdavimi olmuştur. İçki
sofrasından yirmi dört saat hiç kalkmadan içtiğine rahmetli
Hadi Koçdemir, dayısı merhum Mahmut Kunter’le birlikte şahit
olduklarını kaydediyor. Şaşı Emine’nin ihtiyaçları ve
kendisinin içkiye aşırı düşkünlüğü sebebiyle işret
masrafları, meclis alemleri, onu hem madden hem manen
yıkmıştır. Bütün bu kötü alışkanlıklar sonucu öğretmenlik
mesleğinden ihraç edilmiş, daha sonra da Mazgirt’e tahsildar
olarak atanmış, burada da topladığı 3000 lirayı zimmetine
geçirdiği tespit edilince, jandarmaca kelepçelenerek
Elazığ’a getirilirken Pertek civarında, bir yolunu bularak
jandarmanın tüfeğiyle ve tetiğini de ayak parmaklarıyla
çekmek suretiyle intihar etmiştir. Bütün bu olaylardan evvel
Sarı Pişo’yu bu alışkanlıklarından vazgeçirmek için nasihat
babında Mustafa Sabri’nin yazdığı şiir oldukça manalıdır.
“Aç kulağın kıl kerem dinle sözüm
Bu gidiş doğru değil iki gözüm
Süflilik layık değildir şanına
Düşme girdaba yazıktır canına
Kadr-i namus bilmeyen bir nabekâr
Ya ne bilsin kim ne imiş kadr-i yar
Çolle olmak ne reva hâsıl-ı laf
Ben demeyim bari sen eyle insaf ”
“İki gözüm, bu gidiş doğru değil, cömertlik et ve kulağını
aç da sözümü dinle. . .
Senin şöhretine bayağılık yakışmaz, bu anafora düşme, canına
da yazıktır.
Namus ve iffetin kıymetini bilmeyen hayâsız (Şaşı Emine ,
sevgilisinin kıymetini ve kim olduğunu hiç bilmez.
Sana sokak adamı olmak yakışır mı? Sözün sonunu ben
söylemeyeyim, bari sen adaleti mantığınla yerine getir. ”
Şairin, İshak Sunguroğlu’nun Harput Yollarında isimli
eserinde de yer alan bir müstezatında platonik bir tarzda
ilgi duyduğu ve hoşlandığı çok genç bir bayana, yazmış
olduğu şiiri de oldukça hisli ve güzeldir.
“El sunma sakın kim dahi ol taze çiçektir
Yavrum küçücektir
Bağban ki senin vechini handan edecektir
Bülbül ötecektir
Elbette seni kucmaya bir el değecektir
Çağın gelecektir. ”
“O çiçeğe elini sürme sakın. Zira o henüz taze ve küçük bir
yavrudur.
O bahçıvan senin yüzünü güldürecek, neticede bülbül de gelip
üzerine konup orada ötecektir.
Zamanı geldiğinde, büyüdüğünde muhakkak bir el sana değecek
ve seni kucaklayacaktır. ”
Harputlu Divan şairlerinden 1802 doğumlu Şair Rahmi ile
Mustafa Sabri Efendi arasında geçen sürede birçok şairin
yetiştiği, eserler verdiği, bunların bir kısmının Hacı Hayri
Bey gibi beşeri, bir kısmının da Kanbalak-zade Hazmi gibi
ilahi tarzda tasavvufi şiirler meydana getirdiğini
görüyoruz. Bu arada, Efendi-zade Veysi, Çırpani-zade Ali
Haydar Bey, Çeribaşı-zade Ali gibi şahsiyetler de Harputlu
şairler arasındadır. Ancak Mustafa Sabri Efendi bunlar gibi
tek yönlü olmamış, hem beşeri hem de ilahi tarzı denemiştir.
Bununla beraber Osmanlı dönemi kültür ve şiir anlayışı ile
Cumhuriyet dönemi kültür ve şiir anlayışını birleştirmeği de
başarmıştır. Böyle olunca da Türkçeyi ön plana çıkarmış,
anlaşılır bir lisan ile ve “çolle” (sokak külhanbeyi) gibi
mahalli kelimeleri de zaman zaman kullanarak şiirler ortaya
koymuştur.
Eski ile yeni arasında köprü vazifesi gören bu şahsiyetin
şiirlerinde de hayal, fikir, kelimeleri yerli yerince
kullanma, aruza hâkimiyet, dil, anlatım, nazım şekillerini
seçme, mazmun ve edebi sanatları şiir içinde kullanabilme
yeteneğinin bulunduğunu tespit edebiliyoruz.
İstanbul’un dışında, birer taşra şehri hüviyetinde olan
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan böylesine garip ve
gölgede kalmış, hiç araştırılmamış veya hakkında yazılar ve
eserler verilmemiş kişilerin edebi kıymeti bulunan
eserlerinin aydınlığa kavuşturulması, son derece önemi
haizdir. Zira Mustafa Sabri Efendi ve şiirleri gibi
Anadolu’nun birçok ücra köşesinde yer almış şahsiyetler ve
onların şiirleri, eserleri bizim hazinelerimizdir. Onları
okuyucuya ve meraklısına; anlayacakları tarzda sunamadığımız
takdirde, karanlık köşelerinde, bizlere küskün kalmaya devam
edeceklerdir.
Ancak böyle bir eseri ortaya koyduğum için son derece
mutluyum, vazifemi yaptığımı zannediyorum.
Veysel Karaca
Değerli hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Programımız Kültür
ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği
Korosu’nun vereceği Harput Müziği konseriyle devam edecek.
Ardından teşekkür belgelerinin takdimi ile son bulacaktır.
Saygılarımla arz ediyorum.