Manas Yayıncılık
olarak Elazığ’ın yetiştirmiş olduğu kıymetli şair, yazar ve
gönül adamı Ziya Çarsancaklı için “Ziya Çarsancaklı’ya
Saygı” adlı bir toplantı düzenledik. Elazığ Valiliği, Elazığ
Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi, Elazığ İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü, Elazığ Belediyesi Kültür Müdürlüğü ve
Elazığ Musiki Konservatuarı Derneği’nin katkılarıyla
hazırladığımız program 21 Eylül 2011 Çarşamba günü Elazığ
Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi.
Programa İstanbul’dan
Ziya Çarsancaklı ile Elazığ Belediyesi eski başkanı Orhan
Gökçe Ankara’dan Devlet Sanatçısı Mustafa Turan, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Sivas Devlet Halk Müziği Korosu Sanatçısı
Zülfü Demirtaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet
Halk Müziği Korosu Sanatçısı Adnan Çilesiz. TRT Ankara
Radyosu Sanatçısı Muzaffer Ertürk misafir olarak katıldılar.
MANAS KÜLTÜR EVİ
Manas Yayıncılık
bünyesinde yürütülen çalışmalardan biri de kültür ve sanat
hayatımızda iz bırakan şahsiyetlerin adına düzenlediğimiz
toplantılar olmaktadır. Bu çerçevede düzenlediğimiz ilk
faaliyet “Yazı Hayatının 60. Yılında Şükrü Kacar” programı
olmuştu. Kültür çevrelerinde büyük heyecan uyandıran bu
faaliyetin ardından “Ölümünün 20. Yılında Nimri Dede”,
“Doğumunun 100. Yılında Elmas Yıldırım”, “Pulutlu Halil
Efendi’nin Hayatı ve Hatıraları”, “Doğumunun 105. Yılında
Mehmet Bedri Yücesu”, “Doğumunun 152. Yılında Abdullah
Lütfü”, “Ölümünün 30. Yılında Fethi Gemuhluoğlu”, “Ölümünün
50. Yılında Mustafa Sabri Efendi”, “Cengiz Aytmatov’a
Saygı”, “Altay’da ki Yüreğim Mağcan Cumabay”, “Bahaettin
Karakoç’a Saygı”, “Fikret Memişoğlu Anma Toplantısı”, “Ahmet
Kabaklı Anma Toplantısı”, “Şeref Tan Anma Toplantısı”,
“Tarık Tahiroğlu’nun Hatıralarıyla Elaziz’den Elazığ’a”,
“Manas’tan Osman Fahri Anısına Kitaplar”, “Cengiz Aytmatov
Anısına Kitaplar”, “Manas’tan Prof. Dr. Bahaettin Ögel
Anısına Kitaplar”, “Celal Güzelses’e Saygı”, “Enver
Demirbağ’a Saygı”, “Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ”,
Doğumunun 80. Yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ve son
olarak Ziya Çarsancaklı’ya Saygı toplantıları ile kültür ve
sanat hayatımızda iz bırakan faaliyetler düzenledik...
Oldukça mütevazı bir
arkadaş grubuyla ortaya koymaya çalıştığımız bu
faaliyetlerin heyecanını yaşayan, sorumluluğunu taşıyan bir
kuruluş olarak elbette ki bu çalışmalara daha fazla önem
verilmesini, desteklenmesini özellikle ifade etmek
durumundayız.
HAZIRLIKLAR BAŞLIYOR…
Elazığ’ın yetiştirmiş olduğu değerli şair, yazar ve gönül
adamı Ziya Çarsancaklı için düzenlediğimiz programın
hazırlık çalışmaları
Bedrettin Keleştimur, Hadi Önal ve M. Şener Bulut’un
idaresinde yürütüldü. Paşa Demirbağ, Nihat Kazazoğlu ve Dr,
M. Naci Onur’un danışmanlık yaparak destek verdikleri bu
faaliyete İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Elazığ
Belediyesi Kültür Müdürü Mustafa Ayık, Elazığ Musiki
Cemiyeti Başkanı Mehmet Kemal Perk, Fırat Üniversitesi
İletişim Fakültesi Öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tamer
Kavuran, Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim
Görevlisi Recep Bağcı, Günerkan Aydoğmuş, R. Mithat Yılmaz,
H. Ergün Yılmaz, Fırat Üniversitesi öğrencileri Remzi
Çalışır, Cengiz Çakmak, İlyas Kayaokay ve Taha Kaan Bulut
görev aldı.
Programın sunuculuğunu Fırat Üniversitesi Kütüphane ve
Dokümantasyon Daire Başkanlığı’nda Uzman olarak görev yapan
Saniye Bulut ile Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Araştırma Görevlisi Veysel Karaca yaptılar.
ZİYA ÇARSANCAKLI MANAS’TA…
“Ziya Çarsancaklı’ya
Saygı Toplantısı” kapsamında düzenlediğimiz etkinliklere
katılmak üzere Elazığ’a gelen misafirlerimiz 15 Eylül
Perşembe günü saat 13.00’te Manas Yayıncılık’ı ziyaret
ederek Elazığlı şair ve yazarlarla bir araya geldi.
Değerli şair yazar ve
gönül adamı Ziya Çarsancaklı, Elazığ Belediyesi eski başkanı
Orhan Gökçe yayınevimizde Elazığlı yazarlar tarafından
karşılandı. Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Elazığ
Musiki Cemiyeti Başkanı Mehmet Kemal Perk, Av. Doğan Özdal
Şükrü Kacar, Bedrettin Keleştimur, R. Mithat Yılmaz, Hadi
Önal, Günerkan Aydoğmuş, Yurdal Demirel, Öğr. Gör. Recep
Bağcı, Necati Demir, Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer
Aksoy, M. Faik Güngör, Doğan Sever, Zekeriyya Bican, Mehmet
Şükrü Baş, Nusret Özgen ve Yayın Koordinatörümüz M. Şener
Bulut’un hazır bulunduğu bu ziyarette misafirlere Manas
Yayıncılık tarafından gerçekleştirilen faaliyetler hakkında
bilgi verildi. Sohbet halinde devam eden görüşmenin ardından
konuklara “Tulum Peyniri”, “Öküzgözü Üzüm” ve “Kapalıçarşı
Fırınının Açık Ekmeği” ikram edildi.
ÇARSANCAKLI DOSTLARIYLA GÖLLÜBAĞ’DA BULUŞTU…
Elazığ’ın yetiştirmiş
olduğu değerli şair, yazar ve gönül adamı Ziya Çarsancaklı
için düzenlediğimiz etkinliklerin son programı24
Eylül Cumartesi günü, saat 13.30’da Harput- Göllübağ’da
gerçekleşti. Ziya Çarsancaklı’yı dostlarıyla buluşturduğumuz
bu etkinlik Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim
Görevlisi Recep Bağcı’nın Harput Göllübağ’daki bahçesinde
gerçekleşti. Programa Ziya Çarsancaklı, Devlet Sanatçısı
Mustafa Turan, Turgut Ozan, Orhan Gökçe, Lokman Tasalı,
Mustafa Döner, Doğan Özdal, Doğan Sever, Nihat Kazazoğlu,
Kadir Bağcı, Hüseyin Uygur, Yurdal Demirel ve Yayın
Koordinatörümüz M. Şener Bulut katıldı. Akşam saatlerine
kadar devam eden bu programda eski Elazığ üzerine sohbetler
yapıldı, mahalli musikimizin usta sanatçılarının okudukları
türkülerle eski hatıralar yâd edildi.
ÇARSANCAKLI’NIN MUHTEŞEM GECESİ
21 Eylül 2011 Çarşamba
günü Elazığ Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde “Ziya
Çarsancaklı’ya Saygı Gecesi” adı altında bir program
düzenlendi.
Elazığ Belediyesi
Kültür ve Kongre Merkezi’nde saat 19.30’da başlayan
toplantıya, Elazığ Valisi Muammer Erol, Elazığ Belediye
Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, İl Emniyet Müdürü Fahrettin
Coşkun, Devlet Sanatçısı Mustafa Turan, Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adem Tutar, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Erciyes Dergisi imtiyaz sahibi
Nevzat Türkten, Emekli Albay Lokman Tasalı, Elazığ
Belediyesi eski başkanı Orhan Gökçe, Kainat Küçük, Turgut
Ozan, Gültekin Koç ile Elazığlı şair, yazar ve sanatçılarla
birlikte kalabalık bir davetli topluluğu iştirak etti.
Programa onur konuğu olarak katılan Ziya Çarsancaklı bu
müstesna geceye eşi Nermin Çarsancaklı, kardeşi Türkan Bulut
ile birlikte katıldılar.
Program, İstiklal
Marşı’nın okunmasıyla başladı. Daha sonra açılış
konuşmalarına geçildi. Kürsüye ilk olarak gazeteci yazar
Bedrettin Keleştimur davet edildi. Ardından da Elazığ Musiki
Cemiyeti Başkanı Mehmet Kemal Perk bir konuşma yaptı.
Toplantının birinci
bölümünde Ziya Çarsancaklı’nın edebi hayatı ve kişiliği
hakkında konuşmalar yapıldı. Eğitimci yazar Hadi Önal, “Ziya
Çarsancaklı’nın Hayatı” Dr. M. Naci Onur “Harput Kültür
İkliminde Ziya Çarsancaklı”, Emekli Albay Lokman Tasalı
“Harput Beyefendisi Ziya Çarsancaklı” Orhan Gökçe
“İstanbul’da Bir Harputlu: Ziya Çarsancaklı”, R. Mithat
Yılmaz “Ziya Çarsancaklı ve Şiiri” ve Ahmet Tevfik Ozan
“Ziya Çarsancaklı’nın Şiirleri” başlıklı tebliğlerini
sundular.
Hakkında yapılan
konuşmaları büyük bir dikkatle dinleyen Ziya Çarsancaklı bu
konuşmaların ardından salondan yükselen alkışlarla sahneye
davet edildi. 86 yıllık ömrünün vermiş yorgunluğu ile
kürsüye gelen Ziya Çarsancaklı’nın yaklaşık bir saati bulan
konuşmasında oldukça heyecanlı olduğu dikkat çekti. Ziya
Çarsancaklı, konuşmasını tamamladıktan sonra bu gecenin
anısına hazırlanan “Şükran Belgesi” Elazığ Valisi Muammer
Erol ve Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu
tarafından kendisine takdim edildi.
Ziya
Çarsancaklı’ya Saygı Gecesi’nin ikinci bölümünde program,
Elazığ’ın yetiştirdiği sanatçıların katıldıkları konser ile
devam etti. Gece, Ziya Çarsancaklı’ya Saygı Gecesi, olur da
musiki olmaz mıydı? Kanun’da Ahmet Şekeroğlu, Keman’da;
Oğuzhan Çimtay, Ud’da Emrah Çümendir, Cümbüş’te; Ömer
Gürakar, Klarnet’te Ertan Kaymaz ve Ritim sazlarda Ozan
Tunçile Murat Bakırhan sahnedeki yerlerini aldılar.
Programın
bu bölümünde ilk olarak Harput Musikisinin usta sanatçıları
Paşa Demirbağ, Mustafa Döner ve Hasan Taydaş sahneye davet
edildi. Ardından da Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu
sanatçısı Naci Sönmez, ilki Doğan Sever tarafından
bestelenen Ziya Çarsancaklı’ya ait “Bu dertle ne hoşum ben /
Hoşum ki serhoşum ben / Hakk’a Hamd-ü senalar / Hem dolu hem
boşum ben.” eserini okudu. Devamında da sanat müziğimizin üç
güzel eserini seslendirdi.
Gece
mahalli sanatçı Nihat Kazazoğlu’nun Hadi Bulut ile birlikte
okudukları Harput türküleri ile devam etti.
Böylesine
güzel bir insanın gecesinde bir dost olarak bulunmayı ahte
vefa gören sanatçılarımız onu yalnız bırakmamışlardı. Kültür
ve Turizm Bakanlığı Sivas Devlet Halk Müziği Korosu
Sanatçısı vefalı dost Zülfü Demirtaş, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Ankara Devlet Halk Müziği Korosu Sanatçısı Adnan
Çilesiz. TRT Ankara Radyosu Sanatçısı Ziya Çarsancaklı
Ağabey’imizin “Atases” dediği muhteşem ses Muzaffer Ertürk
okudukları biri birinden güzel Harput türküleri ile geceyi
taçlandırdılar.
Yaklaşık
dört saat devam eden bu muhteşem etkinliğin sonunda Elazığ
Valisi Muammer Erol, Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman
Selmanoğlu, Orhan Gökçe, Lokman Tasalı, Turgut Ozan, Kainat
Küçük Elazığlı yazar ve sanatçılarla birlikte tekrar sahneye
davet edilen Ziya Çarsancaklı’ya bu onur gününde Doğa
Koleji, Bilgem Koleji, Ahmet Yesevi Sosyal Bilimler Lisesi
ve Elazığ’ımızın en eski en köklü lisesi olan Elazığ
Lisesi’nin öğrencileri tarafından çiçek takdim edildi.
UZM. SANİYE BULUT
Sayın
Valim,
Sayın
Belediye Başkanım,
Sayın
Rektörüm,
Bilim,
kültür, sanat, basın dünyamızın değerli mensupları,
Kıymetli
misafirler,
Elazığ
Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi
Rektörlüğü’nün katkıları ile Elazığ İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, Elazığ Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Elazığ Musiki
Konservatuarı Derneği ve Manas Yayıncılık’ın birlikte
düzenledikleri Ziya Çarsancaklı’ya Saygı Gecesi’ne hoş
geldiniz.
Biliyoruz
ki ;“Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğine yönelik doğru
adım atamazlar.” Duygularımızı doruklara taşıyan, ruhumuzun
derinliklerine nüfus ederek onu bir büyülü âlemin yıldızı
yapan Harput, bizim geçmişimizdir. Onu yaşadığımız ve
yaşattığımız sürece inanıyorum ki gelecek bizlere
gülümseyecektir. İşte bugün, burada bu günü, bu geceyi
Harput kültürünü bir ömür boyu yaşayan ve yaşatmaya çalışan
bir cana, bir Harput sevdalısına, Ziya Çarsancaklı’ya
ayırdık. Harput’umuzun yetiştirdiği bu müstesna insan için
düzenlediğimiz programa teşriflerinizden dolayı teşekkür
ederiz.
İki
bölümden meydana gelen programı arz ediyorum.
Birinci
Bölüm:
Saygı
duruşu, İstiklal Marşı
Elazığ
Musiki Konservatuarı Halk Oyunları Topluluğu’nun gösterisi
Açış konuşmaları,
Harput
türkülerinden oluşan konser, sanatçılara çiçek takdimi ve
kapanış.
Şimdi
sizleri, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal
Atatürk ile ebediyete intikal eden şehitlerimizin manevi
huzurlarında saygı duruşuna ve İstiklal Marşımızı okumaya
davet ediyorum.
Diz vur Gakkoş’um! Heyy! de,
kükresin halay kolu.
Kövenk' in pınar başı, görünsün Saray yolu...
Bunlar bu yerin sesi, bu göğün gürlemesi;
Mayası aşk, ateştir... Belki sarmaz herkesi.
Bir vuruşu tokmağın, yetişir coşmamıza:
Bir tel sesi çok bile, köpürür taşmamıza!
Şu Harput'un başına yağan çiy mi, kar mıdır?
Bize Kayabaşı'ndan el sallayan yâr mıdır?
Hey! Yârdır o,yâr! Omzunda şalı da var!
Üstünde ay-yıldızı, beyazı, alı da var!
Şu dere baştan başa; ayva, nar,dut, olaydı;
Çıkaraydık kalesine eski Harput olaydı.
Yansın şamdanlarda mum; olsun ergenler sıra,
İnsin davula tokmak, başlasın Çaydaçıra!
Sizleri Elazığ Musiki Konservatuarı Halk Oyunları Topluluğu
ile baş başa bırakıyorum.
UZM. SANİYE BULUT
Elazığ
Musiki Konservatuarı Halk Oyunları Topluluğu’na teşekkür
ediyoruz.
Dün, gönül ve kültür dünyamıza kazandırdıkları ile ufkumuzu
açan, bizleri güzele ve güzelliklere taşıyan Harput ve
devamı olan Elazığ, bugün de sanata ve kültüre gönül veren
yöneticileri ile gönül ve kültür adamlarının samimi
gayretleri ile günü geleceğe taşımaktadırlar.
İşte, bu
düşünce ve gayretin şekillendirdiği çalışmalardan biri de
“gönül ve kültür dünyamızın güneşlerinden olan Ziya
Çarsancaklı için hazırladığımız Ziya Çarsancaklı’ya Saygı
Gecesi’dir.” Bu gecenin açış konuşmasını yapmak üzere
gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur’u huzurlarınıza davet
ediyorum.
Buyurun
Bedrettin Bey
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
ZİYA ÇARSANCAKLI BEYEFENDİ’YE, MERHABA
DİYORUZ..
Sayın Valim, Belediye
Başkanım, Rektörüm, Dernek ve Oda Başkanlarım, Kültür-Sanat
ve Edebiyat Dünyamızın Müstesna İsimleri, Basınımızın Güzide
Temsilcileri, bizleri hiçbir zaman yalnız bırakmayan
muhterem hemşerilerim; bizler sizlerle birlikte bu şehirde
tarih yazdık…
Başta Uluslararası
Hazar Şiir Akşamları, Türk Dünyası Hizmet Ödülleri olmak
üzere bu şehirde yapılan her faaliyet, bu şehrin ortak
sesi, ortak aklı, ortak paydası oldu… Böylesine hamiyetli
bir ruh şehri içeride ve dışarı da zirvelere taşıdı…
Bugünde sizlerin
destek ve katkılarıyla her bakımdan anlamlı diyebileceğimiz
bir vefa örneğine daha şahit oluyoruz…
Şehir, ak saçlı,
bilge, kanaat önderlerinin şahsında kendi kimliği ile
buluşuyor…
O buluşma da, şehrin
tarihi değerlerine, şehrin gönül yatağına gidiyorsunuz…
Elâzığ’ı, çevresinde
gerçekten farklı kılan nedir?
“Bir Harput
Beyefendisi” dediğimiz güzel hasletlerin kendisi,
kimliğidir…
O bağlamda diyorum
ki; 21 Eylül akşamı hafızalara, kalıcı mesajlarla
kazınacaktır…
Bu akşam, ‘gönül
alkışlarımız’ kadir bilir dost insan Ziya Çarsancaklı’ya
olacaktır…
80 yılı aşan bir edep,
bir tevazu, bir yürekli alperen…
Yürek sözü nedir?
“Damıtılmış su
gibidir! Duru ve saf Anadolu insanının sizlere huşu ve huzur
veren; ışıl ışıl yanan bakışları gibidir…”
O bakışlarda, neler
okunmaz ki!
O bakışlar; kâh bu
şehrin hasret köprüsüdür, kâh bir büyük dava haline
getirdiği özlemleridir…
Manas Yayıncılık’ın ve
ona en büyük desteği veren sizlerin büyük fedakarane
katkılarıyla son altı yıldır Elâzığ’da başlattığı kültür ve
edebi faaliyetlerin en dikkate şayan olanları, ‘anma
toplantılarıdır…’
Bu yolculuğa, anma
toplantılarına; Şükrü Kacar hocamızla başladık… Sevda
yürekli gönül erenleri olarak da toplumda kabul gören Ahmet
Kabaklı, Fethi Gemuhluoğlu, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu,
Fikret Memişoğlu, Nimri Dede, Tarık Tahiroğlu, Abdullah
Lütfü, Şeref Tan, Prof. Dr. Bahaettin Ögel, Enver ve Paşa
Demirbağ gibi daha burada isimlerini zikredemediğim
gerçekten bu şehre her bakımdan hizmetleri dokunmuş ‘abide
şahsiyetler’ takip etti…
Mehmet Bico Kerküklü
bir şiirinde; Harput’u, O’nun asil yüzlü şahsiyetlerini
tarif ederler;
“Gakgom babacandır,
gözü de pektir
Mazluma yumuşak,
zalime serttir
Kalleşliği bilmez
haza, erkektir
Herkese Gakgomsun
denilmez GAKGO?
Dertliye dermandır,
hastaya şifa
Gakgoma koşanlar
çekerler cefa
Dostluğa gösterir çok
büyük vefa
Herkese Gakgomsun
denilmez GAKGO?”
Elâzığ’ı, bütün
Türkiye’de ‘ön saflara taşıyan güç’ nedir?
‘Derdi cehalet ile
savaşmış’ olmasıdır?
İlme, irfana çok büyük
önem vermesidir…
O sebepledir ki, bu
gece bir doğruyu tespit kadar;
Yetişen nesillere o
tespitin ‘aşınmadan’ taşınmasıdır…
İran Tebriz’den Hazar
Şiir Akşamları’na katılan şairlerden Nesir Paygozar;
“Harput Asya’nın gül
bahçesidir
Bu kadar güzellik onun
besidir…”
Şiir, özlü mısralarla
uzanır gider…
O şiirin ruhunda;
Alperen mizaçlı Ahmet Kabaklı’yı, ‘yaşar gibi…’ olurum!
O şiirin ruhunda,
Yunus yürekli Fethi Gemuhluoğlu’na, ‘hayranlığımı’ bir daha
duyar gibi olurum…
O şiirin ruhunda,
Destanlar Şairi N. Yıldırım Gençosmanoğlu’nda, ‘fetihlerin
dilini’ konuşur gibi olurum…
Ziya Çarsancaklı
bizlere, O şiirin ruhunda; ‘hamdım, yandım, piştim’ diyen
Mevlana yüreğiyle sesleniyorlar, bu gece!
Dilaver Cebeci,
“Gakgoş coşkun bir
âşık, yani sevgiden serhoş
Nezaketle asalet
birleşip olmuş Gakkoş”
Sözün burasında,
Akif’i dinleyelim;
Akif ne diyor;
“Milletler, topla, tüfekle, zırhlı ile ordularla,
tayyarelerle yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki bağlar
çözülerek, herkes kendi başının derdine, kendi hevasına,
kendi menfaatini temin etmek kavgasına düştüğü zaman
yıkılır”
Bugünkü meclisimiz,
yani bizler; bir gerçekle yüzyüze geliyorsunuz;
Bir insanın “içi
dışına hâkim olacak…”
Ve “Dışı içine esir
olacak!”
İşte, insanlığın murat
ettiği; belki de yanıp tutuştuğu hakikat budur…
Bugün, burada seferber
olduk…
Şuna inanıyorum ki,
ailelerimiz kendi içinden ‘hayırlı evlatlar yetişmesi’ için
bir birleriyle yarışırlar!
Şehrin ileri geleni,
aydını, iş adamı, bürokratı, zengini; ‘kendi değerlerine
sahip çıkmada’ onları yaşatmada, gayret sarf ederler!
O gayret, bu şehir
insanına yar olur, yaren olur!
Bir büyük servet, can
ve dost olur…
Merhaba diyoruz,
Elâzığ’ın tebessüm
eden adil yüzüne…
Merhaba diyoruz,
Şehrin akseden aynası,
Kadim dostu,
Saadetli, sadakatli,
sabır yolcusu,
Huzur, güven, itimat
kaynağı,
Değerli büyüğümüz,
Ziya Çarsancaklı
Beyefendi’ye,
Merhaba diyoruz…
Bu onurlu geceye emeği
geçenlere,
Selam,
sevgi ve saygılarımı iletmek istiyorum…
UZM. SANİYE BULUT
Gazeteci
yazar Bedrettin Keleştimur’a teşekkür ediyoruz.
Şimdi de
konuşmalarını yapmak üzere Elazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği başkanı Sayın Mehmet Kemal Perk’i mikrofona davet
ediyorum.
MEHMET KEMAL PERK
HOŞ GELDİNİZ, GÖYNÜMÜZÜN GÖGERÇİNİ GAKGOŞLAR
Hoş
geldiniz, göynümüzün gögerçini gakgoşlar
Bize kucak
açanlar, dert ortağı baboşlar
Damla
damla geçirip Harput’un imbiğinden
Elazığ
sevdasını yudumlayan serhoşlar.”
Hoş
geldiniz, Safalar getirdiniz.
Sayın Valim
Sayın Belediye
Başkanım
Sayın Dekanım
Kıymetli gönül ve
kültür dostları
Değerli Misafirler,
Elazığ
Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi
Rektörlüğü’nün katkıları ile Elazığ İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, Elazığ Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Manas
Yayıncılık’la birlikte düzenlediğimiz Ziya Çarsancaklı’ya
Saygı Gecesi’ne hoş geldiniz.
Bugünü, 86
yıllık ömrünün büyük bir bölümünü Harput kültürünü yaşatmaya
adayan bir Harput sevdalısına ayırdık. İstedik ki gönül
güzelliklerimizin çiçek bahçesi görünümündeki Harput’umuza,
kültür değerlerimize değer verenlere Elazığ Musiki
Konservatuarı Derneği olarak bizler de değer verelim.
İstedik ki kültür ve sanat güzelliklerimizi şahsında ve
eserlerinde yaşatan Harput’umuzun yetiştirdiği bu müstesna
insana Ziya Çarsancaklı’ya şükran duygularımızı ifade
edelim. İstedik ki Türk kültürünün inceliklerini, renklerini
ve motiflerini gençlerin dimağlarına nakış nakış işleyen;
çocuklarımızı ve gençlerimizi müziğin güzellikleri ile
buluşturan, onları edeple, adapla bezeyen Elazığ Musiki
Konservatuarı Derneği olarak kendi kültürüne sahip çıkanlara
vefa borcumuzu bir nebze de olsa ödeyelim.
Evet, 40. sanat
yılımızla birlikte böylesi bir güzelliğe imza atarken
bizlere güç veren başta Elazığ Valisi Sayın Muammer Erol’a,
Elazığ Belediye Başkanı Sayın M. Süleyman Selmanoğlu’na,
Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’ne şükranlarımızın arz
ediyoruz. Ayrıca, bizlerle birlikte bu güzel geceyi
hazırlayan Elazığ İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne, Elazığ
Belediyesi Kültür Müdürlüğü’ne, Manas Kültür ve Gönül Evinin
süvarisi Şener Bulut’a teşekkürlerimiz var.
Gecemize katılan ve
bizlerle bütün bu güzellikleri paylaşan düşünce ve kültür
dünyamızın yıldızları Ziya Çarsancaklı başta olmak üzere onu
yalnız bırakmayan güzel insan Şair Orhan Gökçe’ye gönül
tellerimizi titreterek bizlere mensubiyet duygusunun yanı
sıra kültürümüzün inceliklerini, renklerini, desenlerini
büyük bir şevk ve aşk içinde sunan değerli sanatçılarımız,
kültür ve gönül dostları; TRT Ankara Radyosu Sanatçısı
hemşerimiz Muzaffer Ertürk’e, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Sivas Devlet Türk Halk Müziği Korosu Sanatçısı Zülfü
Demirtaş’a, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk
Halk Müziği Korosu Sanatçısı Adnan Çilesiz’e; Harput
musikisinin değerli üstatları:; Paşa Demirbağ’a, Lokman
Tasalı’ya, Mustafa Döner’e, Naci Sönmez’e, Nihat
Kazazoğlu’na, Elazığ Musiki Konservatuarı Derneği olarak
minnet ve şükranlarımızı sunuyor ve iyi ki varsınız diyoruz.
Sevgi ve saygılarımla.
UZM. SANİYE BULUT
Elazığ
Musiki Konservatuarı Derneği başkanı Sayın Mehmet Kemal
Perk’e teşekkür ediyorum. Anadolu; “yaratılmışların en
hayırlısı insandır” diyen, sevgiyi temele alan; hoşgörü,
birlik ve kardeşlik gibi erdemlerin billurlaştığı
topraklardır. Bu toprakların sunduğu değerleri yaşamak ve
yaşatmak günümüze olduğu kadar geleceğimize de sahip
çıkmaktır.
İşte,
Anadolu’nun kadim bir şehri olan Harput’u yudum yudum
yaşayan ve yaşatan insanlarımızdan biri de Ziya
Çarsancaklı’dır. Bu güzel insanın hayat hikâyesini de
eğitimci şair yazar Hadi Önal sunacaklar. Buyurunuz Sayın
Hocam.
HADİ ÖNAL
ZİYA ÇARSANCAKLI DA HER DEM YENİDEN DOĞANLARDANDIR
Sayın Valim
Sayın Belediye
Başkanım
Kıymetli gönül ve
kültür dostları
Bir kişi düşünün 86
yaşında. “Kendimi tanıyamadım ki size de tanıtayım”, diyen
ve hâlâ kendini arayan, bir kişi ki; “altı aylık bir
goncaydım kopardılar dalımdan, dalım yine tomurcuk verdi,
yine gonca oldu. Goncalar gül oldu. Bazı zamanlarda da
saksılarda hâr oldu, gâh idbarda zar oldu, gâh ikbalde bar
oldu. Gün oldu felek küstü, dal kırıldı / Gülşen viran yuva
tarumar oldu.” ,diyen,
Bir insan düşünün;
1926 doğumlu çile ile yoğrulu gurbette sılayı yaşayan. Bir
insan ki;“Sinemde bülbüller, gülün har eder. / Şakıdıkça
viran ah ü zar eder / Yoldadır ahfadın bir gün şad eder /
Ağlayım ben, yeter sen gül Harput’um. Geçti hasretine ömrü
şebabım / Gurbet ellerinde bikes serabım / Dün gibi bu gün
de mesti harabım / Ağlayım ben, yeter sen gül
Harput’um” sözleri ile birlikte ellerini gökyüzüne
kaldırarak; “Harput’u hak korusun Harputlular içinde.”, diye
dua eden,
Bir umman düşünün;
kazandığı sosyal, kültürel, ahlaki, edebi kısaca bütün maddi
ve manevi zenginliğini eserlerine yansıtan, yetiştiği
coğrafyanın insan değerlerini; sevinçlerini, hüzünlerini,
acılarını, kahramanlıklarını, tecrübelerini şiir şiir
işleyen, ölümsüzleştiren ve kaleme aldığı eserleri ile de
gönül dünyamızı bezeyen,
Ve bir can düşünün;
“aşk ile olunuz ki ölmeyesiniz, aşk ile ölünüz ki diri
kalasınız” diyen Yüce Mevlana’ya; Adım Ziya / Yoktur riya /
Şahidimdir ol Kibriya diyebilen; yaşadığı sürece dik duran,
hakkı hak bilen, batıla kılıç çeken.
Bir dost düşünün;
duygulu, hoşsohbet, garibe yaren; sevdası iyilik, aşkı
güzellik olan; Bir dost ki saygıda, terbiyede, nezakette,
incelikte, tevazuda, beyefendilikte, görenlere “eyvallah”
dedirten,
Bir gönül düşünün;
bir yanı ile milli mücadele döneminin kahramanı Hacı
Kaya’nın bir yanı ile de Pulutlu Halil Efendi’nin torunu
olan Nermin Hanımefendi’ye sevdalı,
Bir baba düşünün;
evladına hayat olimpiyatında; “Şeytanın gıdası, gaflet ve
nefistir. Uyanış ise akıl ve idrakin hayat bulmasıdır” diye
nasihat eden,
Bir dede düşünün;
yürek dünyam dediği torunlarına; “ Meşrebi rind olanın
yoktur maskara yanı / Gir yüreğine gir de gör ne âlemler
var, tanı” diyerek kalp kazanmanın yüceliğini anlatan,
Bir hemşeri
düşünün; “Sinemde bir tutuşmuş, yanmış ocağ olaydı / Zülfün
karanlığından bezme çerağ olaydı. / Nolaydı yar nolaydı yar
bade dolduraydı / Şu garip gönlüm için kanun icad olaydı.”,
diyerek yürek tellerimizi titreten Harputlu Hacı Hayri’nin
ikinci kuşaktan yeğeni, dayısı Sekratlı Ali Bey, babası
Bedri Çarsancaklı olan,
Sonra toplayın çıkartın, çarpın, bölün, olmazsa izdüşümünü
alın, kareköküne bakın
İşte bu kişi, bu
can, bu insan, bu dost, bu yaren, bu şair, bu şiir, bu
umman, bu eş, bu baba, bu dede, bu hemşeri Ziya
Çarsancaklı’dır.
Bana bu kişinin, bu
can insanın, bu yarenin, bu dostun, bu ummanın bu hemşerimin
hayat hikâyesini anlat dediler. Ne anlatayım, nasıl
anlatayım; bilmiyorum ki!
“Şahım sultanım,
beyim
Sensiz dünyayı
neyleyim
Sen mi gel
diyeceksin
Yoksa ben mi
geleyim”,
diyerek Hakk’a
yönelen, bu gönül ve kültür dostunu, bu Harput sevdalısını,
Harput beyefendisini, asaletin, nezaketin, zarafetin,
inceliğin; tevazünün timsali Ziya Çarsancaklı’yı anlatmak o
kadar zor ki…
Ziya Çarsancaklı;
şurada dünyaya geldi, şu okulları okudu, şu görevleri
bulundu, şu eserleri yazdı şeklinde ve klasik bir biçimde
anlatılamaz ki... Ne demişti Yunus Emre; “Her dem yeniden
doğarız, bizden kim usanası” işte Ziya Çarsancaklı da her
dem yeniden doğanlardan. En iyisi bırakalım da Ziya
Çarsancaklı’nın kendisini anlatsın kendisini;
“Bu dertle ne hoşum
ben
Hoşum ki serhoşum
ben
Hakk’a Hamd ü
senalar
Hem dolu hem boşum
ben”
UZM. SANİYE BULUT
Eğitimci,
Şair, Yazar; Hadi Önal’a teşekkürler.
Son
yüzyılının başlarında Anadolu’nun başka bir hiç şehrinde
göremeyeceğimiz, hüzünlerin sevinçlerin, hasretlerin,
ayrılıkların, kavuşmaların, sevinç gözyaşlarının yoğun
olarak yaşandığı bir belde olan Harput, Şehrin Elazığ’a
taşınması ile de terk edilmişliğin, vefasızlığın,
kadirbilmezliğin her türünü yaşamış, yalnızlaşmış,
viraneleşmiştir. Tarihinin yüzlerce olayına tanıklık eden ve
her karış toprağı ayrı bir değer taşıyan Harput, bugün,
geçmişinin muhteşem günlerinin özlemi ile yanıp
kavrulmaktadır. O özlemle tutuşup yanan gönül gözlü
insanlardan biri de Ziya Çarsancaklı’dır. Harput kültür
ikliminde Ziya Çarsancaklı’yı da bizlere Dr. Naci Onur
anlatacaklardır. Buyurun Sayın Hocam.
DR. M. NACİ ONUR
ZİYA BEY’İN BİLİNMEYEN YÖNLERİ
Çok
değerli Valim, Belediye Başkanım, buraya teşrif etmiş olan
değerli akademisyen arkadaşlarım, Ziya Çarsancaklı’nın
kadrini bilen değerli misafirlerimiz. Hani derler ya
mücevherin değerini sarraf bilir. Buraya teşrif etmiş
olanların hepsi herhalde sarraf ki bu mücevherin kıymetini
bilmek üzere burada toplandılar. Elazığ’a Edebi alanda,
musiki alanında, hizmet eden insanların hemen hemen hepsi
bugün burada bir araya geldi. Ve onlar bize yol
gösteriyorlar. Bir çizgi çizmişler, bu çizginin üzerinde
bizde yürüyoruz. Ve öyle tahmin ediyorum ki ilerde Elazığ’ın
kültürel yapısına son derece faydalar sağlayacaklardır. Ben
konuşmamı fazla uzatmadan çok kısa bir şekilde değişik bir
tarzda size Ziya Çarsancaklı Beyi tanıtmaya ve onunla ilgili
birtakım bilinmeyenleri izah etmeye çalışacağım.
15 Nisan 1926 günü
Elazığ’da dünyaya gelen Ziya Alp Çarsancaklı’nın babası
Çarsancaklı Hacı İshak Paşa’nın oğlu Arslan Bey’in oğlu
Bedri Çarsancaklı, annesi Palu beylerinden Abdullah ve Ali
Beylerin kız kardeşi Tahire Hanım’dır.
Ziya Bey’in babası
Bedri Bey ise;
“Sinemde bir tutuşmuş
yanmış ocağ olaydı
Zülfün karanlığında
bezme çerağ olaydı”
diye başlayan
manzumenin şairi, Hacı Hayri Bey’in yeğenidir.
Hacı Hayri, Bedri ve
Ziya Beyler her üçü de şairdir. Demek ki, şairlik
kendilerine irsi olarak tevarüs etmiştir.
Her üçünün de şiirleri
divan tarzındadır; hayalleri, anlatım tarzları, üslupları,
buluşları, nazım tekniği ve şekilleri birbirine
benzemektedir.
Aile büyükleri Hacı
Hayri ile Ziya Bey’in edebi terbiyesi, zerafeti, inceliği,
kibarlığı ve Harput Beyefendisi tavırları ile yine birbirini
andırmaktadır. Ağacın kökünü Hacı Hayri Bey teşkil ettiğine
göre dalları ve yaprağı da Bedri Bey ile Ziya Bey’dir.
Harput ikliminde
yetişen ve Hacı Hayri Bey döneminde arkadaşlıkları devam
eden şairlerden Abdülkerim Efendi, Kanbalak-zade Hazmi
Efendi, Mehmet Faik, Çeribaşı-zade, Mustafa Asım ve Ali
Beyler, Yunus Remzi, Nüzhet Dede, Ahmet Muhlis, Mustafa
Sabri gibi şahsiyetler bulunuyor.
Bu şahsiyetlerin
hepsinde de Divan şiirinin Doğu yakasında bilhassa Harput
ikliminde yeşeren hayallerin çiçeklerini bulmamız, onların
müşterek renklerini görüp, kokularını teneffüs etmemiz
mümkündür.
Hacı Hayri’den, Bedri
Bey’den birer tane şiir takdim ederek ardından onların
neslinin şu andaki şair temsilcisi Ziya Bey’e geçmek
istiyorum.
Hacı Hayri’nin şu
şiirinin bir bölümü oldukça güzeldir.
“ Şeb-ta-be seher
derdime giryânım efendim
Murgâne eninimle hem
elhânım efendim
Yakub gibi hûn-ı belâ
akdı gözümden
Yusuf gibi
mihnet-keş-i zindânım efendim
Derd-i dil-i bimârıma
dünyâda devâ yok
Ahvâlimi hiç sorma
perişânım efendim.”
Hayri Bey’in yeğeni ve
Ziya Bey’in babası Bedri Çarsancaklı da şiir sahasının hayal
ve üslubu yönünden dayısı Hayri Beyden geri kalmamıştır.
Elezber şeklinde
yazdığı şu manzume bestelenmiş ve Elazığ’da okunmaktadır.
“Harput’un dağlarında
Gül biter bağlarında
Yarim şikâr olaydı
Kalbimin ağlarında”
Bir diğer bestelenmiş
olan manzumesinin bir dörtlüğü de şöyledir.
“ Saçların sarı yarım
Örülmüş yarı yarım
Döndürdün tele beni
Gel dinle bari yarım.”
Yeri ve sırası
gelmişken büyüğümüz, ağabeyimiz, daima saygı ile andığımız,
Elazığ’ın mümtaz ailelerinden biri olan Bedri
Çarsancaklı’nın oğlu Ziya Bey’in bilinmeyen yönlerini
anlatayım. Ziya Çarsancaklı, 1938-45 yılları arasında İkinci
Dünya savaşında yaşadığı muhitte kefenin ve giyilecek
şalvarın bulunmadığı, 18 yaş üzeri herkesten 6 lira yol
parası alındığı, ekmeğin karneyle verildiği, büyük ve
küçükbaş hayvanı olanlardan vergi alındığı, Elazığ’da sadece
1 Devlet Hastanesinin bulunduğu ve başında da Deli Sait Bey
diye bir doktorun bulunduğu, ilaç yerine otlarla şifa
aranıldığı, okur yazarın az olduğu, şehre bir jeneratörle
belli saatlerde elektrik verildiği, mum ve 4-5 numaralı
şişeli gaz lambalarının kullanıldığı dönemlerde Elazığ’da
yetişti ve gençliğini geçirdi. 1946 da Diyarbakır’da 7.
Kolordu’da askere alınmış, 60 kişinin bir arada yan yana
yattığı koğuşlarda kalmış, 1948’de terhis olmuş, 1950
yıllarında Elazığ’a ilk traktörü getirmiş. 1957’de
atıcılıkta Türkiye şampiyonu olmuştur.
1963 yılına kadar da
çiftçilikle uğraşmıştır.
1955 -60 yıllarında
Elazığ İl Genel Meclis üyeliği ve Daimi Encümen Azalığı
yapmış, 1960 ihtilalinde tutuklanmış ve Sivas’ta üç ay
kamplarda kalmış bir yıl sonra da siyasete veda etmiştir.
Hacı olan Ziya Bey’in
tasavvufla da meşguliyeti oldukça fazladır. Şu dörtlüğü buna
işaret eder.
“Bu dertle ne hoşum
ben
Hoşum ki şerhoşum ben
Hakk’a hamd ü senalar
Hem dolu hem boşum
ben”
Ziya Bey’in çocukluk
ve gençlik yılları hep “Edeb Meclisi” diye adlandırdığı
meclislerde geçmiştir.
Son zamanlarda merhum
şair Hüsamettin Septioğlu ile de bir araya gelir, faksla
veya telefonda şiirlerle atışırlardı. Hüsamettin Bey’e ithaf
ettiği şiirin bir yerinde şöyle diyor.
“Hedef malum, vaslı
meçhul, yol kısa
Takvim işler, saat
çalar, neylersin
Mevsim biter, sonbahar
döner kışa
Düğün, dernek, şeb-i
arus eylersin”
Ziya Çarsancaklı,
kendisine emr-i Hak tecelli ederse mezar taşına yazılmak
üzere şu kitabeyi de yazmayı ihmal etmemiştir.
“Şefaat-ı Resulunla bu
kemter kulunu affet
Cemalullahınla ya Rab
Firdevs’te ruhumu şad et
Uzaktan geldin
herhalde ey zair
Yakınlarım gelmez zira
bu Fakir
Bırakmadım dünyada
mala dair
Tek servetim imanımla
bu kabir”
Ziya Çarsancaklı,
İstanbul’da da boş durmamış Kazım Karabekir Vakfı Kültür
Merkezinde Kazım Karabekir Paşanın kızı Timsal Karabekir’in
başkanlığındaki toplantılara Elazığlıları temsilen iştirak
etmiştir. Bu toplantılarda Elazığlıların büyük takdir
gördükleri kendi ifadeleridir.
Ziya Bey, her ne kadar
1963’den beri İstanbul’da yaşıyor ise de her yıl veya iki
yılda bir sıhhati elverdikçe sıla hasretini dindirmek
amacıyla Elazığ’a kendi köyüne gelmiştir.
Şair sıla ile ilgili
duygu ve hislerini Fakiri mahlasıyla yazdığı şu mısralarla
dile getiriyor.
“Sürü döner, toz
bulutu kaplar yolu, dağ boştur
Civciv ağlar, dere
çağlar, gün tüllenir ne hoştur
Fecre kadar zırkıt
öter, gece uyur pek loştur
Kurban olam köyüme ben
herkes saf, yok pespaye
Fakiri tab’en uyamaz
düzenbaz hengâmeye”
Ziya Çarsancaklı şu
anda 86 yaşında olmasına rağmen; boş durmamış, Hatıralardan
Bir Demet- (Dert Yumağı,) Gazel Yapraklar, Kaleden Yürek
Sesim, Üç Kuşaktan Kültür Parkım, Divanda Divit Kalem isimli
şiirlerini topladığı 5 adet esere imza atmış ve
yayınlamıştır.
Kendisinin ilminden,
ferasetinden, sohbetinden, şiirlerinden istifade ettiğimiz,
davranışlarını örnek aldığımız Harput beyefendisi Ziya
Çarsancaklı her Elazığ’a geldikçe sıla-yı Rahim sayesinde
biraz daha güçlenmekte ve bizlere de güç vermektedir. Allah
kendisine dertsiz ve uzun ömürler ihsan etsin.
UZM. SANİYE BULUT
Dr. Naci
Onur’a teşekkür ediyoruz.
Ohlar için
yaşam değmez
Ahı
bilenler baş eğmez
Meyvesiz
dallar eğilmez
Güle
ağlayan bülbül ol
Gönül
ataletle heba
Ömre etme
böyle tebah
Fecir
söktü oldu sabah
Güle
ağlayan bülbül ol
Ziya
Çarsancaklı’nın kaleme aldığı bu şiirinde Güle ağlayan
bülbüllerden biri de Lokman Tasalı. Kendilerini mikrofona
davet ediyor ve duygularını almak istiyorum. Buyurun Lokman
Bey
LOKMAN TASALI
ZİYA ÇARSANCAKLI HAKKINDA NE BİLİYORSAN ANLAT DEDİLER
En kalbi
sevgi ve saygılarımla huzurlarınıza çıkıyorum. Değerli yürek
dolusu insan Sayın Valim,. Vefalı Belediye Başkanım
hemşerim, Dekanlarım, Emniyet Müdürüm, Salonumuzu
şereflendiren şehit Teğmen Nadir Ozan’ın babası Turgut Ozan
kardeşim,
Cahildik
korkudan yana
Gözbebeğimize değiyordu düşman
Sonsuz
diyarlara başlamıştı yolculuk
Kelime-i
şahadetle çıkıyordu her soluk
Akıyorduk
bomba sırtında oluk oluk
Kırık
süngülerimizde saklıydı iman
Kıymeti
yoktu yaşamanın, hükmünü vermişti kader
Yürek
dediğin et parçası değildi bizde
Dünyadan
iri bir küre atardı içimizde
İman ve
inanç doluydu sile be sile akıyorduk
Lakin çar
nâ çar bir alacakaranlıkta
Vardık
kenarına hayatın
Bir aydın
pembelikte
Benzedik
sarmaşıklara, yapıştık tepelere
Boğulduk
ışıklara gittik.
Evet,
Cenap Özatan’ın yazmış olduğu bu güzel şiiriyle
şehitlerimizi anıyorum.
Ruhları
şad olsun diyorum şu salonda şehit anası ve babası varsa
onlara da saygılarımı sunuyorum. Efendim, bir ağır görev
verdiler bana. Sayın Ziya Çarsancaklı hakkında ne biliyorsan
anlat dediler. Kalemi, kâğıdı elime aldım. Düşündüm,
düşündüm bir kelime bulamadım. Bütün kelimeler aciz kaldı.
Çok samimi söylüyorum. Ziya Çarsancaklı’yı tanıdım. Benden
iki yaş büyük ağabeyim. Değerli bir insan, şair, ince ruhlu
bakınız düşününüz bir toplantıda, bir musiki toplantısında
bir okuyucunun oturuşunu beğeniyor ve onun için İstanbul’dan
buraya telefonlar açıyor “seni tebrik ediyorum ne güzel
oturuyordun.”, diyor. İşte böyle inceliklerle dolu bir insan
Ziya Çarsancaklı.
Efendim,
bu güzellikleri anlatmak bizim görevimizdir. Ziya
Çarsancaklı, müstesna bir beyefendi. İman ve inanç dolu
tasavvuf ehli kişi… Anlattılar arkadaşlarım, ben fazla bir
şey söylemek istemiyorum. Yalnız Ziya Çarsancaklı’dan
bahsederken babası Bedri Çarsancaklı’dan da bahsetmek
gerekir. Onun bir güzel anısı var. İstanbul’da bunun ne
faydası var efendim neden Ziya Çarsancaklı neden Hafız Osman
Bey anılmadı, Kövenkli Hafız Efendi anılmadı bu ne güzel
faaliyet beyler efendiler, hanımefendiler. Teşrif etmişsiniz
bu toplantıya katılmakla ne güzel etmişsiniz. İltifata
tabidir değil mi hünerler. Yani Ziya Çarsancaklı şahsında
çok şeyler tecelli eder. Anlatmak lazım, söylemek lazım...
Bir şiir yazıyor. Bir hoyrat yazıyor. “Bu dertle ne hoşum
ben.” Nerden ilham almış. Hafız Osman Bey’den ilham almış
Hafız Osman Bey bir İbrahimiye gazel söylüyor. “Merhem koyup
onarma sinemde kanlı dağı/ Söndürme öz elinle yandırdığın
çerağı” Ya Rabb’im benim yüreğimde bir yara var bir ışık var
o ışığı sağaltma Ya Rabbi ben onunla mutluyum. Şimdi bu
beyefendi de öyle diyor “Bu dertle ne hoşum ben/ Hoşum ki
serhoşum ben.” Bu aynı zamanda mahalli musikisine güzel bir
örnek... Bu güzel sözlerle güzel Kürdi Hoyrat okunur. Mesela
ne güzel Kürdi okunur. Aş yedim dilim yandı makamında
söylenir fevkalade bir eser vermiş ağabeyimiz.
Efendim
Sayın Bedri Çarsancaklı’dan bahsetmek gerekir dedim. Fazla
uzatmak istemiyorum. Bedri Çarsancaklı oğlu Ziya Bey ile
birlikte İstanbul’da Vakıf Gureba Hastanesi’nde tedavi gören
Fikret Memişoğlu’nu ziyaret ediyorlar. Çarsancaklı Bedri Bey
bu ziyaret esnasında bir beyit yazıp Fikret Bey’e veriyor.
“Bize bir
meşale-i feyz-i edepsin Fikret
Dileriz
sana candan tuli ömür ve sıhhat”
Fikret Bey
bu satırları okuduktan sonra hemen kâğıdı kalemi alıyor ve
hemen oracıkta bu satırlara bir dörtlük yazarak karşılık
veriyor.
Efendim
Fikret Bey o meşum hastalığa düçar olmuş çırpınıyor. 53
yaşında kurban olayım o haliyle gelip beni ziyaret ediyor ve
bana bir teyip veriyor; “Lokman bunu al namusun gibi
sakla. Bütün gazeliyat burada o Hafız Osman bey’in peşinde
koşuyor aman hasta olma aman şu gazeliyatı da oku Uşşak
gazel bütün Harput makamlarını oku ve o teyip kasetinde o
olmasaydı biz nerden öğrenecektik. Bu çocuklar, bu gençler
İbrahimiye gazelini Nevruz’u nerden öğreneceklerdi. Hep
oradan bize intikal etti bin defa ruhu şad olsun evet çok
doldum. Gerçekten İstanbul’daki o Fikret Memişoğlu
yatağından doğrularak şu dörtlüğü yazıyor.
“İstanbul’a biçare gelen ehl-i ricayız
Ya Rabbi
medet biz dahi muhtac-ı şifayız
Dostane
bakışlar sıladan verse de müjde
Hastanemizin ismine şayan gurebayız”
Saygı ve
sevgilerimle…
UZM. SANİYE BULUT
Emekli
Albay sanatkâr, gönül ve kültür adamı Lokman Tasalı Bey’e
teşekkür ediyorum.
Kendi
ateşinde yanar
Nur’a
sokulmak isterse nar
Nuh’a ne
yaptı tufanlar
Güle
ağlayan bülbül ol
Devası
sabır taşıdır
Ateş söner
gözyaşıdır
Vuslat
varın yoldaşıdır
Güle
ağlayan bülbül ol
Ziya
Çarsancaklı’nın şiir dünyasını da Eğitimci, Yazar, Şair
Mithat Yılmaz’dan dinleyeceğiz. Buyurun Sayın Hocam
R. MİTHAT YILMAZ
ZİYA ÇARSANCAKLI, ŞAİR BİR BABANIN OĞLUDUR
Tevazu
erbabı, centilmen, çelebi.
Harput
beyefendisi.
Öyle
yüksek yüksek mekteplerde okumamış; lakin söz sarrafı.
Şiir
kitapları var; fakat şairlik iddiası yok.
Nakşî
tarikatı müntesibi.
Şiirlerinde tasavvufu talim etmekte; ilâhî aşk temrinleri
yapmakta.
Karakterine uygun bir de mahlası var şiirde; Fakirî.
Ziya
Çarsancaklı, efendim.
Kendisine sorarsanız; o, “Ben şair değilim, işin
heveslisiyim” diyor. Hatta bir yerde şöyle;
“Şiirde
iddialı değilim; şairin oğluyum
Hevesliyim, seviyorum, beceremiyorum.”
Evet;
Ziya Çarsancaklı, şair bir babanın oğludur; Bedri
Çarsancaklı’nın.
Bedri
Çarsancaklı’nın birçok güzel şiiri vardır. Mesela Harput
musikisinde zevkle çalınıp söylenen şu güfte –çoğumuz
bilmesek de– Bedri Çarsancaklı’ya aittir;
Gel
benim gelin yârim
Ver
bana elin yârim
Gör
aşkın yarasını
Ne
kadar derin yârim.
Oğul
Çarsancaklı, hatıralarını kaleme aldığı kitabının bir
yerinde; ortaokulu ancak bitirdiğini, bilahare edebiyata
meylettiğini, babasıyla şiir ve nesir yazışmaları yaptığını;
dolayısıyla bir anlamda bu sahada hocasının, babası olduğunu
kaydeder.
Yeri
geldikçe, “selâmlık kültürü” ile yetiştiğini de söyleyen
Ziya Çarsancaklı, şiir yeteneğini annesinin dedesi Necip
Paşa’dan, babasının dayısı Hacı Hayri’den ve yakın mevkide
babasından tevarüs ettiğini ifade eder.
Bir
Alman şairi der ki; “En güzel şiir olaylardan çıkan,
olayların yarattığı şiirdir.”
Ziya Çarsancaklı’da da olayların yazdırdığı çok şiir vardır.
Onu bu bakımdan ilimiz şairlerinden Gazi Özcan, Ahmet Tevfik
Ozan, Orhan Gökçe, Hadi Önal, Mehmet Şükrü Baş, Tuncer
Sönmez’e benzetmek mümkündür. Köy konulu şiirlerinin
çokluğuyla ise o, Şükrü Kacar Hocayı hatırlatır.
Hatıralardan Bir Demet; Dert Yumağı adlı kitabında Ziya
Çarsancaklı, köyüne, köy hayatına, köylülerine ve bunlarla
ilgili hatıralarına bolca yer verir. Şu mısralar, onun
köyünü, köylüsünü konu edinen uzun bir şiirindendir;
Sürü
döner, toz bulutu kaplar yolu, dağ boştur
Civciv
ağlar, dere çağlar, gün tüllenir; ne hoştur.
Fecre
kadar sırğıt öter, gece uyur, pek loştur
Kurban
olam köyüme ben, herkes saf, yok pespaye.
Fakiri
taben uyamaz düzenbaz hengameye
Ziya
Çarsancaklı, her ne kadar zaman zaman serbest tarzda şiirler
yazmışsa da onun asıl tarzı halk şiir geleneğimizdir. Kimi
şiirlerinde ağdalı ifadelere, terkip ve tamlamalara çokça
yer veren Çarsancaklı, bu nevi şiirlerinde klasik şiir
geleneğimize uyarak bir de mahlas kullanmaktan geri durmaz;
“Fakirî.”
Tevazuunun bir nişanesi saydığımız “Fakirî” mahlasının bir
anlamda açılımını, biz onun, kendi mezar taşı için yazıp
hazırladığı şu şiirinde gördük;
Şefaat-ı Resûlunla bu kemter kulunu affet
Cemalullahınla ya Rab, Firdevs’te ruhumu şâd et
Uzaktan
geldin herhalde ey zair
Yakınlarım gelmez; zira bu fakir
Bırakmadım dünyada mal’a dair
Tek
servetim imanımla bu kabir.
Ziya
Çarsancaklı şiirinde gelecekte şayet tema taraması yapacak
biri çıkarsa, ona şimdiden bir ipucu verebiliriz.
Çarsancaklı şiirinde köy, Harput, gurbet ve tasavvuf
temaları ağır basar.
Tasavvuf temaını konuşmamızın sonunda ele alacağız. Diğer
üçünün menşeinde yatan muharrikse bizce şudur:
1925
Şeyh Sait vakasını müteakip şairimiz henüz altı aylıkken
ailece sürgüne gönderilir. Dolayısıyla Ziya Çarsancaklı, üç
yıllık bebeklik dönemini köyünden, kentinden uzak diyarlarda
geçirir. Ortaokuldan sonra köklü bir tahsil yapamaz. Gençlik
yıllarında köyünde çiftçilikle iştigal eder. 1963 yılında
ise ailecek İstanbul’a göçerler. 50 yıla yakın bir süredir
köyünden, şehrinden uzakta yaşayan Çarsancaklı’nın ruhunda
ve şuuraltında bir gurbet duygusu, bir daussıla –Kurşunlu
Cami önündeki çınar gibi– büyür, kök salar.
Biz bu gurbet duygusunu, şairin birçok şiirinde tespit
ettik. Ancak size sadece bir örnek sunabileceğiz;
Özlemim, hasret seli, akar sılaya doğru
Dört
tarafım kor alev, yakar sılaya doğru
Yarım
asır içimde seni gurbet yaşattım
Kesseler yürek kanım akar sılaya doğru.
Kırk
küsur yıldır İstanbul’da ikamet etmekte olan şairin hiç
değilse birkaç yılda bir Elazığ’ı, Harput’u ziyaret edip
sıla-ı rahm yapmasının altında da bu duygular yatmıyor
mudur; ne dersiniz?
Şairin,
Harput için yazdığı şiirlerden de sizlere bol bol sunmak
isterdik. Ne var ki okuyacağımız sadece şu dörtlük dahi,
onun nasıl içten bir muhabbetle Harput’a bağlılığının bir
nişanesi olacaktır, diyoruz;
Tutmadı
uyku yıllar, kederinden Harput’um
Kaldın
bikes, bigümân, eleminden Harput’um
Sürdü
baykuşu ahfad kaderinden Harput’um
Gün
oldu, devran döndü, yüzün gülsün Harput’um.
Şurası
su götürmez bir gerçektir;
Ziya
Çarsancaklı şiirini konu edinen biri, eğer onun tasavvufî
şiirlerine temas etmiyorsa, sözü eksik kaldı demektir. Biz,
sözümüzü ikmal etmek niyetindeyiz.
Çarsancaklı, kendi deyişiyle gösterişten uzak, dışta halkla,
içte Hak’la beraber olan biridir. Bir şiirinde Yunus misali
kendini şöyle tarif eder:
“Adım
Ziya/Yoktur riya/Şahidimdir/Ol Kibriya”
Kader
rüzgârı, şairimizi önce Adıyaman, sonra
İstanbul-Çamlıca’daki irşad edicilerin kapısına sürüklemiş
ve onlara intisab ettirmiştir. Bir müntesib için mürşid,
pusula gibidir. Çarsancaklı, Allah’a yakarışında ne diyor
bakın;
Sen
Allah’sın, bense kulum
Beden
turâb, sade ruhum.
Hem
ummanım, hem de Nuh’um
Koyma
pusulasız ya Rabb!..
Başka
bir şiirindeyse, o;
“Vaslolub dergâha deldim zulmeti” diyor.
Biz de
diyoruz ki;
Delse
delse zulmeti “Ziya” deler
Kaldı
Fakirî, gitti ziyadeler.
“Ziyadesi” siz olmayın efendim.
Bir de,
“ziya” siz olun, “ziyasız” olmayın.
UZM. SANİYE BULUT
Eğitimci,
Yazar, Şair Mithat Yılmaz’a teşekkürler.
Hakk’a
götürendir kulu
Tek yol
Muhammed’in yolu
Temaşa et
sağı, solu
Güle
ağlayan bülbül ol
Programımızın bu bölümünde İstanbul’dan gelerek bu gecemizi
şereflendiren bir başka gönül dostunu davet etmek istiyorum.
Evet, bu gönül dostu Orhan Gökçe’dir. Ziya Çarsancaklı ile
birlikte İstanbul’da Elazığ’ı yaşayan ve şiirleri ile gönül
bahçemizi süsleyen Orhan Bey de İstanbul’daki Harputlu Ziya
Çarsancaklı’yı anlatacak.
Buyurun,
Orhan Bey.
ORHAN GÖKÇE
BİR HARPUT EFENDİSİ ZİYA BEY
Sayın Valim, sayın
bürokrat kökenli Belediye Başkanı, değerli hazirun, kıymetli
konukseverlerim. Sizlerle birlikte olduğum için; çok
sevinçliyim bana bu sevgi selinde Ziya Çarsancaklı’nın
İstanbul’da ki yaşamının anlatması görevi verildi.
Yalnız bir kaç noksan
kalan konuya da değinmek isterim. Ziya Çarsancaklı’nın Hacı
Hayri Bey’in yeğenidir. Hacı Hayri Bey’i Hacı Hayri
bey yapan.. “ sinemde bir tutuşmuş şarkısıdır” Öyküsü,
şiiri daha manalandıracaktır sanıyorum. Hacı Hayri Bey;
Harput’a girmeden sol tarafta, derede, bir havuz başında
arkadaşlarıyla sürekli meşk yapmaktadır.
Hanımıyla hiç bir
sorunu yoktur. Ancak meşke devam ederken, hanımı derki:
“Bunun benimle ilgilendiği yoktur.” diyerek babasının evine
gider. Hacı Hayri Bey bir gün uyanır ki: kirli çamaşırlar
çoğalmış, evde yiyecek bir şey yoktur, hanıma hemen haber
gönderir: Hanım derki: “Sen arkadaşlarınla hem hal olmuşsun,
beni unutmuşsun. Böyle bir kaç haberden sonra, hanımının
gene eve gelmediğini gören Hacı Hayri Bey şu şiiri yazar:
“Sinemde bir tutuşmuş yanmış ocağ olaydı/ Zülfün
karanlığında bezme çerağ olaydı...”
Bu şiiri yazıyor bu
defa kayın pederine gönderiyor. Kayın peder bu duygulu şiiri
alınca : “Kızım artık uyanmıştır, evine dönebilirsin” diyor.
Ben İstanbul’la
1954’de İstanbul Üniversitesine kayıt olduğumda tanıştım. O
zamanlar bir Yeni Sabah Gazetesi vardı. Orada Ref’i Cevat
Ulunay zaman zaman İstanbul efendilerinden bahsederdi. Ara
sırada Harput efendilerinden bahsederdi. Kazım Karabekir
Kültür Merkezinden (Ziya Bey’inde devam ettiği) 1921 doğumlu
Süleyman Özyiğit hocaya sordum: “Siz İstanbul doğumlusunuz,
ben 1954’de İstanbul’la tanıştım o gün gördüğüm İstanbul
efendisini bu gün sokakta, umumi vasıtalarda göremiyorum.
Hocam siz göre biliyor musunuz? Cevap “ Ben de göremediğim
için bu topluluğa geliyorum ya.
İşte Ziya Bey gibi bir
Harput efendisi de: Turgut Ozan (Şehit babası) karşımızda
duruyorlar. Sayabilirim ama sayıları çok değil. Bir de Kerim
Sunguroğlu’nu unutmamak lazım.
Ben ortaokul lise
yıllarında iken Ziya Bey mahallemizde oturur, ama;
mahallenin değil Elazığ’ın en güzel giyinen gençlerinden
idi. Babası da en kibar giyinen ve yürüyen kimselerdendi.
Ben İstanbul’da 8 -9
şiir dinleti merkezine katılıyorum, yakın olan 1-2 ‘sine de
Ziya Bey’i götürüyorum. Orada Aynur Güner isminde bir
hanımefendi (babası Osmanlı saraylarında bulunmuş) şu anda
da bir saray yavrusunda oturuyor. O dedim ki: “Bu Ziya Bey
gençliğinde en güzel giyinenlerdendi. Aynur Hanım şöyle
cevapladı: “Şimdi de damat gibi giyiniyor ya.” dedi.
Ziya Bey sözünde
duran, arkadaş canlısı, bir kişiydi. Ondan zaman zaman bir
şikâyetim oluyordu: evine her telefon açtığımda telefonu
meşgul çalar tesadüfen telefon çıktığında diyorum ki:
“Hemşerim senin telefonun Elazığ santrali kadar olamaz; ama
Muş santralı kadar çalışıyor. Allah böyle dostları noksan
etmesin.
Ziya Bey Sekratlı Ali
Bey’in yanında uzun süre bulunmuş ondan Harput kültürünü ve
folklorunu öğrenmişti. Zira Ali Bey Ziya Bey’in dayısıydı.
Elazığ türküleri çok güzel icra ettiğini biliyoruz sesi çok
güzeldi. Ziya Bey 1950’den Elazığ Avcılar Birliği Başkanı
idi. Atıcılıkta birinciliği de vardı.
Ziya Bey 1969 yılında
milletvekili adayı olmuş çok az farkla kaybetmiş idi. Ancak
Elazığ İl Genel Meclisi üyesi olarak çok yararlı olduğunu da
duyardık.
Kendisi bel
ağrılarından şikâyet etmektedir. Çapa Tıp Fakültesi’nde
akrabası hocalar vardır. Muayene olur. Derler ki:
“Hareketsiz kalmışsın, belimdeki adaleler görev yapmıyor.”
Bende hemşerime derim ki yürü biraz, yürümez. Hemşerim bak
sana yürü demişler yürümez çünkü ağalar yürümez ağalar atla
gezer. Ben de ağalar atla gezer şiirini sizlere sunuyorum.
AĞALAR ATLA GEZERLER
Ağalar yürümez at’la
gezerler
At olmayınca tahtla
gezerler
Ağalık haşmettir
şöhret sergiler
Her zaman güvenli
dostla gezerler
Ağadan ağaya telsizler
vardır
Ağalar belirli hatla
gezerler
Medresede şeyhtir,
camide imam
Dergâhtan sunulan
postla gezerler
Gaddar değil hayra
yarışıyorsa
Bakarsın cennet’i
tahtla gezerler
Cirit meydanında
atları dörtnal
Cirit’i patlatır okla
gezerler
Şöhret rüzgârına
kapılmayanlar
Halka yönelince halkla
gezerler
Kızlar yabancıya asla
verilmez
Ağadan ağaya şartla
gezerler
Denizi görünce ağalık
bitmez
Kayığa binmezler yatla
gezerler
Merhamet misali olan
ağadır
Böylesi ağalar aşkla
gezerler
Ağalık makamda parada
pulda
Her çeşit makamı
farkla gezerler
Açıktır kapılar hepten
onlara
Vali’den Paşa’ya
kartla gezerler
Ziya Bey bir gün Kazım
Karabekir Kültür Merkezi’nde şiir toplantısında, Elazığ’da
mukim bir Ermeni edebiyat hocasına şiirini okudu. Şiir
Arapça ve Farsça kelimelerle yüklü ama çok tumturaklıydı.
Ancak oturumu yöneten
kız Sanat Lisesi emekli hocası 1932 doğumlu Emine Erten dedi
ki: “Biz bunu anlayamadık, bize bu şiiri açıklar mısınız?
Ziya Bey hiç durmadan bir metinden okur gibi şiirin yarısını
açıkladı. Dinleyici hanımlardan bazıları sordular: “Sizin
tahsiliniz nedir?” Ziya Bey: “Ben selamlıktan yetiştim dedi”
hanımlar: “tevazu gösteriyorsunuz.” Dediler şiirini tamamını
okuyunca hanımlar: “Siz tahsilinizi söylemediniz dediler”
Ziya Bey bu defa: “ Ben Çiftçiyim” dedi. Ama tumturaklı
şiirlerini bu anma günün de değer arkadaşlarım okudukları
için Ziya Bey’in o yönüne değinmeyeceğim. Ben sizlere Ziya
Bey için yazdığım iki şiiri sunacağım.
ZİYA ÇARSANCAKLI (MUAŞER)
Ziya Bey evinde bir
Muş santralı
Çokça aranmakta beylik
kuralı
Dinle sözlerini hepsi
turalı
Ağalık tarihtir bundan
yaralı
Kapısı her zaman dosta
yaralı
Harput’u özlüyor ayrı
kalalı
Harput vuslat olur
yaza varalı
Elezber okurdu yanık
naralı
Yüreği depreşir
çaydaçıralı
Avcılık tazeler onda
moral’ı
DOST ÇARSANCIKLI’YA BAYRAMİYE
Harput’u yüklenmiş
mahlas: FAKİRİ
Oku divanını divanlar
piri
Osmanlı Türkçesi sunar
şiiri
Kültürü hazmetmiş
eşraftan biri
Yaş seksen altıdır
hafıza diri
Dost meclislerinde
öndedir yeri
Ona zenginliktir
dostun beheri
Para-pul gönlünde
ancak el kiri
Soyadı mirastır
tamamen mir’i
Atası bir sancak beyi
emir’i
Belgesel kitaplar
özgün eseri
Tüm sohbetlerinde
kürsü izleri
Nezih anlatımı sarar
bizleri
Günün dertlerinden
ağrır dizleri
Her yazın yapar Harput
seferi
Bir dost selamının
olur neferi
Dinle niyazını bir
gönül eri
Vecd içindedir her
günün seheri
Gündüzün de yanar ZİYA
FENERİ
Ciddi konularda aranır
yeri
Türk-İslâm kimliği
ezelden beri
Babadan mirastır
mahlas: FAKİRİ
Hepinizi sevgi ve
muhabbetle karşılıyor. Böyle dostlarımızın çoğalmasını ve
değerlerinin bilinmesini, unutulmamasını diliyorum.
UZM. SANİYE BULUT
Şair Orhan
Gökçe Bey’e teşekkür ederim.
Dünya
bunun içindir bil
Uhreye
azık, dolar dil
İdrak eden
olur nail
Güle
ağlayan bülbül ol
Gülşen-i
Resule gider
Payine
rusarın sürer
Kamil
muradına erer
Güle
ağlayan bülbül ol
Evet,
şimdi de huzurlarınıza bu şiirin yazarı, gönül ve kültür
dostu, Harput sevdalısı Ziya Çarsancaklı’yı davet etmek
istiyorum.
Buyurun
Ziya Bey, gece de mikrofon da sizin.
ZİYA ÇARSANCAKLI
BU GECENİN ADINI DEĞİŞTİRELİM…
Pek Muhterem ve
Muhteşem Valimiz Muammer Erol Beyefendi, Belediye Başkanımız
Süleyman Selmanoğlu Beyefendi beni ihyaya teşrif eden,
onurlandıran saygı değer hanımefendiler, beyefendiler,
sizlere en kalbi minnet ve şükranımı arz ediyorum.
Sayın Valimizin
tasvibi ve tensibi ile bu onur gecesini organize eden
Elazığ’ımızın yetiştirdiği kıymetli yazarlara, çizenlere,
edip ve şairlere, Elazığ’ın sesini ve nefesini Asya’daki
Türk devletlerine, Avrupa ülkelerine taşıyıp tanıtan
Manas’ın gönül ve kültür elçilerine ve özellikle Manas’ın
banisi gönül adamı ve de tanınmaktan daima uzak gölgede
kalmayı tercih eden mütevazi örnek insan Şener Bulut
Beyefendi’ye yürekten saygılarımı sunuyorum. Burada ufacık
bir parantez açacağım gölgede kalmanın yüzde doksan beş payı
ağırlık basar ancak galiba birazda hasetten siniyor
çekiniyor bu da ufacık da olsa bünyemizde var bunu da
söylemeden geçemeyeceğim.
Efendim çok veciz ve
de fart-ı sevgiden neşed eden övgülü ifadelerle siz mukaddir
haziruna beni de dahil edip yani beni de bende aratmaya
tanıtmaya çalışan gönül dostlarıma Sayın Hadi Önal’a, Sayın
Naci Onur’a, Sayın Lokman Tasalı’ya, Mithat Yılmaz’a
İstanbul’dan teşrif eden edip şair, araştırmacı dostum Sayın
Orhan Gökçe’ye, Ahmet Tevfik Ozan’a ve yine bu ihtişama
renk katmak ve amcalarını ihya etmek kadirşinaslığını
gösterip Ankara’dan teşrifleri ile sevindiren vefakar Atases
mahlası ile tesmiye ettiğimiz sayın Muzaffer Ertürk’e, Sayın
Adnan Çilesiz ve Sayın Zülfü Demirtaş Beyefendi’ye ve yine
Harput’u yaşayan ve yaşatan musikişinas ses, söz makamat
üstatları ve istikbal de kendi yerlerine kaim olacak
gençlerimizi yetiştiremeye çalışan Sayın Paşa Demirbağ’a,
Sayın Nihat Kazazoğlu’na, Bestekar Sayın Doğan Sever’e,
Üstat Sayın Naci Sönmez’e, Mustafa Döner’e, Sayın Hasan
Taydaş’a, Ömer Gürakar’a, Sayın Onur Yenigün’e
huzurlarınızda müstecab dualarımla şükranlarımı sunuyorum.
Ödemeye gücüm yetmeyen
şükran borcumu arz ettikten sonra bir teklifte bulunacağım,
bu gecenin adını değiştirelim zira siz saygı değer
kıymetlerin huzurunda sevgi yağmuru altında kalmışım,
eziliyorum bu “Saygı Gecesini” kaldıralım da bu geceye
“Sevgi Gecesi” diyelim.
Efendim, bendenize
gösterilen uluvvü cenab ve bu teveccüh hakikaten bana mı?
Bu, ben miyim diye mahcubane başladım sessizce kendimi
aramaya yönelip kendi içime sordum. İçimde yankılanan ses
bana dedi ki “86 yıllık yorgunluğunun son merhalesine varan
yolculuğunda maziyi kısaca dile getirirsen hem kendini
tanıtmış hem de kendini tanımış olursun.”
Evet, ben de peki
diyorum, zamana açılacağım hoş görünüz, şimdi burada birer
damla çok basit gibi görünür; ama bu zamanı çözmeye
sergilemeye yaşadığımız mazideki o günleri bu gün birlikte
yaşamamız gelecek bakımından yararlı olacaktır.
Allah’u âlem belki de
son konuşmam olacak. Gelirken de öyle demiştim her şeyin bir
sonu var, biz de faniyiz bu teveccüh beni iki cihanda aziz
kılacaktır ben bundan eminim helal ediniz.
Geçmişi geleceğe
taşımaz, tanıtmazsak indi İlahide mesul oluruz. Şimdi bir
kaç cümle ile önce Çarsancak ve Çarsancaklı ailesinden
bahsetmek istiyorum. Padişahımız Yavuz Sultan Selim Han
Hazretleri Çaldıran seferinden dönüşünde o sırada Dersim
yöresinde çıkan bir başkaldırıyı bastırmak için Kulu Ağa’yı
yeni ihdas ettiği dördüncü sancaklık Çarsancak’a Sancak Beyi
olarak gönderiyor. Burada tarihi teferruata kaçmayacağım
zamanımız yetmez naçizane ailemle birlikte kendimi tanıtayım
çünkü bugün aramızda bulunan Çarsancaklılar o asil Necip
Babanın evlatları hepimiz bir elamanın parçalarıyız.
Efendim, kendimi tanıtırken sizlere şeceremi göstereyim.
Babam demin de beylerin ifade ettiği gibi Kulu Alp’ın on
ikinci batından evladı bizler on üçüncü oluyoruz aşağı
yukarı bugün Çarsancak ailesinin nüfusu iki bini geçmiştir.
Türkiye’nin ve Avrupa’nın birçok yerinde yaşamaktadırlar.
Anneme gelince; Annem, Sekratlı İbrahim Beyin Kızı, Ali
Bey’in, Abdullah Bey’in kız kardeşidir. Nereden geliyor?
Peygamber Efendimizin amcası Hz. Abbas’tan geliyor,
kırkbirinci batın babaları Sekratlı İbrahim Bey kırkikinci
batın annem Tahire Hanım, Ali Bey ve Abdullah Beyler’dir.
Efendim benim
doğumum, üç dört ay gecikmeli 15 Nisan 1926 olarak nufusa
kaydedilmiştir. Malumunuz üzere o tarihlerde yeni tesis
edilmiş olan Cumhuriyetimizin ilk yılları, sular henüz tam
durulmuş değil. 1925’te dini ve bazı telakkilerle Şeyh Sait
isyanı patlak verir. Şeyh Şerif kumandasındaki asiler
Elazığ’ı İşgal ederler. Vali Hilmi Bey, Malatya’ya kaçtı
demeyelim ayıp olur ric’at ettiler diyelim. Askeri güç yok.
Yine hükümet emri ile babam Bedri Çarsancaklı ve amcası oğlu
Yümnü Bey üç gün içerisinde beş yüz kişilik bir milis güç
Çarsancak’ta ki akrabaları vasıtasıyla getirtip kahraman ve
milliyetçi Elazığ halkıyla birlikte asileri Elazığ’dan
püskürtürler. Mastar dağındaki 20 günlük müsademe devam
ederken askeri kuvvet henüz yetişir asileri tenkil suretiyle
iş bitirilir. Beylere takdirnameler verilir. Bir sene sonra
da mademki bu güç sizde var, bir gün hükümet aleyhine de
kullanırsınız mülahazasıyla takdir nameli sürgün başlar.
Mıntıka-ı nüfuzunuzun
dışına göndereceğiz diyerek 3 Temmuz 1926 tarihinde sürgün
ederler. Afyonkarahisar’da dört ay, Konya’da bir yıl, iki
ay; İstanbul’da bir buçuk yıl ailem ile birlikte benim ilk
felaketim; altı aylık iken ana kucağında sürgüne gidip üç
buçuk yaşında babamın elinden tutarak tekrar Elazığ’a dönmek
oldu. Bizimle birlikte sürgün edilenler babam Bedri
Çarsancaklı ile birlikte amcası oğlu Yümnü Kulu, Şener
Bulut Bey’in dedesi Pulutlu Halil Efendi, şimdi karşımda
gözümün içine bakan vefakâr hanımımın dedesi Hacı Kaya
Sebati Duman, Palulu Haşim Bey, Mehmet Ağar’ın dedesi aynı
zamanda ağabeyim Arslan Bey’in sınıf arkadaşı olan Zülfü
Ağar’ın babası jandarmada katip Mehmet Ağar sürgüne
gönderilirler. Ancak Konya’da bir yıl iki ay kaldıktan sonra
sıhhi sebeple yaptıkları müracaatları üzerine babam Bedri
Çarsancaklı, Haşim Bey ve Pulutlu Halil Efendi’yi İstanbul’a
gönderirler. Şu an aramızda bulunan Sayın Şener Bulut Bey’in
babasının dedesi yani büyük dedesi ve benim 57 yıllık
vefakar eşim Nermin Hanım’ın da dedesi olan Pulutlu Bey’i
Halil Efendi ve yine eşimin (Annesinin Babası) dedesi Hacı
Kaya Milli Mücadele’de Atatürk’e maddi ve manevi hizmet
etmenin yanında Şeyh Sait İsyanı’nda da 500 kişilik milis
gücün mastar dağında muntazam olarak her gün iaşe ve
ibatalarını temin eden Hacı Kaya Sebati Duman ile Pulutlu
Halil Beylerdir. Bu hizmetlerine mukabil sürgün ediyorlar.
Fakat sürgünden döndükten sonra Atatürk tarafından
Çankaya’ya iki seçim dönemi üst üste götürülüp Hacı Kaya
Sebati Duman’a milletvekilliği teklif edilmesine rağmen “ben
vazifemi yaptım paşam”. deyip kabul etmiyor. İzmir’de
yapılan birinci iktisat kongresinde bölgeyi temsil eden,
ismen çağrılıp yine Atatürk tarafından han, çiftlik servet
teklif edilen Hacı Kaya’nın cevabı aynı olmuştur. “Ben
vazifemi yaptım paşam” kabul etmemesindeki feragat,
fedakârlık ve asil hizmet anlayışını bugünkü ve yarına
soyunacak olan siyasi hizmet aşkıyla yüreği çarpanlara ithaf
ediyorum.
Çok badireler var
ancak burada anlatmaya zamanım yok.
Şimdi sürgün
dönüşümüzden başlayayım, mademki beni tanıyacaksınız
başlıklarla hikâyemize devam edelim diyorum.
Her nasılsa bir
caddeye adı verilen Vali Fahri Beyin tazyiki ile müstakil
köyümüz Harput’a bağlı Şimal Kürdemlik Köyü’nde 1929 yılında
babam konağını yaptırıp şehirden köye zorunlu taşınıyor.
Ben, Vali Fahri Bey’in tazyiki dedim bunu da kısaca arz
edeyim; sürgünden gelmişiz Beşkardeşlerde ikinci evde
oturuyoruz. Birinci evden itibaren aşağıdan Akliye Hastanesi
Başhekimi İsmail Hakkı Gürkan, ikinci evde biz, üçüncü evde
Belediye Reisi Kemal Şedele, dördüncü evde kardeşi Eyüp Bey,
beşinci evde Doktor Mustafa Rıza oturuyordu. Komşularımız,
bayram günü Vali Bey’i ziyaret ederler. Biz, yeni gelmişiz
babamı tanımıyor dört komşumuz birlikte ziyarete giderler.
Vali Bey, bayramın üçüncü günü iadeyi ziyarete gelir. Doktor
Mustafa Bey, Eyüp Bey, Şedele Kemal Bey, babamı da atlanmaz.
Bize de gelir şimdi baştan başlar her gittiği evde iki üç
ziyaretçi var Bizim eve geldiğinde otuz, kırk kişi var,
çünkü Bedri Bey sürgünden yeni gelmiş memleketin tanınmış
ailesi, geçmiş olsun diyorlar. İki bayram bir arada oluyor
otuz kırk kişi bir arada. Vali Bey, izzet ikram görüyor ve
gidiyor. Bir saat sonra bir polis memuru geliyor. Suç; eski
köhne âdetin halen devamı müşahede edilmiştir. Devam ettiği
takdirde hakkınızda tekrar kanuni işlem yapılacaktır,
deniliyor yani sürgün. Babam da atına atladığı gibi
Elazığ’dan ayrılıyor. İşte, bu olaydan sonra Kürdemlik’teki
evi yapıyor. Ondan sonraki hikâyemiz artık köyde devam
ediyor.
1932 yılında biz
epeyce büyümüşüz mektep çağına gelmişiz. Elhamdülillah Vali
Fahri Bey Elazığ’dan gitmişler. Zaten bir sene kalıyor olsa
belki müsaade etmez. Babam zamanın valisine müracaat ediyor
“efendim köyümüze bir okul verin bizim çektiklerimiz zamanın
siyasi sahadaki cehaletin sırıtmasındandır, başka bir şey
değil. Çocuklarımız böyle yetiştirmeyelim”, diyor. Kabul
ediyorlar. Yalnız o tarihler de Elazığ’ın hiç bir köyünde
okul yoktur. Elazığ’ın merkezinde 6 ilkokul var: birinci
mektep, ikinci mektep, altıncı mektep diye. Bir de ortaokul
var. Bunları arz ediyorum ki bugün ile mukayese edilsin.
Peki, diyorlar Harput’ta Kazazlardan Kemal Ertan Bey’i
muallim olarak gönderiyorlar. Selamlığın bir odasını
muallime ikametgâh, bir oda da sınıf oluyor. Biz de sınıf
olan odada başladık tedrise. Bazı şeyleri anlatacağım, sene
yarısında Müfettiş Nuri Bey isminde bir kişi geldi. Teftiş
çok iyi geçti, muallim beyi takdir ettiler. Müfettiş Bey
Babama dedi ki “Beyefendi sizden istirham edeceğim burası
cennet gibi eğer müsaade ederseniz bir iki gün kalıp
dinlenmek istiyorum” Hay hay Beyefendi şeref telekki ederiz.
Bu konuşmadan az sonra babam müfettişin yanından
ayrıldığında, Muallim Kemal Bey peşinden giderek “Beyefendi
sizden çok rica ediyorum emredin köylü komşuları tembih
etsinler ki beş vakit namaz kıldığımı müfettiş beye duyurup
da ekmeğimle oynamasınlar” diyor tabir aynen bu.
Biz 1932-1933 ve
1933-1934 ders yılları, yani birinci ve ikinci sınıfları
köyde okuduk. Sonra muallimi köyden aldılar. Mecburen biz de
Elazığ’a taşındık. 1934-1935 der yılı dönemi Elazığ’da
beşinci mektebe kaydolduk, üçüncü sınıftayız. Sene ortası
idi ki o güne kadar haftabaşı tatili olan Cuma günü Pazar
gününe alındı o günden itibaren haftalık tatiller bütün
Türkiye’de Cuma değil Pazar günü olmaktadır.
Efendim, şimdi
gençlerimizin belki de hiç duymadıkları o günlerdeki
hayatımızın bazı bölümlerini arz edeyim.
Biri öldüğü zaman
kefen bezi yoktu. Cenaze sahibi Elazığ’a gelip vilayete
müracaat eder; vilayet mührü ile tasdikleşmiş bir talep
yazısı yine vilayet tarafından Sümerbank’a havale edilir.
Sümerbank da kefeni cenaze sahibine verir. Sonra da cenaze
sahibi kefeni alıp gelir ki cenazesini kefenlesin. Çile
bununla bitse iyi. Köyümüzün bitişiğinde Adedi Köyü var.
Adedi Köyü’nde Molla Mustafa adında biri vardı. Topuksuz
Hoca olarak bilinirdi. Mollalığa kadar okumuş. O hoca
ölüleri, yıkar, kefenler ve kaldırırdı. Bakın, sayayım;
Hamedi, Pekinik, Adedi, Kürdemlik, Hacı Hasan, Tiko bütün bu
saydığım köylere bir tek Topuksuz Hoca hizmet veriyordu.
Adedi köyü turfanda sebze veriyor. Eğer hoca sebze satışına
Elazığ’a gitmişse cenaze yerde bekliyor. İkinci gün hoca
gelecek ölüyü kaldıracaklar. Şayet ölü bekletilecekse
üzerine bir bez çeker havalandırırlardı şişmesin diye
üzerine ağırlık olarak büyük bir bıçak bırakırlardı.
Bir gün ava gittim,
dağda geziyorum. Köpek önümde çantamı da Zülfü isimli bir
delikanlı almış. Av mevsimi karla çamur karışık; döndüm
Zülfü’nün ayağında çarık yok. “Oğlum Zülfü senin ayağından
çarığın düşmüş haberin yok” “Yok, Beyim benim zaten çarığım
yok ki…” Avı bırakıp köye döndüm. Zoğ derler iki çarık
çıkar, bir zoğ aldırdım. Zülfü’ye çarık yaptırdım. Ve yine
bir sonbahar günü avdan dönüyorum, İbrahim Halil arpayı
erken biçmiş ki yerine darı ekilsin darıyı bugün gören de
yoktur sanırım. Geldim, İbrahim Halil’in yanında durdum o
zaman sigara içiyorum. Kendisine de bir sigara sardım,
verdim. “Beyim”, dedi “tarlayı telbis ediyorum, darı
ekeceğim; İbrahim Halil’in kızı karşıdan elinde bir kâse
üstünde kapkara bir darı ekmeği yanımıza geliyor. Ben,
İbrahim Halil’den ayrıldım yemek getiren bu kıza doğru
yürüdüm. Sevimli cana yakın bir çocuk, başını okşadım. “Ne
getirdin, Remziye?”, dedim. “Beyim, babamın ekmeğini
getirdim öğlen yemeği.” Bakayım dedim acaba ne var içinde
ayran mı çorba mı? Baktım, kâse boştu. Sordum “içinde bir
şey varmış gibi öyle dengeli geliyorsun sebebi ne?” cevaben
“anam tembih etti beyim.” Vay benim onurlu köylüm.
O sıkıntılı yıllar
anlatmakla bitmez. O günleri Allah bir daha bu millete
göstermesin. Elazığ’da bir tek devlet hastanesi vardı. Bizim
köyde Süleyman adında bir kişi yaşardı Apandisit’ten
adamcığız kıvranıyor sesi yeri göğü kaplıyor. Köylüler
Süleyman’ın başına toplanmışlar taşı ısıtıp ağrıyan yerine
koyuyorlar. Adamcağızın Apandisiti patlamış. Sesi yeri göğü
tutmuş. Eee ne olacak! Şehre nasıl gidecek? Yol yok. Çok
affedersiniz bir katır getirdiler, katırın üzerine bir düven
koydular. İyice bağladılar. Bizim Süleyman’ı üzerine
yatırdılar. Ben ona “nallı ambulans” demişim. İşte o ağrıdan
kıvranan Süleyman’ı nallı ambulans ile hastaneye götürdüler.
Biz, o günlerden bu günlere geldik efendim! Allah bir daha o
günleri göstermesin! Burada bir nokta koyup şiir ve şaire
döneyim. Ben her zaman derim ki şiir yüreğin yankısı
duygunun dilidir. Babam, çok güzel yazardı. Fikret Memişoğlu
Pertek’te Hâkim olarak görev yaparken babamla yazışırlardı.
Özel ulak onların gönderdikleri yazıları götürüp getirirdi.
Ben, o zamanlar gencim. Bu mektupların değerini takdir
edecek durumda değildim. Maalesef o mektupları toplayamadım.
İşte demincek beyefendinin söylediği okuduğu o şiirin
hikâyesini burada anlatayım. Babam Fikret Bey ile çok
sevişirlerdi. İstanbul’dayız bir gün eve geldiğimde babam
dedi ki “Ziya haber aldım Fikret Bey İstanbul’a tedaviye
gelmiş yerini de söyledi Çapa’da Gureba hastanesinde
yatıyormuş”.
Sen bir araştırma yap
oda numarasını öğren gidip ziyaret edelim.” “Peki”, dedim.
İkinci gün babamla birlikte bir arabaya atlayıp gittik. On
dakikalık ancak sohbet oldu. O kadar tatlı sohbet oldu ki
hiç unutamam. Eski günlerden şairane bir şekilde gayet
mükemmel tatlı bir sohbet.
Babam dedi ki; “Fikret
Bey hasta fazla rahatsız edilemez. Sizi fazla yormayalım
izin rica edeceğim” ayağa kalktık ve “şu anda canınız ne
istiyor Fikret Bey?” diye sorunca hiç duraksamadan Bedri
Bey “şu anda canım taze çökelik ile halis bal istiyor.”
Babam onun bu isteğine “hay hay Fikret Bey, baş üstüne”,
dedi. Ziyaretimizden bir kaç gün sonra ben, Fikret Bey’in bu
isteğini temin ettim ve yine babamla birlikte götürüp
kendisine verdik. Hediyeleri alıp dolabına koydu işte bu
ziyaretimizde babam kısa bir kâğıda kısa bir şiir yazarak
Fikret Bey’e uzattı. Babamın Fikret Bey’e hitaben yazdığı
şiir şöyle başlıyor.
“Bize bir meşaleyi
feyzi edepsin Fikret
Dileriz, sana candan
tuli ömür ve sıhhat”
Bu satırları okudu ve
çok memnun oldu. “Beyefendi iki dakika izin verir misiniz?”,
diyerek babamdan ricada bulundu yatağından doğruldu kalemini
aldı bir kâğıda bir şeyler yazıp babama uzattı. Fikret Bey o
yorgun haliyle şu satırları yazmıştı;
“İstanbul’a biçare
gelen ehl-i ricayız
Ya Rabb’i medet bize
dahi muhtac-ı şifayız
Dostane bakışlar
sıladan verse de müjde
Hastanemizin ismine
şayan gurebayız” İrticalen yazdıkları bu şiirlerinin dışında
büyük şairin çok güzel şiirleri ve eserleri vardır.
Burada Hacı Hayri
Bey’in irticalen yazdığı bir şiiri arz edeyim. Yeniköy’de
Şükrü Bey’in konağına gitmiş. Hacı Hayri Bey’i burada
tanıtırken muhakkak söyleyeceğim Hacı Hayri Bey babasıyla
hacca gidip geldiği halde akşamcı, her akşam çekiyor. Hacda
iken daha 16-17 yaşlarında şöyle bir telgraf çekiyor.
“Gurbet oldu meskenim
ettim vatandan inhiraf
Badezin arz eylesin
dildare halim telgraf
Bu telgraftan üç gün
sonra da bir mektup yazıyor
Ey Nağme gidersen
vatana söyle ki Hayri
Ben zade-i hamen gibi
ahh sen de geleydin”
Sonra babasına
gösteriyor ve: “baba bu yazdıklarımı beğendin mi?”, diyor.
Babası; “oğlum yirmiyi bir aş bu yazdıklarının ne olduğunu
anlarsın”, diyor.
Şükrü Bey, Elazığ’a
geldiğinde birlikte oturup her akşam çekerler. Hayri Bey’e
“aylardır yıllardır beraberiz bir gün bize teşrif etmedin”
diyor. Meğer, Şükrü Bey de kendi evlerinde zaman mutaassıp.
o da akşamcı harem tarafına çekilip orada alıyor alkolü.
Hacı Hayri Bey bunu biliyor. Bir gün atlıyor paytona kafa
gene dumanlı. Doğru Palu Yeniköye; ancak yatsı zamanı
Yeniköy’e ulaşıyor. uşaklar koşuyorlar Harput’tan bir araba
geldi içerisinde fesli, kuşamlı bir Beyefendi indi, orta boy
kalıplı bir adam. Soruşu usuldendir: “Bey selamlıkta mı?”
“hayır, efendim. Beyin itiyadı. Yok, Bey sabahleyin gelir,
misafirler var siz de buyurun efendim” derler. Yavaşça
cebinden paketi çıkarır şu dörtlüğü yazar. (irticalen)
“Birlikte alıp bezme
getir nay-ı rubabı
Birlikte olup nuş
edelim bade-i nabı
Birlikte okurduk bütün
elvah-ı şebabı
Birlikte bitirsek şu
teessürlü kitabı”
İsim yok. Şükrü Bey
okur aldığı gibi; Eee! Vallahi bunu Hayri Bey’den başkası
yazamaz mümkün değil hemen uşakları çağırır. İşte o zaman
taassup perdesi yırtılır, sofrayı alırlar. Doğru selamlığa
götürürler. Fakat dost ahbap akrabalar, hatta babam giller
zaman zaman onu içkisinden dolayı üzülür ve ikaz ederler.
Alkolü bıraksan hem sıhhı bakımdan ve hem de hacısın
yakışmaz zaten bizim konağa içki de giremez mümkün değil.
Hayri Bey cebinden kalemini çıkarır şu dörtlüğü yazar
“İstekle değil
içtiğimiz bade velâkin
Hicr ateşini zehr ile
söndürmek içindir
Mey neş’eye de keyfe
de mahsus değildir
Erbâb-ı gamı belki tez
öldürmek içindir”
Cevabı bu. Bu günkü
şair arkadaşlar biraz özen gösterseler inşallah onlarda
irticalen yazarlar.
Efendim şimdi
izninizle şunu da arz etmek isterim: Geçen gün Manas’ta
yapılan toplantıda Hadi Önal Bey, Manas’ın faaliyetleri
kuruluşu ve geleceği hakkındaki düşüncelerini, projelerini
dile getirdi çok memnun kaldım. Ben de konuşup dedim ki
Elazığ’da kültür hayatımıza değerli hizmetler veren bu
kuruluşumuzun başarılarını burada sizlerin huzurlarında bir
kere daha kutlamak istiyorum. 86 yaşındayım belki de bu son
toplantım oluyor sizinle. Çünkü hayatın tabii seyri var.
Bunu kabul etmek lazım… Aranızda bulunmaktan o kadar
memnunum ki yani kabir de ruhum şad olacak; çünkü sizler
beni çok izam ettiniz ihya ettiniz efendim. Bu teveccüh,
hakikaten beni mezarımda ruhumu şad edecek bunu bilhassa
üzerine basa başa şükranlarımı ifade ediyorum. Efendim bu
yaşta bende bazen bir şeyler yazmak istiyorum yaş, 86 oldu
ama Hakk’a medyun’u şükranım yukarısı sağlam. İkinci
memnuniyet verici tarafım da aşırı ıstırabım yok ancak
tükendim ama bundan da müteessir değilim. Cenabı Hakk’a
medyunu şükranım ben bazı kitaplarımın başında şunu demişim.
“Adım Ziya
Yoktur riya
Şahidimdir ol Kibriya”
Hayatım böyle geldi böyle geçti bu beni ifade etmekte,
tasavvufi hayata gelince şu kapıda gördüğünüz afişteki bir
dörtlüğüm
Bu dertle ne hoşum ben
Hoşum ki sarhoşum ben
Hakk’a hamd ü senalar
Hem dolu hem boşum ben
Hakikaten böyledir
sonra bir yerde de
Halimden razıyım ben
Anlımda yazıyım ben
Yazmadım yazan yazdı
Yazandan razıyım ben
Bunu da böyle demişim.
Efendim şiiri sizlerin huzurun da tarif edemeyeceğim; çünkü
biz eskilerin yani sekseni aşkınların şiir telakkisi
günümüzden biraz uzak düştü. Biz, şiiri bir kalıp içerisinde
aruzla heceyle efendim kafiyeyle vezinle yani şiir bir
sanattı o zaman. Şimdi şiir, sadece güzel söz söylemek,
eskiden bunun gibi yazanlara konuşanlara şiir gibi konuşuyor
derdik. Şiir gibi konuşma bizdeki telakki bu telakkim de
değişmez bunu peşinen söyleyeyim ancak ölçüsüz yazılan
şiirlerden beğendiklerim de var mesela bize bir tarih
fısıldayan şu şiir.
Yıl 1928
Anam terlik yaptı
fesimden
Ve aynı yılın iğde
çiçeğinde
Bir çalgıcıya kaçtı
Ayşe’m
O günkü resme
bakıyorum
Başında fesi gönlünde
Ayşe’si
Mesut ve bahtiyar
Fesimi unutamıyorum
Ayşe’mi hala sevdiğim
için utanıyorum.
Bu ölçüsüz bir şiir;
fakat yılı veriyor, inkılâpları gösteriyor. 1928 yılında
yapılan o zaman bugün bizim iftihar ettiğimiz sanatçıları
bir çalgıcıya kaçtı Ayşe’m diyerek zamanın telakkisini dile
getiriyor. Bu, çok mükemmel bir şiir ama zamanımızda sizler
gibi mütebbahir şairler hem ölçüsüz hem ölçülü yani bugünkü
telakki ve dünkü örf ve adeta uygun çok güzel şiirler
yazıyorsunuz. Ben buraya geldiğimde bir şiirimi okumuştum
Sayın Bican, çok güzel bir şiir yazdı kendisine çok teşekkür
ediyorum. Kitabında da benim olmadığım vasıflarla süslemiş.
Teşekkür ediyorum. Her birinizin gönlün de olduğumu
biliyorum bundan ötürüde çok teşekkür ediyorum. Yalnız bizim
tabirle ben Kazım Karabekir Paşa’nın kızı Timsal Hanım’ın
düzenlediği şairler gününde okuduğum bir naatı şerifi izin
verirseniz burada size okuyayım. Bu şiiri, bizim müstakbel
yıldızımız İlyas Bey’e vermiştim.
EFENDİM
Bezm-i Elest’te
“Beli’yle “Şah-ı Ervahsın efendim
Habibullah, Mustafa,
Ahmed’ü Mahmud’sun efendim
Tekevvün-ı A’lama
tebşir-i Rahmansın ki şekksiz
Şafiü’l- ezel ve ebed
Resulullahsın efendim.
Duçar-ı adüvv’ü nefse
dar’ül emansın efendim
Hem mazluman-ı fakire
bab-ı emansın efendim
Lutf’u ilahi, Adem’e
tac-ı mücellasın şekksiz
Risalet Meab, eflâka
da Nurefşansın efendim
Nefha-ı Resuldan
Bil’hamd Cihan can buldu efendim
Taşan cihandan fezaya
Sema Şan buldu efendim
Fakiri zerre-i
Şuleden Ziya ‘dar oldu şekksiz
Miskal-ı hâk-i
Pa’yinle tesmiye olduk efendim
Sena-da cür’etim hoş
gör, Fahr-i Alemsin efendim
Girye içre, susmaz
Gönül, affı seversin efendim
Misal-ı Mur, bu yolda
yol alırsam necatım şekksiz
Anam, babam, ruhum
sana feda olsun tek, efendim
Bu şiiri şairler
gününde okudum. Eskiyi de özleyen o şair arkadaşlar takdir
ettiler. Yalnız Timsal Hanım dedi ki; “Ziya Bey bu şiirin
Türkçesini bize yazıp verseniz memnun olacağım”.
“Estağfurullah hay hay”, dedim. Buraya gelmeden üç gün önce
yazıp kendilerine verdim. Çok zamanınızı aldım izninizle
birazda siyasete değineyim. Beyler, siyaset hem mükâfatı hem
mücazatı olan hizmet sahasıdır; ama esasen insan
yaradılışından itibaren aklın her şubesi siyasidir. Bunu
bilmek lazım… Zaten bunun mükâfatı madde de değil hizmetin
mükâfatı Allah razı olsun dadır.
Mücazatı ise işte
bizim ailenin takdirnameli sürgünümüzdür veya dünyaya
Türkiye’yi tanıtan Menderes’in idamıdır. Amma Menderes’e
reva görülen mücazat mükafattır ve de büyüktür, zira Türk
Milletinin kalbinde yeri vardır ve bu kâfidir efendim. Allah
o günleri bir daha göstermesin. Yassıada’da Tevfik İleri’nin
bir ifadesi kayıtlarda olduğu için burada tekrarlıyorum.
Tevfik İleri kabinenin en hatip bakanıydı. Mahkemede
sorgulandığında diyor ki: “Hâkim Bey, Hâkim Bey biz bu
memlekete on sene köle gibi hizmet ettik; fakat helal olsun,
Hâkim Bey diyor. Siz mi? Evet, ya Hakim Bey diyor
arkanızdaki Türkiye haritasına bak her hangi bir noktaya
parmağını bas. Sonra aç gözünü git oraya bir değil bir kaç
eserle karşılaşırsın Hakim Bey ancak bu memleketin başına
CHP iktidarındansa muhalefetini Allah vermesin tabir bu
hakim otur yerine deyip sözünü kesiyor.
1960 yıllında ihtilal
oldu, ihtilalde Ömer Sanaç ve bir kaç kişi Beşkardeşlerde ki
karakola, beni de Emniyette birinci şubeye götürdüler.
Yapılanı da söyleyeceğim, herkes hasır üzerinde yattı,
yastık yok bir ay ifade alınmayacak birinci şubede akşam bir
kadro geliyor bir kadro gidiyor. Benim akşam kaldığım odada
açılır kapanır bir karyola bir de duvara bir çivi çakıp
cibinlik açtılar. Kayınbiraderim Adnan yatağımı getirir her
akşam yatağım serilir cibinlik açılır fakat doğru dürüst
yatamam, sabaha kadar 10 kişi yirmi kişi bazen 50 kişi
getirip ifade alıyorlar. Bazen aşağı mahsene götürüldüğünde
onların bağırtısı vilayeti kaplıyordu. Efendim bir hafta
sonra emniyet müdürü geldi odaya kollarını açıp iki tarafa
dayadı günaydın beyler merhaba Ziya Bey dedi. Ziya Bey
diyerek bana yaklaştı muhalifi muvafığı adeta bize baskı
yaptılar. Şu andan itibaren serbestsiniz yalnız siz değil
hastanede tedavi olan Mustafa İspir’de dedi. Sağ olsunlar
hemşeriler dedim, gidebilirsiniz dedi. Dedim ki beyefendi
nereye gideyim benim bir haftalık mesaim var burada
(gülüşmeler oldu.) bugün Cumartesi öğlende mesai bitince
birlikte çıkarız dedim.
Sonra tüfekler
toplandı bir memleketin tüfeği verildi. Bir tek benimki
verilmedi. Benim Türkiye şampiyonluğum vardı. Milli
atıcıyım, olimpiyatlara çağrılmışım böyle bir pozisyonum
var. Başkomiser Şaban Bey’e gittim “beyefendi herkesin
tüfeği verildi bu vilayette yalnız benim…” Şaban Bey;
“Emniyet Müdürüne git”,dedi. Gittim, Emniyet Müdürü Talip
Albayrak Bey’in huzuruna. “Ziya Bey buyurun oturun”, dedi.
“Hayır, Beyefendi oturmayacağım”, dedim ve masasına
yaklaştım tüfeğim ile ilgili sorunumu anlattım. “Efendim
benim silahım neden verilmiyor.” Talip Bey beni dinledi ve
açık konuşacağım Ziya Bey, “partideki son vazifenizin faal
oluşundan dolayı şimdilik vermiyoruz”, dedi. Omzunu okşadım,
tam kapıdan çıkacağım zaman “Ziya Bey bir dakika şu deftere
bakar mısınız?” Masanın üstünde büyük bir defter duruyordu.
Defterde ne vardı biliyor musunuz? Muhbirlerin isim listesi.
“İhtilal olalı şurada kaç ay oldu bakar mısınız lütfen gelin
beraber görelim”, dedi. Baktım. “İhbar edenlerin sayısı ne
kadar olduğunu biliyor musunuz beş bin küsür. Küçücük
Elazığ’da beş bin küsür kişi ihbarda bulunmuş. Kimin kimde
karın ağrısı varsa, selam vermemişse fırsat bu deyip gidip
ihbarda bulunmuş. Talip Bey bu muhbirlerin isim listesini
göstererek: “şimdi durumu anlamış olmalısınız”, demekteydi.
Beyler burada bize büyük görev düşüyor. Allah aşkına eğer
biz yüzde beşlik hasetlik tarafımızı bertaraf ede bilsek
emin olun Elazığ’ımız çok daha başka olurdu. Ben burada
sizleri fazla tutmayacağım. Bu anlattıklarımla sizlere
eskilerde yaşanmış bazı örnekler vermeye çalıştım. Beni
sabırla dinlediğiniz için hepinize müteşekkirim, saygılar
sunarım, ancak şunu da arz edeyim:
Bugün çok mutlu bir
gün yaşıyorum. Hakikaten bu muhteşem toplantıyla hayatımın
en mutlu günlerimden birini bana yaşattınız. Bugün beni
sevindiren bir diğer olayda Keban’dan Albay Levent Bilgin
Bey’in beni ziyaret etmesi oldu. Levent Bey babası Sait
Bilgin’in hazırlamış olduğu “Dünden Bugüne Keban” adlı
kitabını büyük bir nezaket göstererek hediye etti. Sait Bey,
henüz tam inceleyemediğim bu müstesna eserinde Keban
ilçemizi enine boyuna anlatmaya çalışmış. Kendilerini tebrik
ediyorum. Ancak o kitabın 123. sayfasında yayınladığı belge
beni daha çok mutlu etti. Efendim babam Bedri Çarsancaklı
Demokrat Parti il başkanlığı yaptığı yıllarda Atatürk’ün
İstanbul’da bulunan naşın Ankara’da yapımı inşası tamamlanan
Anıtkabir‘e naklediliyor. Tabii bu muazzez naaşın
Anıtkabir’e getirilmesi için o devirde büyük bir tören
düzenleniyor her vilayetten bir heyet o gün Ankara’ya
gidiyor. Elazığ’ı temsilen o tarihlerde Demokrat parti il
başkanı olan babam Bedri Çarsancaklı’nın başkanlığında
Elazığ Belediye Reisi Atik Erbaş, Keban ilçesini temsilen
İzzet Turan, Baskil ilçesini temsilen Osman Çetin, Sivrice
ilçesini temsilen Faik Öztürk, Karakoçan ilçesini temsilen,
Esat Kalan, Palu ilçesini temsilen, Sıtkı Evrenos, Maden
ilçesini temsilen Ahmet Dicle, Ağın ilçesini temsilen
Tacettin Bey katılıyor. Babamın Anıtkabir özel defterine
yazmış olduğu notta bir de bir şiir yazmış o şiiri sizlere
de okuyarak huzurlarınızdan ayrılmak istiyorum.
Milletin sönmeyecek
içte tüten bu alevi
Ebediyen yanacak
ateş-i hicranım Atam
Nail-i fevz ü felah
oldu dehan’la bu vatan
En mukaddes emelim
İsr’ine bir hatve Atam
Vermedin düşmana bir
saniye asrında aman
Etti ihraz-ı zafer
ırk-ı Necibindeki kan
Göğsü imanla dolu
azmini gösterdi zaman
Bu teali eser-i feyz-i
Kemalındır Atam.
(Bedri Çarsancaklı)
Büyük bir teveccühle
sabır gösterdiniz, dualarımla saygılarımı sunuyorum efendim
sağ olun var olun.
UZM. SANİYE BULUT
Sayın Ziya
Çarsancaklı’ya teşekkür ediyor fakat kendilerini
bırakmıyoruz. Harput kültürüne dolayısı ile Türk kültürüne
yaptıkları hizmetlerden dolayı şükranlarımızı arz ediyor ve
bu gecenin anısına kendilerine bir plaket takdim etmek
istiyoruz. Verilen plaketi müsaadelerinizle okumak
istiyorum.
Biliyoruz ki
“Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğine yönelik doğru adım
atamazlar.” İşte siz, örnek kişiliğiniz ve eserinizle
geleceğe ışık tuttunuz. İnanıyoruz ki yazmış olduğunuz
“Gazel Yapraklar”, “Kaleden Yürek Sesim”, “Üç Kuşaktan
Kültür Parkım”, “Divanda Divit Kalem” şiir kitaplarınızdan
ve “Dert Yumağı” adlı geçmişi günümüz penceresinden
değerlendiren hatırat kitaplarınızdan alınacak feyiz
ve çıkartılacak derslerle gönül ve kültür ufkumuz daha da
aydınlanacak ve bu eserlerle gençlerimiz emin adımlarla
geleceğe yürüyeceklerdir. Harput ve onun manevi mirasçısı
Elazığ, sizlere minnet ve şükran borcunu bir nebze ödemek
için 21 Eylül 2011 tarihini Ziya Çarsancaklı’ya Saygı
Gecesi” olarak değerlendirdi.
Sizleri, kültür
hayatımıza kazandırdığınız bu müstesna çalışmanızdan dolayı
kutluyor; kalbi teşekkürlerimizi sunuyor, Sağlık ve
esenlikler diliyoruz.
M Süleyman Selmanoğlu Elazığ Belediye Başkanı, Elazığ
Valisi Muammer Erol sahneye davet ediyorum. Ziya
Çarsancaklı’nın plaketini Valimiz Sayın Muammer Erol
vereceklerdir. Bu gecenin anısını yaşatan bir plaket daha verilecektir. Bu
plaketi de Belediye Başkanımız Sayın Süleyman Selmanoğlu’nun
takdim etmesini arzu ediyoruz. Buyurunuz Sayın Belediye
Başkanım.
Saygıdeğer
konuklarımız programımızın ikinci bölümüne geçiyoruz. Ve
ikinci bölümü takdim etmek üzere Fırat Üniversitesi Türkçe
Öğretmenliği bölümü araştırma görevlisi Veysel Karaca
kardeşime devrediyorum. Çok teşekkür ediyorum efendim.
ARŞ. GÖR. VEYSEL KARACA
Fırat
Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı
uzmanı Saniye Bulut Hanımefendiye teşekkür ediyorum.
“N’olaydı
yar n’olaydı iksiri ab olaydı
Dili
mecruh nura gark gamdan ferağ olaydı
Meyhaneler
kapısı bahtım gibi kapansın
Bademiz
vecd içinde ilahi aşk olaydı” diyen efendiliği,
ağırbaşlılığı, sevecenliği ile gönüllerde taht kuran Harput
kültürünün inceliğini yaşayan ve yaşatan gönül dostu Ziya
Çarsancaklı da pek çok şair gibi dayıları Hacı Hayri Bey’in
şiiri için nazire yazmış. Sadece nazire yazmakla kalmamış,
şair olarak dört tane de şiir kitabına imza atmıştır.
“Gazel
Yaprakları”, “Kaleden Yürek Sesim”, “Üç Kuşaktan Kültür
Parkım”, “Divanda Divit Kalem” onun şiir kitaplarıdır.
Programımızın bu bölümünde Ziya Çarsancaklı’nın şiirlerinden
örnekler dinleyeceğiz.
Şiir
örneklerini yine Harput’umuzun yetiştirdiği şair dostlardan
biri sunacak. Huzurlarınıza gönül ve kültür dünyamızın bir
güzel insanını Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tevfik Ozan’ı davet
ediyorum. Kendilerinin Ziya Çarsancaklı’ya bir de sürprizi
var. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tevfik Ozan. Buyurun Ahmet Hocam.
Kıymetli Hazirun! Biraz evvel huzurlarınızda Osmanlı’nın
sonu, Cumhuriyet’in başından çok güzel sahneler sergileyen
bizleri adeta o günlere götüren Ziya Çarsancaklı’nın
şahsiyet ve karakterinin, hissiyatının en yalın şekliyle
tanımı nedir. Ziya Çarsancaklı; Ruhaniyet’ini Osmanlının
İmanı’nda yıkamış ve kulluğun şuuruna ermiş bir şairdir… Bu
tanım ona fevkalade yakışan, kendisini asırların ötesine
götürecek, dualarla götürecek yalın bir tanımdır.
Çarsancaklı şairdir. Herkesin gördüğünü, kelimelerle
resimler yaparak anlatır. İstanbul’da gezerken bir bahçe
görür.
SUDAKİ
PARK
Rengârenk
desen vermek yatıyor bu amaçta
Açmış
manolya susam şu karşıki yamaçta
Ateş
böceği, çiğdem, ebrulu, pembe, sarı
Dekorda
(Ben) oluşmuş küçücük saksı Nar’ı
Çıkmış şu
köşecikten Nevruz der ben de varım
Sümbüller
bir yanında, bir yanda lâlezarım
Gülgûne
düşmüş şebnemi, oluvermiş gözyaşı
Konar
dalını görmez, vuslattır hep Niyazı
NUR’dan
ebemkuşağı yedi renkli köprüsü
Dökülen
yıldızla ay semâdan vermiş süsü
Çeyrek
asır yaşadım içinde, bakar kördüm
Neden
sonra Sudaki bu PARKI ancak ördüm
Kim
ihtişamı tersim eylemiş bu biçimde?
Birlikte
iki yaka yüzer Boğaziçi’nde
Bir âhh
çektim ki ah’tı yüreğim kopacaktı
Bir
geminin dalgası parkımı bozacaktı
ŞULE-İ
ŞEMS
YEDİ TEPE
(ÇAMLICA)
Her
dertten bir kerpiç ile inşa etmiştim bu hanı
Nefs-i
levvameyi telbisle heba ettim bu canı
Ta’kı
Menzilde uyanıp Çamlıca’da hem-hal oldum
Vuruldum,
döndüm, duruldum avuçladım tüm cihanı
Şehr-i
İstanbul’ki oldu İslambol’la Yedi Tepe
Nev’i
beşer şer’i Muhammed’le gark oldu edebe
Asr-ı
saadetle esen Kudsi nefha Çamlıca’da
Üfler
leb-i Seydayla Huu, süreç ezelden ebede
Sahabiler,
tabiinler, Abdulhâkim’lerle binler
Devam-ı
halka-i aşkın yıldızları uzar gider
Selef,
Elyak-ı Halefe Kutsi Sancağı devreder
Çamlıca’da
nur-efşan El-Abbasi Hamid reks eder
Esma-i
Hüsna’dan, hem Resulü Zi-Şan’dan tesmiye
Olmuş
Hamid El-Abbasi hıdamet-i imaniye
Ruz-ı
zulumatta ümmete şule-i rah-nümadır
Dilerim
Hakk’dan Şule-i Şems’den bizi dur etmiye
Sonra şair tevazuun bir nişanesi olarak burada müteaddit
defalar ifade edildi, kendini Fakiri mahlası ile tanıtır.
“Şefaat-ı Resulünle bu kemter kulunu affet
Cemâlullahınla ya Rabb firdevste ruhumu şâd et..” der..
50 yıllık bir süreden beri köyünden şehrinden uzakta
kalmanın hasretiyle şair;
“Özlemim hasret seli akar sılaya doğru
Dört tarafım kor alev yakar sılaya doğru
Yarım asır içimde senin gurbet yaşattım
Kesseler yürek kanım akar sılaya doğru..”
diyerek şiirini resmetmeye devam eder..
Gösterişten uzak, R. Mithat Yılmaz’ın ifade ettiği gibi
“dışta hakla; içte Hakk’la beraber..
Adım Ziya
Yoktur riya
Şahidimdir ol Kibriya..”
Diyerek gönül dünyasının resmini tamamlar.. Bir şair Ziya
Çarsancaklı’yı dört mısraya sığdırır. Der ki
Osmanlı Sancağı’nın rüzgarlarla boğuşan
Kokusunu imbikten geçirip iksir yapmış.
Çarsancaklı bir derviş; Ziyası sonsuz nurdan..
İzn-i İlahi gelmiş lisanı ile koklatmış!...
Biz Ziya Çarsancaklı İksiri’nin kokusunu bu salonda aldık..
Amma bir hatıra var ki onu zikretmeden geçmek olmaz.
Kıymetli sunucunun dediği gibi bu hatıranın arkasından da
bir sürprizimiz var, kıymetli ağabeyimize.
Biraz evvel çok veciz bir şekilde ifade etti Ziya
Çarsancaklı…Biz, Şener Bulut’un yaktığı çırayı aldık
Azerbaycan’a götürdük.. Bakû’de Tahsin Öztürk ile birlikte
dört yüz kilogramlık basılı evrak götürdük ve orada bir
büyük salonda, çok güzel adeta bir devlet töreni şeklinde
Hazar Şiir Akşamları icra ettik… Daha sonra şehitliği
gezerken Harput’tan Azerbaycan’a gitmiş ve orada şehit olmuş
insanların anıt mezarlarını gördük.. Tabii Harput’tan
Azerbaycan’a; Yemen’e Çanakkale’ye giden şehitlerimizin
serencamını en güzel Zekariyya Bican, Lütfü Parlak
anlatmış.. Biz oralardan öğrendik Harput Anadolu düşmesin
diye evlatlarını bu beldelere göndermiş.
Azerbaycanlı dostlarımız bizlere; Osmanlı’nın Azerbaycan
için yaptıklarının nişanesi ve bir noktada da onların
hatıralarını yad etmek için iki tane kalpak hediye ettiler.
Biz o kalpakları sakladık ve “sahibini arayan kalpaklar”
gibi odamızda durdu… Bir anda, bir vesile oldu şu an
bulunduğumuz bu salonda.. Biz bu iki kalpağı Osmanlı’nın
Ruhaniyeti’ni yaşayan ve Osmanlı’nın Sancağı’nın kokusunu
bizlere getiren iki muhterem büyüğümüze ayırdık birisi Ziya
Çarsancaklı birisi Hacı Turgut Ozan… Ama bu iki Osmanlı
Beyefendisi Harput Beyefendi’sine hediyemizi, bir başka
Harput Beyefendisi’nin elleriyle takdim etmek arzusundayız…
Biz Orhan Gökçe ağabeyimize bu kalpakları verelim; o da
onları yormadan isterlerse yerlerinde takdim etsin…
İzninizle… Biz sadece aracı olalım… Saygılar sunuyorum
ARŞ. GÖR. VEYSEL KARACA
Yrd. Doç.
Dr. Ahmet Tevfik Ozan’a teşekkür ediyorum.
Gece, Ziya
Çarsancaklı’ya Saygı Gecesi, konu Harput ve Harput sevdası
olur da müzik olmaz mı?
Programımızın bu bölümünde müzik var. Paşa Demirbağ, Mustafa
Döner, Hasan Taydaş, Onur Yenigün ve Ömer Gürakar’ın sahne
aldığı programımızın bu bölümünde Harput Türküleri var.
Değerli
sanatçılarımız Paşa Demirbağ, Mustafa Döner, Hasan Taydaş,
Onur Yenigün ve Ömer Gürakar’ı sahneye davet ediyoruz.
…………………………………………….
Paşa
Demirbağ’a, Mustafa Döner’e, Hasan Taydaş’a, Onur Yenigün ve
Ömer Gürakar’a teşekkürler.
Programımız devam ediyor.
Öncelikle
programda yer alan saz sanatçılarımızı takdim etmek
istiyorum.
Kanun;
Ahmet Şekeroğlu
Keman;
Oğuzhan Çimtay
Ud; Emrah
Çümendir
Cümbüş;
Hadi Bulut
Klarnet;
Ertan Kaymaz
Ritim
sazlar; Ozan Tunç, Murat Bakırhan
……………………………………………..
Dal kırık
gonca solmuş, Gülşen tarumar olmuş
Bilmem ki
ne hal olmuş, dönüyor felek sazla
Gök
boşalmış yıldız yok, akmış bağrıma ok ok
Kanım
yağmurlardan çok akar sirişki yasla
Olunca
yazgı çile yaşanır dertle bile,
Huzur
gelmez ki dile, gelse de gülmez asla
Yaşta
rakam çok ise kayda değer yok ise
Günü tutan
sis ise bahtın barışmaz asla
Topla tası
tarağı, dün geçtin son durağı
Ziya
söndür çırağı asli vatana gazla
Sahneye
Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği ve Elazığ Devlet Klasik
Türk Müziği Korosu kurucusu değerli sanatçımız Naci Sönmez’i
davet ediyorum.
Kendileri,
ilki Doğan Sever tarafından bestelenen Ziya Çarsancaklı’ya
ait bir eserle birlikte üç eser seslendireceklerdir.
Değerli
sanatçımız Naci Sönmez’i sahneye davet ediyoruz.
……………………………………………………………………….
Elazığ
Devlet Klasik Türk Müziği Korosu sanatçılarından Naci
Sönmez’e teşekkürler.
Programımızın bu bölümünde Nihat Kazazoğlu ile birlikte Hadi
Bulut bizlere Ziya Çarsancaklı için hazırladıkları eserleri
seslendirecekler.
Değerli
sanatçılarımız Nihat Kazazoğlu ve Hadi Bulut’u sahneye davet
ediyorum.
……………………………………………………………….
Gece, Ziya
Çarsancaklı’nın gecesi ya. Böylesine güzel bir insanın
gecesinde bir dost olarak bulunmayı ahte vefa gören dostları
onu yalnız bırakmadılar. Evet, bu gece için, Ziya
Çarsancaklı için gelen Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas
Devlet Halk Müziği Korosu Sanatçısı vefalı dost Zülfü
Demirtaş’ı sahneye alıyoruz.
Değerli
sanatçımız Zülfü Demirtaş’ı sahneye davet ediyorum.
………………………………………………………………
Kültür ve
Turizm Bakanlığı Sivas Devlet Halk Müziği Korosu Sanatçısı
Zülfü Demirtaş’a yüreğine sağlık diyor ve teşekkür ediyorum.
Gül
deseni, gül deseni
Kokladım
gülde seni
Gözlerin
menevşedir
Yanağın
gül deseni
Kültürümüzün incelikleri, renkleri, desenleriyle geçmişimizi
süsleyen Harput, geleceğimize uzanan yolda da bizlere ışık
tutmaktadır. İşte bu ışıklı yolun güzel insanlarından biri
de Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Adnan Çilesiz’dir. Değerli sanatçımız Adnan
Çilesiz’i sahneye davet ediyorum.
………………………………………………………………..
Kültür ve
Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Halk Müziği Korosu Sanatçısı
Adnan Çilesiz’e yüreğine sağlık diyor ve teşekkür ediyoruz.
Bir dost,
bir Harput sevdalısı, ahte vefanın bir büyük temsilcisi daha
var. TRT Ankara Radyosu Sanatçısı Ziya Çarsancaklı
Ağabey’imizin “Atases” dediği güzel insan, muhteşem ses
Muzaffer Ertürk aramızdalar. Kendilerini sahneye davet
ediyorum.
ARŞ. GÖR. VEYSEL KARACA
TRT Ankara
Radyosu Ses Sanatçısı, Atases Muzaffer Ertürk’e teşekkür
ediyor ve kendisini saz sanatçılarımızla birlikte sahnede
tutuyoruz. Sayın Ziya Çarsancaklı, Sayın Orhan Gökçe, Sayın
Lokman Tasalı, Sayın Paşa Demirbağ, Sayın Musatafa Döner,
Sayın Naci Sönmez, Sayın Nihat Kazazoğlu, Adnan Çilesiz,
Sayın Zülfü Demirtaş, Ömer Gürakar, Hasan Taydaş, Onur
Yenigün, Elazığ Musiki Cemiyeti Derneği Başkanı Mehmet Kemal
Perk’i de sahneye davet ediyoruz.
Efendim
sağ olsunlar okullarımız kültür ve sanat gecelerimizde
bizleri yalnız bırakmıyorlar:
Doğa
Koleji
Bilgem
Koleji
Ahmet
Yesevi Sosyal Bilimler Lisesi
Ve
Elazığ’ımızın en eski en köklü lisesi bu yıldan itibaren
Anadolu Lisesi olarak eğimini sürdürecek olan Elazığ Lisesi.
Sanatçılarımıza çiçek takdim edecekler.
Kültür ve
sanat faaliyetlerimize katılarak destek veren okullarımıza
ve öğrencilerimize çok teşekkür ediyoruz.
Elazığ
Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi
Rektörlüğü’nün katkıları ile Elazığ İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, Elazığ Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Elazığ Musiki
Konservatuarı Derneği ve Manas Yayıncılık’ın birlikte
düzenledikleri “Ziya Çarsancaklı’ya Saygı Gecesi” burada
sona ermiştir. Ziya Çarsancaklı’ya sağlık ve nice
güzellikler diliyor ve bu geceyi şereflendiren siz değerli
kültür ve gönül dostlarına teşekkür ediyoruz ve hayırlı
geceler diliyoruz.