MANAS HABER – M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık’ın öncülüğünde, Harput musikisini bir ömür
yaşayan ve yaşatan sanatçımız Paşa Demirbağ’ın 80. doğum
yıldönümü münasebetiyle düzenlediğimiz “Doğumunun 80.
Yılında Paşa Demirbağ” programı; 28-30 Nisan 2011
tarihlerinde şair, yazar, bilim adamı ve sanatçıların
katılım ve katkılarıyla gerçekleşti.
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ Kültür ve
Tanıtma Vakfı, Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı,
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, Gaziantep
Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı, Elazığ
Musiki Konservatuvarı Derneği, Elazığ Folklor ve Turizm
Derneği’nin katkı sağladığı bu anlamlı faaliyet, kültür ve
sanat dünyasında büyük ilgi uyandırdı.
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ” programı üç gün devam
eden bir dizi etkinlikle gerçekleşti. Manas Yayıncılık’ın
tarafından yayınlanan; Hadi Önal’ın “Paşa Demirbağ” adlı
eseri okuyucusu ile buluştu. Programın açılış töreni
Kovancılar İlçesinde yapıldı. Program çerçevesinde önce
Sekrat köyü ziyaret edildi. Geçmişten günümüze Elazığ’da
“Halk Oyunları Geleneği ile “Harput Müziğini Yaşayan ve
Yaşatanlar” paneli düzenlendi. Fikret Memişoğlu’nun mezarı
ziyaret edildi. Harput’ta Paşa Demirbağ ve Enver Demirbağ
Sokağı’nın açılış töreni yapıldı. “Paşa Demirbağ’a Saygı
Gecesi” gerçekleştirildi. Fırat Üniversitesi İletişim
Fakültesi Radyo Televizyon bölümü öğrencisi Mehmet Kılınç’ın
hazırladığı “Paşa Demirbağ” adlı belgeselinin gösterimi
yapıldı ve Şef Turgay Coşkun’un yönetimindeki Harput Müziği
Korosunun verdiği “Paşa Demirbağ’a Saygı” konseri ile
davetlilere unutulmaz anlar yaşatıldı.
Basın ve yayın kuruluşlarımızın büyük ilgi gösterdiği
programlar Fırat RTV, Kanal 23 ve Kanal E televizyonlarında
yayınlandı. Programın final gecesi de TRT Anadolu tarafından
canlı olarak yayınlandı.
“Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ” programının hazırlık
çalışmaları M. Şener Bulut’un yönetiminde oluşturulan bir
tertip heyeti tarafından yürütüldü. Elazığlı şair, yazar ve
sanatçıların da yer aldığı bu heyette İl Kültür ve Turizm
Müdürü Tahsin Öztürk, Elazığ Belediyesi Kültür Müdürü
Mustafa Ayık, Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği Başkanı
M. Kemal Perk, Gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur, Eğitimci
Yazar Hadi Önal, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği Başkanı
Bünyamin Eroğlu, ETSO Basın ve Halkla İlişkiler Müdürü Etem
Yalın, Kovancılar İlçe Milli Eğitim Müdürü Cebrail Düzgün,
Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi Müdürü Öğr. Gör.
Metin Çağlar, NGK İletişim Meslek Lisesi Müdürü Ali Canpolat,
Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Öğr.
Üyesi Tamer Kavuran, Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
Öğretim görevlisi Öğr. Gör. Recep Bağcı, Fırat RTV Müdürü
Hüseyin Gazi Orhan, Harput Müziği Arşivcisi Yılmaz Kalender,
Şefik Gül Kültür Evi Yöneticisi Mustafa Alçiçek, Fırat
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğrencileri Remzi Çalışır ve
Taha Kaan Bulut’un görev aldığı programın sunuculuğunu Ömer
Faruk Er, Arş. Gör. GüldaÇetindağSüme ve Fatma KaluHecan
yaptı.
PAŞA DEMİRBAĞ
Hadi Önal
Manas Yayıncılık, 2011, s.152, Elazığ
Tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Harput,
Türk’lerin de Anadolu’da ilk yerleşim yerlerindendir.
Geçmişi ile yüksek bir kültüre sahip olan Harput, bağrından
pek çok devlet adamı, bilgin, şair ve musikişinas
yetiştirmiştir. Harput, yetiştirdiği her değerle var olan
güzelliklerine yenilerini katmış, sonuçta; Türk kültürünün
inceliklerinin, renklerinin ve motiflerinin nakış nakış
işlendiği, Anadolu’nun kültür ve sanat merkezlerinden biri
olmuştur. Harput, özellikle de musikisi ile Türkiye’de ve
Türk dünyasında tanınan, bilinen ve sevilen bir yöremizdir.
Elazığ, kendisine miras bırakılan bu muazzam ve muhteşem
Harput kültürünü korumak, yaşamak ve yaşatmak için son
zamanlarda büyük bir gayret içerisine girmiştir.
“Paşa Demirbağ” adlı eser, işte bu düşünce ve duygunun
şekillendirdiği bir eserdir. Bu eserde muhteşem ve muazzam
Harput kültürünü yaşamak ve yaşatmak için bir ömür gayret
gösteren Demirbağ kardeşlerden Paşa Demirbağ’ın hayat
hikâyesi anlatılmaktadır. Biyografik roman türünde Elazığlı
yazar Hadi Önal tarafından kaleme alınan Paşa Demirbağ adlı
eser; bir tarafta hayalleri, umutları, aşkları, sevinçleri,
sevdaları, hayal kırıklıkları ile ağır ağır hayat
merdivenini tırmanan bir gönül ve kültür adamı, gök kubbede
hoş bir sada bırakan Paşa Demirbağ’ı anlatırken diğer
taraftan da Harput Musikisi ve Kürsübaşı birinci ağızdan
verilmiştir. 1940 ilâ 2010 yılları arasındaki zaman
diliminde Türkiye’nin tarihi, ekonomik, siyasi ve sosyal
yapısının Anadolu insanının gözü ile değerlendirildiği Paşa
Demirbağ adlı eserin takdimi Türk’ün türkü çırasını elli
yıldır yükseklerde taşıyan musiki dünyamıza yaptığı
çalışmalarla damgasını vuran müstesna sanatçısı Mehmet Özbek
tarafından yapılmıştır.
Paşa ve Enver Demirbağ kardeşlerin yetiştikleri konak ve
çevresi de gönül ve kültür dünyamızın güzel insanı, ağabey
dediğimiz Ziya Çarsancaklı tarafından ele alınarak nefis bir
sunumla işlendiği “Harput Kültürünü yaşayan ve yaşatanlar”
bölümü esere çok ayrı bir değer kazandırmıştır. Yazar Hadi
Önal’ın akıcı ve renkli bir üslupla kaleme aldığı “Paşa
Demirbağ” biyografik roman, toplam 152 sayfadır.
PAŞA DEMİRBAĞ’IN MİSAFİRLERİ
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ programına Devlet
Sanatçısı, Mustafa Turan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara
Devlet Türk Halk Müziği Korosu Eski Şefi Mehmet Özbek, TRT
Ankara Radyosu Sanatçısı Muzaffer Ertürk, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Sivas Devlet Türk Halk Müziği Korosu Sanatçısı
Zülfü Demirtaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet
Türk Halk Müziği Korosu Sanatçıları Hasan Öztürk, Adnan
Çilesiz ve Turgay Coşkun. Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı Müdürü Dr. Öğr. Üyesi Yavuz Demirtaş, Sakarya
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Dr. Öğr. Üyesi
Türker Eroğlu, Gaziantep Üniversitesi Türk Musikisi Devlet
Konservatuvarı Müdür Yardımcısı Öğr. Gör. Savaş Ekici, E.
Alb. Lokman Tasalı, Mustafa Döner, Hüseyin Sekü, Nihat
Kazazoğlu, Ali Öner, Paşa Demirbağ’ın Oğlu Dr. Ahmet Bülent
Demirbağ ile Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı Müdürü Güçmen
Memişoğlu katıldı.
ELAZIĞ VALİLİĞİ, ELAZIĞ BELEDİYESİ VE
FIRAT ÜNİVERSİTESİ ZİYARET EDİLDİ.
“Doğumunun 100. Yılında Paşa Demirbağ programına katılan
misafirler 28 Nisan 2011 Perşembe günü saat 14.00’te Elâzığ
Valisi Muammer Erol tarafından kabul edildi. Başta Paşa
Demirbağ olmak üzere Devlet Sanatçısı, Mustafa Turan,Dr.
Mehmet Özbek, Muzaffer Ertürk Zülfü Demirtaş, Hasan Öztürk,
Adnan Çilesiz veTurgay CoşkunDr. Öğr. Üyesi Türker Eroğlu,
Öğr. Gör. Savaş Ekici, Hüseyin Sekü, Nihat Kazazoğlu, Dr.
Ahmet Bülent Demirbağ, Bünyamin Eroğlu, Mehmet Kemal Perk,
Güçmen Memişoğlu’nun katıldığı ziyarette Manas’ın kıymetli
üyeleri M. Şener Bulut, Bedrettin Keleştimur ve Hadi Önal da
hazır bulundu.
Konuklarını ağırlayan Vali Muammer Erol, “Elâzığ’ın zengin
bir kültür birikimine sahiptir. Doğumunun 80. Yılında Paşa
Demirbağ programı ile kıymetli bilim ve sanat insanları
sizleri ağırlamaktan son derece mutluyuz. Önce Elâzığ’da
ağırlamaktan sonra vilayette ağırlamaktan son derece
mutluyuz. Hoş geldiniz şeref verdiniz. Yeni dostluklara,
kardeşliklere merhaba demenin mutluluğunu yaşamaktayız.
Elâzığ halkı Harput musikisine büyük hizmetlerde bulunan
Paşa ve Enver Demirbağ kardeşlere her zaman değer vermiş ve
bağrına basmıştır. Milletlerin siyasi ve sosyal varlıklarını
sürdürebilmelerinin temelinde kültürel değerlere verdikleri
önem yatmaktadır. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum.”, dedi.
Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu Eski Şefi Mehmet
Özbek: “Demirbağ kardeşler hakkında söylenecek o kadar çok
şey var ki… Harput zaten bizim Türk müziği tarihi içinde çok
farklı bir yerdedir. Harput müziği derken sadece halk
müziğini değil sanat müziğini de düşünmek gerekir. Burada
çalınan söylenen türküler, okunan makamlar aslında
atalarımızın ta Orta Asya’dan getirmiş oldukları ezgilerdir.
İşte Paşa ve Enver Demirbağ’ın aslında Türk müziği
içerisindeki önemi burada başlıyor. Orta Asya’dan, yüzyıllar
öncesinden getirmiş olduğumuz bu makamları okuyan
ustalardan, önce kendileri öğrenerek bir sonraki kuşaklara
taşımışlardır. Ne mutlu bize ki gerek Paşa, gerekse Enver
Demirbağ kardeşler, okudukları bu gazelleri yetiştirdikleri
öğrencilerine geçmişler ve hakkıyla da öğretmişlerdir. Bu
bakımından Enver Demirbağ’ı rahmetle, ağabeyi, hatta bir
yerde hocası olan Paşa Demirbağ’ı da saygıyla anıyorum.”
,dedi.
Elazığ Valiliği’nden sonra Fırat Üniversitesi’ni ziyaret
eden misafirler Rektör Prof. Dr. A. Fevzi Bingöl tarafından
kabul edildi.
Rektör Prof. Dr. A. Fevzi Bingöl; Fırat Üniversitesi olarak
sanata ve sanatkâra yaşarken verilen değerle “Birçok büyük
şahsiyetin vefatından sonra kıymetinin anlaşılması ve
akabinde de adlarına anma programları düzenlenmesi” gibi
yanlış bir düşünce ve davranışın da temelden yıkılmasına
vesile olacağı için önemlidir. Elbette ki vefat eden bilim,
sanat ve devlet adamları anılacak onların fikir ve
düşüncelerinin yeni nesillere aktarılması sağlanacaktır.
Ancak, fikir, sanat adamlarına yaşarken verdikleri hizmetin
önemini vurgulamak, bunlar için tören düzenlemek sadece ahde
vefa duygusunu yerine getirmekle kalmayacak, yaşayanlara da
yapacakları hizmetlerden heyecan duymalarını ve şevk
almalarını sağlayacaktır. Böylesi organizasyonlar aynı
zamanda aziz milletimizin, kadirşinaslık ve vefa duygusu
gibi insanı insan yapan hasletleri kaybetmediğinin, kendi
bünyesinden çıkardığı büyük şahsiyetlerin değerini, onlar
hayatta iken de bilip idrâk ettiğinin de bir göstergesi
olacaktır. Bu güzel anlayışın bizzat yaşatılmasına vesile
olan kuruluşlara teşekkürlerimi arz ediyorum. Bilindiği
üzere Harput, tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış
ve Türk’lerin Anadolu’daki ilk yurtlarından biri olmuştur.
Bu konumundan dolayı çok zengin bir kültürel birikime
sahiptir. Harput, tarih boyunca bünyesinden birçok devlet
adamı, bilgin, şair ve musikişinas yetiştirmiştir. Harput
yetiştirdiği değerli şahsiyetlerle de mevcut olan kültürüne
yeni değerler katmış ve Anadolu’nun adeta kültür
merkezlerinden biri haline gelmiştir. Özellikle de musikisi
Harput’un bütün bir Türkiye’de ve Türk dünyasında tanınan,
bilinen ve sevilen bir belde haline gelmesini sağlamıştır.
Harput’u Harput yapan şahsiyetlerden biri de, bugün 80.
Doğum Yıldönümü kutlanılan, şehrimizin kendine has musiki
özelliklerini geçmişten günümüze taşıyan, çok değerli musiki
üstadı ve kıymetli büyüğümüz Paşa Demirbağ’dır. Kendisine
Yüce Allah’tan sağlık ve mutluluk dolu uzun ömürler
diliyorum. Adına düzenlenen bu organizasyonun, onun gibi
şehrimizin kültürüne hizmet etmiş diğer büyük
şahsiyetlerimiz adına programlar düzenlenmesine yönelik bir
başlangıç olmasını temenni ediyorum.”, dedi.
Devlet Sanatçısı Mustafa Turan: Enver ve Paşa Demirbağ
kardeşler, Elazığ musikisi ve kültürüyle adeta özdeşleşmiş
ve kendi alanlarında marka olmuş sanatçılarımızdır.
Geleneksel halk müziğimizin yaşatılmasında ve tanıtılmasında
önemli bir değer olan Demirbağ kardeşler tüm yaşamlarını
Elazığ musikisine adamışlardır.
Kısa bir süre önce Hakk’ın rahmetine kavuşan Enver
Demirbağ’ı kaybetmenin üzüntüsünü yaşarken, değerli
büyüğümüz Paşa Demirbağ için düzenlenen “Saygı Gecesi”
bizleri gururlandırmıştır. Çünkü bir ömrü sadece Elazığ
musikisine adayan bir insana sağlığında gösterilen değerin
daha anlamlı olduğuna inanıyorum. Geriye dönük ‘keşke’lerle
yaşayan bir toplum, aslında hiçbir değerine önem vermeyen,
insan yığını ve kalabalığından öte bir anlam da ifade
etmemektedir. Bu anlamda, bir kültür şehri olan Elazığımıza
da bu kadirşinaslık yakışır diye düşünmekteyim.
Bu duygu ve düşüncelerle, bu güzel etkinliği düzenleyen
bütün kurum ve kuruluşları kutluyorum. Bu vesileyle de
kıymetli büyüğümüz Paşa Demirbağ’a sağlıklı, mutlu yıllar
diliyorum.”, dedi.
Fırat Üniversitesi’nden sonra Elazığ Belediyesi’ni ziyaret
eden konuklarımız aynı gün Saat 14.45’te Belediye Başkanı M.
Süleyman Selmanoğlu tarafından kabul edildi. Türkiye’nin
değerli sanatçılarını Elazığ’da misafir etmekten büyük
mutluluk duyduklarını ifade eten Başkan Selmanoğlu;
“Şehirlerin tarihinde öncelikle yetiştikleri şehre, mensup
oldukları topluma sonra tüm insanlığa belirli alanlarda yol
gösteren, rol oynayan zirve şahsiyetler vardır. Bu insanlar,
bilimde, kültürde ve sanatta verdikleri eserlerle yeni
nesillere örnek olurlar. Geçtiğimiz yıllarda eski belediye
başkanlarımızdan olan ve yazdığı kitaplar ve binlerce
makalesiyle yazı ve kültür hayatımıza yeni soluklar getiren
Şükrü Kacar Hocamızın yazı hayatının 60. yılını kutladık.
Bugünlerde ise musikimizin önemli isimlerinden olan Paşa
Demirbağ ağabeyimizi anmak ve onun 80. doğum gününü kutlamak
onur ve mutluluğunu yaşıyoruz. Musikimize uzun yıllar hizmet
eden, şehirle ilgili her güzel etkinliğin içinde olan Enver
Demirbağ ve Paşa Demirbağ, Harput Musikisi’ni geniş
kitlelere sevdiren zirve isimlerdir. Bu önemli faaliyet
münasebetiyle her neslin gönlünde taht kuran bu
değerlerimize yine musikimizle birlikte anılan kadim
beldemiz Harput’ta iki sokağa; Enver Demirbağ ile Paşa
Demirbağ’ın isimlerinin verilecek olması Elazığlılar adına
Elazığ Belediyesi’nin bir vefa borcunu yerine getirmesidir.
Bu tarihi ve önemli karara onay veren tüm belediye meclis
üyelerimize kalbi şükranlarımı sunuyorum. Harput musikisi
Elazığ’ın tarih, kültür ve medeniyet kokan mekânlarında
yıllarca yankılanmış ve yankılanmaya devam edecektir. Bu
yankının ebedi olarak sürmesine vesile olan ve gök kubbede
hoş bir sada bırakan merhum Enver Demirbağ’a Allah’tan
rahmet, Paşa Demirbağ Ağabeyimize de sağlıklı bir ömür
diliyorum. Bu programa emek ve destek veren kültür aşığı
bütün dostlarıma teşekkür ediyorum.”, dedi.
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ELAZIĞ’DA HALK
OYUNLARI GELENEĞİ
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ toplantısının ilk
etkinliği 28 Nisan Perşembe günü “Geçmişten Günümüze
Elazığ’da Halk Oyunları Geleneği” programıyla başladı. Fırat
RTV’nin canlı olarak yayınladığı program, Fırat RTV
Konferans Salonu’nda saat 20.00’de gerçekleşti. Prof. Dr.
Esma Şimşek, Mustafa Turan, Dr. Mehmet Özbek, Dr. Öğr. Üyesi
Türker Eroğlu ve Güçmen Memişoğlu’nun konuşmacı olarak
katıldıkları toplantıyı Arş. Gör. GüldaÇetindağSümeyönetti.
Geçmişten günümüze Elazığ’da halk oyunları geleneğinin
konuşulduğu toplantının son bölümünde Elazığ halk oyunlarına
hizmet eden usta oyuncuların katıldıkları oyunlar
sergilendi.
Sahneye ilk olarak Elazığ Folklor ve Turizm Derneği’nin
Osman Ayaz, Süleyman Çakmakçı, İsmail Yılmaz ve Ömer
Tanrıverdi’den oluşan üyeleri davet edildi. Mehmet Şerif
Çeçen’in klarnetiyle ve davulda Ekrem Oruç’un eşlik ettiği
ekip Ağır Halay oyununu sergiledi. Ardından Ferit Biçer,
Suat Dağoğlu, Çetin Çelik, Semih Demir, Niyazi Atıcı ve
Murat Bostancı’dan oluşanElazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği Halk Oyunları Topluluğu Halay ve Delilo oyunlarını
sergiledi. Nuri Çilesiz tarafından oynanan Leblebici
oyununun ardından da Elazığ Musiki Cemiyeti’nin iki değerli
ismi Nihat Kazazoğlu ve Mehmet Kemal Perk tarafından
Güvercin adlı oyun sahnelendi. Son olarak programa katılan
bütün oyuncuların katılımlarıyla dünyaca ünlü Çaydaçıra
oyununun oynandığı bu toplantı, anılarda bıraktığı bu
güzelliklerle sona erdi.
Arş. Gör. GÜLDA ÇETİNDAĞ SÜME
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası,
Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı, Elazığ Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu, Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı,
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Gaziantep
Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nın
katkılarıyla; İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ
Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Elazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği ile Manas
Yayıncılık’ın birlikte düzenledikleri “Doğumunun 80. Yılında
Paşa Demirbağ” adlı etkinliğimiz kapsamında düzenlenen
programımıza hoş geldiniz. Müziğinden, inanç dünyasına;
sosyal ilişkilerinden, sevgi bağlarına kadar her
katmanındaki göz alıcı, gönül fethedici erdemlerle
insanlarımızı yeniden buluşturmayı ve kucaklaştırmayı
hedefleyen kültürün ve şiirin şehri Elazığ, yeni bir
güzelliğe daha imza atarak, musikisini yaşatan Paşa Demirbağ
için onun 80. Doğum Yılı münasebetiyle bir dizi etkinlik
düzenlemiştir.
Bu amaç doğrultusunda gönül dostları ile buluştuğumuz Fırat
Televizyonu stüdyosunda birlik ve beraberlik ruhunu bugün
Çaydaçıra’da tutuşturacağız. Harput’umuzun zengin halk
oyunları ile ilgili olarak “Geçmişten Günümüze Elazığ’da
Halk Oyunları Geleneği” başlıklı söyleşimizin açılış
konuşmasını yapmak üzere Fırat Üniversitesi İletişim
Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Esma Şimşek Hanımefendi’yi
kürsüye davet ediyorum. Buyurun sayın hocam...
Prof. Dr. ESMA ŞİMŞEK
Değerli Konuklar,
Türk Halk Müziğinin ve Türk Halk Oyununun Temsilcisi Değerli
Sanatçılar,
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ konulu program
çerçevesinde düzenlenen etkinliğe hoş geldiniz. Burada halk
oyunları ile ilgili, Çaydaçıra oyunuyla ilgili birtakım
bilgiler verilecek. İlk konuşmacı olarak da ben çağrıldım. O
yüzden sizlere evvela genel anlamda halk oyunlarına girmeden
önce kültürümüzden, kültürel birlikten, bu bağlamda oyun ve
oyunlardan sonra da halk oyunlarından kısaca bilgi vermek
istiyorum.
Milletler, kültürel değerlerine sahip çıkıp birlik ve
beraberliklerini korudukları sürece ayakta dururlar. Birlik
ve beraberliğin korunması da geçmişe saygı göstermekle,
ortak dile, dine ve bayrağa sahip çıkmakla örf, âdet,
gelenek ve göreneklere bağlı kalmakla ve bunları yaşatmakla
mümkündür. Bütün bunların tamamı birleştiğinde bir milletin
ortak kültür yapısı meydana gelmiş olur. Biz, burada
kültürün; belki de farklı bir kelimeyle ifade edilişi olarak
nitelendirebileceğimiz folklorun; yani halk kültürünün bir
alt kolu olan halk oyunları üzerinde duracağız. Fakat burada
hemen bir yanlışı düzeltmek istiyorum. Bu artık yavaş yavaş
dilimize yerleşti ama folklorun sadece halk oyunu olmadığını
bilmeyen arkadaşlarımız da bundan sonra daha dikkat
ederlerse iyi olur. Çünkü ben Sivas’a bir konferansa
gitmiştim. Konum, folklorun birlik ve beraberlik açısından
önemiydi. Hazırlanan afişe folklor ekibinin resmi
konulmuştu. Onun için bunu özellikle vurguluyorum. Folklor,
İngilizce bir kelimedir; “folk” ve “lore” kelimelerinden
oluşuyor ki bunun da anlamı “halk bilimi” demektir. Halk
biliminin birçok tanımı vardır. Kısaca, bir milletin, bir
topluluğun geleneklerini, göreneklerini içine alır. Bu
bağlamda da bir milletin maddi ve manevi değerlerinin
tamamıdır diyebiliriz buna. Konusu da oldukça geniştir.
Masaldan efsaneye, halk hikâyesine, âşık edebiyatına,
mitolojiye, kalıplaşmış sözlere, yemeklere kadar birçok
konusu vardır ve bunlar geçmişten günümüze bir kısmı bilgi
haline getirilerek, bir kısmı metin haline getirilerek
taşınır. Bazıları yaşatılarak günümüze gelmiştir.
Geleneklerimizde olduğu gibi bunlardan bir grubu da sanat
haline getirilmiştir ve bu şekliyle yaşatılmaktadır. İşte
halk oyunları da sanat haline getirilerek günümüzde
yaşatılan ürünlerdendir; ancak halk oyunlarına geçmeden önce
“oyun” adı altında nelerin ele alınabileceğini de kısaca
belirtmek istiyorum.
Vakit geçirmeye yarayan, belirli kuralları olan eğlence
olarak tanımlayabileceğimiz oyun, Türkçenin zenginliği ve
esnekliği çerçevesinde birçok anlamı ihtiva etmektedir.
Bunlar arasında çocuk oyunları, talih oyunları, spor ile
ilgili faaliyetler, aşık oyunu, yarışmalar, söz oyunları,
musiki eşliğinde yapılan hareketlerin tamamı ve “hile” gibi
bir çok anlamı vardır. Hatta İslamiyet öncesi dönemde
ozanların karşılığı olarak Yakut Türkleri arasında da oyun
teriminin kullanıldığını bilmekteyiz. Bu bağlamda da aslında
eski Türk inancıyla Şaman ayinleriyle halk oyunları arasında
köy seyirlik oyunları arasında da büyük bir ilginin olduğunu
görmekteyiz. Buna bağlı olarak oyunlarımız saraylarda da
değer görmüştür. Uzun süren eğlenceli programların
içerisinde de hep oyunlara yer verilmiştir. Bunlar bugün
surnamelerde yer almaktadır. Çengilerin, köçeklerin,
tavşanoğlanların, curcunabazların oynadığı yer yer meddah,
karagöz, gölge oyunu ve kuklabazların değerlendirildiği
oyunlar da görmekteyiz ki gerek bu oyunlarda gerek halk
oyunlarının hemen hepsinde hatta köy seyirlik oyunlarının
hemen hepsinin birer sembolü vardır ki biraz sonra
seyredeceğimiz halk oyunlarında olduğu gibi her birinin bir
anlamı vardır. Nitekim köy seyirlik oyunları içerisinde
oynanan kösköse veya koskosa oyunu vardır. Büyüklerimiz
bilirler; mesela bu oyun özellikle Nevruz’da oynanır. Çünkü
Nevruz’un anlamı yeni yıldır, yeni yıla giriş anlamındadır.
Türklerde de yılbaşı dolayısıyla kutlanan bir etkinliktir.
Koskosa, Nevruz’da oynanır ve eski yılın gitmesini, yeni
yılın gelmesini anlatır.
Yine bu bağlamda Elazığ’ı değerlendirdiğimizde; Elazığ’da da
birçok seyirlik oyunun aslında geçmişte çok canlı olarak
oynandığı halde günümüzde zayıfladığını görmekteyiz ki 2003
yılında Servet Canpolat adlı bir öğrencim Elazığ ve
çevresindeki köy seyirlik oyunlarını araştırdı. Sayı az da
olsa yine bazı oyunların oynadığını, bunların bir kısmının
belki çocuk oyunlarından geçtiğini; tam seyirlik oyunu
özelliği taşımadığını söyleyebiliriz. Bunlar arasında
şunları sayabilirim:
Öğrencimin tespit ettiği oyunlar arasında Yastık Oyunu, Halo
Dayı, Pisik Oyunu, Bebek Oyunu, Hacı Görme, Arı, Kız
Kaçırma, Komutan, Uncu Bedir Kabak, Duvar Dikme, Para
Düşürme, Yüzük Oyunu, Arap Oyunu, Vızvız Oyunu, Pat Pat
Oyunu ve Değme Hande oyunu gibi örnekleri görmekteyiz.
Halk oyununa gelince…
Halk oyunu, halk kültürünün zengin ve çeşitli yanlarını
ifade eden bir olayı, duyguyu, coşkuyu, üzüntüyü, sevinci
ifade eden; müzik eşliğinde tek ya da gruplar halinde
vücudun el, ayak, omuz, bel, baş gibi uzuvlarını kullanarak
icra edilen ölçülü ve düzenli hareketlerdir. Oyun, müzik ve
giysi bütünlüğü içerisinde kimlik bulan halk oyunları,
kültürümüzün en önemli sembolü olarak yurdumuzun hemen her
köşesinde Halay, Horon, Bar, Karşılama, Zeybek,
Kalkan-Kılıç, Kartal, Sırık Oyunu, Topal Kız, Hançer Barı,
Köroğlu, Cirit, Çaydaçıra, Bıçak Oyunu, Şeyh Şamil, Kaşık
Oyunu, Genç Osman, Keklik, Çömlek Oyunu ve Kama Oyunu gibi
adlarla icra edilmektedir. Bu oyunların hemen hepsinde
kullanılan birtakım araçlar vardır ki her aracın da sembolik
bir anlamı vardır. İşte kullanılan testide, aynada, tarakta,
orakta, kamada, kılıçta sembolik anlamların olduğunu
görmekteyiz. Yani bir nevi halk oyunları veya seyirlik
oyunları bu şekliyle sözsüz anlatmadır. Birtakım mesajları
hareketlerle ve eşyalarla iletmeye çalışmaktadır ve halk
oyunlarında gerçek hayatın izleri anlatılır. Onun için
toplumun yaşantısıyla birebir bağlantılıdır. Oyunlardaki her
bir figür ayrı bir mana ve önem taşımaktadır. Yapılan
hareketlerde, temsil ettiği yöre insanının duygu ve
düşünceleri, hayata bakış açısı, olaylar karşısındaki
tepkisi sembolik olarak anlatılır. Çoğu yerde kadınlarla
erkeklerin beraber oynamaları; doğruluğun, dürüstlüğün,
birlikteliğin ve güvenin en güzel işareti olarak
yorumlanabilir. Çünkü birçok yerde kadınlar ayrı yerde,
erkekler ayrı yerdedir ama bizim halk oyunlarımızda kadın
ile erkek beraber, yan yana oynamaktadır.
Diğer taraftan, bölgenin coğrafi yapısı yine halk oyunlarını
anlamlandırır, halk oyunlarını şekillendirir. Mesela Doğu
Anadolu’da kışlar soğuk ve çetindir. Onun için oyunlara bu
durum akseder. İnsanları sert, düşmana korku, dosta güven
verici, kartal bakışlı ve heybetli, mağrur duruşlar
hâkimdir. Bu oyunlarda oyuncular kol kola girip oynarken
omuz omuza verip sıra dağlar gibi bazen yükselip bazen
alçalarak dayanışmayı, güvenirliği, yıkılmazlığı
simgelerler.
Elazığ halk oyunlarında daha sakin ve yumuşak bir duruş söz
konusudur ki adeta huzurlu bir geçmişin yansımasıdır bu.
Elazığ, halk oyunları bakımından oldukça zengin bir yapıya
sahiptir. Geçmişte bu oyunların sayısının 80 kadar olduğu
bilinirken; bugün oynanan oyunların ancak 25 civarında
olduğunu görmekteyiz. Ben, vaktinizi fazla almamak için bu
oyunların isimlerini saymıyorum. Ancak bu oyunlardan bir
kısmı erkekler tarafından açık mekânlarda ve her yerde bir
kısmı da hanımlar arasında oynanmaktadır.
Bu oyunlar arasında farklı bir yere sahip olan Elazığ ile
bütünleşip Elazığ adını geniş bir coğrafyaya duyuran bir
oyun vardır ki adı “Çaydaçıra” veya yabancıların deyişiyle
“Mumlu Dans”tır. Efsanenin, ağıtın, türkünün ve inancın
bütünleştiği bu oyun, Elazığ’ın simgesi haline gelmiştir.
Bugün, bir geleneğin de yerleşmesine sebep olan bu oyun
düğünlerde, gerek kına geceleri gerekse gelinlerin salona
girişi esnasında vazgeçilmez bir tercih olmuştur.
Düğünlerdeki geleneklerden biri de gelinin damatla beraber
Çaydaçıra Oyunu eşliğinde salona gelmesidir. Çaydaçıra’nın
efsanesini herhalde anlatmama gerek yok; herkes biliyordur.
Anlatılagelen üç rivayetten ikisinde, suya düşen gelini veya
gelinle damadı mum yakarak aramak söz konusudur. Diğerinde
ise ay tutulması sebebiyle gelinin uğursuzluk getirdiği
düşüncesini silmek için kayınvalide, bütün davetlilerin
ellerine birer tabağa mum yakıp vererek çay kenarında oyuna
devam etmelerini ister.
Bu oyunun içerisinde aslında zengin motifler vardır ve bu
motiflerin İslâmiyet öncesi döneme kadar uzandığı hatta Göç
Destanı’yla örtüştüğü söylenebilir. Bu oyunumuzda verilmek
istenen birçok mesaj olabilir; ama en önemlisi, hiçbir zaman
hayatımızı karartıp umutsuzluğa düşmememiz gerektiğinin
vurgulanmasıdır. Çaresizlik, insanı yok eden en acımasız
silahtır. Ay tutulup da karanlıkta ne yapacağını bilmeyen
halk, gelini uğursuzlukla suçlar; ama her yerde olduğu gibi
burada da bilge Türk kadını yani kaynana, gelininin haksız
yere suçlanmasına razı olmayarak davetlilerin eline
tutuşturduğu mumlarla oyunun devam etmesini sağlar. Böylece,
gelin uğursuzluk damgasından kurtulurken, bizlere de bir
mesaj iletilir. Hayatta yaşanan hiçbir acı dünyanın sonu
değildir. Her zaman bir yerlerden umut ışığı yanabilir.
Derin ve büyük karanlıkları, küçücük bir mum aydınlatabilir.
Yeter ki birlik olalım, yeter ki el ele verip tek yürek
halinde aydınlıklara yürümek isteyelim.
Çaydaçıra’nız hep yansın, geleceğiniz aydınlık olsun
efendim.
Arş. Gör. GÜLDA ÇETİNDAĞ SÜME
Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr.
Esma Şimşek Hanımefendi’ye konuşmalarından dolayı teşekkür
ediyoruz.
Gerçek hayatı dramatize eden, müziğinde ve her bir figüründe
hayatın izlerini taşıyan halk oyunları, büyülü bir şekilde
insanları gönül coğrafyasında birleştirir. Bu yönüyle halk
oyunlarının önemi dikkate değerdir. Şimdi de Sakarya
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü, değerli
hemşehrimiz Dr. Öğr. Üyesi Türker Eroğlu, bizleri Elazığ
halk oyunlarının doğuşu ve gelişimi hakkında
bilgilendireceklerdir. Buyurun sayın hocam
Dr. Öğr. Üyesi TÜRKER EROĞLU
Efendim gerek bizi izleyenlere gerekse burada, Elazığ’ımızda
bulunan değerli sanatçı ağabeylerimize iyi akşamlar, hayırlı
programlar dileyerek sözlerime başlıyorum. Esasen Sayın Esma
Şimşek Hoca’m bize bir yol açmış oldu. Biz de bu yoldan
ilerlemeye çalışalım.
Efendim Türk halk danslarının kökenine genel olarak
baktığımız zaman bizi doğrudan doğruya Kam(şaman)
geleneklerine götürür. Kamın oyunculuk yönü öyle güçlü ki,
Yakutlar erkek Şaman’a “Oyun” demişler. Kam, bir oyuncu
olarak bütün ritüellerde başı çekiyor. Nitekim bizde düğün
eğlencelerindeki yiğitbaşı, değnekçi ve oyuncu başı
dediğimiz kimse de adeta bir “Kam” (şaman) vazifesi
yapmaktadır.
Harput Elazığ oyunlarından Ağırlama veya Ağır Halay denilen
oyunu; Kam’ın “Ruh Uçurma” ayininde köklenen hareketler
içerir. Bunları bizzat bütün Türk Dünyası’nı dolaşmış ve Kam
ayinlerini izlemiş biri olarak ifade ediyorum.
Günümüzde tabiî ki dansların kökteki anlamı gittikçe
değişmektedir. Bu unsurlar, evrilerek dönüşüyor ve yeni
anlamlarla başka bir hâl alıyor.
Kamlık kültüründen Hoca Ahmet Yesevi’ye, oradan Hacı Bektaş-ı
Veli’ye ve Mevlâna’ya uzanan çizgide danslarımız aslında
dinî nitelikli boyuttan bugünkü eğlence niteliğine
dönüşüyor.
Bugünün insanı bu dansların gerçek anlamını bilemezler. Yani
kökeninde bunlar neydi, neyi anlatıyordu, bunları
bilemiyorlar; ancak biz araştırmacılar, bu dansların
çıkışlarını ve o zamanki anlamlarını tespit edebiliyoruz.
Esas itibariyle Elazığ (bu bir iddia değil, bir tespittir),
bütün halayların başkentidir, yani esas itibariyle Orta
Asya’dan buraya taşınmış olan Halay adı verilen oyunların
merkezi Harput’tur buradan bütün Türkiye ve Balkanlar’a
yayılmıştır.
Keza Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde de “Ağırlama” veya “Üç
Ayak” adıyla oynanan oyunların temelinde Harput-Elazığ’da
“Ağır Halay” veya “Ağırlama” olarak ifade edilen oyun
vardır.
Elazığ, konumu gereği Orta Asya’dan taşıdığı bu kültür
unsurlarını, koruyabilen bir vilayet olması sebebiyle ve
Harput’un büyük bir kültür merkezi olması dolayısıyla burada
muhafaza edilmiş ve buradan da transfer edilmiştir.
Şu anda aramızda bulunan Mehmet Özbek Hoca’mızın bir sözünü
hatırlatmak istiyorum. Bir programda şöyle demişti: “Efendim
daha İstanbul fethedilmeden Elazığ’da- Harput’ta Türk müziği
icra ediliyordu. Nasıl bir müzik? Kurala dayalı bir müzik
yapılıyordu. Yani insanlar bu müziği sanat erbabı olarak
üretiyor ve icra ediyorlardı.” Aynı şeyleri halk dansları
için de söylememiz mümkündür.
Elazığ halk dansları üzerine tabiî ki çok şeyler
söylenebilir; ama ben sözü daha fazla uzatmadan, esas bu
işin tarihini ifade edecek, geçmişten günümüze eski
ustaların bu işleri nasıl yaptığını, nasıl bu noktalara
getirdiğini ifade edecek olan değerli Ağabeyim Mustafa
Turan’a sözü bırakmak istiyorum. Teşekkürler
Arş. Gör. GÜLDA ÇETİNDAĞ SÜME
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Sayın Dr.
Öğr. Üyesi Türker Eroğlu’na çok teşekkür ediyoruz.
Elazığ’ın değerli şahsiyetlerinden Fikret Memişoğlu’nun
öğrencisi ve Devlet Halk Dansları kurucusu olan, 30 yıl
süresince Devlet Halk Dansları Genel Sanat Yönetmeliğini
yürüten; 1991 yılından itibaren de devlet sanatçısı unvanlı,
Türkiye Halk Oyunları Federasyonu Onursal Başkanı, varlığı
ile onur duyduğumuz Türkiye’de kendi sahasında ilk ve tek
olan hemşehrimiz Mustafa Turan Hocamızı kürsüye davet
ediyorum. Kendileri bizleri halk dansları ile Elazığ halk
oyunları hakkında bilgilendireceklerdir. Buyurun sayın
hocam.
MUSTAFA TURAN
Sayın konuklar, sevgili hemşehrilerim,
Sözlerime başlamadan önce sizleri saygı ile selamlıyorum.
Ömrünü Harput müziğine veren ve bu üç günlük etkinliğe de
adını veren büyük usta Paşa Demirbağ’a özellikle saygılarımı
sunuyorum. Sayın Mehmet Özbek Hoca’ma da ‘hoş geldiniz’,
diyor; saygılar sunuyorum. Havaalanına indiğimizde belediye
otobüsüyle önce Valiliğe gidip Vali Bey’i ziyaret ettik.
Sonra Rektörlüğe geldik; demin otobüsten inerken şoför bana
bir şey sordu. Otobüsün içerisinde sevgili Yusuf Eroğlu’yla
(Türker ve Bünyamin beylerin ağabeyleri oluyor.) ilgili
hatıraları anlattık. Eroğlu, Çanakkale’de TİGEM’in
müdürüyken orada her bölgeye bir isim vermiş; Şorşor, Dipsiz
Göl, Araker… Otobüste bunları konuştuk ya inerken şoför,
herhalde beni yabancı zannetmiş olacak ki “Beyefendi”, dedi
“Siz Dipsiz Göl’ü nereden biliyorsunuz ?” Düşündüm şoförün
sorusuna ben de bir başka soru ile cevap vereyim dedim.
Sonra da sordum sorumu; “Siz”, dedim; “Elazığ’da lakabı ile
anılan kaç Mustafa tanıyorsunuz?” Şoför şaşkınlıkla yüzüme
bakarken ben devam ettim. “Yamyam Musto, Yaralı Musto, Eski
Musto, Keklik Musto... Eğer sen, bunlardan bir tanesini dahi
tanımıyorsan sen de fasulyeden Elazığlısın.”, dedim.
Ben, çocukluğumda özellikle bayramlarda meydana gitmeyi hiç
ihmal etmezdim. Bugün gibi gözlerimin önünde; o haki
şalvarlar, 40 düğme yelekler, sekiz köşe şapkalar ponçikli
postallar… Zaman zaman davul zurna; ama çoğunlukla klarnet
ile davulun eşlik ettiği oyunlar… Özellikle de Zaza Mehenk’e
hayrandım. Onu izler, her hareketini kafamın bir köşesine
yazardım. Ortaokula gittiğim yıllarda merhum bilge kişi
Fikret Memişoğlu tuttu kolumdan aldı, yetiştirdi beni. Ağır
Halay’ı Mehmet Kışla’dan öğrendim. Mehmet Kışla, Niyazi
Kışla’nın babası... Ben, Ağır Halay’ı öğrenmek için tam altı
ay devam ettim Mehmet Kışla’nın derslerine. Fikret Memişoğlu
oldukça disiplinli, Elazığ kültürünü olduğu kadar Türk
kültürünü hıfz etmiş bir kişiydi. Lise hocalarına edebiyat
ve aruz dersi verirdi, müthiş birikimli bir insandı. Hiç
unutmam Kayseri’de akşam gösterimiz vardı; bize kostümlü
prova yaptırıyorlar. Bir parantez açayım, kostümlü provaları
profesyonel topluluklar yapar. Ben 1960 yılından
bahsediyorum. Bıçak oyununda parmağımı kestim. Parmağımdan
kan akıyor. Oyunu bıraktım; gidiyorum. Aşağıda eczane vardı.
Memişoğlu, bana çok sinirlendi ve “Geç yerine”, dedi. Oyunu
tamamladım; ama her tarafım kan revan içinde kalmıştı. Oyun
bitince Memişoğlu; “Gel”, dedi, beni alıp eczaneye götürdü
ve gerekli işlemleri yaptırdı. Bana eczanede; “Sen namaz
kılarken bir çocuk fiske atsa ya da İstiklâl Marşı
söylenirken herhangi birisi bir şey söylerse hemen bozacak
mısın tavrını, davranışını.” dedi ve ilave etti; “Olmaz;
oyun oynarken vecd halinde oyunla bütünleşeceksin.” Fikret
Bey, bizlere böylesine bir disiplin içerisinde oyunlarımızı
öğretti. Şimdi, bizim danslarımızı “halk oyunlarımızı”,
“halk danslarımızı” bu iki kavramın söylenmesinde de ben
hiçbir mahsur görmüyorum, iki kavramı da kullanıyorum ama
benim ağız alışkanlığımdan olsa gerek “halk dansları”
kavramını daha çok kullanıyorum. Biliyorsunuz bu kavramı
kullanmamda da en büyük sebep içe dönüklüktür. Eskiden
insanlar kendisi için oynardı, seyirci varmış, oyun sırası
varmış, üç figür, beş figür, süre varmış böyle şeyler
düşünmez; “Hey”, der oynar “Hop”, der durur; ama duyarak
oynardı. Sonradan bu sahne olayı şehirlere geldiğinde
danslarımız şehirleşti. Hele hele bu sanayileşme, sosyal
hayatın değişmesi; dansların yönünü bile değiştirdi. Hatta
şunu bile diyebiliriz, danslarımız “layt”laştı. Bu nasıl
oldu derseniz? Biz, daha düne kadar “Mevlevî Seması” ya da
“Alevi Semahı’nın” konuşmasını dahi yapamazdık. Sema ya da
Semah’ın sohbetini dahi yapamazdık; ama şimdi şov amaçlı
gösteriler yapıyorlar, böyle bir yol alındı. Ben gençliğimde
yurt dışına gittiğimde özellikle o günkü demir perde
ülkelerinde halk danslarını çok ileri seviyede tam bir sahne
sanatı hüviyetine bürünmüş haliyle seyreder ve çok
etkilenirdim. Neticede ısrarla üzerine gittiğim için bana,
zaman zaman bazı sıfatlar da yüklemeye çalıştılar. Ülkemizde
hiçbir yere nasip olmayan bir zenginlikte, güzellikte,
çeşitlilikte, renkte halk danslarımız var. Onlardan önce bu
işleri bizim yapmamız lazımdı. Dünya Halk Oyunları
Olimpiyatları’nın ülkemizde olması lazımdı. İşte bu
düşüncelerle ve uzun uğraşlar sonunda 1975 yılında “Devlet
Halk Dansları Topluluğunu” kurduk. Seyretmeyenler, bazı
panellerde olumsuz görüşlerini söylediler. “Devlet Halk
Dansları Topluluğu, Türk halk danslarını yozlaştırdı,
bozdu”, dediler. Bunlar çok yuvarlak sözler. Ben, böyle
söyleyenlere; “Bana bizim repertuvarımızda olan bir
dansımızın yanlış tarafını, eksik tarafını söyle ben de
düzelteyim dediğimde; “Ben seyretmedim, ama…”, diye cevap
verirlerdi. “Seyretmeden nasıl hüküm verirsin”, diye
sorardım. Bu defa sessiz kalırlardı. İşte bizde böyle bir
önyargı var. Şimdi bu üç günlük etkinlikte sevgili Şener
kardeşime, Keleştimur kardeşim ve arkadaşlarına yürekten
teşekkür ediyorum. Neden teşekkür ettiğimi de söylemek
istiyorum: Bizde kadirbilirlik biliyorsunuz güzel bir manide
dilden dile söylenir; “Gül at gülene doğru/Kol aç gelene
doğru/Kes bağrım kanım aksın/Kadir bilene doğru” Kadir
bilmeye bu kadar önem veriyor. Biz bu konulara yeterince
önem veriyor muyuz, maalesef yeterince verebildiğimizi
söyleyemiyorum. Fırat Üniversitemizin bünyesinde büyük
sevinçle karşıladığımız bir konservatuvar kuruldu. Şimdi
soruyorum demin konuşmacı kardeşim yıllardır Sakarya Devlet
Konservatuvarı’nın yöneticiliğini yapıyor, müdürlüğünü
yapıyor ve bu konuda birikimi çok olan bir arkadaşımız.
Acaba bu kuruluşumuz; kuruluş aşamasında ve bu güne kadar
“Türker Hoca bir çayımızı iç, bir istişâre edelim; bir
görüşünü alalım, senden yararlanalım.” dedi mi? Böyle bir
şey oldu mu Hoca’m? Bir konuyu daha burada söyleyeceğim;
burada icracı arkadaşlarımız var. Son yıllarda Elazığ Halk
Dansları bu yörenin tavır ve tarzından uzaklaşmış, halk
danslarının dans olgusundan bile uzaklaşmış, yöremizin
karakterini yansıtmıyor. Ben bundan 5-6 sene önce Elazığ’a
geldiğimde bizzat gittim Musiki Cemiyeti’nin başkanına rica
ettim. Onlara dedim ki; “Elazığ dışındaki ekipleri
seyrettiğimiz zaman ben hemen uyarıyorum, bu nasıl oyun
kardeşim, bu oynadığınız, Elazığ’ın değil. Onlar da bana
diyorlar ki; “Biz Elazığ merkezini örnek alıyoruz.” diyecek
bir şey kalmıyor elbette. Elazığ’a her gelişimde dilimin
döndüğünce bağıra bağıra konuşuyorum. Yazık, bu değil Harput
halk oyunları… Bana Cemiyet’in o günkü başkanı dedi ki;
“Hoca’m, altı ay içerisinde biz bunu düzeltiriz sen merak
etme.” “Bir sene”, dedim. Aradan beş sene geçti değişen bir
şey yok. Bugün Cemiyet’in başkanını gördüm; gün boyunca
bizimle beraber oldu. Kendisine aynen ilettim. Bana ne
düşüyorsa Türkiye’nin her yerinden Yozgat’tan, Edirne’den
hatta Amerika’dan, Avustralya’dan talep geliyor, uzmanları
gönderiyorum, yardımcı oluyorum; ama benim memleketimden
böyle bir talep gelmiyor.
Otuz civarında icra edilen kendi halk dansımız var. Bazıları
seksen bazıları daha fazla olduğunu söylüyor bilinen
bilinmeyen; ama biz bu otuz oyunu muhafaza edip gereği gibi
uygularsak görevimizi yapmış olacağız. Az önce konuşmacılar
da bahsetti; Çaydaçıra oyununun ayrı ayrı bilinen efsanesi
var. On tane halayımız var. Dik Halay, Zaza Halayı, Harput
Halayı, Baskil Halayı… Ama bu oyunlarımızı gereği gibi değer
verip kullanamadık, bu eksikliğimizi kabul etmemiz lazım.
Onun için diyorum ki kadirbilirlik, böylesine büyük ustalar
hayatta iken onları vefa göstererek gençlerimize tanıtmak
çok önemli bir meseledir. Onlardan, kültürümüzün abide
insanlarından öğrenecek çok şey var. Değerlerimize sahip
çıkmamız lazım. Bu değerler, dün de söyledim; bizim
kimliğimizdir, geleceğimizin en büyük teminatıdır.
Dolayısıyla bu kadirbilirliğe her zaman önem verelim. Bizler
de Ankara’da -Vakıf Müdürümüz Güçmen Memişoğlu da burada
aramızda- kendi değerlerimize sahip çıkmaya çalışıyoruz.
Yılda bir-iki bu tür etkinlikleri yapıyoruz. Bana göre çok
yararlıdır, yapmalıyız, Elazığ kültürünü yaşatan
şahsiyetlere sahip çıkmalıyız. Efendim, konu çok geniş
söylenecek sözlerimizi birkaç dakikalık zamana sığdırmamız
mümkün değildir. Benden sonraki konuşmacılara da zaman
bırakmak için sözlerimi burada tamamlıyorum. Hepinize
teşekkür ediyorum.
Arş. Gör. GÜLDA ÇETİNDAĞ SÜME
Değerli hemşehrimiz Mustafa Turan Hocamıza teşekkür
ediyoruz.
Bu yıl sanat hayatının 50. yılı görkemli törenlerle
kutlanan, Türk halk müziğine çok önemli katkılarda bulunan,
Urfa’nın yetiştirmiş olduğu değerli sanatçı Dr. Mehmet Özbek
Hoca’yı, halk oyunları hakkında konuşmasını yapmak üzere
kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Hoca’m..
Dr. MEHMET ÖZBEK
Efendim burada en son sözün bana düşmesi gerekirdi. Ben bir
halk oyuncusu veya dansçısı değilim. Ancak duygularımı
açıklama fırsatı bulmuşken konuşmak isterim tabiî ki…
Karacaoğlan diyor ki: “Karacaoğlan der ki sevdam var
serde/Beni sen uğrattın bu zalim derde/Ben kendi halimle
gezdiğim yerde/Çağırıp yadigâr vermeyeydin. Ben de keşke
n’olaydı da bu Elazığ müziğini dinlememiş, oyunlarını
görmemiş olaydım. Ben Urfa oyunlarını, Urfa türkülerini,
hoyratlarını, gazellerini seven, onunla avunan, onunla mutlu
olan bir insandım. Ne zamanki rahmetli Enver Demirbağ’ı
dinledim, “Eyvah!”, dedim. Âşık Sadık’ın dediği gibi; “Geçti
güzâr ettim elde neler var.” cümlesi geldi aklıma.
Üniversite yıllarımda Millî Talebe Birliği’nin Elazığ
ekibini izlemiştim. Elazığ Halayı’nı ilk defa orada gördüm.
O nasıl müthiş bir oyundu. Bizim Urfa oyunlarından çok
farklı. Rahmetli Enver Demirbağ’ı da dinlediğimde işte öyle
şok olmuştum. Bu ne güzel bir ses, bu nasıl bir uzun hava
idi. Elazığ oyunlarını seyretmem, benim Urfa oyunlarını
öğrenmeme neden oldu. Bizde halk oyunlarını seçkin şehirli
aileler oynamazlar. Ancak kenar mahalle delikanlıları
oynarlar, biz de onları zevkle seyrederdik; ama hiçbir zaman
elimize mendil alıp oynamayı düşünmemiştik açıkçası. Ayıp
sayılırdı; fakat çok geçmeden bunu öğrenip oynamanın değil,
öğrenmemenin ayıp olduğu bilincine vardım. Elazığ oyunlarını
izleyince ilk işim Urfa’ya gidip Urfa oyunlarını öğrenmek
oldu. Bugün birçoğu hayatta olmayan çok değerli oyunculardan
Urfa oyunlarını öğrendim. Böylece bende bir oyun sevdası
gelişti. Elazığ oyunlarındaki o estetiği; aşkın, sevdanın,
yiğitliğin, güzelliğin, zarafetin figürleştiği bir oyunu
hiçbir zaman görmedim açıkçası. Bunların hepsi ilk defa
Elazığ halaylarında benim gözüme çarptı.
Sonra, Elazığ halaylarının müzik bölümü... Elazığ
halaylarının müziğini çok sesli hale getirip senfonik
orkestraya verin, orkestra süiti olarak size çalsınlar. Ağır
başlıyor, sonra tempo değişiyor, ölçü değişiyor, sonra
tekrar ağırlaşıyor. Tamamen bir orkestra süiti gibi... Bizim
eksikliğimiz aslında dünyaya geniş pencereden bakmamamız. Bu
arada sırası gelmişken bir hususu daha belirtmeliyim. Devlet
halk danslarının yıllarca genel sanat yönetmeni olup, halk
danslarımıza bir ciddiyet kazandıran, onu sahneleme
konusunda büyük gayretler sarf eden ve kadrolar yetiştiren
değerli dostum Mustafa Turan Hocamızı ne kadar kutlasak
azdır. Sevgili hocamız kendileri de belirttiler. Otantik
oynamak ayrı, sahnelemek ayrı şeylerdir ve sahnelemenin
sınırı yoktur. Oyunları sahnelemek için gerek koreografistin
gerekse müzik rejisini hazırlayanların son derece geniş bir
ufka sahip olmaları gereklidir. Elazığ oyunlarının müzikleri
bir an evvel bir orkestra süiti şeklinde çok sesli olarak
seslendirilmelidir. Yani Elazığ müziğini senfoni orkestraya
adapte edip seslendirmeliyiz. Benim bu fikrim belki
birçoklarına uçuk gelebilir ama dünyanın neler yaptığını
görüyoruz. Elazığ oyunları müziğini bugüne kadar gerek
otantik şekliyle gerekse sahneye uyarlanmış şekliyle emek
vererek yaşatan herkese şükran borcumu arz etmek istiyorum.
Tebrik ediyorum. Bu vesileyle burada bulunmama sebep olan,
sanatında daima ustalığı elinden bırakmamış ve yüzlerce
öğrenci yetiştirmiş, yüzlerce sanatçıya örnek olmuş olan çok
değerli Ağabeyimiz Paşa Demirbağ’a dostlarıyla birlikte
sağlıklı, mutlu daha nice seneler diliyor, saygılar
sunuyorum efendim.
Arş. Gör. GÜLDA ÇETİNDAĞ SÜME
Sayın Dr. Mehmet Özbek Hoca’mıza çok teşekkür ediyoruz.
Şimdi de Elazığ’ın değerli şahsiyeti, folklor araştırmacısı
Fikret Memişoğlu’nun oğlu Güçmen Memişoğlu’nu halk oyunları
ile ilgili konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyoruz.
GÜÇMEN MEMİŞOĞLU
Hepinize saygılar sunuyorum. Bu güzel toplantının
hazırlanmasına vesile olan Paşa Demirbağ Ağabey’ime sağlıklı
ömürler diliyorum. Harput halk oyunlarıyla ilgili birkaç söz
söyleyerek düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. 1960 yılında
Avrupa’ya giden halk oyunları ekibimizden bahsetmek
istiyorum. Bu ekip Elazığ Ordu Evi’nde hazırlandı. O vakit
Elazığ’da Tümen Komutanlığı vardı. Tümen Komutanı, Elazığ
Ordu Evi’ni cumartesi günleri hariç haftanın altı gününü bu
ekibe tahsis etmişti. Orada merhum Mevlüt Canaydın ve
davulcu Hıdır Sezgin ile beraber haftanın altı günü her gün
saat 6’dan gece 11.00’e kadar bu ekip çalıştı. Öyle bir hale
geldi ki İngiltere’de festivale katıldığı zaman Mustafa
Ağabey, çok iyi bilir, “Cin Alo” deriz biz, adam ona bakmış,
bakmış demiş: “Bu adamın ayakları hiç yere değmiyor mu
parmaklarının ucunda mı oynuyor acaba?” Folklor estetiği de
var bizim Elazığ’ın oyunlarında. Genelde kıvrak ve parmak
ucunda oynanır; ama biz seyrediyoruz maalesef en büyük
eksikliğimiz Ankara’da da Elazığ’da da kız ekibimizin
olmaması. Hiçbir yerde ben göremiyorum, bir kız ekibi
erkeklerle birlikte oynasın. Öyle ki bizim oyunlarımızda
iki-üç oyunun haricindeki bütün oyunlarımız kızlarla beraber
oynanır. Çaydaçıra’sı da öyledir, Delilo’su da, Güvercin’i
de Üçayağı da öyledir. Hepsi kızlarla beraber oynanır ve
kızlar bu oyunlara büyük bir renk katar ama maalesef bugün
kız ekibinden yoksunuz. Ankara’da bu iş için çok uğraştım,
maalesef burs verdiğimiz üniversite öğrencilerini davet
ettik. Fakat hatırlarsınız eskiden üniversiteler aynı
tarihte başlar, aynı tarihte kapanırlardı, vizeler, sınavlar
hep aynı tarihlere rastlardı. Öğrenciler, daha iyi çalışma
imkânı bulurlardı. Mustafa Hoca’m Devlet Halk Dansları’ndan
hocalar gönderdi; ama maalesef biz, çocukları bir araya
getiremedik. Bir hafta düzenli geldiler, sonraki günlerde
katılım giderek azaldı. En sonunda, hoca bu iş böyle
yürümez, dendi ve maalesef başaramadık.
Benim Fırat Üniversitesi’nde bu oyunlarla ilgilenenlere
Musiki Cemiyeti’ndeki ilgililerden isteğim kız öğrencileri
de artık birer halk oyuncusu olarak yetiştirsinler. Bir
Çaydaçıra’yı, bir Delilo’yu bir Güvercin’i kızlar ve
erkekler hep birlikte oynasınlar. Hepinize saygılar
sunuyorum.
Arş. Gör. GÜLDA ÇETİNDAĞ SÜME
Güçmen Memişoğlu Beyefendi’ye çok teşekkür ediyoruz. Aynı
zamanda folklor araştırmacımız Fikret Memişoğlu’nu da
rahmetle anıyorum.
KOVANCILAR’DA, SEKRAT’TA GEÇMİŞİ
YAŞADIK
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ toplantısının açılış
töreni, 29 Nisan 2011 Cuma günü usta sanatçının doğup
yetiştiği Palu, Kovancılar ve Sekrat köyünde düzenlenen bir
dizi etkinlikle gerçekleştirildi.
Kovancılar Kaymakamı Selçuk Arslan, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Tahsin Öztürk, Paşa Demirbağ, Devlet Sanatçısı
Mustafa Turan,Dr. Mehmet Özbek, Muzaffer Ertürk, Zülfü
Demirtaş, Hasan Öztürk, Adnan Çilesiz,Turgay Coşkun.Dr. Öğr.
Üyesi Türker Eroğlu, Öğr. Gör. Savaş Ekici, Hüseyin Sekü,
Nihat Kazazoğlu, Ali Öner, Dr. Ahmet Bülent Demirbağ, Güçmen
Memişoğlu, NGK İletişim Meslek Lisesi Müdürü Ali Canpolat,
Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği başkanı Mehmet Kemal
Perk, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği Başkanı Bünyamin
Eroğlu’nun katıldığı ziyarette Manas’ın kıymetli üyeleri
Hadi Önal, Bedrettin Keleştimur, R. Mithat Yılmaz, Günerkan
Aydoğmuş, Mahir Gürbüz, Doğan Sever, Ülker Ardıçoğlu, M.
Dursun Aksoy ve M. Şener Bulut da hazır bulundular.
Program kapsamında ilk olarak Paşa Demirbağ’ın çocukluğunun
geçirdiği Palu ziyaret edilerek buradaki tarihî eserler
hakkında konuklara bilgi verildi. Ardından saat: 09.30’da
Kovancılar Kaymakamı Selçuk Arslan ziyaret edildi. Kaymakam
Arslan: “Paşa Demirbağ büyüğümüzün 80. Doğum Yılı
münasebetiyle düzenlenen bu organizasyonda ilçemiz
Kovancılar’a şeref verdiniz. İyi ki Paşa Demirbağ gibi
büyüklerimiz var. İnşallah onların yetiştirdiği talebeler
başka talebeler de yetiştirecek, bu büyük coğrafyada büyük
kültüre sahip bu büyük millet ilelebet kalacaktır
ümidindeyim. Hepinize saygılarımı sunuyorum Paşa Demirbağ
büyüğümüze de sağlıklı bir ömür diliyorum.”, dedi.
Heyet adına söz alan Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara
Devlet Türk Halk Müziği Korosu Eski Şefi Dr. Mehmet Özbek,
konuşmasında; Paşa Demirbağ’a gösterilen vefadan dolayı
büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade ederek Kaymakam Selçuk
Arslan’a teşekkür etti.
Kovancılar Kaymakamlığı’ndan sonra saat: 10.30’da ilçeye beş
kilometre mesafedeki Sekrat köyü ziyaret edildi. Paşa
Demirbağ ve kardeşi Enver Demirbağ’ın uzun yıllar eğitim
aldıkları devrin önemli şahsiyetlerinden Ali Bey’in
Konağı’nın bulunduğu alanda bir araya gelen misafirlere
bakımsızlıktan harabeye dönmüş olan sadece ihtişamlı kapısı
ile zamana direnmeye çalışan Sekratlı Ali Bey’in Konağı
hakkında bilgi verildi. Harput musikisinin iki büyük
sanatçısı Paşa Demirbağ ile Enver Demirbağ’ın yetiştikleri
bu tarihî mekânda bir hayli duygulanan konuklar tarafından
geçmiş hatıralar yeniden yâd edildi. Sekratlı Ali Bey’in
Harput musikisine çok büyük hizmetlerinin olduğu ifade
edilerek değerli sanatçılarımız Nihat Kazazoğlu, Hüseyin
Sekü, Muzaffer Ertürk, Zülfü Demirtaş, Hasan Öztürk ve Dr.
Ahmet Demirbağ tarafından o güzel günlerin hatırasına
Harput’a ait bir hoyrat seslendirildi.
KOVANCILAR’DA AÇILIŞ TÖRENİ
Sekrat Köyü’ne yapılan ziyaretin ardından saat: 14.30’da
Kovancılar’da Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ
programının açılış töreni gerçekleştirildi. Kovancılar
Belediye Parkı’nda yapılması planlanan etkinlik, havanın
yağışlı olması nedeniyle Kovancılar İmam Hatip Lisesi’nde
gerçekleşti.
Ziya Çarsancaklı ve Aytuğ İzat’ın göndermiş oldukları
mektupların okunmasının ardından konuşmalara geçildi.
Gazeteci-Yazar Bedrettin Keleştimur, Dr. Mehmet Özbek ve
Kovancılar Kaymakamı Selçuk Arslan’ın ardından
hemşehrilerinin huzuruna davet edilen usta sanatçı Paşa
Demirbağ yaptığı konuşmasında toplantıyı düzenleyen herkese
teşekkür etti. Paşa Demirbağ’ın duygu dolu konuşmasının
ardından program Elazığ Belediyesi Kürsübaşı Topluluğu’nun
verdiği konser ile sona erdi.
FATMA KALU HECAN
Sayın Kaymakamım,
Bilim, Kültür, Sanat ve Basın Dünyamızın Değerli Mensupları,
Kıymetli Misafirler,
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası,
Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı, Elazığ Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu, Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı,
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Gaziantep
Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nın
katkılarıyla; İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ
Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Elazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği ve Manas
Yayıncılık’ın birlikte düzenledikleri “Doğumunun 80. Yılında
Paşa Demirbağ” programının açılış törenine hoş geldiniz.
“Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğine yönelik doğru adım
atamazlar.” düsturumuz bu. Bizler bugün burada,
Kovancılar’da, duygularımızı doruklara taşıyan, ruhumuzun
derinliklerine nüfuz ederek onu, bir büyülü âlemin yıldızı
yapan; geçmişimizin hafızası, geleceğimizin rehberi,
kalbimizin sesi, Harput musikisi ile yıllarca yüreklerimize
seslenen; yetiştirdiği öğrencilerle de geleceğe ışık tutan
bu topraklarda doğan bir gönül erinin “Paşa Demirbağ’ın
Doğumunun 80. Yılı” etkinlikleri için bir araya geldik.
Programı arz ediyorum.
Saygı duruşu, İstiklâl Marşı
Açış konuşmaları,
Elazığ Belediyesi Kürsübaşı Topluluğu’nun konseri
Kapanış.
Şimdi sizleri, devletimizin kurucusu Başöğretmen Gazi
Mustafa Kemal Atatürk ile ebediyete intikal eden
şehitlerimizin manevi huzurlarında saygı duruşuna ve
ardından İstiklal Marşımızı okumaya davet ediyorum.
Programımızın açış konuşmasını Gazeteci-Yazar Bedrettin
Keleştimur yapacaklardır. Kendilerini mikrofona davet
ediyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Sayın Kaymakamım, Kıymetli Hazirun,
Bugün burada onur konuklarımız var, sanatımızın yıldızları
var. Mehmet Özbek, Mustafa Turan, Muzaffer Ertürk, Güçmen
Memişoğlu, Türker Eroğlu, Zülfü Demirtaş, Hasan Öztürk,
Adnan Çilesiz, Turgay Coşkun, Savaş Ekici, Hüseyin Sekü,
Ahmet Bülent Demirbağ sağ olsunlar… Paşa Demirbağ için hepsi
koşup geldiler. Yüzleri ak olsun. Ve bu şehrin Alperen
derviş yürekli sanat dostları sizleri de şükranla
selamlıyorum. Sanatçıya kol ve kanat gererek onlara
kapılarını açan devlet erkânını da burada selamlıyorum. Ve
burada bulunan güzel insanlarımıza da yürek dolusu merhaba
diyorum. Hoş geldiniz!
Bugün burada tarihî bir günü birlikte yaşamaktayız… Yolumuz
tarihî yerleşim birimi olan Palu’ya uzandı… Paşa Demirbağ’ı
yetiştiren o müstesna iklim… O iklimin tarihe ışık tutan
muallimleri… Büyük ÜstâdKorukoğlu Şevki Bey’den Kövenkli
Hafız Mustafa Süer, Hafız Osman Öge; sesiyle, sözüyle,
musiki bilgisiyle tarihi hatıraları bir daha yâd
edilecektir.
Tarihi Palu Kalesi ve hemen eteklerinden kıvrılarak büyük
bir homurtu ile akan Murat Nehri…
Belek Gazi, düğününü burada yapmıştı, burada büyük bir toy
vermişti… Buradan, ‘Bir Hoşseda yükselmişti…’ O davudî sesle
yankılanmıştı, Fırat boyları… Harput Kalası’nda, kartal
bakışlı; Murat Ovası’nda, buğday nakışlı yiğitler, civanlar
bilesiniz ki; bu dağ gibi yükselen kale, nehir, uçan kuş
bizi söyler; bizim muradımızı taşır!
Paşa ve Enver Demirbağ kardeşlerin, bu vadiden yetişen gönül
sevdalı yiğitlerimizin hoş sedasıyla; suların huşuyla kıyama
kalktığını o aşk seyrinde deryalara kandığını, gözyaşlarına
yandığını, yedi başak veren düşü içinde yıldızlarla
oynaştığını söylesem yeridir.
Mehmet Özbek Beyefendi’nin bugün Elazığ Belediyesi Kültür ve
Kongre Merkezi’nde Yönetecekleri (20.00) “Harput Müziğini
Yaşayanlar ve Yaşatanlar” konulu sohbette büyük bir dikkat
ve titizlikle; Mustafa Turan, Muzaffer Ertürk, Dr. M. Naci
Onur, Güçmen Memişoğlu, Yrd. Doç. Dr. Türker Eroğlu, Zülfü
Demirtaş, Hasan Öztürk, Adnan Çilesiz, Yrd. Doç. Dr. Yavuz
Demirtaş, Öğr. Gör. Savaş Ekici, Arş. Gör.
GüldaÇetindağSüme’ye sadece kulaklarımızı değil,
yüreğimizdeki sesi de, onun yansımalarını da vereceğiz!
Tarih ne diyor bizlere; Anadolu coğrafyasında, ‘Bey
Konakları’ vardır! Oralar asıl, ilim ve irfan meclisleridir…
Oralarda, edebî sofralar, edebî ziyafetler tarihi buyur
edecek zindelikte ve sürekli meyve devşirecek
zenginliktedir… Toprakla haşır neşir olan bir millet elbette
ki, ‘toprak gibi mütevazı’ adil yüzlere de merhaba
diyecekti! Onların sadakatli yüreğine kendilerini konuk
edecek, ‘derya yüzlü sanatkârlar’ tarihe iz bırakacaklardı…
Onlara biz, ‘akil kişiler’ diyoruz… Toplumun, ‘ak saçlıları’
olarak bir tarihi, bir dönemi onlarla birlikte selamlıyoruz…
O Bey Konakları, Sekratlı Ali Bey’in Konağı; günümüzün
‘sivil toplum örgüleri’ diyebileceğimiz, zamanın hala gönül
alkışlarını kendilerinden eksik etmediği, toplumu ve ondaki
bilumum güzellikleri kucaklayan ‘sivil mekânlardır’.
O efsanevi mekânlarda, sanatı ve sanatçıyı himaye eden bir
örgü vardır… Tarih, o örgüye en latif nakışlarını atmış;
sedaya, nefesini armağan etmiştir.
Rahmetli Ahmet Kabaklı Hocamız; “Kültür, onu meydana getiren
milletle beraber doğar, çoğalır ve gelişir. Yeniden kültür
yapılamaz. Yeniden musiki, yeniden dil, yeniden terbiye,
yeniden hukuk, yeniden iman ve inançlar yapılamaz.” diyor.
Bu eserler bizlere ak yüzlü, bilge sözlü, kartal bakışlı,
civan duruşlu; aynı gövdenin baharında çiçek açmış,
cümlesine meyve vermiş, dalları gelecek nesillere kanat
gerecektir. Bu eserler, bu coğrafyanın var olan, ‘tarihi
kimliğine’ bir çeşni, bir zenginlik katacaktır…
Tarihi yürüyüşümüz de, ‘yoldaki işaretler’ hanesine bir
yenisini ekleyecektir. O sedayı, eğip bükmeden, ritmini
bozmadan, havasını kirletmeden, mayasını veya usulünü
koruyarak günümüze taşıma mahareti… Bir edep işi, bir adap
işi… Bu şehir, bu coğrafya o edeple yürüdü, o edeple kök
saldı, sürgün verdi… Bugün burada bizler de, aynı edeple,
saygı ve şükran duygularımızla, sanatçılarımızı
selamlıyoruz…
Bizim gönül coğrafyamızı sizler ihya ediyor, yarınlar için
inşa ediyor, bu milletin kalem dünyasını belki de en zor
olanını, iç dünyamıza resmediyorsunuz. O ritim, o zevk, o
estetik, o incelik, o sadelik bu milletin iç dünyasından
dışarıya aksettikçe, sanatın gücünü bir daha, binlerce defa
daha alkışlamak isterim…
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Kovancılar Kaymakamlığı, Elazığ
Kültür ve Tanıtma Vakfı, Fırat Üniversitesi İletişim
Fakültesi, Elazığ İletişim Lisesi, Sakarya Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı, Gaziantep Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı, Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı,
Elazığ Ticaret Odası Başkanlığı, Elazığ Musiki
Konservatuvarı, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği, Manas
Yayıncılık’ın birlikte büyük bir itinayla hazırladığı bu
edebiyat ve sanat sofrası Elazığ’ın ‘marka’ bir şehir
olacağını bizlere umutla haber vermektedir. O imza bu şehrin
tabiî güzelliğinin bir ifadesi olmuyor. Bizim gönül
coğrafyamızı sizler ihya ediyorsunuz. Yarınlar için inşa
ediyorsunuz. Bu milletin kalem dünyasını belki de iç
dünyamıza sizler resmediyorsunuz. Sizleri selam ve hürmetle
selamlıyorum.
FATMA KALU HECAN
Sekratlı Ali Bey’in yeğeni Paşa Demirbağ’ı ve yaşadığı zaman
dilimini çok iyi bilen ve yaşanılan bu zaman dilimini geniş
bir perspektiften değerlendiren değerli büyüğümüz Ziya
Çarsancaklı çok istemesine rağmen sağlık nedeni ile aramızda
bulunamadı. Ancak, bedenen aramızda olmasa da ben inanıyorum
ki kalbi ile ruhu ile yanı başımızda. Kendileri gelemediler
ama bir mektup gönderdiler. Gönderdiği mektup çok uzun…
Elazığ’a Palu’ya, Kovancılar’a, Sekrat’a selam ve sevgiler
gönderen Ziya Çarsancaklı’nın mektubundan kısa bir bölüm
okuyacağım:
Kıymetli haziruna, beyefendi ve hanımefendilere en kalbî
hürmetlerimi arz ediyorum. Yaşım 86, yıllarım diyor ki:
bugün önemsiz gördüğümüz masallaşmış dünkü serüven ve
yaşantılar, yarının sayfalarında aranır olacaktır gelecek
nesillerimizce. Şu anda karşımızda duran büyük bir tarihi
kapı var. Bu kapıdan konumuza, konağımıza girelim.
Şimdilerde yer ile yeksan olan bu tarihi konağın 80 sene
önce içinde yaşayıp gördüğüm saray yavrusunun yapısını ve
nasıl hizmet verdiğini anlatmak zor, inandırmak ise daha da
zor. Sekratlı Ali Bey ki beylik zincirinin son halkasıdır.
Konağını hayır ve hasenatlara açmıştır. O konak ki gariban
yuvasıdır. O konak ki huzur evidir, darü’l-acizedir,
imarethanedir, şefkat yuvası, deva hanedir, kültür
merkezidir, konservatuvardır, rindler otağıdır, tasavvuf
dergâhıdır. O konak ki ordu karargâhıdır.
Maalesef o konak bugün yerle yeksandır. Nasrettin Hoca
Türbesi misali, her tarafı açık, sadece kapısı vardır. Ali
Bey dayım, üzülme müsterih ol, bir ömür verip yetiştirdiğin
iki nadide fidanla Paşa-Enver Demirbağ kardeşlerle
Harput-Elazığ yaşadıkça, sizi de yaşatacaktır. Hep içinde
bulunup, yaşadığım bu rüyayı enstantaneyi izninizle
anlatayım ki bizden sonrakiler de bizimle yaşasınlar.
Efendim, konakta selamlık odasındayız, göğüsten çaprazlı
kısa pantolonu, mahcup ve sıkılgan iki çocuk içeri girdi, el
öpüp diz çökerek oturduktan sonra, “Emi” dedikleri Ali
Bey’in emri üzerine ikisi tek ses ahengiyle ses sese verip
okumaya başladılar. Ben 18-19 yaşlarındayım, onları ilk defa
görüyorum. O yaşlarına rağmen: adap, töre, usul, terbiye,
ses ve makam gibi üstün yetenekler bütünleşerek bu iki
yavruda tecessüm etmiş. Allah (C.C.) pis nefesten korusun,
dedim. 2-3 saat sonra gittiklerinde dayım Ali Bey’den
sordum, öğrendim: anneleri, akrabamız Ayşe Hanımefendi’nin
çocukları, yeğenlerimiz büyüğü Paşa, küçüğü Enver Demirbağ
kardeşlermiş.
Dayım Ali Bey, hayatının son 20 senesini, sadece yeğenleri
Paşa ve Enver Demirbağ’a ayırmış; fevkalade kabiliyetleri ve
sesleri olan bu iki kardeşi, gecesini gündüzüne katarak
yetiştirmeye hasretmiştir. Kövenkli Hafız Mustafa Süer
Efendi’yi, yıllarca Sekrat’ta, Paşa ve Enver’e ders vermek
için tutmuştur. Tüm gazeliyat makamlarına Harput usul ve
üslubuna vakıf bir üstad-hoca olarak aralıksız her gece meşk
yaparak, karşılıklı söyleyip, söyletip tam manasıyla
çalıştırıp yetiştirirken bir yandan da zaman zaman Elazığ’a
götürmüş, dostlar meclisinde, Hafız Osman, Fikret Memişoğlu
gibi üstatlardan ders mahiyetinde meşk ziyafetlerinde
bulunmuşlardır. İşte zamanımızın bu iki pir-i muganni
üstatları iledir ki Harput’umuzun-Elazığ’ımızın içli, asil
ve asli uzun hava denen gazeliyatından Maya, Kürdî, Elezber,
Saba, Nevruz, Beşiri, Beyatı, Muhalif gibi sayamayacağım
birçok makam, usul ve türleri söylenmektedir, söylenecektir.
Aşılayıcı ve yetiştirici üstatları olarak kendileri de gerek
birlik beraberlik içinde çalışıp, çalıştırıp ve gerekse teyp
bantları, kaset ve plakları vasıtasıyla, güneşten aldıkları
ışını hüzümleyerek kendi yerlerine kaim olabilecek
yıldızları “Türkiye’nin medar-ı iftiharı TRT sanatçı ve
program yapımcısı üstat Muzaffer Ertürk yine devlet
sanatçıları üstat Zülfü Demirtaş ile Hasan Öztürk ve yine
mahallî sanatçı üstat Nihat Kazazoğlu ile Yalçın Turan gibi
kıymetler yanında isimlerini sayamayacağım kadar nice
gençler yetiştirdiklerinden ötürü Elazığ musiki tarihinin
isimleri genç, güneş, ay ve yıldızlarımız Sekratlı Ali Bey,
Paşa ve Enver Demirbağ’a sonsuz minnet ve şükranlarımı
sunarken huzurlarınızda, Sekratlı dayım Ali Bey ile Enver
Demirbağ’a ve emeği geçen göçmüşlere de Allah (C.C.)’dan
rahmet, yaşayan bütün kıymetlere de dertsiz ve hayırlı
ömürler dilerken, kendi yerlerini dolduracakları kişileri
yetiştirmelerini niyaz ediyorum.
-Sağol, Ziya Çarsancaklı Ağabey
Allah sana sağlıklı ve uzun ömürler versin.
Evet, şimdi de siz değerli konuklarımıza Kültür ve Turizm
Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı Sayın Aytuğ İzat Bey’in
göndermiş olduğu “Bahtiyar Kuşağın Paşa Abesi” başlıklı
mektubunu okumaya çalışacağım:
Elazığ’ımızın vefakâr kültür erbabı, muhteşem sesi ve töreye
uygun icraatıyla bizim “Bahtiyar” kuşağın “Paşa Abesi”
unvanını kazanan Paşa Demirbağ’ın sekseninci doğum günü
anısına kutlama törenleri düzenlemiş. Son derecede anlamlı
ve duygulandırıcı olduğu kadar, gurur verici bir kültür
şöleni daha…
Davetiyeyi okurken çocukluk ve gençlik yıllarına uzandım ve
gözlerim yaşardı; şölenden kendisini haberdar ettiğim aziz
dostum Halis Evrenos Beyefendi de okurken kafasında canlanan
bin bir hatıranın eşliğinde duygulanarak ağlamış! Eski
günleri, o doyumsuz sohbetleri, su katılmamış dostlukları
birlikte andık. Telefonda sohbet ederken, bedenlerimiz
İstanbul ve İzmir’de, fakat ruhlarımız Elazığ’daydı.
Kendileri, Balkan ülkelerinde Medreseler kuran, camiler
yaptıran, her coğrafyada Türk varlığını destekleyen rahmetli
Evrenos Paşa’nın hizmet bayrağını, ülkemizde olduğu kadar
Türk ve Müslüman devletlerle olan ilişkilerde de şerefle
taşımaya devam etmektedir.
Nasıl duygulanmayalım, nasıl ağlamayalım ki?
Bizim kuşak altmışlı yaşları aşıp yetmişine merdiven
dayamaya başladı. Bu yaşlara gelinceye kadar, henüz
televizyonların özünden koparıp, bozamadığı musikimizi,
folklorumuzu ve diğer kültür hazinelerimizi insan doğasına
en yakın” halleriyle icra eden muhteşem şölenleri, düğün
dernek ortamında ve diğer fırsatlarla bizzat yaşama şansı
bulduk. Kendilerini, “Elazığ’ın Kültür Çınarları” diye
minnet, şükran ve rahmetle andığım, Nurettin Ardıçoğlu,
Fikret Memişoğlu, İshak Sunguroğlu, Ahmet Kabaklı gibi
müstesna ağabeylerin dizi dibinde, milli benliğimizle gurur
duymayı, kültür hazinemizle bahtiyar olmayı öğrendik. Bu
bakımdan, ben, bizim kuşağı “Bahtiyar Kuşak” olarak
tanımlıyorum.
Öyle bir Bahtiyar Kuşak ki, müteveffa Enver Demirbağ, her
zaman karşısındakine saygı uyandıran Lokman Tasalı, efendi
tarzını hep koruyan, musikiye güzel kalbini katan Paşa
Demirbağ gibi ağabeylerle bizzat tanışma, meclislerinde
bulunma ve bazı programlarında bilfiil görev alma şansına
eriştik. Yetmedi, çevre illerdeki büyük üstatlarla da hemhal
olduk.
Onlar, modern teknolojinin, mikrofonların, elektronik ses
düzenlerinin henüz kullanılmadığı dönemlerde, çoğu kez açık
havada, esen yele katarlardı gönül nağmelerini. En derin
anlamlarıyla gönül adamlarıydılar; duyarak, hissederek, icra
ettikleri eserlerin her nüansına huşu içerisinde saygı
duyarak “okurlardı.”
Saatlerce okurlardı, sırayla okurlardı, tek tek veya
birlikte okurlardı. Yaşı genç olan bir yaş büyüğüne saygılı,
sesi gür olan diğerine daima bir perde geriden katılırdı.
Adab vardı, haya vardı, saygı vardı, vecd vardı… Tüm şöleni
huşu içerisinde dinleyen bizler gibi bahtiyarlar vardı. Yele
emanet edilen musikideki şifreli mesajları uzaktan, yüzü
kızararak ve içi gıdıklanarak alan “yavuklular” vardı. Şimdi
Rahmet-i Rahmana kavuşan ak saçlılarımız, ana ve
babalarımız, hala ve teyzelerimiz, kuzenlerimiz… Ve her biri
çok değerli gakgoşlarımız, bacılarımız vardı.
Bu şölene katılan birbirinden değerli insanların adlarını
okuyunca, bazı hatıralar bir sinema şeridi gibi gözümün
önünde canlanmaya başladı. 1950’li yılların sonlarına doğru,
Yavru Vatan Kıbrıs’ta cereyan eden melun olayları protesto
gösterilerimiz, Halis Beyle birlikte Makarios’un maketinde
simgeleşen vahşeti yerlerde sürükleyip, yakışımız, Elazığ ve
çevre illerde yaptığımız musiki ve folklor şölenleri aklıma
geldi. Yüklüce bir miktarda kazandığımız parayı, Kıbrıs’taki
Mücahit kardeşlerimize gönderdiğimiz günleri, Tugay
Komutanının bizlere yaptığı teşekkür konuşmasından “biz
görevimizi yaptık bu teşekkür niye ki?”,düşüncesiyle
utandığımızı hatırladım. Paris’te, daima hainlerle işbirliği
yapan Fransız polisinin bana ve Halis Bey’e 1991 yılında
saldırmasının ana hedefinin, Elazığ kültürüyle de mayamıza
işleyen milli ve manevi ruh olduğuna inanırım.
Hizmetlerini her zaman gururla izlediğim bir dostumu
görüyorum şölen listesinde: önce Elazığ, peşinden tüm Türk
folklorunu dünyaya gururla taşıyan, kurumlaştıran, Devlet
Halk Dansları Topluluğu Kurucusu, Devlet Sanatçısı ve hocam
Mustafa Turan… O’ndan aldığım ilk folklor derslerini
hatırlıyorum. Saray Sineması’nın sahnesinde birlikte bıçak
oynarken bacağına sapladığı bıçaktan akan kana aldırmadan,
yere yıkılmadan, çaktırmadan programı tamamlamasını
hatırlıyorum… Hey gidi günler, ne yiğitliklere şahit olduk!
Türk Halk Müziğine çok değerli hizmetler sunan, onu
uluslararası düzeye çıkartan, Ankara Devlet Halk Müziği
Korosu kurucu şefi, aziz kardeşim, Devlet Sanatçısı Mehmet
Özbek’in de davetliler arasında olduğunu görüyorum. En
değerli hemşerilerimden biridir Mehmet Bey. Ve hemen aklıma,
yıl içerisinde emanetini Sahibine teslim eden, hatırasını
kalbimin derinliklerinde sakladığım, Kerkük folklorunun
mücahit kahramanı, abide şahsiyet Abdurrahman Kızılay dostum
geldi. Biz Elazığlılar, Mehmet Özbek’le Urfalı, Abdurrahman
Kızılay’la Kerküklü olmakla kalmadık, hep beraber Türk
kültürünün muhteşem mayasıyla hemhal olup birleştik,
kardeşliğimizi, dostluğumuzu perçinledik; Türk illerinde
ezelden beri yaşayanların ruh inceliklerini aksettiren
güzelliklere, ince duyguya, kişilik özelliklerine vakıf
olup, meftun ve bahtiyar olduk.
Bu müstesna şahsiyetlerin yanı sıra, Üstat Nihat Kazazoğlu
dostumu “Yeşil yaprak arasında kırmızı gül goncası” adlı
eser sanki O’nun yorumlaması için bestelenmiş. Kısmet olsa
da yeniden dinlesek… Devlet Korosunun asil ve bağrıyanık
sesi Adnan Çilesiz Kardeşimi, değerli akademisyen ve yazar
kardeşlerim, dostlarım Dr. M, Naci Onur, Güçmen Memişoğlu,
Türker Eroğlu, Muzaffer Ertürk ve isimlerini yazmadığım
halde kendilerine saygı duyduğum, fikir ve gönül erbabını da
kutlamak istiyorum.
Törene, birbirinden değerli musiki üstatlarının yanı sıra,
Fırat, Sakarya ve Gaziantep Üniversiteleri’nin Devlet
Konservatuarı temsilcileri de şeref katacaklar. Bu muhteşem
kültür şölenine destek veren Elazığ Valiliği’ni, Belediye
Başkanlığı’nı, Kültür Müdürlüğü’nü, Elazığ Musiki
Cemiyeti’ni, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği’ni, Manas
Yayıncılık ve diğer hizmeti geçenleri candan kutluyor, saygı
ve şükranlarımı sunuyorum. Bu ve benzeri şölenlerin “hizmet
eri” değerli yeğenim Şener Bulut’un da bu hizmetlerinden
dolayı gözlerini hasretle öpüyorum.
Son olarak, bu şölenin adına düzenlenmesine vesile olan Paşa
Demirbağ’a saygı ve şükranlarımı sunarken, kendisine
sağlıklı, mutlu nice yıllar diliyorum. Ve, merhum
Abdurrahman Kızılay’ın seslendirdiği “Ben sana paşam demem,
tahttan düşer, azlolur” mısralarını yad ederek sözlerimi
tamamlayayım: “Bizim bir Paşa Abemiz var. O, her dem
gönüllerin paşasıdır, ebediyen tahtta kalır!”
Aytuğ İzat Bey’e teşekkür ediyoruz.
Evet şimdi de sanatçılar adına Türk halk müziğimizin
kıymetli sanatçısı Sayın Dr. Mehmet Özbek’i kürsüye davet
ediyorum.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Demirbağ kardeşler hakkında söylenecek o kadar çok şey var
ki… Harput zaten bizim Türk müziği tarihi içinde çok farklı
bir yerdedir. Harput müziği derken sadece halk müziğini
değil sanat müziğini de düşünmek gerekir. Burada çalınan
söylenen türküler, okunan makam havaları (ki halk buna gazel
diyor) var ki, bunlar aslında atalarımızın ta Orta Asya’dan
getirmiş oldukları ezgilerdir. İşte Paşa ve Enver
Demirbağ’ın aslında Türk müziği içerisindeki önemi burada
başlıyor. Orta Asya’dan, yüzyıllar öncesinden getirmiş
olduğumuz bu makamları okuyan ustalardan, önce kendileri
öğrenerek bir sonraki kuşaklara taşımışlardır. Ne mutlu bize
ki gerek Paşa, gerekse Enver Demirbağ kardeşler, okudukları
bu gazelleri yetiştirdikleri öğrencilerine geçmişler ve
hakkıyla da öğretmişlerdir. Bu bakımından Enver Demirbağ’ı
rahmetle, ağabeyi, hatta bir yerde hocası olan Paşa
Demirbağ’ı da saygıyla anarken, onların yetiştirdiği çok
değerli sanatçıları da sevgi ve şükranla anmak gerekir.
Bunlar ilk anda akla gelen Muzaffer Ertürk, Hasan Öztürk,
Zülfü Demirtaş ve Adnan Çilesiz’dir ki bunlar üzerinde pek
tabiî Nihat Kazazoğlu Hoca’nın da çok büyük emekleri vardır.
Bu makamların yaşatılması Türk müziği bakımından çok
önemlidir. Çünkü daha Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan, daha
İstanbul payitaht, yani başkent olmadan önce başta Harput
olmak üzere birçok beylikler konaklarında Orta Asya’dan
getirdiğimiz bu müzikler icra ediliyordu. Bu müziklerin
kalıntıları ancak İstanbul’a taşınmış ve orada başka
müziklerle karışarak bugün sanat müziği veya klasik müzik
dediğimiz müzik biçimlenmiştir. Şunu önemle belirtmem
gerekir ki bizim Harput’ta, Urfa’da hatta Konya, Erzurum,
Diyarbakır, Kastamonu, Erzincan, Sivas, Kütahya gibi
geçmişte beylik merkezi, emirlik merkezi olan bu kültür
şehirlerimizdeki müzikler incelenmeden ortaya konulmuş olan
Türk müziği nazariyatı eksik olur. Harput’ta olsun, Urfa’da
olsun, müzikle uğraşan, makam dediğimiz gazeliyatla uğraşan
sanatçıların okudukları birçok eser benim diyen klasik müzik
sanatçıları tarafından bilinmemektedir. Yakından
ilgilenenler bilirler ki İstanbul’da da gazel tarzında,
Hafız Kemaller, Hafız Samiler, Hafız Burhanların senelerce
söylenmiş oldukları bir gazel türü vardır.
Karşılaştırdığımız zaman orada okunan gazellerle Hafız Osman
Öge rahmetlinin, ortaya koyduğu gazeller birbirine benzemez.
Hafız Osman Öge’nin okuduğu gazeller altın ise, Hafız
Burhan’ın veya Hafız Sami’nin okuduğu gazeller gümüş
olabilir ancak. Gönül isterdi ki bu müthiş ses ve üsluplara
bu gazellerde ulaşabilseydi. Benim Harput’a yönelik sevgim,
aşkım ve bu müziği inceleme sevdam, Urfa müziğinden
kaynaklanmakta, orada öğrendiğim birtakım fikirlerin,
birtakım özelliklerin, birtakım usullerin, kaidelerin
Harput’ta da çok canlı bir şekilde yaşanmasıdır. Beni Elazığ
müziğine âşık eden bu durumdur. Bu aşkıma sebep olan Enver
Demirbağ’ı burada rahmetle anarken, sesini dinlediğimiz
zaman daima gözlerimiz dolan Paşa Demirbağ Ağabeyimize de
sağlıklı uzun ömürler diliyor, sizlerede en derin
saygılarımı sunuyorum..
FATMA KALU HECAN
Kovancılar Kaymakamı Sayın Selçuk Arslan’ı konuşmalarını
yapmak üzere arz ediyorum.
SELÇUK ARSLAN
Çok Muhterem Hazirun, Kültür Dünyamızın Büyük Üstatları.
Paşa Demirbağ büyüğümüzün 80. Doğum Yılı münasebetiyle
düzenlenen bu organizasyonda ilçemiz Kovancılar’a şeref
verdiniz. Biraz önce Özbek üstadımızın ifade ettiği gibi iki
günde dört kez konuştuk, dedi. Hava muhalefeti sebebiyle
programımız biraz fazla sarktı. Bu nedenle konuşmamı çok
fazla uzatmak istemiyorum, ama iyi ki Paşa Demirbağ gibi
büyüklerimiz var. Özbek üstadımızın ifade ettiği gibi Orta
Asya’dan günümüze doğru bu kültür el vererek bugünlere
gelmiş. İnşallah onların yetiştirdiği talebeler başka
talebeler de yetiştirecek, bu büyük coğrafyada büyük kültüre
sahip bu büyük millet ilelebet kalacaktır, ümidindeyim.
Hepinize saygılarımı sunuyorum Paşa Demirbağ büyüğümüze de
sağlıklı bir ömür diliyorum.
FATMA KALU HECAN
Sırada Elazığ Belediyesi Kürsübaşı Topluluğu var. Paşa
Demirbağ en son bu toplulukta kaynak kişi olarak görev
yapmış ve bu görevinden sonra Elazığ Belediyesi’nden emekli
olmuştu. Şimdi Elazığ Belediyesi Kürsübaşı Topluluğu’nu
sahneye davet ediyoruz.
HARPUT MÜZİĞİNİ YAŞAYANLAR VE
YAŞATANLAR
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ toplantısı 29 Nisan Cuma
günü “Harput Müziğini Yaşayanlar ve Yaşatanlar” paneli ile
devam etti. Fırat RTV’nin canlı olarak yayınladığı program,
Elazığ Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde saat 20.00’de
gerçekleşti.Dr. M. Naci Onur, Dr. Öğr. Üyesi Yavuz Demirtaş,
Dr. Öğr. Üyesi Türker Eroğlu, Öğr. Gör. Savaş Ekici ve Arş.
Gör. GüldaÇetindağSüme’ninkonuşmacı olarak katıldıkları
toplantıyı Dr. Mehmet Özbek yönetti.
Programa Elazığ Valisi Muammer Erol, Elazığ Belediye Başkanı
M. Süleyman Selmanoğlu, Elazığ Emniyet Müdürü Mehmet Tekin,
İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Paşa Demirbağ,
Devlet Sanatçısı Mustafa Turan,Muzaffer Ertürk, Zülfü
Demirtaş, Hasan Öztürk, Adnan Çilesiz veTurgay Coşkun. E.
Alb. Lokman Tasalı, Mustafa Döner, Hüseyin Sekü, Nihat
Kazazoğlu, Ali Öner, Dr. Ahmet Bülent Demirbağ, Güçmen
Memişoğlu, Mehmet Kemal Perk ve Bünyamin Eroğlu’nun
katıldığı programa Manas’ın üyeleri Şükrü Kacar, Hadi Önal,
R. Mithat Yılmaz, Muammer Aksoy, M. Faik Güngör, Av. Doğan
Özdal, Ülker Erdıçoğlu, Gazi Özcan, ZekeriyyaBican, M. Şener
Bulut ve oldukça kalabalık bir davetli topluluğu katıldı.
Harput musiki kültürünün konuşulduğu panel Elazığ Valisi
Muammer Erol’un yaptığı teşekkür konuşmasıyla sona erdi.
ÖMER FARUK ER
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Bilim, Kültür ve Sanat
Dünyamızın Saygıdeğer Temsilcileri, Kıymetli Misafirler ve
Sevgili Öğrenciler.
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası,
Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı, Elazığ Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu, Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı,
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Gaziantep
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın katkılarıyla; İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ Belediyesi Kültür
Müdürlüğü, Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği, Elazığ
Folklor ve Turizm Derneği ile Manas Yayıncılık’ın birlikte
düzenledikleri “Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ” konusu
çerçevesinde düzenlenen programa hoş geldiniz.
Panelimizin oturum başkanlığını Türk’ün türküsünü 50 yıldır
en yükseklerde taşıyan, gönül ve kültür dünyamızın güneşi
Sayın Mehmet Özbek yapacaklardır. Alkışlarınızla değerli
hocamızı buraya davet ediyorum.
Şimdi de panelistlerimizi buraya davet etmek istiyorum.
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Dr. Öğr.
Üyesi Türker Eroğlu,
Gaziantep Üniversitesi Devlet Türk Müziği Konservatuvarı
Müdür Yardımcısı Sayın Öğr. Gör. Savaş Ekici,
Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Dr. Öğr.
Üyesi Yavuz Demirtaş,
Dr. M. Naci Onur
Ve son olarak Arş. Gör. GüldaÇetindağSüme.
Bütün konuşmacılarımızı alkışlarınızla sahneye davet ediyor
ve sizleri panelistlerimizle baş başa bırakıyorum.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Sayın Valim, Saygıdeğer Elazığlılar, Saygıdeğer Konuklar,
Ümidimiz ve İstikbâlimiz Olan Sevgili Gençler.
Ben ve çok değerli panelist arkadaşlarımız sizlere iyi
akşamlar dilerken en derin saygılarımızı sunuyoruz efendim.
Bence dünyada en güzel duygu sevilmektir. Sevmekten de daha
yüce, daha güzel… Sevilen insan, daha çok mutludur, ama
sevilmeye müstahak olmak kolay bir şey değildir tabiî ki.
Sevilmek mutlaka çok güzel hasletlerin, huyların, insanda
var olmasına bağlı olan bir şeydir. Mütevazı, iyi huylu,
nazik, nazenin, zarif, iyiliksever, ülkesini, toplumunu,
büyüğünü sayan, seven, küçüklerini kucaklayan, koruyan bir
yaratılışa sahip olmak oldukça zor bir şeydir. Bu akşamki
panelimizde çok değerli konuşmacı arkadaşlarımız, bir
kültüre sahip çıkmanın ne olduğunu, ona neden sahip çıkmamız
gerektiğini ve bu kültüre sahip çıkanların kimler olduğunu,
neler yaptıklarını bir bir gözden geçirerek belki özellikle
gençlerimize örnek olabilecek konuşmalar yapacaklardır. Bu
konuşmaların içerisinden iğne ile çekip alınacak öğütler
olacaktır.
Bu geceyi, yalnız Harput musikisini değil, yaşamı boyunca
çok küçük yaşlardan itibaren klasik Türk musikisini de
öğrenip bu iki musikiyi birleştirerek Harput musiki
dünyasının tam bir kutbu olan Sevgili Paşa Demirbağ’a
ayırdık. Konuşmalarımız, onun şahsiyeti, onun hizmetler
ekseni etrafında dönecek. İlk konuşmayı musiki dünyamızdan
ve Elazığ musikisi konusundaki çalışmalarından yakinen
tanıdığımız, yalnız musiki konusunda değil Elazığ folklorunu
da bütün yönleriyle incelemiş olan Sakarya Devlet
Konservatuvarı Müdürü, Öğretim Üyesi Sevgili Türker Eroğlu
yapacaklar.
Buyurun efendim.
Dr. Öğr. Üyesi TÜRKER EROĞLU
Teşekkür ederim Sayın Hoca’m.
Sayın Valim, Değerli Hazirun, Kıymetli Sanatçı Dostlarımız,
Değerli Elazığlı Hemşehrilerim.
Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Böyle
bir toplantıda bulunmaktan çok büyük mutluluk duyduğumu da
ifade etmek istiyorum. Bu cümleden hareketle, bize bu imkânı
sağlayan ve bizim burada bulunmamıza fırsat veren başta
Sayın Valimiz olmak üzere, organizasyona emek veren herkese
çok teşekkür ediyor ve hassaten saygılarımı sunuyorum.
Efendim paneli yöneten hem liseden hem de üniversiteden
Hoca’m Naci Onur. “Komşuda dülger mi var?/Geliyor keser
sesi,/Ustalar konuşunca,/Çıraklar keser sesi” diyerek
Hocaların Hocası Naci Hocam’ın yanında konuşmaktan teeddüp
ederim. Ancak, panel yöneticisinin sözü bana vermesini emir
telakki ederek sözlerime başlıyorum.
Efendim söz konusu Harput olunca, Elazığlı olduğum için
ister istemez akla şu gelebilir. Yahu adam Elazığlı; ister
istemez Elazığ’la ilgili konulara hissiyatla yaklaşacaktır!
Ama Elazığlı olmasam da bir akademisyen olarak yine aynı
sözleri söylerdim. Türk müziği denilince, Altay Sayan
Dağları’ndan, Tanrı Dağları’ndan, Himalayalar’dan başlayarak
Balkanlar’a ve aşağıda da Kuzey Afrika’ya kadar uzanan çok
geniş bir coğrafyadan söz etmekteyiz. Nereye giderseniz
gidiniz, söz konusu coğrafyada mutlaka Türk müziği ile
karşılaşırsınız. Allah kısmet etti, Kırgızistan’da,
Azerbaycan’da, Kazakistan’da, Türkmenistan’da, Kosova’da,
Bosna-Hersek’te, Makedonya’da ve Bulgaristan’da bulunma
şansım oldu. Buralarda müzik adamlarıyla birlikte olduk.
Halkla birlikte olduk. Köylerde, şehirlerde araştırmalarda
ve incelemelerde bulunduk. Böylece, müzik kültürü ile
bilgilerimize doğuş yeri Uluğ Türkistan’dan, ulaştığı yer
olan Balkanlar’a kadar değerlendirme fırsatı bulduk. Harput
müziği dendiğinde, gerek Türk dünyasında gerekse Türkiye’de
sadece bizim değil bütün müzik adamlarının, sanat
adamlarının kabul ettiği bir mihenk taşı olarak biliniyordu.
Ancak, Türk dünyasını dolaştıktan sonra gördüm ki hakikaten
Harput müziği bütün Türk dünyasında bir mihenk taşıdır.
Bunları söylerken Kırgızistan’da Saymalıtaş, Kazakistan’da
Tamgalı Say adı verilen iki çok önemli bölge var. Bu
bölgelerde bizim yazılı belgelerimiz var. Yazılı belgeler
deyince bu dikili taş ya da kitabelerden söz etmiyorum.
Tabiî ki özellikle Moğolistan’da Orhun Kitabeleri’nden
başlayarak bütün coğrafyada, çeşitli yerlerde inanılmaz
sayıda yazılı taşlarımız var. Bu hakikaten dünya yüzündeki
milletlerin hiç birine nasip olmayacak derecede önemli
belgeler bunlar. Bu belgeler bizim Harput’u ve Türkiye’yi
anlamamızda son derece yardımcı olan ve belki de Türk
tarihinin, Türk kültür tarihinin yeniden yazılmasına sebep
olacak olan belgeler Saymalıtaş ve Tamgalı Say dediğimiz
bölgede neler var? Efendim bu bölgede kaya üstü yazıları
var. Çok sayıda kaya üstü yazılarında, bildiğiniz gibi bu
bölgeler Türklerin yaşadığı bölgeler, çok sayıda kaya üstü
yazıları var. Kaya üstü resimleri var ve bu resimler bize o
dönemin yani yüzyıllar önce Türk kültürünün nasıl olduğu
hakkında bize son derece ciddi bilgiler vermektedir.
Yüzyıllar dediysem tam bir tespit yapmak gerekirse 7000 yıl
öncesine uzanan yazılar, belgeler bunlar. Bu belgelerde
bizim genel olarak kültürümüzü, özelde ise müzik kültürümüzü
anlamamıza yardımcı olan Türk kozmogonisine, dünyayı
algılayışına ilişkin yazı ve resimler var. Anadolu
topraklarına girdiğimiz vakit ise yine o yolları takip
ederek, o izi sürerek Anadolu’ya geldiğimizde ilk etapta
kuzeyden Samsun’a kadar gelip aşağıya, Harput’a doğru inen
Horosan Türkmenleri var. Bu sekenenin bir miktarı gelip
Harput’a yerleşiyor. Daha sonra bunların bir bölümü
Çukurova’ya, Toroslar’a; Toroslardan Aydın vilayetine kadar
gidiyorlar. Özellikle bize en yakın olan ve Türkiye
Türkçesi’ne en yakın dili konuşan, Türk kültürüne en yakın
olan Türk topluluklarından biri Azerbaycan Türkleridir.
Azerbaycan’da da çok sayıda yeni çalışmalar yapılarak yeni
belgelere ulaşılmıştır.
Efendim kültürler, idarî veya siyasî sınır taşımaz. O yüzden
ta Himalayalar’dan alıp ta Balkanlar’a kadar bir coğrafyadan
söz ettim. Bunun en güzel örneği, bir kültür merkezi olan
Harput’tur. Kuzeyde Erzincan, Tunceli; doğuda Bingöl,
güneyde Diyarbakır; batıda Malatya’ya kadar uzanan bu bölge
Harput’un kültür bölgesindedir. Dolayısıyla şu türkü
Diyarbakır’ın, bu türkü Malatya’nındır. Yok, bunlar şuradan
çaldılar, bizden aldılar gibi münakaşalar yersizdir.
Neticede bunların tamamı Türk müziğidir. Ama bu hinterlantta
bulunan vilayetlerin müzik merkezi Harput’tur. Yani bir
müzik analizi yaptığımızda, nitekim öğrencilerimize yüksek
lisans ve doktora tezi yaptırıyoruz, bu analizleri de üst
üste getirdiğimiz zaman bizlere bu ipuçlarını vermektedir.
İdarî veya siyasî sınırlar bir kültürü sınırlayamaz
demiştim. Harput kültürü de bulunduğu yerden, bizim difüzyon
dediğimiz “Kültürel Yayılma” yoluyla dört yöne
yayılmaktadır. Harput’ta öyle bir kültür nüvesi vardır ki ve
tarih yönüyle baktığımızda külliyen 1071’de bir fetih
hareketi olmuş; 1085’te ise Harput fethedilmiştir.
Dolayısıyla çok kısa süre sonra Harput’ta Türk kültürünü
görmek mümkün olmaktadır. Tabiî o tarihlerden itibaren de
Harput giderek bir kültür merkezi olmuş ve bu kültür
merkezinden etrafa doğru kültürün diğer unsurları gibi,
müzik de yayılmıştır. Kültürü idarî veya siyasî sınırlarla
ifade edemeyiz demiştik. İsabetli olanı kültür merkezleriyle
ifade etmektir. İşte Harput böyle bir kültür merkezidir.
Harput müziği karakteristik olarak gerek söz unsuru, gerekse
saz unsuru itibariyle Orta Asya’daki Uluğ Türkistan
dediğimiz bölgede bulunan “Küy”lere, “Yır”lara ve
“Muğam”lara benzemekte ve onların gelişmiş karakteristik
örneği olarak Türkiye’de varlığını sürdürmektedir. Harput
müziğinin en önemli özelliği kurala dayalı olmasıdır. Yani
müzik icrası için yapılan toplantının ve müziğin icrasının
kuralları vardır. Tabiî bu konunun detaylarına girecek
değiliz. Sözün özü, Harput müziği bugün Türkiye’de yaşayan
ve yaşanan Türk müziğinin en temel örneklerini barındıran ve
Türkiye’deki bu müziğe Türkiye ölçeğinde kaynak teşkil eden
bir müziktir. Şimdi buradan başlayarak sözü hemen bizim
yetişmemizde hakikaten büyük emekleri olan Sayın Paşa
Demirbağ ve bugün için rahmete giden ve maalesef vefatından
önce kendisine verdiğimiz ödülü iletemediğimiz Enver
Demirbağ’dan söz etmek istiyorum. Bu kültürün bizlere
ulaşmasını ve bizim yetişmemizi sağlayan bu değerli insanlar
hakikaten bir başka ile nasip olamayacak derecede büyük
ustalar, büyük insanlardır. Çok şükür Paşa Demirbağ
Ağabeyimiz hâlâ aramızda ve Elazığ bir kadirbilirlik
göstererek onu bu hafta anmak için üstatları, sanatçıları
davet etti ve güzel bir toplantı yapılıyor. Paşa Ağabeyi
kısaca anlatmak istiyorum. Biz kendisine çoğunlukla “Paşa
Dayı”, deriz. Bizim için efsanevî isimler olan Demirbağları
tanıdığımda çok mutlu olmuştum. Özellikle ben 1973 yılında
halk evlerinde bir halk oyuncu olarak ilk defa başladığımda
onları yakından görme fırsatım oldu. Daha sonra gerek
halkevinde gerekse EFTUD’daki etkinliklerimizde
oluşturduğumuz topluluğa Paşa Demirbağ, hocalık yapmaya
başladı. Keza Enver Ağabey de sık sık gelir, meşklere
katılırdı. Onlarla yapılan meşklerden çok şey öğrendik.
Yalnız hakikaten bunu bir kez daha söylemek istiyorum. Paşa
Demirbağ bizzat kendisi on iki-on üç öğrenciye, Elazığlı
gençlere, bir formel yapı içerisinde ciddi bir şekilde ders
vermiştir.
“Hafız Nuri-İri Güllü” operetini hazırlarken, müziklerin
icrasıyla ilgili olarak Paşa Dayı’dan bize yardımcı olmasını
istemiştik. Kendisi memnuniyetle kabul ettiği gibi,
çalışmalara herkesten önce gelerek yerini almış ve
öğrencilerine ciddi dersler vermiştir.
Belki buna benzer uygulamaları daha sonra başka kurumlar da
gerçekleştirdiler ama Paşa Dayı ilk defa EFTUD’da resmî
olarak ders vermiştir. Şunu belirtmeliyim ki, kendisinden
çok şey öğrendik. Öyle son derece mütevazı, son derece
beyefendi, son derece alçak gönüllü ve insanlara
yaklaşmasını bilen bir hoca ki; Türkçede Farsçadaki hace’den
gelen bir hoca. Bir de öz Türkçe koca (bilgin-âlim)’dan
gelen bir hoca vardır ki; ikincisi Paşa Dayı için
söylenmelidir. Dolayısıyla biz kendisinden yalnızca Harput
müziğinin inceliklerini değil, aynı zamanda adap-erkân
öğrendik. Bu sebeple hocalığı da tam anlamıyla hak eden ve
bizlere gerçek hocalık yapmış olan değerli Paşa Demirbağ
ağabeyimize saygılarımı sunuyor; şükranlarımı arz ediyor,
sağlıklı uzun bir ömür diliyorum.
Son olarak Elazığlı gençlerin bu ustalara ve Elazığlı olup
çeşitli yerlerde görev yapan sanatçılara sahip çıkmalarını
hassaten istirham ediyorum. Özellikle bu insanlara sağ iken
sahip çıkılması, hakikaten çok büyük bir âlicenaplık
örneğidir. Paşa ve Enver Demirbağ’ın arkasından gelen ve
yıllarca onlarla birlikte meşk etmiş sanatçı kardeşlerimiz
Hasan Öztürk, Zülfü Demirtaş, Muzaffer Ertürk ile Adnan
Çilesiz, Nihat Kazazoğlu gibi kardeşlerimiz bayrağı onlardan
aldılar ve daha ileri noktalara götürecekler. Bu
insanlarımıza hayattayken sahip çıkmak en doğru olanıdır.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Efendim Türker Eroğlu Hocamızın bilimsel çerçevede sunduğu
bu değerli konuşmasından hepimiz yararlandık, çok teşekkür
ediyoruz kendilerine. Şimdi bir reklam arası verip biraz da
reklamımızı yapalım. Çok değerli isimleri saydı sevgili
Eroğlu. O sanatçılarımız yarın akşam çok güzel bir konser
sunacaklar. Bu da panelimizin reklamı olsun. Hepinizin
teşriflerini bekliyoruz, şeref verirsiniz efendim. İkinci
olarak sözü çok değerli Öğretim Üyesi Sayın Dr. Naci Onur’a
veriyoruz.
Dr. M. NACİ ONUR
Sayın Valim, Elazığ’ımızın Çok Değerli İnsanları, Fırat
Üniversitesi’nin Öğretim Üyeleri, Sevgili Öğrenciler, Sayın
Başkan, Burada Bulunan Konuşmacı Arkadaşlarım,
Mehmet Özbek Bey, gerçekten duayen bir insan, müziğin
duayeni. Aynı zamanda Urfa’nın güzel bir insanı ve bizim de
değerli bir üstadımız. Tahmin ediyorum Türk Dili ve
Edebiyatı doktoru yani meslektaşız. Aynı şekilde bu bakımdan
hepinize saygılar sunarak sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli Türker Eroğlu Beyefendi, bize iltifatta bulundular,
ben bu iltifata layık değilim. Boynuz, kulağı geçer derler,
o bizi geçmiştir, o bakımdan çalışmalarıyla kendilerini
takdir ediyorum. Gerçekten, musiki alanında son derece güzel
çalışmaları var, takip ediyoruz, okuyoruz, dinliyoruz o
bakımdan kendilerini takdir ediyorum.
Ben fazla sözü uzatmadan üstadımızın da beyan buyurduğu
şekilde kısa kesmeye devam edeceğim, çünkü konuşmamı biraz
kısa tutmaya çalışacağım.
Anadolu’nun her bölgesinin kendine mahsus bir müzik icrası
vardır. Bu müziğin bir dalı Türk halk müziğidir. Çeşitli ve
renklidir. Bunun yanı sıra ikincisi geçmişte çoğunlukla
saraylarda veya sarayların bulunduğu şehir merkezlerinde,
besteye dayalı üretilen ve şehir müziği dediğimiz Türk sanat
müziğidir ki, bu iki yapı Türk müziğinin çatısını teşkil
eder. Harput müziğinde bu iki türü bir arada ve iç içe
görebiliriz.
Orta Asya’dan göçüp gelen Türk insanı, folklor değerlerini
Harput kültürü ile birleştirmiştir. İstanbul’da Osmanlı
döneminde saray hayatı devam ederken, Harput’ta da Harput
müziğinde klasik sazların kullanılmış olduğu, makam ve
kurala uygun Türk müziği icra edilmiş olduğunu görürüz.
Hatta Fuzûlî, Nedim, Nevres, Rasih gibi divan şairlerinin
eserlerinin okunduğuna şahit oluyoruz. Divan ve Nevruz
makamlarındaki bestelerin Harput’ta çalınıp söylendiği
bilinmektedir. Harput müziğinde tasavvuf kavramı da büyük
yer işgal etmiştir. Tasavvuf ve Türk sanat müziği ile
birlikte halk, çeşitli olaylar karşısında duygularını
şiirlere dökerek anonim halk müziği türküleri de
söylemişlerdir.
Harput müziği, kış aylarında kürsü başlarında, yaz aylarında
düğünlerde, bağ, bahçe, kaya ve havuz başlarında icra
edilmiştir. İshak Sunguroğlu bu konuda şöyle diyor:
“Harput’ta mutlak bir şey varsa o da sesin sazdan daha üstün
yer almasıdır. Birkaç yaran bir araya geldiler mi, bir havuz
başı veya bir dere kenarı buldular mı, saz olsa da olmasa da
bunlar, seslerinin kudreti ile güzel bir ahenk
yaratabilirlerdi. Çok defa melodilerin tempoları sazla
değil, sesle tutulurdu.”
1937-1952 yılları arasında Ankara Devlet Konservatuvarı’ndan
gelip Harput’ta çalışma yapan Halil Bedi Yönetken kendi
eserinde Harput’taki müzik ile ilgili şunları söylüyor:
“Harput’ta vaktiyle halk, yaz mevsiminde ekseriya cuma
günleri; Kayabaşı, Kale, Kurey gibi mahallelerde toplanır
eğlenirmiş, buralarda yenilir içilir, şarkılar, türküler,
yüksek mayalar söylenirmiş. En enteresanı mesela, Kayabaşı
mahallinde güzel seslilerden bir grup veya çok tiz ve gür
sesli solist bir maya söylerken, diğer mahallelerde
toplananlar onları dikkatle dinler, sonra onlara mesela
Kurey aynı şekilde cevap verir, onu Kale’dekilerin konseri
takip edermiş. Bu müzik törenini bütün Harput şehri, gecenin
sükûnetinden istifade ederek dinlermiş.”
Harput müziğinin icrasında gelenek çok önemlidir. Bizim
yöremizde müzikle uğraşanların birçoğu hafızlıktan gelmedir.
Türküler, beldemizde “Harput Ağzı” olarak bilinen, özel bir
türkü söyleme biçimiyle icra edilmektedir. Sesi terbiye
edilmemiş, kulaktan dolma işittikleri ile yetinenler veya
hiç müzik eğitimi almayanlar var ise bunlara “Hizmekâr Ağzı”
ile söyleyenler denir. Oysa yine beldemizde müzik eğitimi
alan, meşk etmiş, iyi müzik meclislerinde bulunarak
profesyonel olanlar da vardır ki işte onlar, hakiki “Harput
Ağzı” olarak bilinen şekli ile türküleri icar ederler. Bu
icracıların en iyi temsilcileri olarak Enver Demirbağ, Paşa
(Mehmet) Demirbağ, Kövenkli Hafız (Mustafa Süer), Hafız
Osman Öge, Şıhacılı İzzet Yetiş, İçmeli Sabri Çavuş,
Korukoğlu Şevki Bey, Kore’nin Oğlu Memo (Mehmet Akar),
Demirci Sıtkı, Peko’nun Oğlu (Hüseyin Yetkin), Kemal
Yeniceli, Abbas Bakır, Ahmet- Lokman Tasalı, Mehmet
Parlaksu’yu sayabiliriz.
Bütün bu şahsiyetler, Harput müziğine birçok yönden fayda
sağlamışlar, onu biraz daha ileriye götürerek bugünlere
getirmişlerdir. Özellikle Hafız Osman, Kövenkli Hafız’ın
gayretleri ile Paşa ve Enver Demirbağ’ın yetiştirilmesi
önemli bir kazançtır. Usta-çırak ilişkisi ile eserler
ağızdan ağza, kulaktan kulağa aktarılarak gelmiştir. Paşa ve
Enver Demirbağ kardeşler de Harput müziğini kendisinden
sonraki nesle aktarmış, yeni yeni değerli şahsiyetler
yetiştirmişlerdir. Paşa Demirbağ, şu anda Elazığ’da Harput
müziğini yeni nesle öğretmeye gayret eden bir öğretmen
konumundadır. Elazığ’da yerel klasik musiki anlayışının
özelliklerini barındıran 15 civarında gazel okunmakta ve
söylenmektedir. Bu gazellerin hepsinin güfteleri divan
şairlerine aittir. Bunların büyük bölümü meşhur şair
Fuzûlî’ye aitken bir kısmı da Harputlu şairlerden Rıfat
Dede, Yunus Remzi Efendi, Mustafa Sabri, Çırpanizade Ali
Haydar, Rahmi-i Harputi, Hacı Hayri Bey, Necip Paşa’ya
aittir. Bir kısmı da yine Nabi, Niyazi-i Mısri, Esat Muhlis
Paşa, Sofyalı Rasih gibi divan şairlerine aittir.
Bu gazeller genellikle beş beyit olarak okunur. Bazen üç
beyiti de okunabilir. Bunlara “Gazeliyat” denir. Bir
Elazığlı sanatçı gazeliyata hâkim değilse makama aşina da
olamaz, makama aşina deyimi, çoğu türküleri, hoyratları ve
gazelleri bilip okuyan mahallî sanatçılara tanınan sıfattır.
Gazeliyat olarak nitelendirdiğimiz ve Paşa Demirbağ’ın da
kabul ettiği ve okuduğu Harput’ta söylenen, güfteleri
Fuzûlî’ye ait olan gazellerden bahsetmek istiyorum.
Kerkük-Urfa-Harput-Bayburt-Azerbaycan yayı içinde örf, âdet,
gelenek, görenek, yemek, dil kısacası kültür birliğinin
bariz bir şekilde görüldüğü bir gerçektir. Hatta Kerkük’te
söylenilen
“Dağda yaruk dağda yaruk
Dağdadır dağda yaruk
Omuz omuza versek
Dağlara dağ dayaruk”
Bu maninin aynının veya benzerlerinin Urfa’da, Harput’ta,
Bayburt’ta ve Azerbaycan’da söylendiğine şahit oluyoruz.
Bayburt’ta bir şair “Biz akrabayız, biz Kerkük’le, Harput’la
akrabayız. Biliyorum ve öyle hissediyorum ki, biz beş kardeş
olarak Orta Asya’dan geldik ve her birimiz bir yerde
yerleştik, orada çoğaldık, büyüdük.” diyor.
Fuzulî, Azerî şairidir. Fuzulî niçin Harput insanına bu
kadar tesir etmiştir? Niçin biz onun güftelerini,
gazellerini alıp çeşitli makamlarda okumuşuz da, başka
şairlerin güftelerine bu kadar rağbet etmemişiz?
Bu sorunun cevabını, yine kendi insanlarımızın hassasiyet,
duygu, ıstırabının Fuzûlî ile örtüşmesine bağlı olduğunda
aramamız gerekir.
Çünkü Anadolu ve hele hele Harputlu, Fuzûlî’nin dilinden,
onun ıstırabından anladığı için ona vurgun hale gelmiştir.
Rast-Beşiri gazel olarak Harput’ta okuyucularca icra edilen
ve “Ah eylediğim servi-i hıramânın içindir/Kan ağladığım
gonce-i handânın içindir”, diye başlayıp yedi beyit olarak
devam eden Fuzulî’nin gazelinde şair bu beyitte şöyle diyor.
“Ah eylememe sebep nazlı nazlı sallanan serviye benzeyen
boyundur. Kan ağlamama sebep de gülen gonceye benzeyen
dudağındır.”
Bunun yanı sıra ilk beyti;
“Ey Firâk-ı leb-i cânâncigerüm hûn etdün
Çehre-i zerümi hûn-âb ile gül-gûnetdün”, olan ve yedi
beyitlik manzume de Harput’ta uşşak gazel olarak
okunmaktadır. Bu beyitte de Fuzûlî şunu söylüyor. “Ey yârin
dudağından ayrılık, benim ciğerimi kan ettin. Kanlı gözyaşı
dökerek benim aşk elemi ile sararmış yüzümü gül rengine
boyadın.”
Harput’ta çok sıkça söylenilen “Penbe-i dağ-ı cünûn içre
nihandır bedenim” diye başlayan fakat orijinali ve asıl
metinde geçtiği şekliyle;
“Penbe-i merhem-i dağ içre nihandır bedenim
Diri oldukça libasın budur ölsem kefenim”, böyle olan ve
yine yedi beyitlik gazel, beldemizde “Nevruz” veya “Karcigar
Gazel” diye isimlendirir. Bu beytin manası da şöyledir:
“Vücudum, yaralarıma sürülen merhemin üzerine konan pamuk
içinde görünmez hale geldi, gizlendi. Yaşadıkça elbisem ve
ölünce de kefenim artık budur.”
Harput Gazeli veya İbrahimiye diye anılan ve çok sevilen
Fuzûlî’nin gazelinin;
“Merhem koyup onarma sînemde kanlı dâğı
Söndürme öz elinle yandırdığın çerâğı” (Sinemdeki kanlı
yarayı merhem koyup, sürüp tedavi etme. Bu öyle bir
meş’aledir ki sen kendi elinle onu yaktın) manasına gelen
manzume diğerlerinde olduğu gibi yedi beyit halindedir.
“Bırakdı hâke hüsnün âfitâb-ı âlem ârâyı
Götürdü yer yüzündenmüciz-i lâlünMesîhâ’yı” (Güzelliğin
dünyayı süsleyen güneşi yere düşürdü. Dudağının mucizesi Hz.
İsa’yı yeryüzünden sürdü götürdü.), şeklinde ilk beytiyle
başlayan yedi beyitlik manzume de Harput’ta “Muhalif” veya
“Hüzzam Gazel” tarzında bilinip söylenmektedir.
Yine Harput’ta söylenilen ve ilk beyti;
“Küfr-i zülfün salalı rahneler imânımıza
Kâfir ağlar bizim ahvâl-i perişânımıza”, (Senin saçlarının
karanlığı inancımızda yarıklar açtıkça, kâfir ve inançsız
olan bile bizim bu dağınık halimize ağlar.), şeklinde olan
şiir “Muhayyer Gazel” olarak nitelendirilmektedir ve beş
beyit halindedir.
Böylece altı adet gazel Fuzûlî divanında yer alırken, bunun
dışında iki adet gazel de Fuzûlî’nin, “Leyla vü Mecnun”
mesnevisinde yer almış ve bunlar da Harput’ta yorumcular
tarafından seslendirilmiştir.
Bunların biri “İbrâhimiye Gazel” tarzında altı beyitlik
manzumedir ve ilk beyti de şöyledir.
“Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşina beni
Bir dem belâ-yıaşkdan etme cüdâ beni” (Ey Allah’ım aşk
belası ile beni tanıştır ve bu aşk belasından bir an bile
beni uzak tutma.) İkinci manzume ise, Harput’ta “Bayati
Gazel” olarak isimlendirilmiş ve okunmaktadır.
“Öyle sermestem ki idrâketmezemdünyâ nedir
Ben kimemsâkî olan kimdir mey ü sahbâ nedir” (Öyle başım hoş
ki dünyayı dahi algılayamıyorum, üstelik ben kimim, içki
dağıtan güzel kimdir, şarap ve içkinin de hangisi olduğunu
bilmiyorum.) İlk beyiti bu şekilde olan ve Leyla vü Mecnun
Mesnevisi içinde bulunan ve Mecnun’un ağzından söylenen
Fuzûlî’nin bu gazeli beş beyit halindedir.
Geçmişi yüzyıllar öncesine giden köklü bir müzik birikimi
bulunan Harput müziğinin sınırlarını Elazığ’a hapsetmek
uygun olmaz. Kerkük’ten Azerbaycan’a varan bir halka içinde
görmek ve incelemek gerekir. Harput müziğinin icracıları da
bir o kadar önemlidir. Türküyü ilk çıktığı zamanki gibi
okumak; tavrında, makamında, usulünde, ağzında değişiklik
yapmadan yorumlamak çok önemlidir. İşte bu işi yapan
ustalardan Hafız Osman’dan, Kövenkli Hafız’dan başlayarak
Enver Demirbağ, Paşa Demirbağ ve Lokman Tasalı’ya gelinceye
kadar yüzlerce okuyucu aynı müziği defalarca okumuştur.
Ancak bu ustalar kadar iz bırakamamışlardır. Bugün Paşa
Demirbağ, bu ekolü temsil eden son şahsiyetlerden biridir.
Hem de bu okulun bir öğretmeni olarak yeni gençler
yetiştirmekle meşgul oluyor. Bu bakımdan gerek edebî
çevreler gerekse musikiyle meşgul olanlar gerekse Elazığ
halkı kendisine çok şey borçludur. Allah kendisine dertsiz
uzun ömürler versin.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Çok teşekkür ediyorum Sayın Onur...
Efendim Dr. Naci Onur Hoca’mıza Harput müziği ve edebiyatı;
sonra bu müziğin icra edildiği ortam konularındaki son
derece tertipli ve düzenli konuşmalarından dolayı teşekkür
ediyoruz.
İzninizle gazellerde geçen “şarap”, “saki” gibi sözlerin
bildiğimiz içki ve içki dağıtan anlamlarına gelmediğini
özellikle genç arkadaşlarımız için vurgulamak isterim.
“Şarap” divan şiirimizde ve tasavvufta bilgili kimsenin,
mürşidi kâmilin, insanlara verdiği; onların ufkunu açan,
ruhlarını terbiye eden güzel öğütlerdir. Şaraptan kasıt
odur. “Saki” ya da “meyhaneci” ise şarap veren, içki dağıtan
kişi değil; öğütler veren mürşid-i kâmil, kemal ehli bilge
kişidir.
Hoyratların ve gazellerin söylendiği ortamlardan bahsedildi
burada. Ben de bir hatırayla bu ortama katılmak istiyorum.
Efendim Urfa’da da sayın hocamızın belirttiği gibi şehirde
mahalleden mahalleye, dağ yatılarında bir dağdan karşıki
dağa hoyratlarla seslenilir. Okunan hoyratlara karşılık
verilirdi. Eskiden böyle apartmanlar yoktu Urfa’da. Tek
katlı, iki katlı, üstü dam olan evler vardı. Yazın o
damlarda yatılırdı. Gecenin geç saatinde başı biraz da
dumanlı olan bir sevdalı, sokaktan geçerken bir hoyrat
okuyor. Urfa’da hoyratlar aynı ayaktan iki bent olarak
okunur. Eğer bir okuyucu hoyratın çiftini okumazsa karşıdaki
onun cevabını verir. Damda uyuyan biri, gecenin geç bir
vakti o sevdalı gencin okuduğu hoyrat ile uykudan uyanır.
Yoldan geçenin, hoyratın çiftini okumasını bekler. Fakat bir
türlü ses gelmez. En sonunda dayanamaz, yatağından kalkıp
“Eeee, baboş çiftini oku da yatak ha…” Efendim şimdi de
Gaziantep Konservatuvarı Öğretim Üyesi, Değerli Hoca Sayın
Savaş Ekici’nin konuşmalarını dinleyeceğiz
Öğr. Gör. SAVAŞ EKİCİ
Sayın Başkan, Sayın Valim ve Sevgili Elazığlı Hemşehrilerim,
Harput müziği konusunda konuşmak çok zor, çok geniş, neyi
anlatacağımı işin doğrusu bilemiyorum. Anlatacak ve
konuşacak o kadar çok şey var ki. Hele bu geleneği günümüze
aktaran Enver Ağabey’i rahmetle anıyorum. Harput müziğine
emekleri geçmiş olan mahallî sanatçıları, halk kültürüne
emeği geçmiş olan ve Hakk’a yürümüş olan insanları rahmetle
ve şükranla anıyorum. Yaşayanları minnetle anıyorum.
Gerçekten çok önemli yapılan iş. Harput müziğine geçmeden
önce ben biraz bu kültür meseleleri hakkında konuşmak
istiyorum. Kültürün değişik tanımları yapılmış. “Bir
topluluğun bir milletin kendine özgü yaşamaları sonucu
ortaya koyduğu maddi ve manevi ürünlerdir.”, deniliyor.
Tanımlardan bir tanesi bu... Başka birçok tanımı var.
Buradan yola çıkarak şunu anlamak gerekiyor. Bir milleti bir
toplumu anlamada, tanımada ve tanımlamada kültür çok büyük
önem taşıyor. Yani Fransızları, Fransız yapan unsur ne
acaba? Veya Alman’ı, Alman yapan… Türk’ü, Türk yapan veya
Yunan’ı, Yunan yapan unsurlar nedir? Yani biz biyolojik
olarak hepimiz birbirimize benziyoruz. Ellerimiz,
ayaklarımız var; kolumuz var, gözlerimiz var. Peki, nedir
onu farklı kılan? Dilidir, dinidir, gelenek, göreneğidir,
yaşama biçimidir, aile ilişkileridir, komşuluk
ilişkileridir. Yani bu özelliklerinden dolayı onlar Fransız,
Alman, Yunan oluyor. Biz Türk oluyoruz. Burada özellikle
müzik kültüründe birtakım şeyler yapılıyor. Yani
televizyondan medyadan izlediğimiz kadarı ile çok ciddi yani
sanat, sanatçı diye ortaya sunulan göz önünde, vitrinde olan
ve sanat ile sanatçılıkla hiç ilgisi olmayan ve ayaklar
altına alınmış o kadar kötü örnekler var ki… Zaman zaman ben
bunları ailemle izlemeye dahi utanıyorum, işin doğrusu. Ne
yapılmaya çalışılıyor? Yani kültürel anlamda ne yapılmaya
çalışılıyor? Burada birtakım şeylere dikkat çekmek
istiyorum. Biz, acaba Fransızları Antep’ten kovduk,
Ermenileri Doğu Anadolu, Kuzey Doğu Anadolu Bölgesi’nden
çıkardık, Yunanlıları Ege’den çıkardık. Şimdi bunlar acaba
memleketlerine gidip rahat rahat oturuyorlar mı? Hayır. Bu
gün yaşadığımız ortam içerisinde çok daha ciddi bir savaşın
içerisindeyiz ama çok farkında olduğumuzu da düşünmüyorum.
Bu yapılan savaş da tank ile top ile silah ile yapılan bir
savaş değil aslında. Burada yapılan tamamen kültür ile
ilgili yapılan savaştır aslında. Yani bir milleti millet
yapan, toplumu toplum yapan değerler üzerinde birtakım
hesaplar ve çalışmalar yapılıyor ve bunlar son derece plânlı
programlı çalışmalar.
Türk müzik kültürü dediğimiz zaman hep bunun zenginliği ile
övünürüz. Gerçekten çok zengin bir müzik kültürüne sahibiz.
Anadolu’nun Türkleşmeye başlaması ile birlikte Doğu
Anadolu’dan itibaren şehir hayatı başlıyor. Şehir hayatının
başlaması ile birlikte şehir kültürü oluşmaya başlıyor.
Bununla birlikte halk kültürü var. Halkın kendine özgü
yaşayışı sonucu ortaya koymuş olduğu ürünler var. Anadolu’ya
geliş ile birlikte şehir kültürü ile halk kültürünün yavaş
yavaş oluşması başlıyor. Bu günkü sanat müziği dediğimiz tür
de aslında şehir kültürünün müziğe yansımasıdır. Bu türün
ilk örneklerini de şehir hayatının ilk başladığı yerlerde
aramak gerekir, diye düşünüyorum. Şehir hayatının başladığı
yerlerden bir tanesi de Harput bölgesi, Şanlıurfa
bölgesidir. Buralarda başlamıştır bu kültür. Bu kültürün
ürünü olan Türk sanat müziğinin veya makamsal müziğin
temellerinin de buralarda aranması gerektiğini düşünüyorum.
Bu gün Türk sanat müziğindeki şarkıları, eserleri
dinlediğimiz zaman sanki İstanbul’da, boğazda sandallarda
dolaşan yakışıklı beylerin güzel hanımlara söylemiş olduğu
şarkılar gibi geliyor ama bu hiç de böyle değil. Anadolu’nun
Türkleşmesi doğudan batıya doğru olmuştur, eğer Türk sanat
müziği dediğimiz tür de şehir kültürünün ürünü ise bunu da
şehir hayatının ilk başladığı yerlerde aramak gerekiyor.
Bunu da biraz evvel de dediğim gibi Harput bölgesinde
Şanlıurfa bölgesinde aramak gerekir diye düşünüyorum.
Bundan yaklaşık 4 yıl önceydi. 3 Mart 2007 tarihinde TRT
2’de bir program gözüme takıldı. Programın adı “Gurur Veren
Türkler”. Oradaki sanatçılardan bir tanesi şunu diyor; Türk
sanat müziği, İstanbul müziğidir veya Osmanlı müziğidir.
Şaşırdım kaldım. Hatta bunun da ötesine geçiyor. Ermeni
müziğidir, Bizans müziğidir, Venedik müziğidir gibi
anlamları çıkarıyor. Şaşırdım kaldım. Eyvah! Dedim. Ortalık
birbirine girecek. Hiçbir şey olmadı. Anlattığı ile kalındı.
Burada şunu anlatmak istiyorum. Bu adamın acaba, İbn-i
Sina’dan, Farabi’den, Safiyüdin’den, Abdulkadir Meragi’den
hiç mi haberi yok? Tam tersine bunlardan haberi var. Çünkü
konservatuvar mezunuydu. Türk Müziği Devlet
Konservatuvarı’ndan mezun olmuş birisi. Ben kendi adıma
söylüyorum, böyle Türkler ile gurur falan duymuyorum. Her ne
kadar programın adı “Gurur Veren Türkler” olsa bile. Daha
sonra o merkezde başka sanatçıların da yapmış oldukları
albüm çalışmalarında açık açık söylüyorlar. Yani Türk sanat
müziği, İstanbul müziğidir. Bundan da Ermeni, Rum, Venedik,
Bizans kültürünün anlaşılması gerektiğini açık açık
söylüyorlar. Şimdi burada Yunanlıların bizim kemençemize,
horona veya Almanların Nasreddin Hoca’mıza sahip çıkmasını,
baklavaya sahip çıkmalarını anlıyorum. Fakat bizim
içerimizden yetişmiş olan insanların yok ya bu bizim
kültürümüz değil başkalarına ait demesine gerçekten hiçbir
anlam veremiyor ve anlayamıyorum! Bu bölgelerde yani
Şanlıurfa ve Harput bölgesi gibi bu bölgelerde şehir
kültürünün başlamasından yaklaşık 400 yıl sonra İstanbul
fethedilmiştir ve İstanbul fethedildikten sonra buradaki
kültürel yapı İstanbul’a taşınmıştır. Doğru olan da budur.
Çünkü Anadolu’nun Türkleşmesi doğudan batıya doğru olmuştur.
Bu kültürün İstanbul’un güzellikleri ile ayrı bir biçim ve
şekil kazandığını söylemek mümkündür.
Bu kültürün günümüze kadar aktarılmasında mahallî sanatçılar
çok önemlidir. Harput müzik kültürünün aktarılmasında
özellikle Paşa Demirbağ, rahmetli Enver Ağabey çok büyük
önem arz ediyor. Hafızlardan Hafız Osman Öge’den, Hafız
Mustafa Süer’den bu kültürü öğrenmişler, yaşatmışlar ve
kendilerinden sonraki kuşağa da bunu aktarmışlar. Enver
Ağabey’i en çok dinleyenlerden bir tanesi de benim. Yapmış
olduğum Elazığ-Harput Müziği adlı çalışmada her nağmesini
defalarca döne çevrile dinlemişimdir. Hafız Osman Öge’yi,
Hafız Mustafa Süer’i dinledim, Enver Ağabey’i -rahmetliyi-
dinledim Paşa Dayı’yı dinledim ve daha sonraki kuşaktan olan
Muzaffer Ertürk’ü, Hasan Öztürk’ü, Zülfü Demirtaş’ı
dinledim. Öyle bir gelenek oturmuş ki bu yapılan icra, nota
ile çalışılsa ancak bu kadar olur. Daha doğrusu olur mu;
bilemiyorum. Bütün nağmeleri birbiri ile üst üste çakışacak
derecede örtüşüyor. Son derece güzel bir usta-çırak ilişkisi
oturmuş. Konuşmamı çok fazla uzatmak istemiyorum. Çok
belirli satır başları üzerinde konuşmak istiyorum. Benim
yapmış olduğum çalışmalar sırasında İshak Sunguroğlu
hepimizin bildiği Harput Yollarında eserinin 3. cildinde
Hafız Osman Öge’den yüz on dört tane eser derlemiş. Bu benim
yapmış olduğum çalışmanın da özünde Muzaffer Ertürk’ün -1990
yılıydı galiba- rahmetli Enver Demirbağ’dan bütün
repertuarını Kültür Bakanlığı’nın arşivine hocam aracı
olarak almıştık ve oradaki eserlerin toplam sayısı da yüz on
beş tane. Buradan şunu çıkarıyorum yani Enver Ağabey, Harput
müziği ile ilgili okumuş olduğu eserlerin merkezine Hafız
Osman Öge’den öğrendiklerini mi koydu, diye düşünüyorum.
Harput Yollarında yüz on dört tane eser var, Kültür
Bakanlığı’nın arşivine aldığımız kayıtlarda da yüz on beş
tane eser okumuş. Burada Halil Bedii Yönetken, Harput
bölgesinde yapmış olduğu çalışmada şöyle bir not düşmüş;
“Biz ne aydın kimseler tanıdık ki, bize saatlerce divan,
tecnis, müstezat, elezber ve maya okudular. Sonra ne
halinden hiçbir şey umulmayan insanlar gördük ki bize mesela
Fuzûlî’denİbrâhimiye söylediler...”, diye not düşmüş. Burada
biraz evvel dediğim gibi usta-çırak geleneği çok iyi
yerleşmiş. Hocamın da söylediği gibi KürsübaşıSohbetleri’nde
bir makam terkibi içerisinde müzik icrası yapılıyor. Meşke;
peşrev ile başlanıyor, arkasından gazel, gazelin arkasından
hoyratlar, onun arkasından ağır ve kırık havalar okunuyor. O
makam bittikten sonra da en yakın makama geçki yapılıyor.
Enver Ağabey ile zaman zaman konuştuğumuzda bana göre çok
güzel olan icralara o muteber değil kendi ifadesi ile “Ova
Ağzı” okuyor veya “Hizmekâr Ağzı”, okuyor derdi. O zaman çok
fazla anlamıyordum bu ifadesini. Yani bu ne demek istiyor,
bana göre çok iyiydi. Bu işi araştırmaya başladığımda
anladım ki, buradan kastetmiş olduğu şey, bu “Ova Ağzı’nda”
veya “HizmekârAğzı’nda çok anlamlar var. Aslında, yani
burada bu Harput müziğini icra edebilmek için ileri düzeyde
edebiyat bilgisine sahip, yani yüzlerce kıta divan
edebiyatından dörtlükler söylüyorlar, biraz evvel dediğim
gibi bir makam terkibi içerisinde mesela Hüseyni makamından
bir sürü eser söyleniyor. Ondan sonra en yakın makama geçki
yapılıyor. Bu da ileri düzeyde bir müzik bilgisini
gerektiriyor. Yani bizim konservatuvarda bu kadar makam
bilgisine sahip olan yani bir eseri duyduğu zaman hangi
makamda olduğunu söyleyebilen ve bu makamlar arasında geçki
yapabilecek duruma gelmesi, konservatuvarın son sınıflarında
oluyor. Edebiyat fakültesinden öğrenciler var zaman zaman
derste; “Hadi divan edebiyatından bir beyit söyleyin.”
diyorum ses çıkmıyor. Peki, bunlar nerede öğrendiler? İşte
bu kürsübaşında yapılan sohbetler sırasında yani bu
kürsübaşları bir nevi halk okulları gibi veya halk eğitim
merkezleri gibi çalışmışlar. Konservatuvar gibi çalışmışlar.
Yani burada gelenek, görenek, adap, erkân öğretilmiş,
bununla birlikte ileri düzeyde edebiyat bilgisi, divan
edebiyatından beyitler söyleniyor, meali ile birlikte. Makam
bilgisi burada bizzat dinlenerek bire bir şekilde
öğretilmiş. Bu anlamda bu kürsübaşları çok önemli işlevler
yapmış, diye düşünüyorum. Bu söylediğim nedenlerden dolayı
burada bir makam terkibi içerisinde müzik icrasına
şaşırmamak lazım. Bu makamlardan bir kısmı İstanbul’a
taşınmıştır bir kısmı da taşınmamıştır, hâlâ yörede
kullanılıyor.
Klarnet, mesela Harput’ta kullanılan en önemli çalgılardan
bir tanesi… Klarnetin bildiğimiz kadarı ile Türk müziğine
girişi bando vesilesi ile olmuştur. 1826 yılında mehterin
yerine kurulan Türk müziğine girmiş ama klarnetin Harput’a
girişinin bando vesilesi ile değil burada yaşayan bizzat
Almanlar tarafından Harput’a getirildiği düşüncesindeyim;
çünkü klarnet oraganolojik olarak çok eski bir çalgı değil,
1700’lü yıllarda Almanya’da icat ediliyor. Fakat 1850’li
yıllarda Alman kolejleri var buralarda, Fransız kolejleri
var ve bunların direk Avrupa ile bağlantıları var; gidip
geliyorlar sürekli. Dolayısı ile bu gidip gelmeler sırasında
klarnetin de Harput müziğine girdiğini düşünüyorum. Bunun
ile birlikte hocam -Türker Eroğlu- biraz evvel Harput
müziğinin Ortaasya bağlantısından bahsetti. Bunu teyit etme
anlamında bugün Harput müziğinde kullanılan bazı müzik
terimlerinin Azerbaycan’da da kullanıldığını tespit ettim.
Bunlardan mesela Peşrev, İbrahimî, Mısrî, Tecnis… Elezber,
mesela orada Arazbar deniliyor ve Paşa Göçtü gibi ifadeler
aynı şekilde Azerbaycan’da da kullanılıyor. Bununla ilgili
çalışmalarım var; nasip olursa bunları yayınlayacağım
burada. Efendim dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Değerli konuşmacı Savaş Ekici Hoca’mıza, kültür ve bunun
korunmasının önemi, kültürümüze yabancıların sahip çıkmasına
fırsat vermeden kendimizin sahip çıkmamız gerektiği
konusundaki bu güzel tespitlerinden dolayı teşekkür
ediyoruz.
Efendim, 1967 yılında İstanbul Radyosu’nda stajyer
sanatçıyım. İstanbul Radyosu Türk Halk Müziği ve Oyunları
Şube Müdür Yardımcısı sevgili hocamız rahmetli Nida Tüfekçi
ile baba-oğul gibi yakın dostluğumuz var. Eski yazı bilmem
dolayısıyla zaman zaman eski kaynak kitapları getirip
okutturur, sohbet ederiz falan. Bana özel bir sevgisi var.
Haber göndermiş servise; “Özbek’i bulun, Elazığ’dan bir grup
sanatçı geldi. Gelsin dinlesin” diye. Ben de Urfa hoyratları
okuyorum ya… Hemen gittim prova yapılan odaya. Fötr şapkalı,
gözlüklü, zayıf bir beyefendi, yanında Folklor Kurumu’ndan
daha önceden tanıştığımız Şükrü Canaydın (Benim Şükrü
Dayım), gençten delikanlı bir kişi ve yanında elinde
davuluyla zayıf, sıska biri duruyor, bir genç de Nida Hoca
ile hararetle münakaşa ediyor; olurdu olmazdı diye… “Neden
olmasın, İzzet Yetiş diye biri geldi, ben ona bağlama
çaldım, o da hoyrat okudu. Bağlamayla olur.” diyor Nida
Hoca. Anladım ki o genç klarnet olmazsa olmaz diyor. Paşa
Ağabey, çok iyi hatırlayacak. En sonunda o genç, Hoca’ya
dedi ki: “Bak Hoca, eğer klarnet olursa biz bu havaları
okuruz! Klarnetsiz Elazığ havaları olmaz. Biz gidiyoruz”.
Derken o zayıf bey arayı buldu. Hoca da ikna oldu. Stüdyoya
gidildi, kayıt yapıldı. Hoca’nın odasına geçildi. Çaylar
içilirken kayıt bandını da dinledik. Müthiş bir kayıt
olmuştu. Derken tanışma faslı başladı. O zayıf, gözlüklü
beyin İshak Sunguroğlu olduğunu öğrendim. Ben, “Harput
Yollarında” adlı kitabının 3. cildini okumuştum. Rahmetli
Hoca bana vermişti. Efendim, o davul çalan gencin Hıdır
Sezgin, köşede beyefendice oturanın Sevgili Paşa Ağabey’imiz
ve o Hoca’yla münakaşa edenin da rahmetli Enver Demirbağ
olduğunu öğrendim. O havalar, bana olduğu gibi birçok
sanatçıya rehber olmuştur. Bu bakımdan sizleri daima
şükranla anarız Paşa Ağabey. Efendim, şimdi de değerli
konuşmalarını sunmak üzere Fırat Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi Sayın
GüldaÇetindağSüme’ye söz veriyoruz.
Arş. Gör. GÜLDA ÇETİNDAĞ SÜME
Çok teşekkür ediyorum.
Sayın Valim, Sayın Oturum Başkanım, Değerli Hocalarım ve
Değerli Konuklar,
Öncelikle bu programda Paşa Demirbağ’ın 80. Doğum Yılı
münasebetiyle düzenlenen Harput Müziğini Yaşayanlar ve
Yaşatanlar adlı panelde bizi buluşturan herkese çok teşekkür
ediyorum. Teşekkür ediyorum çünkü Sayın Mehmet Özbek
Hoca’nın oturum başkanlığında burada sunum yapmak üzereyim.
Onun fikirlerinden bir cümlesinden bile istifade ederek
çalışmalar yapmaya gayret ettim. Onunla bir arada bulunmak
belki aklımın ucundan bile geçmezdi. Teşekkür ediyorum,
çünkü biz Türk dilini, edebi, hayâyı, hürmeti, saygıdeğer
Hocamız Naci Onur Hoca’mızdan öğrendik. Yine onun öğrencisi
olarak burada bulunmaktan gurur duyuyorum. Ve yine teşekkür
ediyorum, yaklaşık bundan yedi yıl önce Elazığ Türküleri
adlı tezimi hazırlamak üzere fikirlerinden istifade ettiğim
Elazığ müziği konusunda üstâd kişiler birçoğu buradalar.
Savaş Ekici Hoca’m, Türker Eroğlu Hoca’mın ve yine
düşüncelerinden, fikirlerinden, kaynaklarından istifade
ettiğim kişilerle bir arada bulunmaktan gurur duyuyorum. Ve
bütün bu müziğin tabii ki ana noktası kültür. Kültür bir
milleti var eden unsurların tamamı, maddi ve manevi
değerlerimizin bütünüdür. Bir insan topluluğunu millet
haline getirendir kültür. Kültürün içerisinde bizim dilimiz,
dinimiz, inancımız, halk oyunlarımız, halk müziğimiz,
âdetlerimiz, geleneklerimiz, örfümüz vardır. Çünkü bu
unsurlar bir milleti var eden unsurlardır ve bir milletin
kimliğidir. Eğer bir milletin kimliği olmazsa tabii ki o
millet tarih sahnesinden silinip gider. Bu bakımdan bu
geleneklerimizi her daim yaşatmamız gerekir. Türküler de bu
kültürün en önemli parçalarından biridir. Çünkü türküler,
gönül diline tercüman olan, söylenemeyen sözlerin,
yazılamayan duyguların, çizilemeyen resimlerin ifadesidir.
Bir bakıma gizli bir dildir. Gönülden gönle akarak söylenen,
yürekleri dağlayan, dertlere deva olan, âşıkların aşk acısı,
askerin sıla hasreti, bir ananın gözyaşıdır türküler.
Türküler hoş bir sedadır kulaktan gönle süzülen. Bir notada
saklıdır bazen bütün hüzünler, serzenişler. Türküler,
hislerin tercümanı, duyguların dili, söylenemeyen sözlerin
ifade gücüdür. Türkülerde binlerce yıllık hasretimiz
saklıdır, mazimiz gizlidir, tarihteki gizli kapıların
anahtarı yine türkülerde saklanmıştır. Coğrafyanın sınırları
çizilmiştir adeta türkülerle ve toprağın kokusu sinmiştir
her bir sözüne, nağmesine. Türkü, insanın milletin
aidiyetini ispatlar. Çünkü her nerede olursak olsun kendi
toprağımızın türküsünü duyduğumuz zaman hisleniriz,
kendimizi türkülerle tanır, türkülerle tanıtırız. Kendi
toprağımızın türküsü, memleketimizin dilidir. Çünkü
türküler, yürekleri dağlayan nağmesiyle mi yoksa her
kelimesine sinen bin yıllık mazisiyle mi bilinmez ama nakış
nakış işlenmiştir her bir Anadolu insanının bağrına.
Türküleriyle insanları oldukça etkileyen tabiri yerindeyse
insanları yakan ve insanların yaktığı Elâzığ türküleri
sadece Elazığ’ın değil musikinin de merkezi konumundadır. Bu
bakımdan türkü yakmak deyimi o kadar oturmuştur ki yerine.
Hem insanları yakar hem de insanların bağlı olduğu toprağa
aidiyetini ispatlar. Türküleriyle insanları etkileyen Elâzığ
türkülerinin bu kadar hisli olmasının, bu kadar etkili
olmasının en önemli sebebi de yaşanmış olaylardan hareketle
ortaya çıkmış olmasıdır. Onu kimin ortaya çıkardığı belli
değildir, bazen bir kişidir bazen milletin tamamıdır. Önemli
olan yaşanmış hikâyeler sonrası ortaya çıkmasıdır. Tabiî ki
her bir türkünün hikâyesi vardır demiyorum veya hepsinin
hikâyesi yaşanmamıştır ama yaşanması muhtemel olaylar ya da
türkü yakıldıktan sonra hikâyelerin ortaya çıkması da
muhtemeldir. Elâzığ’ın belki de hikâyesiyle en bilinen
türkülerinden birisi Yemen türküsüdür. Yemen türküsü kimi
zaman başka illere mâl edilir ama hocamızın da bahsettiği
gibi kültürün sınırları yoktur. Güzel olan, milleti anlatan
her şey, her bölgeye, her şehre, her ilçeye, her köye mâl
edilebilir. Biz de bu hissiyattan hareketle Yemen türküsü,
Elazığ’a aittir diyebiliriz. Tabiî ki içerisinde yer alan
motifler, kullanılan ezgiler, sözler bize Elâzığ türküsü
olduğunu anımsatmaktadır. Yemen türküsü belki de yüklendiği
anlamdan dolayı belki de insanları çok etkilediğinden dolayı
birçok bölgede insanlar tarafından kendi şehirlerine mâl
edilmiştir. Yemen türküsü, Yemen’e seferberliğe gidip de
geri dönemeyen askerlerin geride bıraktıkları anaları,
bacıları ve sevdalıları tarafından yakılmıştır. Elazığ’da
redif taburlarının bulunduğu bilinmektedir. Buradan askerler
Yemen’e gönderilmektedir ancak Yemen’in adı o kadar acıdır
ki daha insanlar toplandığı andan itibaren gözyaşları
dökülmeye başlanmıştır ve Yemen’e gönderilenlerin arkasından
kalkan o eller bir daha inmek bilmez:
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne şivandır
Şu yemen elleri ne de yamandır
Havada bulut olmadığı halde havadaki görünen duman ve grilik
yasın alâmetidir; çünkü bu yas insanlarla birlikte bütün
şehri kaplamıştır. Adeta şehir de insanlar gibi ağlamakta,
hüzünlenmektedir. O kadar yaman bir ildir ki Yemen, gidenler
geri dönmeyecektir. Sadece savaşta değil oradaki şartlardan
dolayı, susuzluktan, açlıktan ve sıcaktan dolayı insanlar
perişan olacaktır. Gidenlerin geri gelmeyecekleri
bilinmektedir ve sebebi de bilinmektedir ama yine de “Ano
Yemen’dir, gülü çemendir/Giden gelmiyor acep nedendir.” diye
sorular sorulur. Yine Elazığ türkülerinden Geyik Avı adlı
türküde de geyik avını seven üç kardeşin av esnasında
yaşadığı bir hadise söz konusudur. Bu da çok hazin bir
türküdür. Zaten Elâzığ türkülerinin çoğunun kökeninin ağıt
olduğunu söyleyebiliriz. İnsan olarak bize en çok yakışan
hüzündür çünkü. Ve türkü hikâyelerinde insanları ağlatan,
sızlatan her olay ağıttan hareketle bir türkü olarak
söylenmektedir ama bunun yanında çok neşeli türkülerimiz de
mevcuttur. Geyik Avı’nda da geyik avına meraklı üç kardeşin
başından geçen hazin bir durum anlatılmaktadır. Geyik
bilindiği gibi hem İslamiyet öncesinde hem de İslâmiyet’ten
sonra yakalanması günah kabul edilen ya da avlandığı vakit
insanın başına bir husumet geleceğine inanılan kutsal bir
hayvandır. Hatta onu hayvan olarak görmeyiz bile bu sebeple.
Anadolu’da bu inanışa bağlı olarak artık bu türkünün
hikâyesi de adeta efsaneleşmiştir. Türkülerin yürekteki
acıları dindirdiği, özlenenleri geri getirdiği hatta seveni
bir türlü kavuşamadığı sevdiğine kavuşturduğu bilinmektedir.
Bunlar geçici duygular olarak düşünülse de aslında
türkülerin böyle mucizevî bir tarafı da vardır. Eğer öyle
olmasaydı her seven bir türkü yakıp türküsünün peşinden
sürüklenip gitmez, her asker yolu gözleyen ana, sevgili
türkü yakıp kendisini avutmazdı. Türkü yakan ya da dinleyen
gözü yaşlı, yüreği yanık kimselerin tek avuntusu
türkülerdir. Türküler can evimiz, baba ocağımız, ana
kucağımızdır. Yârin sevdasından dökülen nağmelerdir, sıla
hasreti çekene tesellidir. Türküleriyle çok meşhur Elâzığlı
bir Elâzığ sevdalısı olarak hissi davrandığımı
düşünebilirsiniz ama böyle eleştirilere de maruz kaldım
yalnız Sayın Mehmet Özbek
Hocamız da Elazığlı olmamasına rağmen Elâzığ müziğini adeta
müziğin kıblesi olarak, merkezi olarak göstermektedir. Bu
bakımdan Elâzığ müziğinin ne kadar önemli olduğunu daha
Osmanlı İmparatorluğu döneminde belki daha da öncesinde
Elazığ’da kurala dayalı bir müziğin icra edildiğini ben de
hocalarımdan biliyorum. Tarihin çok eski devirlerinden beri
Elazığ bir kültür ve yerleşim merkezidir ve bu yerleşim
merkezi, çevresindeki illeri kendisine bağlayarak bir musiki
merkezi olmuştur. Elazığ’da sanat müziği halk müziği ve
tasavvuf müziğinin bir arada meydana geldiği çok önemli bir
meşk ortamı vardır bu meşk ortamı da özellikle kürsübaşı
gecelerinde icra edilmektedir. Kürsü aslında ısınma amacıyla
kullanılan bir masa, masanın altında yanan bir ateş ve bunun
etrafında toplanan insanlar tarafından kullanılan bir yerin,
bir mekânın adıdır; ama zamanla bu kürsü artık bir geleneğin
adı olmuştur. Çünkü bu kürsübaşında akla hayale gelmeyecek
musiki konuşmaları yapılmaktadır. Öyle ki bu günümüzde de
yaşayan Paşa Demirbağ -Allah uzun ömürler versin- bu musiki
ortamlarında yetişmişlerdir. Çok cahil bir kimse de genç
anlamında toy anlamında söylüyorum. Böyle bir kişi de Elâzığ
müziğini dinlediği zaman çok büyük bir keyif alır çok
tahsilli bir kimse de -işte Elâzığ müziğini önemli kılan
belki de budur, kurallı olması- aynı zamanda da her kesime
hitap etmesi yine Elâzığ müziğinin din ile tasavvuf ile iç
içe geçmesi oldukça önemlidir. Çok dini büyüklerin olduğu
bir ortamda da Elâzığ müziğine geçilebilir Elâzığ müziğinden
bahsedilebilir ya da böyle bir meşk ortamı doğabilir Elâzığ
sanata musikiye karşı saygısını hiçbir zaman yitirmemiştir.
Geçmişten günümüze kadar bu gelenek devam etmiştir bu öyle
bir gelenektir ki herkes türkü söyleyebilir ama kuralına
göre Elâzığ türküsü söyleyemez.
Ben bir şiir ile konuşmamı tamamlamak istiyorum
Bağrı yanık bir türküyüm Harput diyarından
Hizmekâr ağzına da yakışırım
……………………………………
……………………………………..
Kültür değerlerine sahip, geçmişini unutmayan insanlar
beraber türkü söyleyebilirler. Her daim bizlerin de hep
beraber türkü söylemesi dileklerimle. Teşekkür ederim.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Efendim kültür, türküler ve türkülerin işlevi konusunda
açıklamalarda bulunan ve birkaç hazin türkümüzü yorumlayan,
Elazığ musikisi konusunda kısa bilgiler veren, Paşa
Demirbağ’ın kısaca hayatını bize sunan çok değerli konuşmacı
GüldaÇetindağSüme’ye çok teşekkür ediyoruz. Şimdi mikrofonu
konuşmalarını sunmak üzere Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı Müdürü Dr. Öğr. Üyesi Yavuz Demirtaş’a
veriyoruz.
Dr. Öğr. Üyesi Dr. YAVUZ DEMİRTAŞ
Sayın Valim, Sayın Protokol Üyeleri ve Saygıdeğer
Davetliler,
Vefâ duygusunun ve kadirşinaslığın, insanımızın, büyüğüne,
kültürüne hizmet eden değerli sanatkârlarına vermiş olduğu
kıymetin bir ifadesi olan bu programa katkıda bulunduğumuz
için kendimizi bahtiyarlardan addediyor ve konuşmamıza,
programa emeği geçen herkese, özellikle de Manas
Yayıncılık'ın genel koordinatörü Şener Bey’e şükranlarımızı
arz ederek başlamak istiyoruz.
Saygıdeğer davetliler,
Malumunuz olduğu üzere, kültürümüzü şekillendiren unsurların
başında Yüce Allah (c.c.)’ın kelâmı Kur’ân-ı Kerîm ve O’nun,
“Âlemlere rahmet olarak gönderdiği” son peygamberi Hz.
Muhammed (s.a.v.)’in, söz, tutum ve davranışlarından oluşan
sünnet yer almaktadır. Bu noktadan hareketle biz de
konuşmamıza bir hadis-i şerif ile başlamak istiyoruz:
“Bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir.”
Kıymetli konuklar; insanî bir özellik olan kültür ve onun en
önemli şubesini oluşturan musikiye hizmet eden bir insanın
aynı zamanda insana da hizmet ettiğini, dolayısıyla da bu
tür insanların diğer insanlara nazaran daha bir değerli
olduğunu bu hadis-i şeriften çıkarabildiğimiz gibi,
düzenlenen bu organizasyona adını veren ve bizi biz yapan
değerlerin başında gelen musikimize büyük hizmetlerde
bulunan ve şu an aramızda bulunan Sayın Paşa Demirbağ
Beyefendi’nin de bizler için çok değerli bir şahsiyet
olduğunu ve kendisine azamî derecede saygı duyulması
gerektiğini de yine bu hadisten çıkarmamız mümkündür.
Kendilerine huzurlarınızda saygı ve şükranlarımızı arz
ediyor, sağlıklı ve mutlu uzun bir ömür diliyoruz.
“Hastalık gelmeden sağlığın; meşguliyet gelmeden boş vaktin;
ölüm gelmeden de hayatın kıymetini biliniz!”, diyen o güzel
Peygamber (s.a.v.)’e vakit kaybetmeden kulak vermemiz
gerekmektedir. Yani gerek fert gerekse millet olarak sahip
olduğumuz zenginliklerin kıymetini, onları kaybetmeden önce
bilmemiz, sağlıklı, başarılı ve mutlu olmamızın en önemli
şartını oluşturmaktadır. Hiç şüphesiz, başta Paşa Demirbağ
olmak üzere bu milletin kültürüne hizmet etmiş şahsiyetlerin
mevcudiyeti de toplumumuzun sahip olduğu zenginlikler
arasında yer almakta, dolayısıyla bu değer insanların
kıymetlerinin bilinmesi -özellikle de onlar hayattayken
bilinmesi- bizler için yapılması gereken maddi ve manevi bir
görevi teşkil etmektedir. Bunu şu misalle açıklayacak
olursak; çınar ağaçlarının gölgesinden, yeşilliğinden,
heybetinden ve ruhu dinlendiren görüntüsünden nasıl ki onlar
yeşil ve canlıyken istifade ediyorsak, koca çınar ağaçları
hükmünde olan bu insanların tecrübelerinden, bilim ve
sanatlarından da onlar hayatta ve sağlıklı iken azamî
derecede istifade etmemiz ve kendilerine büyük bir
kadirşinaslık göstererek gönüllerini almamız gerekmektedir.
Saygıdeğer davetliler, bu organizasyonun vermiş olduğu en
büyük mesajlardan biri de hiç şüphesiz birlik ve beraberlik
mesajıdır. Aziz şehrimizin aziz insanları tarafından teşkil
edilen sivil toplum örgütleri ile şehrimize hizmet eden bazı
kurum ve kuruluşlar, birlik ve beraberlik içerisinde hareket
ederek böyle bir organizasyonu gerçekleştirmiş ve şehrimize
kültürel açıdan bir katma değer daha kazandırmışlardır. Bu
meyanda aklımıza hemen Hacı Bektaş-ı Veli’nin; “Bir olalım,
iri olalım, diri olalım!” sözü gelmektedir. Birlikten
irilik, irilikten güç ve kuvvet, güç ve kuvvetten de iyilik,
güzellik ve dirilikler ortaya çıkar. Dolayısıyla bu
organizasyona emeği geçen herkese huzurlarınızda bir kez
daha şükranlarımızı arz ediyor ve kendilerinden, birlik ve
beraberlik içerisinde daha nice organizasyonlar
gerçekleştirmelerini istirhâm ediyoruz.
Saygıdeğer konuklar! Yeri gelmişken şu hususu da özellikle
vurgulamak istiyoruz. Bu dünyada, hırslarla, kaprislerle ve
kıskançlıklarla birbirimizi yıpratmamamız gerekmektedir. Bu
kötü hasletler bir insana, hele-hele musiki sanatıyla
iştigal eden bir insana hiç mi hiç yakışmamaktadır. Ancak
“musikinin; âşığın aşkını, fâsığın da fıskını artırdığı"
gerçeğini de unutmamak gerekmektedir. Gelin bizler musikiyle
iyi ve güzel yönlerimizi harekete geçirelim. Nefsanî
arzularımıza gem vuralım, onları dizginleyelim. Şayet böyle
yapmaz isek, iştigal ededurduğumuz bu güzel sanat dalıyla
daha bir azgınlaşacak olan kötü huylarımızın bizi dünya ve
ahrette elemlere gark edeceğini aklımızdan çıkarmayalım.
“Hased (kıskançlık), ateşin odunu yediği gibi iyilikleri
yer-bitirir.” Hadis-i şerifinden hareketle, kültür ve sanat
alanında yapmış olduğumuz hizmetlerin boşa gitmesini
istemiyorsak, hem kulların nazarında hem de Allah (c.c.)
katında bir değerimizin olmasını istiyorsak gelin hased ve
kibirden vazgeçelim. Güzel ağızdan çıkan sözler ve
nağmelerin de güzel olacağı ve etrafa güzellikler saçacağı
muhakkaktır. “Su, kabın rengini alır.” diyen atalarımız ne
güzel söylemişler. Şurasını unutmayalım! Ahlakımız,
anlayışımız ve ufkumuz geniş ve güzel olduğu müddetçe icra
edeceğimiz musiki eserleri de güzel olacak ve toplumu olumlu
yönde etkileyecektir. Büyük mutasavvıf-şairimiz Yunus Emre
konuyla ilgili ne güzel söylemektedir:
“Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hakk’ı göre
Er odur, alçakta dura
Yüceden bakan, göz değil”
Saygıdeğer Davetliler, benden önce söz alan konuşmacılar
Harput musikisi ile ilgili bilgiler verdikleri için bu
konuya girmek, bilgileri tekrarlamak istemiyorum. Ancak
konuyla ilgili önemli gördüğüm bir hususu burada özellikle
belirtmek istiyorum. Paşa Demirbağ üstadımız, kendisiyle
yapmış olduğumuz bir sohbette; “Şu anda icra edilen Harput
musikisine ait eserlerin basite kaydığını, zor eserlerin ve
makamların pek icra edilmediği, Hüseyni makamının dışında
sanki başka bir makam yokmuş gibi bir anlayışın oluştuğunu,
bu duruma da çok üzüldüğünü”, söylemişti. Üstadımızın bu
görüşlerine tamamen katıldığımızı ve onunla beraber
üzüldüğümüzü ifade etmek isterim. Ancak “marifet, iltifata
tabidir.” kaidesini de göz ardı etmemek gerekmektedir. Yani,
sanatkârların sanat mahsulü eserleri icra edebilmeleri için
kendilerine ve eserlerine itibar eden, onlara değer veren
bir toplumun olması lazımdır. Ne yazık ki günümüzde -çok az
kimse müstesnâ- bu eserlere kıymet veren ve onlardan haz
alan fertler mevcut bulunmamaktadır. Özetlemek gerekirse;
“Harput musikisinin içinde bulunduğu bu olumsuz durumdan
kurtulmanın yegâne yolunun, eğitimli, kültürlü, millî ve
manevi değerlerine sahip çıkan ince ruhlu ve geniş ufuk
sahibi insanların hâkim olduğu bir topluma sahip olmaktan
geçtiğini” rahatlıkla söyleyebiliriz.
Sözlerimize son verirken, bölgenin önemli bir kültür merkezi
olan kendine has musiki özellikleri bulunan Elazığ’ımızın
(eski adıyla Harput’umuzun), musikisiyle, kültür ve
sanatıyla kıyamete kadar varlığının devam etmesini Yüce
Allah (c.c.)’tan niyaz ediyoruz. Değerlerimizi yaşatan bu
tür organizasyonların sürmesini ve diğer sanatçılarımız için
de bir başlangıç olmasını temenni ediyoruz. Paşa Demirbağ
Üstadımızın yanı sıra şu an aramızda bulunan diğer
sanatkârlarımıza da sağlıklı uzun ömürler diliyoruz. Ebedî
âleme intikal etmiş sanatçılarımıza -özellikle de Enver
Demirbağ üstadımıza- da Allah (c.c.)’tan rahmet diliyor ve
hayırlı akşamlar dileyerek hepinizi saygıyla selamlıyoruz.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Efendim türküler ve Harput müziğini felsefi bir yaklaşımla
değerlendiren değerli hocamız Yavuz Demirtaş’a teşekkür
ediyoruz.
Bilimde ve sanatta esas olan doğru ve güzeli yakalamak,
dürüst olmaktır. Yaklaşık 15 sene önce burada bir televizyon
programı münasebetiyle bulunduğumuzda Hüsamettin Kaya
Hoca’mızın da bulunduğu bir ortamda musiki konusu dile
geldiğinde, “Harput, musikinin kabesidir, musikiyle niyaz
etmek isteyenler mutlaka Harput’a yönelmelidirler.”
demiştim. Şimdi görüyorum ki o sözüm dile pelesenk olmuş.
Bundan da gurur duyuyorum. Gerçeği söylemek insana yakışır,
ben musiki konusunda derin bilgiler edinme prensibini 1967
yılında tanıdığım İshak Sunguroğlu Bey’in kitabından
öğrenmiştim. Açıkçası Urfa musikisinde neden böyle kitaplar
yok, diye hayıflanmıştım.
Efendim pek tabii ki bu akşamın konuşması çok değerli
ağabeyimiz, hocamız, üstadımız, Paşa Demirbağ etrafında
döndü. Birkaç üstadın da burada adını anmamız gerekir. Bu
gün şu anda salonda bulunmayan Lokman Tasalı Beyefendi,
yaşayan üstatlarımızdan yeğeni Nihat Kazazoğlu, Elazığ
musikisi ve sanat musikimiz konusunda derin bilgisi olan çok
değerli ud sanatçısı Hüseyin Sekü üstadımız aramızda.
Adlarını çok andığımız, TRT ve Kültür Bakanlığı’nda bugün
hizmet veren Harput musikisini bayraklaştıran çok değerli
sanatçılarımız da var biliyorsunuz: Muzaffer Ertürk, Zülfü
Demirtaş, Hasan Öztürk ve Adnan Çilesiz ve adını şimdi
hatırlayamadığım daha birçok genç ve üstat var bugün bu
salonda… Değerli konuşmalarından dolayı sayın konuşmacılara
çok teşekkür ediyorum. Sundukları değerli konuşmalarıyla
bizleri aydınlattılar, bilgilendirdiler. Ben de çok
yararlandım, eksikliğimi giderdim.
Sayın Valim, Saygıdeğer Dinleyicilerimiz.
Gecenin bu saatine kadar bizleri dinleme sabrını
gösterdiğiniz için çok çok teşekkür ediyoruz. Sayın Valim,
tensip buyurursanız sizi sahneye davet etmek istiyoruz. Bu
akşam bizleri onurlandırdınız. Şükranlarımızı arz ederiz.
Tensip buyurursanız duygularınızı almak isteriz. Buyurun
efendim.
MUAMMER EROL
Evet, ben de öncelikle sayın üstatlarımızı şehrimize
gelmeleri nedeniyle tekrar hoş geldiniz diyorum, şeref
verdiniz diyorum. Elazığ’ın sahip olduğu bu üç bin yıllık
kültürel mirasın Elazığlıları farklı kılan değerli kılan bu
kültürel mirasın gelecek kuşaklara aktarması konusunda
Elazığ’daki kültür adamlarının gayretine çabasına çok ciddi
bir destek oldu. Bu varlığımız, desteğiniz, inşallah bizi
buradan da hareketle Elazığlıların devraldığı kültürel
mirasın üniversitemizin devlet konservatuvarımızın ve bu işe
gönül vermiş olan güzel insanları Bedrettin Bey’i görüyorum,
Şener Bey burada, diğer üstatlarımız Nihat Kazazoğlu burada,
onların omuzlarında gidiyor. İnşallah bu çabalar daha genç,
dinç ve daha yüksek ürünler ortaya koyacak, yaşatacak
gençlerin sayısı artacaktır, diye ümit ediyorum. Tekrar
teşrifleriniz için hepinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum, sağ
olun var olun.
ÖMER FARUK ER
Sayın Valim, çok teşekkür ediyoruz. Değerli konuklar,
“Harput Müziğini Yaşayanlar ve Yaşatanlar” panelimizin
sonuna geldik. Toplantının oturum başkanlığını yapan Sayın
Dr. Mehmet Özbek’e, Sayın Dr. Öğr. Üyesi Türker Eroğlu’na,
Sayın Öğr. Gör. Savaş Ekici’ye, Sayın Dr. Öğr. Üyesi Yavuz
Demirtaş’a, Dr. M. Naci Onur’a ve Arş. Gör.
GüldaÇetindağSüme’ye çok teşekkür ediyoruz bizlerle
paylaştıkları değerli bilgiler için. Şimdi hem
panelistlerimize hem de değerli sanatçılarımıza çiçek
takdimi yapılacaktır.
Harput müziğine bir ömür veren 80. doğum yılını kutladığımız
çok değerli sanatçımız Sayın Paşa Demirbağ, TRT Ankara
Radyosu Sanatçısı Sayın Muzaffer Ertürk, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Ankara Halk Müziği Korosu Sanatçısı Sayın Hasan
Öztürk, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Devlet Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Sayın Zülfü Demirtaş, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Ankara Halk Müziği Korosu Sanatçısı Sayın Adnan
Çilesiz, Devlet Halk Dansları Eski Sanat Yönetmeni ve Devlet
Sanatçısı Mustafa Turan, Fikret Memişoğlu’nun emaneti Güçmen
Memişoğlu, mahallî sanatçılarımız Sayın Nihat Kazazoğlu ve
Hüseyin Sekü’ye çiçek takdimi yapılacaktır. Sanatçılarımızı
sahneye davet ediyoruz.
Bugün birçok okuldan değerli eğitimcilerimiz ve
öğrencilerimiz de buradaydılar, onlara teşekkür ediyoruz.
Necip Güngör Anadolu Öğretmen Lisesi öğrencileri, Ahmet
Yesevi Sosyal Bilgiler Lisesi öğrencileri ve Özel Harput
Lisesi öğrencileri, misafirlerimize, sanatçılarımıza çiçek
takdim edecektir. Öğrencilerimizi davet ediyoruz.
Sevgili konuklarımız, yarın akşam Fırat Üniversitesi Atatürk
Kültür Merkezi’nde olacağız. Doğumunun 80. Yıldönümü’nde
Paşa Demirbağ onuruna çok muhteşem bir konser gerçekleşecek.
Bu gecede Yazar-Şair Hadi Önal’ın kaleme aldığı Manas
Yayıncılık tarafından basılan Paşa Demirbağ kitabının
tanıtımı yapılacak, koro sanatçılarımız birbirinden güzel
eserlerini seslendireceklerdir. Yarın akşam sizleri Atatürk
Kültür Merkezi’nde yapılacak programa bekliyoruz.
Yarın gündüz saat 11.00’de de Paşa ve Enver Demirbağ
Sokakları’nın açılış törenleri gerçekleştirilecek, bunu da
sizlere hatırlatmak istiyorum. Efendim, iyi akşamlar
dileyerek toplantıyı burada kapatıyorum.
FİKRET MEMİŞOĞLU’NUN MEZARI ZİYARET
EDİLDİ
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ” programı 30 Nisan 2011
Cumartesi günü saat: 09.30’da; şair, yazar ve sanatçıların
katılımlarıyla Paşa Demirbağ’ın yetişmesinde büyük emekleri
olan Elazığ’ımızın yetiştirdiği mümtaz insan, şair, yazar ve
Folklor araştırmacısı Av. Fikret Memişoğlu’nun Harput’taki
mezarı ziyaret edildi.
Dualar edilip Fatihalar okunduktan sonra düzenlenen
merasimde konuşma yapan Paşa Demirbağ, Dr. Mehmet Özbek,
Devlet Sanatçısı Mustafa Turan, Zülfü Demirtaş, Hasan Öztürk,
Adnan Çilesiz, Öğr. Gör. Savaş Ekici, Nihat Kazazoğlu,
Güçmen Memişoğlu ve Bedrettin Keleştimur tarafından Fikret
Memişoğlu’nun müstesna hizmetleri yâd edildi. Ardından da
Enver Demirbağ’ın mezarı ziyaret edilerek Fatihalarla
anıldı.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Saygıdeğer Misafirler, hoş geldiniz.
Sizler bu şehrin, bu coğrafyanın yıldızlarısınız. Hepinizi
şükranla ve minnetle selamlıyorum. Şu anda değerli kültür
adamı Fikret Memişoğlu’nun makamındayız, onun huzurundayız.
Gerçekten Hacı Hayri Bey’den gelen bir silsile var. Hacı
Hayri Bey 1880’li yıllarda Mamuratü’l Aziz Gazetesi’nin
yayının yönetmenliğini yapmış. O dönemde Mamuratü’l Aziz
Gazetesi bir aydınlar ocağı olarak Elazığ’ın kültür hayatını
etkileyen bir konumdadır. Devrin önemli isimleri, bu
gazetede yazıyorlar. Cenap Şahabettin’in kardeşi Osman Fahri
ve çok sayıda kalem sahibi bu gazetede yazıyor. İşte o
ekolün devamı diyebileceğimiz Fikret Memişoğlu. 1950’li
yıllardan başlayarak vefat ettiği 1968 yılına kadar
şehrimizin önemli bir kültür adamı olarak çok değerli
hizmetlerde bulunmuştur. Elazığ’ın halk oyunlarına ve musiki
hayatına yönelik çok kıymetli eserler ortaya koymuştur. Dur
durak bilmeden çok ciddi çalışmalar yapmış ve bu konuda
önemli rol oynamıştır. Biraz sonra değerli sanatçılarımız
Paşa ve Enver Demirbağ adına düzenlenen sokağın açılışını
yapacağız. Bu değerli sanatçılar, bu şehrin sesini, sözünü
bugünlere taşıyan kıymetlerimizdir. Burada, Elazığ’da
faaliyet gösteren dernekler olarak, Manas Yayıncılık olarak
kültürümüzün yarınlara aktarılması için bir gayret
içerisindeyiz. Şehrimizin kültürüne hizmet eden değerli
büyüklerimizi burada rahmetle anarak, sözlerimi tamamlamak
istiyorum.
PAŞA DEMİRBAĞ
Allah’tan, denizler kadar rahmetler diliyorum. Benim ve
Enver’in ikinci safha yaşamamızda büyük bir direk olmuştur.
Hep beraber olmuştuk, nereye gitse beraber olmuştuk.
Allah’tan gani gani rahmetler diliyorum. Ona da Ayşe
Abla’mıza da, nur içinde yatsınlar. Kimse unutmuyor onları,
burada bulunan hazirun onun hizmetlerini gayet iyi biliyor.
GÜÇMEN MEMİŞOĞLU
Şu an bulunduğumuz sevgili babamın mezarında çok
duygulandım. Burada bulunan bütün dostlarımıza saygılarımı
sunuyorum. Elazığlı dostlarımız onu hiçbir zaman
unutmuyorlar. Her yıl onun mezarının başında anma törenleri
yapıyorlar. Elazığlı hemşehrilerimize hem kendi adıma hem de
ailemizin adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Öğr. Gör. SAVAŞ EKİCİ
İki günden beri çok yoğun duygular yaşıyoruz. Dün Sekratlı
Ali Bey’in konağını ziyaret ettik. Bugün Harput’ta şu an
ziyaret ettiğimiz, bu coğrafyanın kültür ve sanat hayatına
değerli hizmetlerde bulunmuş olan Fikret Memişoğlu’nun
mezarında yeniden o duyguları yaşıyoruz. Böylesine değerli
kültür adamlarımızı saygıyla ve rahmetle anıyorum.
HASAN ÖZTÜRK
Harput folkloruna, musikisine çok değerli hizmetlerde
bulunan Fikret Memişoğlu’na Yüce Allah’tan rahmetler
diliyorum. İnşallah, değerli büyüğümüzün açmış olduğu yolda
bizler de hizmet etmeye devam edeceğiz.
MUSTAFA TURAN
Şu an çok farklı duygular içerisindeyim; zira çocukluğum ve
gençliğim Fikret Memişoğlu’nun yanında geçti. Beni aileden
kabul ederdi. Bir evladı gibi ihtimam gösterirdi. Ben ondan
feyiz aldım. Işığım, kıvılcımım, ufkum onun verdiği
bilgilerle şekillendi. O sadece Elazığ’ın kültürüne değil
Türk kültürüne derinliğine hakim bilge bir insandı.
Özellikle de Elazığ’a çok özel ilgi ve alakası vardı.
Mesleğinden elde ettiği kazancını ailesinin ihtiyacının
dışında kültürel amaçları için harcardı. Yeni Fırat
dergisini çıkarırken o tarihlerde sponsor kelimesi telaffuz
dahi edilmiyordu. Derginin matbaa masraflarını kendi
bütçesinden karşılamaya çalışırdı. Elazığ’ın folkloruna çok
büyük hizmetleri var. Bu konuda kaynak eserler yayınladı.
Ben kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu gün burada
bulunmamıza vesile olan büyük usta Paşa ve Enver Demirbağ’ın
hayatlarında Fikret Memişoğlu’nun büyük önemi vardır.
Onların yetişmesinde katkısı bulunmaktadır. Bu vesileyle
saygıyla ve rahmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Rahmetli Fikret Memişoğlu, geleneksel kültür ile medeni
kültürü birlikte, kişiliğinde taşıyan çok müstesna bir
şahsiyetti. Hiç kimsenin cesaret etmediği bir dönemde halk
oyunlarıyla uğraşması ve eşiyle birlikte halk oyunları
kıyafeti giyerek fotoğraf çektirme cesareti gösteren son
derece yürekli ve medeni bir insandı. Allah’tan,
Memişoğlu’na rahmet dilerken aynı zamanda her şehre
Memişoğlu gibi İshak Sunguroğlu gibi insanların, aydın
kişilerin sahip çıkmasını diliyorum. Sizlere, dostlarına bu
konuda teşekkür ediyorum. Memişoğlu’nun çalışmalarını örnek
alarak, bir metot sahibi oldum. Onun Harput Ahengi kitabı
sadece Harput müziği veya Harput türkülerinin bir güldestesi
değil, aynı zamanda halk müziği alanında araştırma yapacak
kişilere rehber olacak bir metottur. O kitapta neler yok ki.
Memişoğlu’nun Elazığ musikisi ve halk oyunları konusundaki
düşüncelerinin, Ulu Önder Atatürk’le aynı doğrultuda
olduğunu görüyoruz; çünkü Memişoğlu; türkülerin, halk
müziğinin daima ileriye götürülmesi, hatta bunlardan operet
yapılmasını öneren, hatta bir de libretto (operet metni)
yazan, son derece aydın, ufku geniş biriydi. O yalnızca hak,
hukuk peşinde koşan bir hukuk adamı değil aynı zamanda bir
bilim adamı, bir sanatçıydı. Kendilerine rahmet diliyor,
şükran duygularımı arz ediyorum. Nur içinde yatsınlar.
ADNAN ÇİLESİZ
Baba dostu Paşa Demirbağ’ın 80. doğum yılını kutlarken böyle
bir yoğunlukla rahmete intikâl etmiş olan o değerli
büyüğümüz Fikret Memişoğlu’nu mezarında ziyaret etmiş
olmanın manevi hazzını yaşıyoruz. Babam adliyede kâtip
olarak görev yaptığı yıllarda rahmetliyle mesai arkadaşlığı
yapmıştı. Hatta Harput Ahengi kitabını hazırlarken zaman
zaman yardımcı olduğunu söylemişti. O güzel insanın açmış
olduğu bu ışıklı yolda yürümeye inşallah devam etmeye
çalışacağız, onları, sözlerimizle söylediğimiz türkülerle
her zaman anmaya çalışacağız.
ZÜLFÜ DEMİRTAŞ
Paşa Demirbağ Ağabeyimiz için düzenlenen bu güzel kültür
faaliyetinde Harput kültürüne büyük hizmetlerde bulunmuş bir
büyüğümüzün mezarının ziyaret edilmesi gerçekten çok iyi
düşünülmüş. Bence faaliyetin güzelliğine çok büyük anlamlar
katmış. Yaşayan bir ustamıza karşı görevimizi yaparken
rahmete göçmüş bir büyüğümüzün de hatırlanması çok doğru ve
yerinde olmuştur. Şehrimizin kültür hayatına hizmet eden
büyüklerimizin hem yaşarken hem de öldükten sonra
unutulmaması gerekiyor. Bizler bu güzel insanlarımızın
sayesinde bugünkü konumumuza geldik. Değerli büyüğümüz
Fikret Memişoğlu nur içinde yatsın, diyorum.
NİHAT KAZAZOĞLU
Sayın Hocam, Saygıdeğer Kültür Dostları. Sevgili Savaş Ekici
kardeşimin de buyurduğu gibi çok değişik duygular
içerisindeyiz. Bunu ifade etmek gerçekten çok zor… Sevgili
Fikret Ağabeyim ile Göllübağ’da Orhan Şaik Gökyay’ın, Lokman
Tasalı Dayım’ı ziyaretinde tanışmıştık. O zaman ben ortaokul
sıralarında idim. O tarihten sonra Fikret Bey’in evine
gitmeye başlamıştım. Devlet Sanatçısı Sevgili Mustafa
Turan’ın da anlattığı gibi o sıralar sevgili oğlu Güçmen,
küçük yaşlarda idi. Allah gani gani rahmet etsin Ayşe
Abla... Biz Fikret Bey ile çalışma odasında hemhal olurduk.
Onun çalışma odasında biraz yorulduğumuzda o zaman TK 23
teypler vardı. Derlediği sözleri bana dinletir; “Nihat bunu
tekrar et.” derdi. Ben de hep tekrar ederdim. O arada da
Ayşe Abla’yı çağırırdı. “Hele bir de bu türküyü Ayşe
Abla’ndan dinle.” derdi. Ve Ayşe Abla da o güzel sesiyle, o
güzel yorumuyla söylerdi. Şu an Seko Mahallesi’ndeki ev ve
oda gözümün önünde… O, TK 23 teyp gözümün önünde... Ayşe
Abla’nın bize kahve getirişi gözümün önünde… Neyi anlatayım
ki; şu anda çok yoğun duygular içerisindeyim! Allah rahmet
etsin! İyi ki böyle bir büyüğümüz varmış, iyi ki o güzel
insanla tanışmışız. Onun yolundan gitmeye çalışıyoruz. Allah
rahmet etsin her ikisine de. Bana bir emri vardı. Ben onu
yerine getiremedim. Ben Ankara’da öğretmenlik yaparken Yeni
Fırat dergilerini gönderiyordu. O günlerde bana gönderdiği
bir mektubunda; “Nihatçığım, Ulus’ta, DSİ’de İhsan Hisarlı
Bey var; git, o sana tanbur öğretecek, demişti. Ben Fikret
Bey’in o emrini yerine getiremediğim için çok üzgünüm. Ama
yıllar sonra kızım İrşat’ı, konservatuvarda okuttum. Keşke
kızımın kanun çaldığını görseydi; ne kadar mutlu olurdu. Nur
içinde yatsın, Allah gani gani rahmet etsin!
PAŞA DEMİRBAĞ VE ENVER DEMİRBAĞ SOKAĞI
TÖRENLE AÇILDI…
Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ 80. Programı
münasebetiyle Elazığ Belediye Meclisi’nin kararıyla Harput
musikisinin usta sanatçıları Paşa Demirbağ ve Enver
Demirbağ’ın isimleri Harput’ta bir sokağa verildi. Paşa
Demirbağ ve Enver Demirbağ sokaklarının açılışı
münasebetiyle düzenlenen tören 30 Nisan Cumartesi günü saat
11.00’de Harput’ta, tarihi çınarın önünde gerçekleştirildi.
Harput’ta Kurşunlu Camii’nin yanı başında birbiriyle kesişen
Paşa Demirbağ ve Enver Demirbağ sokaklarının açılışına
Elazığ Belediye Başkanı yardımcısı Mehmet Kutlu, İl Kültür
ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Paşa Demirbağ, Devlet
Sanatçısı Mustafa Turan,Muzaffer Ertürk, Zülfü Demirtaş,
Hasan Öztürk, Adnan Çilesiz veTurgay Coşkun.Mustafa Döner,
Hüseyin Sekü, Nihat Kazazoğlu, Ali Öner, Dr. Ahmet Bülent
Demirbağ, Güçmen Memişoğlu, Ülker Ardıçoğlu, Kadir Bulut,
Muammer Bulut, Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği başkanı
Mehmet Kemal Perk, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği Başkanı
Bünyamin Eroğlu’nun katıldığı ziyarette Manas üyeleri;
Bedrettin Keleştimur, Hadi Önal, R. Mithat Yılmaz, Muammer
Aksoy, M. Faik Güngör, Av. Doğan Özdal, Gazi Özcan,
ZekeriyyaBican, M. Şener Bulut ve çok sayıda vatandaş
katıldı.
Bayraklarla donatılan sokağın adeta bir bayram yeri gibi
bezenmesi davetlileri duygulandırdı. Elazığ Belediyesi
Mehter Takımı’nın verdiği konserin ardından Ömer Faruk Er’in
takdimiyle konuşmalara geçildi. Gazeteci-Yazar Bedrettin
Keleştimur, Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk
Halk Müziği Korosu Eski Şefi Dr. Mehmet Özbek, TRT Ankara
Radyosu Sanatçısı Muzaffer Ertürk ve Elazığ Belediye Başkanı
Yardımcısı Mehmet Kutlu’nun ardından adının verildiği
sokağın açılışı münasebetiyle usta sanatçı Paşa Demirbağ bir
teşekkür konuşması yaptı.
Paşa Demirbağ’ın kısa ve duygulu konuşmasının ardından da
Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Kutlu’nun ev sahipliğinde
törene katılan şair yazar ve sanatçılar toplu halde önce
“Enver Demirbağ Sokağı” ardından da “Paşa Demirbağ Sokağı”
tabelasının çakılma işlemini gerçekleştirdi.
ÖMER FARUK ER
Bir türkü tutturdum Kayabaşı’nda
Deli gönlümce hoyrattan
Kövenk yollarında kaldı gözlerim
Bülbüller şakıdı gül dallarında
Yeşilbaş ördekler uçtu Murat’tan.
Bir türkü tutturdum Kayabaşı’nda
Keklik sürüleri Han Yokuşu’nda
Gider Meteris’e ağam, çifte omzunda
Güllü elinde aynası, sürmeler gözlerini
Bir maya duyulur Buzluk’tan.
Sayın Belediye Başkan Yardımcım, Sayın Kültür ve Turizm
Müdürüm, Bilim, Kültür, Sanat ve Basın Dünyamızın Çok
Değerli Mensupları, Çok Değerli Misafirler ve Sevgili
Konuklar,
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası,
Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı, Elazığ Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu, Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı,
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Gaziantep
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın katkılarıyla; İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ Belediyesi Kültür
Müdürlüğü, Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği, Elazığ
Folklor ve Turizm Derneği ile Manas Yayıncılık’ın birlikte
düzenledikleri “Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ”
programı çerçevesinde düzenlenen “Paşa Demirbağ ve Enver
Demirbağ Sokaklarının Açılış Törenlerine” hepiniz hoş
geldiniz, safalar getirdiniz.
Programımıza destan şairimiz Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun bir şiiriyle başladık. Harput’tan Anılar
başlıklı şiirin yazarı, destan şairimizi bir kere daha
rahmet ve minnetle anıyoruz.
Değerli konuklar,
Elazığ; aynı dili konuşan kardeş Türkiye Cumhuriyeti’nin
seçkin şairlerini bir araya getiren Türk edebiyatını, Türk
sanatını, Türk zevkini bütün dünyaya tanıtmak ve sevdirmek
gibi yüce bir duygunun doruklaştırdığı Hazar Şiir
Akşamları’yla Türk Dünyası Hizmet Ödülleriyle, komşu illerle
yapılan gönül ve kültür köprüleriyle adeta bölgemizin bir
kültür merkezi olmuştur. Elazığ’da yapılan her kültürel
çalışmada Elazığ Belediyesi’ni hep yanı başımızda gördük.
Biliyorsunuz son zamanlarda pek güzel çalışmalara imza
attık. Şehrimizin caddeleri, sokakları ve parkları kültür
dünyamızın pek çok ismiyle süslendi. Bu çerçevede Elmas
Yıldırım Sokağı, Akmola Parkı, Cengiz Aytmatov Parkı, Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu Caddesi, Bahtiyar Vahapzade Caddesi,
Ahmet Kabaklı Bulvarı, Turan Yazgan Caddesi, Fetih
Gemuhluoğlu Sokağı ve Şeref Tan Sokağı’nı sayabiliriz. İşte
bugün de burada ahde vefanın bir güzel örneğini vererek
müzik dünyamızın yetiştirdiği iki güzel isim, Elazığ
Belediye Meclisi’nin almış olduğu karar doğrultusunda iki
sokağımıza verilecek. Enver Demirbağ ve Paşa Demirbağ
sokakları ile şehrimiz bir anlamlı güzelliğe daha imza
atacak. Bizler, kültür ve sanat insanları olarak bu güzel
hizmetten dolayı Belediye Başkanımız Sayın M. Süleyman
Selmanoğlu’na ve belediye meclis üyelerimize şükranlarımızı
sunuyoruz. Efendim ben sözü fazla uzatmadan konuşmalarını
yapmak üzere Gazeteci-Yazar Bedrettin Keleştimur’u kürsüye
davet ediyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Sayın Belediye Başkan Yardımcım, Kültür ve Turizm Müdürüm,
Dernek Başkanlarım, Ankara’dan Gelen Değerli Sanatçı
Dostlarımız, Basınımızın Güzide Temsilcileri ve Siz Değerli
Harputlular,
Hz. Mevlana bir şiirinde, “Güz yağmurundan kaçabildiğince
kaç, çünkü güz yağmuru, yaprakları döktüğü gibi seni de
hasta eder. Ama bahar yağmuru nasıl tabiatı canlandırıyorsa
senin de dimağını ve bedenini o şekilde canlandırır.”
demiştir.
Bahar mevsiminin güzelliğine yakışır bir faaliyet. Şehri
bütün kurum ve kuruluşlarıyla bir araya getiren Türkiye’mize
örnek olabilecek bir faaliyet. Bizim Çaydaçıramız, birlik
ruhunu tutuşturuyor, asırların feryadı gırnatadan dökülüyor.
Evet, Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ’a bu coğrafya;
sanatçıya, sanatkâra olan muhabbetini, onun verdiği
sıcaklığı dostlarıyla birlikte yaşamakta ve tabiatıyla;
“Asya’nın bir gül bahçesi” olan tarihî Harput’un kadim
iklimiyle bir daha buluşmaktadır.
Bu tarihî buluşmada, bu şehir birlikte tüm kurum ve
kuruluşlarıyla bir arada kendi bağrından çıkardığı
sanatçısına bir bakıma da ‘vefa borcunu’ ödemektedir.
Huzurlarınızda her birine saygı ve şükran duygularımı
belirtmek istediğim sanatçı dostlarımızla bugün burada,
Harput’un manevi havasını soluklamaktayız… Paşa Demirbağ ile
Enver Demirbağ’ın isimlerinin verilmekte olduğu Şeyhül
Muharririn Ahmet Kabaklı Bulvarı’na açılan bu sokaklardan
bir hoş seda yükselecek… Ahmet Kabaklı Hoca’mızın en fazla
sevdiği, hislenerek dinledikleri “Yeşil Yaprak Arasında
Kırmızı Gül Goncası” şarkısıyla bir daha hasret kaldığımız
tebessüm eden mekânları gönül gözüyle birlikte dolaşacağız…
Harput’ta, tarih kokan şu sokakların üzerlerine, ‘kendi
kimlikleri çakılırken’ Mehmet Özbek üstadımızı da
dinleyeceğiz… Özbek Hoca’mız bizleri tarihe taşıyacak ve
diyecek ki; “Bu vadideki hoyrat esintileri, altı yüzyıldır
Harput Kalesi’nden uzakları, çok uzakları gözleyen ve
bağrına basma tutkusuyla yanan Belek Gazi’nin özlemiydi.
Hoyrat esintileri, Artukoğulları’nın mutlu günlerinden
başlayan ve ölünceye kadar birbirini unutmamaya söz vermiş
gardaşların veda öyküsüdür.”
Bugün, bu müstesna günde; güngörmüş yüzünü aradım durdum,
Harput’un… Bahtın zirvesinden hayaller kurdum. Bir nefes
Harput, bir içim su gibi; Bir yanık ezgiye, hoyrata yordum
zamanı diyecektir…
Bugün burada, tarihin altın sayfalarını birlikte açıyoruz…
Bu yollar, bu sokaklar; hasret kokar, kekik kokar… Bir fanus
gibi dört yana açılır…
Bu yolların, bu sokakların sevdası; Uluğ Türkistan içinde,
gönül coğrafyamıza, çanak tutar… Elmas Yıldırım’la, bu
sokaklardan Bakü’ye uzanırsınız… Bu sokaklar bizleri
MağcanCumabay diyarına alır götürür… Cengiz Aytmatov,
Bahtiyar Vahapzade, Turan Yazgan, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, Fethi Gemuhluoğlu, Fikret Memişoğlu
isimleriyle Elazığ sokakları, bulvarları, parkları bu şehrin
hafızası, tarihî hatıraları ve kimliği haline gelmiştir.
İnsanıyla murat bulduğum şehir… Dört iklim bağrına bastığım
şehir… Türküler, gönlümü verdiğim şehir… Şefkatin, yüzüme
sürdüğüm şehir… Güzel Türkçem, bayrak yaptığım şehir… İmdi,
özünde buluştuğum şehir… Bugün seninleyiz, ‘vefa borcumuzu
ödemeye’ geldik!
Belek Gazi’yle bakarım ben tarihe; Anadolum sende metin bir
kaledir… Sende tüter, ocağ gazi yüreği… Duruşun güven verir…
Sende yaşarım ben Kerküklümü… Sende okurum divanımı… İşte
şuradadır, Kayabaşı; Benim sadakât taşımdır. Efsanelerde can
bulur yoldaşım… Dinle kopuzdan, ses verir sırdaşım…
Asırların feryadı dökülür, o içli nağmelerden!
Harput’ta, maveradayım… Şu tarih kokan kubbeler, sütunlar
kâh Selçukludur, kâh Osmanlıdır… Şu makamlar; aynı saf
üzerinde huzura açılan elleri, şehitler, şahitler, sadıklar,
sıdıklar, gaziler, alpler, erenleri bizlere işaret
etmektedir…
Bu yollar, bu sokaklar; üç kıtayı birbirine yaklaştırmış… Bu
milletin hâkim olduğu coğrafyayı vatanlaştıran; oralarda
gönül tapusunu bırakan türkülerimiz olduğu gerçeğini
doyasıya yaşama fırsatını şu anda bulmaktayım… Bu milletin
kendi hâl tercümesini anlatan türkülerimiz kadar sıcak ne
olabilir ki; o türküler ki; Kerkük’ü de bana yakın kılmış;
Kırım’ı da yanı başıma taşımıştır. Uluğ Türkistan’ı gönlüme
sığdırmış, Kıbrıs’a sevdalarımı taşımıştır. Fırat kadar
içten çağrısı olmuş, Yeşil Tuna’nın! Gönül coğrafyamın
haritasını türkülerim yazmış, bir kader ağı gibi türkülerim
çizmiş… Türkülerimle gezer dolanırım hâlâ, aşk ve sevda
coğrafyamı, medeniyet dünyamı! Bu şehri ismi gibi aziz bir
irfan meclisi bir ilim muhiti sanatı ve sanatçıyı yücelten
Anadolu coğrafyamın sürekli yükselen değerleriyle bir cazibe
yapmanın coşkusunu bu yollarda yaşamalıyız. Paşa Demirbağ ve
Enver Demirbağ isimlerinin Harput’un manevi havasında
yaşatılması gayreti bu şehrin yedi renk olarak tasavvur
ettiğimiz sanata verilen kıymetin bir belgesidir. Bu güzel
faaliyete katkısı olan herkese bir kere daha teşekkür ederek
sözlerimi burada noktalıyorum.
ÖMER FARUK ER
Gazeteci-Yazar Bedrettin Keleştimur’a konuşmalarından dolayı
teşekkür ediyorum efendim. Şu an aramızda bulunan Devlet
Sanatçımız Sayın Mustafa Turan’ın kaleme aldığı iki güzel
mısrayı sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Can suyu oldu Kövenkli Hafız
Fidanlar hayat buldu, çınar oldu
Adları Paşa ve Enver oldu
Bir ilahî aşk ile bir büyülü vecd ile
Bir ibadet şevkiyle Harput başlara taç oldu
Paşa ve Enver ile”
Sayın Mustafa Turan’ın yüreğine sağlık çok teşekkür
ediyoruz.
Değerli konuklar TRT Ankara Radyosu Sanatçısı ve Program
Yapımcısı Değerli Hemşehrimiz Sayın Muzaffer Ertürk’ü
konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Buyurun efendim!
MUZAFFER ERTÜRK
Çok değerli hazirun,
Bu topraklar bir irfan yurdu, bir fazilet yatağı. Bu
topraklarda üretilen her ürünün mutlaka bir kıymeti, bir
değeri vardır. Harput, günlerden beri çok kıymetli
büyüklerimizin de ifade ettiği gibi Harput, büyük bir kültür
havzası, büyük bir kültür hayatının merkezi durumundadır. Bu
merkez olma hassasiyeti, beraberinde bir sürü iyilikleri ve
onun faziletli insanlarını da beraberinde taşımaktadır. Biz,
tabii bu topraklarda en veciz ve en arifane okunan eserlere
belki şahit olamadık. Fikret Memişoğlu’nun, İshak
Sunguroğlu’nun bahsetmiş oldukları o değerli icracıları
belki göremedik. Ancak, bu topraklarda bir Hafız Osman
Öge’nin varlığı ile inkişaf eden en derli toplu eserlerin
okunmasıyla birlikte ve bunların arkasından gelen Kövenkli
Hafız’ın, Enver Demirbağ’ın ve Paşa Demirbağ’ın bu yolda
göstermiş oldukları büyük gayretlerin neticesinde Harput
müziği, ayaklarını yere basan bir kimliğe kavuştu. Şu anda
önümüzde bugün bir sokağın isminin, bizim kıymet verdiğimiz,
bizim üzerimizde çok büyük emekleri olan bu münevver
insanlara verilmiş olması, bizi gerçekten çok mütehassıs ve
memnun etti. Bütün bu emekleri, bütün bu gayretleri gösteren
Elazığ Belediyemize ve ilgilenen arkadaşlarımıza sonsuz
saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz. Gerçekten
çok kadirşinas bir hali, bir güzelliği üç günden beri
bizlere yaşatmaktalar, kendilerine müteşekkir olduğumuzu
huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.
Şimdi bir insanın bir şeyi avaz etmesinde, bir şeyi
söylemesinde bir kıymet vardır ama kabul de vardır. Eğer bir
şeyin kabulü varsa, o feryadın da karşılığı da o insanların
anlayacakları bir sürü hayat hikâyesi içerisine
sığdırılabilir. Bizler yıllardan beri duyduğumuz,
işittiğimiz bütün bu insanların okumuş oldukları eserler
içerisinde değil bir yüz yılı, yüzlerce yılı içinde terennüm
eden büyük sırları, büyük muhabbetleri, büyük kıymetleri
anlamaya çalıştık. Allah ne kadar güç verdiyse o kadar
anlamaya çalıştık. Gücümüz ne kadar aldıysa, ne kadar
alabildiysek o kadar aldık. Ben diliyorum ki bu irfan
yatağının, bu fazilet yatağının evlatları, bu münevver
insanların yetiştirmiş oldukları, yapmış oldukları bu büyük
ve kıymetli eserlerin devamında insanlar yetiştirsin
inşallah. Sonu gelmez, sonsuza kadar bu avazlar bu
topraklarda feryat edilir. Hepinize saygılarımı sunuyorum,
sağ olun.
ÖMER FARUK ER
Sayın Muzaffer Ertürk’e çok teşekkür ediyoruz.
“Dile gel Harput’um duyulsun sesin
Sen Anadolu’nun nur beldesisin
Asırlar ayakta alkışlar seni
Sen öz kültürümün abidesisin
Dile gel Harput’um susma n’olursun
Yine sur önünde otağ kurulsun
Söylensin hoyratlar sazlar yorulsun
Sen Anadolu’nun gönül sesisin.”
Evet, şimdi de musiki dünyamıza elli yıldır hizmet eden,
“Türk’ün Türkü Çırası”nı yükseklere taşıyan çok değerli
sanatçımız Mehmet Özbek’i konuşmalarını yapmak üzere kürsüye
davet ediyorum.
Buyurun efendim!
Dr. MEHMET ÖZBEK
N’olaydı yar n’olaydı
Keşke Enver sağ olaydı
Keşke bugünleri hep beraber yaşamış olsaydık… Enver Demirbağ
ile Paşa Demirbağ ikilisi, yalnız benim değil birçok halk
müziği sanatçısının müzik hayatında yeri olan çok önemli iki
şahsiyettir. Şahsiyetler üzerinde hareket ettiğimizde
onların yaşadığı, onlara o kişiliği kazandıran topraklardan
da bahsetmek gerekir. Bu şahsiyetleri yaratan topraklar
şüphesiz ki Türk müziğine, Türk kültürüne büyük hizmeti olan
Harput’tur. Harput, Türklüğün ve Türk kültürünün yeşerdiği
ilk yerlerden biridir. Tarihî kalıntılar da bunu
göstermektedir. Ancak bugün, değerli üstadımız Paşa
Demirbağ’ı saygıyla selamlamak, onu hayatta iken tekrar
görmek, onun örnek kişiliğini özellikle gençlere tanıtmak;
bir sanatçı, bir insan; “Nasıl, niçin anılır, niçin
yaşatılır?”, onu örnek olarak göstermek için buradayız.
Örnek insan olabilmek için çalışmak, rehber olmak, topluma,
kişilere kendi mesleki alanlarında mesajlar vermek
gerektirir. Özellikle gençlere sokaklardaki, meydanlardaki,
caddelerdeki, bulvarlardaki isimlere dikkat etmeleri; bu
isimlerin buralara neden layık görüldüklerini düşünmeleri ve
kendilerinin de ileride böyle anılmaları için çok
çalışmaları gerektiğini vurgulamak amacıyla bu tür törenler
yapılır. Yoksa sülaleden bey olarak gelen Paşa Demirbağ’ın
aslında hiçbir zaman takdire, hiçbir zaman övgüye ihtiyacı
olmamıştır. O, zaten kendisini takip eden sanatçılar
tarafından daima övülmüş, daima takdir edilmiştir. Önemli
olan gençlerin de bir isme sahip olabilmek için çalışmaları
gerektiğini vurgulamak ve bu tür insanları örnek almalarını
sağlamaktır. Bugün aslında buradaki mesajımız budur. Çok
teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
ÖMER FARUK ER
Sayın Mehmet Özbek’e çok teşekkür ediyoruz.
“Seninle başladı batıya akın
Bayburt’um Kerkük’üm seninle yakın
Virane olsa da üzülme sakın
Sen Anadolu’mun neşidesisin
Ezan Muhammed senin katında
Yayılsın dört yana Sara Hatun’dan
Birleşen yürekler olsunlar vatan
Sen Anadolu’mun nur çeşmesisin”
Efendim, şimdi de aramızda bulunacak Elazığ Belediyesi
Başkan Yardımcısı Sayın Mehmet Kutlu’yu konuşmalarını yapmak
üzere kürsüye davet ediyorum, buyurun efendim
MEHMET KUTLU
Sayın Daire Müdürlerim, Halk Musikisinin Dev İsmi Saygıdeğer
Mehmet Özbek Üstadımız, Elazığlılar Olarak Kendileriyle Her
Zaman Gurur Duyduğumuz Değerli Türk Halk Musikisi
Sanatçılarımız, Elazığ Harput Musikisine ve Kültürüne Gönül
Vermiş Fedakâr Kültür Elçileri ve Gönül Dostlarımız ve Kadim
Harput Kültüründen Yetişen Ülkemize Her Alanda Faydalı
Evlatlar Yetiştiren Elazığlı Hemşehrilerimiz,
Bugün yanı başımızda bulunan tarihî camimizin bahçesinde
bulunan bu asırlık çınarımız yeni bir tarihî olaya daha
tanıklık ediyor.
Şairin dediği gibi;
“Ey koca çınar
Yılların nasıl geçti
Yapraklarında bir ömür var
Gölgende anıların
Kim bilir kimleri gördün
O ömründe
Kimler anlattı seni”
Birçok zat ve değerli insan bugün yine Paşa Demirbağ gibi
ulu bir çınarın yüceliğini bir kez daha gök kubbeye ilan
ettiğimiz Harput’taki bu ulu ve görkemli çınarın gölgesinde
serinledi. Onun, Osmanlı sembolü olan asilliğinden ve başı
dik göklere yükselmesinden kimler gurur duymadı ki…
Bugün çınarımız bir başka mutluluk içinde… Zira musikimizin
biri rahmete kavuşmuş, biri de şu an aramızda olan iki
çınarının isimlerinin sonsuza dek yaşatılacağı caddelere
isimlerinin verilmesine tanıklık ediyor.
Şehirlerin tarihinde; önce yetiştikleri topluma sonra tüm
insanlığa belirli alanlarda yol gösteren, belli dinamiklere
bağlı olarak bir kültür ve medeniyetin kurulmasında veya
gelişmesinde rol oynayan “zirve şahsiyetler” her zaman
olagelmiştir. Bu şahısların belki de en büyük özelliği
şehrin kültürü, sanatı ve musikisini en güzel bir şekilde
yansıtıp yeni nesillere aktarmak oldu.
Elazığ tarihinde de Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Ahmet
Kabaklı, Enver Demirbağ, Fikret Memişoğlu, Nurettin
Ardıçoğlu gibi isimler kültür hayatımıza dair önemli
çalışmalar yapmış ve geride önemli eserler bırakmış zirve
isimlerden sadece birkaçı.
Bugünlerde ise musikimizin önemli isimlerinden olan Paşa
Demirbağ Ağabeyimizi anmak ve onun 80. doğum gününü kutlamak
onur ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Musikimize uzun yıllar hizmet eden, şehirle ilgili her güzel
etkinliğin içinde olan Enver Demirbağ ve Paşa Demirbağ,
Harput musikisini geniş kitlelere sevdiren isimler olmuştur.
Her neslin gönlünde taht kuran bu değerlerimizin yine
musikimizle birlikte anılan kadim beldemiz Harput’ta iki
caddeye Enver Demirbağ ile Paşa Demirbağ’ın isimlerinin
verilmesi Elazığlılar adına Elazığ Belediyesi’nin bir vefa
borcunu yerine getirmesiydi. Bu tarihî ve önemli karara onay
veren tüm belediye meclis üyelerimize kalbî şükranlarımı
sunuyorum.
Zira musikinin mekân, sanatın neşv ü nema bulduğu kadim
beldedir Harput. Dinleyenleri hayrete ve hayranlığa
düşürecek kadar özgün ve bir o kadar da özel olan Harput
musikisi, hemen her dönemde geniş bir dinleyici kitlesini
kendine ram etmeyi başarmıştır.
Halk musikisinin o doğal ve içten gelen duyguları, klasik
Türk musikisinin naifliğiyle birleşip Elazığ’ın tarih,
kültür ve medeniyet kokan mekânlarında yıllarca yankılanmış
ve yankılanmaya devam etmektedir.
Bu yankının ebedî olarak sürmesine vesile olan ve “Gök
kubbede hoş bir sada” bırakan Paşa Demirbağ Ağabeyimize
sağlıklı ve uzun bir hayat dilerken, geçtiğimiz aylarda
aramızdan ayrılan rahmetli Enver Demirbağ’a Allah’tan
rahmet, bu programa emek ve destek veren kültür âşığı tüm
gönül dostlarına teşekkür ediyorum.
ÖMER FARUK ER
Belediye Başkan Yardımcımız Sayın Mehmet Kutlu’ya çok
teşekkür ediyoruz. Efendim, son olarak alkışlarınızla
değerli sanatçımız Paşa Demirbağ’ı kürsüye davet ediyoruz.
PAŞA DEMİRBAĞ
Sayın Başkanım, Muhterem Hazirun, Değerli Arkadaşlarım,
Ben pek uzun konuşmayacağım. Herkese can-ı yürekten teşekkür
ediyorum. Beni ihya ettiniz. Büyük şeref verdiniz.
Şereflendirdiniz, onurlandırdınız. Yaşamıma yaşam kattınız.
Allah hepinizden razı olsun diyorum. Can-ı yürekten teşekkür
ediyorum ve sağlık, afiyetler diliyorum hepinize.
ÖMER FARUK ER
Evet, şimdi de Elazığ Belediyesi Mehter Takımı’nın vereceği
konser ile sizleri baş başa bırakıyoruz. Ardından da Harput
musikisine gönül veren iki değerli sanatçımız Enver Demirbağ
ile Paşa Demirbağ sokaklarının açılışlarını
gerçekleştireceğiz.
PAŞA DEMİRBAĞ’A SAYGI GECESİ
Harput musikisini bir ömür yaşayan ve yaşatan değerli
sanatçımız Paşa Demirbağ’ın 80. Doğum Yıldönümü
münasebetiyle düzenlediğimiz “Doğumunun 80. Yılında Paşa
Demirbağ” programının son etkinliği olan Paşa Demirbağ Saygı
Gecesi; 30 Nisan 2011 Cumartesi günü saat: 20.00’de Fırat
Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleşmişti.
Elazığ’da üç gün buyunca adeta bir sanat şöleni olarak
şehrimizi kuşatan etkinlikler, bilhassa kültür ve sanat
camiasını bir araya getirmiş ve böylece Elazığ kamuoyunda
büyük bir heyecanın oluşmasına neden olmuştu. Faaliyetlere
katılan bütün şair, yazar ve sanatçı dostlarımızla birlikte
hepimiz mutlu bir yorgunluk yaşıyorduk. Kovancılar’da
gerçekleştirdiğimiz Açılış Töreni, Sekrat köyüne yaptığımız
ziyaret. Geçmişten Günümüze Elazığ’da Halk Oyunları Geleneği
toplantısı ve yine Harput Müziğini Yaşayan ve Yaşatanlar
Paneli, Fikret Memişoğlu ve Enver Demirbağ’ın mezarlarına
vefa ziyaretimiz. Paşa Demirbağ ve Enver Demirbağ
Sokaklarının Açılış Töreni ve nihayet bu akşam
gerçekleştireceğimiz Paşa Demirbağ’a Saygı Gecesiyle bu rüya
faaliyet nihayete erecekti.
Manas Yayıncılık tarafından yayınlanan; Kıymetli yazarımız
Hadi Önal’ın büyük emeklerle yazmış olduğu “Paşa Demirbağ”
adlı eseri bu akşam okuyucularla buluşacaktı. Fırat
Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon bölümü
öğrencisi, sevgili kardeşim Mehmet Kılınç’ın hazırladığı
“Paşa Demirbağ” belgeselinin gösterimi de bu akşam
yapılacaktı. Ve yine Elazığ halkının büyük bir heyecanla
beklemiş olduğu Turgay Coşkun’un yönetimindeki “Paşa
Demirbağ’a Saygı Konseri” de birazdan başlayacaktı. Ve bu
muhteşem konserimiz Ömer Faruk Er’in sunumuyla TRT Anadolu
tarafından bütün Türkiye’ye canlı olarak yayınlanacaktı.
Bu müstesna geceye Elazığ Valisi Muammer Erol, Elazığ
Belediye Başkan Yardımcısı Mehmet Kutlu, Fırat Üniversitesi
Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç, Danıştay Üyesi
Fethi Arslan, RTÜK Diyarbakır Bölge Müdürü Erhan Esmeray, İl
Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk… Sanatçılarımız;
gecenin onur konuğu Paşa Demirbağ, Devlet Sanatçısı Mustafa
Turan, Dr. Mehmet Özbek, Muzaffer Ertürk, Zülfü Demirtaş,
Hasan Öztürk, Adnan Çilesiz veTurgay Coşkun. E. Alb. Lokman
Tasalı, Mustafa Döner, Hüseyin Sekü, Nihat Kazazoğlu, Ali
Öner, Dr. Ahmet Bülent Demirbağ… Ayrıca Güçmen Memişoğlu,
Ülker Ardıçoğlu, Kadir Bulut, Muammer Bulut, Elazığ Musiki
Konservatuvarı Derneği başkanı Mehmet Kemal Perk, Elazığ
Folklor ve Turizm Derneği Başkanı Bünyamin Eroğlu… Manas’ın
değerli üyeleri; Şükrü Kacar, Ülker Ardıçoğlu, Hadi Önal, R.
Mithat Yılmaz, Muammer Aksoy, M. Faik Güngör, Av. Doğan
Özdal, Gazi Özcan, ZekeriyyaBican, Mahir Gürbüz’ün hazır
bulundukları oldukça kalabalık bir davetli topluluğu
katılmıştı.
Program, sanat ve sanatçıya verdiği değerle Türk milletinin
gönlünde taht kuran, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa
Kemal Atatürk ve ebediyete intikal eden sanatçılar için bir
dakikalık saygı duruşu ve ardından okunan İstiklâl Marşı ile
başladı.
Gecenin açılış konuşmaları Elazığ Folklor ve Turizm Derneği
Başkanı Bünyamin Eroğlu ile Elazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği Başkanı M. Kemal Perk tarafından yapıldı.
Açılış konuşmalarının ardından Fırat Üniversitesi İletişim
Fakültesi Radyo Televizyon bölümü öğrencisi, Mehmet
Kılınç’ın hazırladığı “Paşa Demirbağ” belgeseli izlendi.
Programın kitap tanıtım bölümünde Hadi Önal, kültür
dünyamıza kazandırdığı “Paşa Demirbağ” adlı kitabın
serencamını dikkat çeken yönleriyle anlattı.
Ardından da Şef Nihat Kazazoğlu yönetimindeki Elazığ Musiki
Konservatuvarı Harput Korosu’nun okuduğu birkaç güzel Harput
türküsü ile şehrimizin güzel insanları selamlandı.
Ömer Faruk Er’in kusursuz yönetimiyle devam eden bu muhteşem
program, TRT Anadolu kanalından bütün Türkiye’ye canlı
olarak yayınlanıyordu. Sanatçılarımızın sahneye davet
edildikleri o anlarda salondan çok büyük bir alkış sesi
yükselmişti. Harput’un en güzel türkülerinin okunduğu bu
gecede; Paşa Demirbağ’ı, Dr. Mehmet Özbek’i, E. Alb. Lokman
Tasalı’yı, Nihat Kazazoğlu’nu, Mustafa Döner’i, Hüseyin
Sekü’yü,Muzaffer Ertürk’ü, Dr. Ahmet Bülent Demirbağ’ı,
Adnan Çilesiz’i, Hasan Öztürk’ü, Zülfü Demirtaş’ı, Turgay
Coşkun’u ve Ali Öner’i doya doya alkışlamıştık.
Ve nihayet çok önemli bir faaliyeti daha yüzümüzün akıyla
tamamlamış olmanın mutluluğunu yaşıyorduk. Sanatçı
kardeşlerimize çiçek ve katılım belgeleri takdim edilirken;
ben bu anlamlı geceyi ülkemizin gündemine taşıyan TRT’nin
canlı yayın aracına giderek yayın ekibini kutlamıştım.
Pazartesi günü yaptığımız etkinliklerin görüntü kayıtlarını
arşivlemek amacıyla önce NGK İletişim Lisesi’ne daha sonra
da Fırat RTV’ye gitmiş, işlerimi tamamladıktan sonra da
Valiliğe uğramıştım. Değerli Valimiz, ziyaretimden pek
memnun kalmıştı. “Şener Bey, çok güzel oldu; sana ve
arkadaşlarına teşekkür ediyorum” diyerek takdirlerini ifade
etmiş, yapılan bu faaliyetin Elazığ’ın kültür ve sanat
hayatına çok büyük katkılar sağladığını söylemişti. Manas’ın
faaliyet arşivinde çok önemli bir yere sahip olan “Doğumunun
80. Yılında Paşa Demirbağ” toplantısı; Elazığ’ı, bilimin ve
sanatın aydınlığında yeniden buluşturmuştu.
Valilikten ayrıldıktan sonra yorgun ama mutlu düşüncelerle
yeniden Manas’a dönmüştüm. Faaliyet sonrası masamda biriken
dosyaları düzenlemeye çalıştım. Bir süre sonra kapının zili
çaldı. Açtım. Gelen Paşa Demirbağ idi. Elinde bastonu,
başında şapkası. Şener Bey kimse gelmedi mi diye sordu.
Aslında çok şey anlatmak istiyordu. Ama konuşamamıştı.
ÖMER FARUK ER
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkan yardımcım, Sayın Rektör
yardımcım, Bilim, kültür, sanat ve basın dünyamızın değerli
mensupları, Kıymetli misafirler,
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası,
Elazığ Kültür ve Tanıtma Vakfı, Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı, Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı
ve Gaziantep Üniversitesi Türk Müziği Devlet
Konservatuvarı’nın katkılarıyla; İl Kültür ve Turizm
Müdürlüğü, Elazığ Belediyesi Kültür Müdürlüğü, Elazığ Musiki
Konservatuvarı Derneği, Elazığ Folklor ve Turizm Derneği ile
Manas Yayıncılık’ın birlikte düzenledikleri “Doğumunun 80.
Yılında Paşa Demirbağ” programına hoş geldiniz, sefalar
getirdiniz.
Değerli konuklar biliyoruz ki; “Geçmişini bilmeyen toplumlar
geleceğine yönelik doğru adım atamazlar.” Duygularımızı
doruklara taşıyan, ruhumuzun derinliklerine nüfuz ederek
onu, bir büyülü âlemin yıldızı yapan; geçmişimizin hafızası,
geleceğimizin rehberi, kalbimizin sesi, Harput musikisi ile
yıllarca yüreklerimize seslenen; yetiştirdiği öğrencilerle
de geleceğe ışık tutan Demirbağ kardeşlerden Paşa
Demirbağ’ın Doğumunun 80. Yılı münasebeti ile düzenlediğimiz
programa teşriflerinizden dolayı hepinize canı gönülden
teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Programı arz ediyorum.
Saygı duruşu, İstiklâl Marşı
Paşa Demirbağ Belgeseli
Açış konuşmaları,
Kitap tanıtımı,
Konser,
Plaket takdimi,
Kapanış.
Şimdi sizleri, Cumhuriyetimizin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal
Atatürk ile ebediyete intikal eden şehitlerimizin manevi
huzurlarında saygı duruşuna ve ardından İstiklâl Marşımızı
okumaya davet ediyorum.
Değerli konuklar şimdi sizleri hazırlamış olduğumuz Paşa
Demirbağ belgeselini hep birlikte izlemeye davet ediyoruz.
Dün, gönül ve kültür dünyamıza kazandırdıkları ile ufkumuzu
açan, bizleri güzele, güzelliklere taşıyan Harput ve devamı
olan Elazığ, bugün de sanata ve kültüre gönül veren
yöneticileri ile gönül ve kültür adamlarının samimi
gayretleri ile günü geleceğe taşımaktadırlar.
İşte, bu düşünce ve gayretin şekillendirdiği bir çalışmadır:
“Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ Programı.” Programının
açış konuşmalarını yapmak üzere Fikret Memişoğlu
Ağabey’imizin 1960’lı yıllarda kurdukları Elazığ Folklor ve
Turizm Derneği’nin Başkanı Bünyamin Eroğlu’nu davet
ediyorum.
BÜNYAMİN EROĞLU
Sayın Valim, Değerli Misafirler.
Bu müstesna geceye hepiniz hoş geldiniz. Kültürümüzün
incelikleri, renkleri, desenleri ile geçmişimizi süsleyen
Harput, geleceğimize uzanan yolda da bizlere ışık
tutmaktadır. Harput kültürünün özellikle de musikisinin
yaşatıldığı yerlerden biri de hiç şüphesiz ki Korukoğlu
Şevkilerin nameleri ile çınlanan Palu ilçemize bağlı bu
ilçenin kuzeyinde yer alan Harput musikisinin ilk
konservatuvarı olma özelliğindeki ‘Sekratlı Ali Bey
Konağı’dır.
Bu konakta Demirbağ kardeşler, Paşa ve Enver Demirbağ, yürek
sesimiz olan Harput musikisini bu devasa musikiyi yutmuş bir
isimden büyük üstat merhum Kövenkli Hafız Mustafa Süer
Efendi’den önünde diz çökerek öğrenmişlerdir. Bugün gök
kubbede gönül dünyamızın en güzel nameleri dolaşıyorsa bunu
Sekratlı Ali Bey’e onun hoca olarak konağa getirttiği Hafız
Mustafa Süer Efendi’ye ve o hocanın yetiştirdiği iki güzel
sese; Paşa ve Enver Demirbağ kardeşlere borçluyuz.
Hep söylenir, ben de bir sanatçımızdan bir panelde duymuştum
ve çok da hoşuma gitmişti: ‘Allah, Harput musikisini sanki
Demirbağ kardeşler için yaratmış”, diye… Paşa Demirbağ, o
her zaman kibar, nazik, zarif insan sadece musiki almamış bu
konakta; edebin haddeden geçmişini, adabın insanı insan
yapan en önemli meziyet olduğunu da bu konakta öğrenmiş.
Onun insanlarla sohbet ederken Osmanlı kültüründen kalan
davranış ve cümleleriyle hitabı bile bir başkadır.
Ben onu yıllar evvel halk evinde tanıdım. Halk evinde
arkadaşlarla meşke katılır ve birikimlerini paylaşırdı. Daha
sonra EFTUD çatısı altında birlikte olduk. Paşa Demirbağ,
merhum Enver Demirbağ’la birlikte derneğe uğrar meşk ederdi.
Demirbağ kardeşlerle sayısını hatırlamadığım çoklukta
faaliyetlerde bulunduk. Bu derya insanlardan çok güzel ve
faydalı bilgiler edindik. Üstat Paşa Demirbağ, dernekte pek
çok insan yetiştirdi ve musikimize kazandırdı.
Harput musikisi ustası Paşa Demirbağ’ın bir özelliği de Türk
sanat musikisi hayranı ve icracısı olmasıdır. Böyle bir
ustayı satırlara sığdırmak elbette ki zordur. Böylesi
ustaların her şehre nasip olmadığını unutmayalım. 80. doğum
yılında kendilerine Allah’tan hayırlı ve sağlıklı ömür
vermesini diliyor ve böyle bir ustayı tanıdığım, onunla
olduğum için de ne kadar mutlu olduğumu sizlerle paylaşmak
istiyorum
ÖMER FARUK ER
Sayın Eroğlu’na çok teşekkür ediyoruz.
Evet, TRT Anadolu ekranlarında canlı yayınla programımız
devam ediyor. Doğumunun 80. Yılında Paşa Demirbağ’ı
anıyoruz. Değerli konuklar, sevgili seyirciler. Harput
kültürü denildiği zaman öncelikle ve özellikle aklımıza
edebiyat ve müzik gelmektedir. Harput müziğinin kendine has
bir makam tertibine sahip oluşu, klasik sazlarla icra
edilişi ona Türk musikisi içerisinde özel bir yer ve önem
kazandırmıştır. Harput müziğini günümüze taşıyan Korukoğlu
Şevki Bey’i, Hafız Osman Öge’yi, Vasfi Akyol’u, İshak
Sunguroğlu’nu, Kövenkli Hafız Efendi’yi, sesiyle
hafızalarımızda yaşayan Enver Demirbağ’ı, konağını âdeta bir
musiki konservatuvarı gibi kullanan Sekratlı Ali Bey’i,
evini musiki okuluna çevirerek gençlere Harput müziğini ve
halk oyunlarını öğretmeyi ve sevdirmeyi hayatının en büyük
gayesi olarak gören Fikret Memişoğlu’nu ve ebediyete intikal
etmiş bütün üstatlarımızı, sanatçılarımızı burada bir defa
daha minnetle ve şükranla yâd ediyoruz. Ve 40 yıldır
Elazığımıza hizmet veren Elazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği’nin Başkanı Sayın Mehmet Kemal Perk’i konuşmalarını
yapmak üzere huzurlarınıza davet ediyorum.
MEHMET KEMAL PERK
Sayın Valim, Değerli Protokol, Bilim, Kültür ve Sanat
Dünyamızın Değerli Mensupları, Gönülleri Kültürle Çarpan
Değerli Elazığlılar,
“Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğine yönelik doğru adım
atamazlar.” Düsturu ile hareket eden Elazığ Musiki
Konservatuvarı Derneği’nin, Elazığ Folklor ve Turizm
Derneği’nin, Elazığ’da kitabı baş tacı yapan, yaptığı kültür
ve sanat çalışmaları ile de gönlümüzde taht kuran Manas
Yayıncılık’ın birlikte ve Elazığ Valisi, kültür ve sanat
dostu Sayın Muammer Erol’un himayelerinde
gerçekleştirdikleri bu anlamlı sanat ve kültür etkinliğine
şeref veren siz değerli gönül dostlarını selamlamaktan
onurluyum, mutluyum.
Türk kültürünün inceliklerini, renklerini ve motiflerini
gençlerin dimağlarına musikiyle nakış nakış işleyen;
insanlarımızı müziğin güzellikleri ile buluşturan, onları
edeple, adapla yetiştirmeye çalışan Elazığ Musiki
Konservatuvarı Derneği, kırk yıldır on binlerce insanımızı
kendi kültürleri ile yüzleştirmekte, yaptığı çalışmalarla
kültür ve sanat güzelliklerimizi yaşamakta ve yaşatmaktadır.
Her yıl binlerce insanımıza musiki kültürünü bütün
yönleriyle sunan Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği bugün
burada ahde vefa duygusunun güzel bir örneğini vermektedir.
Tarihin kadim şehri Harput’un manevi mirası ile beslenen
Elazığ’ımızın yetiştirdiği sesi ve yorumu ile bu gök kubbede
hoş bir sada bırakan Demirbağ kardeşlerden Paşa Demirbağ’ın
doğumunun 80. yılını kutlamaktadır.
40. sanat yılımızla birlikte bu anlamlı birliktelikte
bizlere güç veren Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Elazığ
Valisi Sayın Muammer Erol’a, Elazığ Belediye Başkanı Sayın
M. Süleyman Selmanoğlu’na, Fırat Üniversitesi Rektörü Sayın
Prof. Dr. A. Feyzi Bingöl’e, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası
başkanı Sayın Ali Şekerdağ’a, Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı’na, Sakarya Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı’na, Gaziantep Üniversitesi Türk Musikisi
Devlet Konservatuvarı’a, Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği
Korosu’na, Devlet sanatçısı Mustafa Turan’a, teşrifleri ile
bizleri onurlandıran Türkün türkü şehri Şanlıurfa’nın
yetiştirdiği Dr. Mehmet Özbek Hocam’a, bizlerle bütün bu
güzellikleri paylaşan kıymetli büyüklerim E. Alb. Lokman
Tasalı’ya, Mustafa Döner’e; sanatçı dostlarım Muzaffer
Ertürk’e, Zülfü Demirtaş’a, Hasan Öztürk’e, Adnan Çilesiz’e,
Turgay Coşkun’a, Hüseyin Sekü’ye; değerli bilim adamları Dr.
M. Naci Onur’a, Dr. Öğr. Üyesi Türker Eroğlu’na, Dr. Öğr.
Üyesi Yavuz Demirtaş’a, Öğr. Gör. Savaş Ekici’ye, Güçmen
Memişoğlu’na ve Dr. Ahmet Bülent Demirbağ’a; siz değerli
gönül dostlarına; sanatsever Elazığlı hemşehrilerime; İl
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ Musiki Konservatuvarı
Derneği, Elazığ Folklor Turizm Derneği ve Manas Yayıncılık
adına şükranlarımı arz ediyorum.
ÖMER FARUK ER
Sayın Kemal Perk’e çok teşekkür ediyoruz.
Değerli konuklar Anadolu, yaratılmışların en hayırlısı
insandır diyen, sevgiyi temel alan, hoşgörü birlik ve
kardeşlik gibi duyguların billurlaştığı topraklardır. Bu
toprakların sunduğu değerleri yaşamak ve yaşatmak, günümüze
olduğu kadar geleceğimize de sahip çıkmaktır. İşte, bugün
burada kendisi için program yaptığımız Paşa Demirbağ da bir
ömür Harput müziğini yaşamak ve yaşatmak üzere yola çıkmış
güzel insanlarımızdan biridir.
Onun hayat hikâyesini Elazığlı Şair-Yazar Hadi Önal
kitaplaştırdı.
Hadi Önal hakkında sizlere çok kısa bilgi vereceğim. Yazar
Önal, 1949 yılında Elazığ’ın Sivrice ilçesinde dünyaya
geldi. 1972 yılında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nden mezun
oldu. Yurdun çeşitli yörelerinde öğretmenlik ve yöneticilik
yaptı. Eskişehir Açık öğretim Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi.
1989-1995 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı’nca
Belçika’da görevlendirildi. Belçika’da bulunduğu süre
içerisinde öğretmenliğin yanı sıra eyalet koordinatörlüğü ve
kitap yazım komisyon başkanlığı yaptı. Snt. Barbara
Enstitüsü Flaman Dil Okulu’ndan 1993 yılında mezun olan Hadi
Önal, Türkiye’ye döndükten sonra emekli oldu. Şair, halen
özel bir kurumda yöneticilik yapmaktadır.
Ben “Paşa Demirbağ” adlı kitabı tanıtmak üzere Şair-Yazar
Hadi Önal’ı mikrofona davet ediyorum.
Buyurun Sayın Hocam.
HADİ ÖNAL
Sayın Valim, Değerli Gönül ve Kültür Üstatları, Kıymetli
Elazığlılar, gecemize hoş geldiniz.
Tarihte birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Harput,
Türklerin de Anadolu’da ilk yerleşim yerlerindendir. Geçmişi
ile yüksek bir kültüre sahip olan Harput, bağrından pek çok
devlet adamı, bilgin, şair ve musikişinas yetiştirmiştir.
Harput, yetiştirdiği her değerle var olan güzelliklerine
yenilerini katmış, sonuçta; Türk kültürünün inceliklerini,
renklerini ve motiflerini nakış nakış işlemiştir. Harput, bu
özelliği ile Anadolu’nun kültür ve sanat merkezlerinden de
biri olmuştur. Harput, özellikle musikisi ile Türkiye’de ve
Türk dünyasında tanınan, bilinen ve sevilen bir yöremizdir.
Elazığ, kendisine miras bırakılan bu muazzam ve muhteşem
Harput kültürünü korumak, yaşamak ve yaşatmak için son
zamanlarda büyük bir gayret içerisine girmiştir.
“Paşa Demirbağ” adlı eser, işte bu muazzam ve muhteşem
kültürü yaşamak ve yaşatmak için bir ömür gayret gösteren
Demirbağ kardeşlerden Paşa Demirbağ’ın hayat hikâyesini
anlatmaktadır. Biyografik roman türünde kaleme aldığım “Paşa
Demirbağ” adlı bu eserle bir taraftan hayalleri, umutları,
aşkları, sevinçleri, sevdaları, hayal kırıklıkları ile ağır
ağır hayat merdivenini tırmanan bir gönül ve kültür adamını,
gök kubbede hoş bir sada bırakan Paşa Demirbağ’ı anlattım.
Diğer taraftan da 1940 ilâ 2010 yılları arasındaki zaman
diliminde Türkiye’nin tarihî, ekonomik, siyasî ve sosyal
yapısını Anadolu insanının gözü ile değerlendirmeye
çalıştım. Eserde Paşa Demirbağ’ın ‘En büyük aşkım’ dediği
Harput musikisinin genel değerlendirmesini bulacak, onunla
birlikte Sekrat’ta yapılan kürsübaşı programlarına
katılacak, Harput musikisini yaşamak ve yaşatmak uğruna
çekilen çilelere şahit olacaksınız. Eserin takdimi, Türk’ün
türkü çırasını elli yıldır yükseklerde taşıyan, musiki
dünyamıza yaptığı çalışmalarla damgasını vuran müstesna
sanatçı Mehmet Özbek tarafından yapıldı.
Paşa ve Enver Demirbağ kardeşlerin yetiştikleri konak ve
çevresi de gönül ve kültür dünyamızın güzel insanı, ağabey
dediğimiz Ziya Çarsancaklı tarafından ele alındı. “Harput
Kültürünü Yaşayan ve Yaşatanlar” konulu bölüm esere ayrı bir
güzellik kattı. Sıkılmadan zevkle, merakla ve severek
okuyacağınıza inandığım “Paşa Demirbağ” biyografik romanı,
152 sayfadan meydana geldi. Paşa Demirbağ kitabını zevkle
okuyacağınıza eminim.
Saygılarımla ve esenlikle kalın efendim.
ÖMER FARUK ER
Anadolu, nefeslerin ve seslerin yüreklendiği, vatanlaştığı,
ummanlaştığı yerin adıdır.
Bugün burada; bu nefesler, bu sesler 80. doğum yılında Paşa
Demirbağ için yüreklenecek, vatanlaşacak, ummanlaşacak. Paşa
Demirbağ’ın dostları, arkadaşları, öğrencileri, hayranları,
sevenleri onu yalnız bırakmadılar.
Türk’ün türküsünü elli yıldır en yükseklerde taşıyan, gönül
ve kültür dünyamızın güneşi Mehmet Özbek geldi. Hoş geldi,
şerefler verdi.
Kültür ve Turizm Bakanı Devlet Halk Dansları Eski Genel
Sanat Yönetmeni Elazığımızın medarı iftiharı Mustafa Turan
geldi. Hoş geldi.
TRT Ankara Radyosu Sanatçısı hemşehrimiz Muzaffer Ertürk’ü
ağırlamak ne güzel.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Zülfü Demirtaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu Sanatçısı Hasan Öztürk,
hocaları için geldiler, hoş geldiler. Güzellikler
getirdiler.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçıları Adnan Çilesiz ile Turgay Coşkun aramızda,
bizlerle birlikte…
Sakarya Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Dr. Öğr.
Üyesi Türker Eroğlu Sakarya’dan; Gaziantep Üniversitesi
Devlet Türk Müziği Konservatuvarı Müdür Yardımcısı Öğr. Gör.
Savaş Ekici Gaziantep’ten geldiler. Hoş geldiler. Fırat
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Yrd. Doç. Dr.
Yavuz Demirtaş, Paşa Demirbağ için buradalar.
Fikret Memişoğlu Ağabeyimizin emaneti Güçmen Memişoğlu
aramızda…
Mahallî Sanatçılarımız E. Alb. Lokman Tasalı, Mustafa Döner,
Hüseyin Sekü, Nihat Kazazoğlu, Ali Öner bizlerle birlikte.
Paşa Demirbağ’ın oğlu Dr. Ahmet Bülent Demirbağ babasının bu
güzel günü için geldiler.
Evet, gönül dünyamıza güzellikler sunan güzel insanlar Türk
musikisi için, Harput musikisi için o musikiye bir ömür
veren Paşa Demirbağ için geldiler. Kendilerine Elazığ
olarak, Elazığlılar olarak minnet ve şükran borçluyuz.
Programımızın ilk bölümünde; “Kar mı yağmış şu Harput’un
başına”, “Mezire’den Çıktım”, “Mendil” türkülerini
seslendirecek olan Elazığ Musiki Konservatuvarı Harput
Korosu sahne alacak. Kendilerini davet ediyorum. Bu arada
saz ekibini sizlere takdim edeyim: cümbüşte: Yrd. Doç. Dr.
Türker Eroğlu; bağlamada: Öğr. Gör. Savaş Ekici, Öğr. Gör.
Burak Koçer; udda: Fethi Açıkgöz-Hüseyin Sekü; kanunda:
Harun Yıldırım-Turgay Coşkun; kemanda: Mustafa Döner-Burak
Dal-Kutluhan Ünlü; klarnette: Veysel Oruç, viyolonselde:
Ender Şen; ritm sazda: Mehmet Demir-Fatih Kılıç- Ekrem Oruç
var.
Koroda görev alan arkadaşlarımız: Mehmet Kemal Perk,
Bünyamin Eroğlu, Ali Öner, Nihat Kazazoğlu, Niyazi Atıcı,
Mustafa Aksu, Lütfi Yıldız, Hasan Kaya, Özer Kazazoğlu,
Gürhan Soran, Mahmut Sugözü, Zülfü İlkyaz, Lokman Özdemir,
Faruk Şeker, Nuri Çilesiz, İsmigüzel Ateş, Suat Dağoğlu,
Ferit Biçer, Ahmet Çizmeci, Çetin Çelik, Semih Demir,
Abdullah Çikoğlu, Metehan Bulut… Ve sizleri Elazığ Musiki
Konservatuvarı Harput Korosu ile baş başa bırakıyorum.
ÖMER FARUK ER
Şef Nihat Kazazoğlu yönetimindeki Elazığ Musiki
Konservatuvarı Harput Korosu’na teşekkürler.
ÖMER FARUK ER
Şimdi, Elazığımızın yetiştirdiği Kültür ve Turizm Bakanlığı
Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu Sanatçısı Turgay
Coşkun, “Hüseynik’ten Çıktım Şeher Yoluna.” türküsünü
seslendirecek.
ÖMER FARUK ER
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Turgay Coşkun’a teşekkür ediyoruz.
ÖMER FARUK ER
“Penbe-i dağ-ı cünun içre nihandır bedenim.
Diri oldukça libasım budur ölsem kefenim.” Nevruz Gazeli’ni
“Mest-i nazım kim büyüttü böyle bi-pervâ seni.
Kim yetiştirdi bu güne sevr den balâ seni.” Nevruz Tatvan’ı
“Kemer ağır kalkmıyor.
Yâr yüzüme bakmıyor.
Yâr üstüme yâr sevmiş.
Esmerin gönlü var bende.
O yârin gönlü var bende”, türküsünü Kültür ve Turizm
Bakanlığı Sivas Devlet Türk Halk Müziği Korosu Sanatçısı
Zülfü Demirtaş seslendirecek.
ÖMER FARUK ER
Kültür ve Turizm Bakanlığı Sivas Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Zülfü Demirtaş’a teşekkür ediyoruz.
ÖMER FARUK ER
“Al benden, al benden.
Yeşil senden, al benden.
Ya beni yanan götür
Ya bu sevdan, al benden.”
Bu Şirvan hoyratla birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı
Ankara Devlet Türk Halk Müziği Korosu Sanatçısı Hasan Öztürk
huzurlarınızda.
ÖMER FARUK ER
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Hasan Öztürk’e teşekkürler.
ÖMER FARUK ER
“Hafo’mun Evi Kayabaşı’nda”, “Sana Dil Verdim ise Yık da
Harâb Et mi Dedim.” Hüseyni Gazel ve “Bak Şu Güzel Köylüye
İşte Bu Kızdır Peri’dir” eserlerini seslendirecek olan TRT
Ankara Radyosu Sanatçısı hemşehrimiz Muzaffer Ertürk’ü
sahneye davet ediyorum.
ÖMER FARUK ER
TRT Ankara Radyosu Sanatçısı hemşehrimiz Muzaffer Ertürk’e
teşekkürler.
“Sekratlı’dan aldı dersi
Harput’tur rahlesi, kürsü
Türk müziği bütün harsı
Müzikte divanın başı
Harput müziğidir işi
Paşa Demirbağ’dır adı
Bal şekerdir sözün tadı
Gel gidek Harput’a hadi
Yoktur bir benzeri, eşi
Harput müziğidir işi
Enver onun öz kardaşı
Müziktir bu canın aşı
Kemale erse de yaşı
Unutulmaz Paşa marşı
Harput müziğidir işi
Gazihan hem sevdi saydı
Onunla müziğe doydu
İnce bir ruh, kibar beydi
Hep bahardır yoktur kışı
Harput müziğidir işi”
Evet, böyle diyor Paşa Demibağ için Gazihan mahlaslı şair
Gazi Özcan.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Adnan Çilesiz de diyor ki:
“Ne mestim, ne mestim.
Ne serhoşum, ne mestim.
Her gören, bir hoş olur.
Seni görene, mestim.”
Evet, bu Beşiri Hoyrat’la Adnan Çilesiz Gakgo
huzurlarınızda.
ÖMER FARUK ER
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Adnan Çilesiz’e teşekkür ederiz.
ÖMER FARUK ER
“Al yanaktan al yanaktan.
Gül kokar al yanaktan.
Dalda yaprak kalmadı.
Yarama bağlamaktan.”
Bu versak hoyratla birlikte Paşa Demirbağ’ın, Paşamızın Oğlu
Dr. Ahmet Bülent Demirbağ, “Yel Eser” türküsünü
seslendirecek.
ÖMER FARUK ER
Dr. Ahmet Bülent Demirbağ’a teşekkür ederiz.
“Ben şehîd-i bâdeyim dostlar demim yâd eyleyin.
Türbemi meyhâne enkazıyla bünyâd eyleyin.
Gasl olunmaz mâ ile gerçi şehîdân-ı vegâ.
Yıkayın meyle beni bir mezhep icâd eyleyin”, diyecek can
hemşehrimiz E. Alb. Lokman Tasalı ardından da Nihat
Kazazoğlu ile birlikte “Bir şûh-i sitemkâr yine saldı beni
derde. Koydun nitekim başımı bin türlü kederde” eserini
seslendirecekler.
ÖMER FARUK ER
Kültür ve Turizm Bakanlığı Ankara Devlet Türk Halk Müziği
Korosu Sanatçısı Turgay Coşkun’a teşekkür ediyoruz.
E. Alb. Lokman Tasalı Ağabeyimize teşekkürler.
Sırada Türk’ün türküsünü elli yıldır en yükseklerde taşıyan
hocaların hocası Mehmet Özbek Hoca var. Önce bir uzun hava
söyleyecek: Urfa dağlarında gezdiğim çağlar/Virana dönmüştü
bahçeler bağlar/Analar bacılar saçını yolar/Demeyin anama
Ali vuruldu/Uy nedim, nedim arkadaş nedim/Kaderim böyleymiş,
kime ne deyim. Ardından Mehmet Özbek Hocamız, “Tamburam
Rebab Oldu” türküsünü seslendirecek. Alkışlarınızla
hocaların hocası Mehmet Özbek sahneye geliyor.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Sayın Valim, Saygıdeğer Elazığlılar, Çok Değerli Misafirler.
Benden önce sahneye çıkan çok değerli sanatçılar, aslında
benden çekindikleri için olacak, belirtmediler. Bugün
Elazığspor, Urfaspor’u yendi. Bir Urfalı olarak hiç
üzülmüyorum. Elazığ’ın Türkiye’de şampiyon olması demek,
Urfa’nın şampiyon olması demektir. Çok iyi biliyorum ki
Zülfü Demirtaş, Hasan Öztürk, bunlar belki burada dile
getirip salonu coşturmak isterlerdi. Fakat hocalarına
duydukları saygıdan, bunu yapmaktan çekindiler.
Elazığspor’un şampiyon olması bizim için de coşku verici,
onur verici bir olaydır. Elazığlıları kutlarım.
Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz
Biz neşâtın da gamın da rûzigârın görmüşüz
Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâde
Bir hezârân mest-i mağrûrunhumârın görmüşüz
Kâse-i deryuzeye tebdil olur cam-ı murad
Biz bu bezminNabiyâ çok badeharın görmüşüz
Bu akşam somut kelimelerle değil de mecazla durumumuzu arz
ediyoruz hep. Bugünkü dille söyleyecek olursak: Ömrümüz
boyunca biz bu hayatın gençliğini de gördük, ihtiyarlığını
da gördük. Bu dünyanın neşesini de gördük, üzüntüsünü de
gördük. Evet, bu saydığım evrimi görüp yaşayan bir beyin
sanat gecesindeyiz. Beylik dünyasından geçmiş olan bir
sahsın sanat gecesindeyiz. Efendim yüksek izninize ve
sabrınıza sığınarak türküler konusunda birkaç şey söylemek
istiyorum. Bazı izlenimlerim var. Türküler herkesin
zannettiği gibi sıradan kimselerin söylediği bir laf, söz
yığını değildir. Türküleri sevmek kolaydır, ama belli bir
kültür birikimine sahip olmadan onları anlamak asla mümkün
değildir. Türküler gerçeği olduğu gibi görüp, çekinmeden
büyük bir cesaretle söyleyen yürekli insanların, ermiş
kimselerin sözleridir. Onlara çok önem vermeliyiz. Ayrıca
değerli olarak türkülerimizin gelecek kuşaklara mutlaka
aktarılması gerekir. Kendi türkülerini söylemeyen milletlere
yabancılar kendi türkülerini söyletirler. 600 yıl büyük bir
imparatorluğun sahibi olarak bizler böyle bir zillete
katlanamayız. Onun için türkülerimiz başta olmak üzere
kültürümüze sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. Atalarımızın
bize en büyük öğüdü budur. Efendim saygılar sunuyorum.
Dr. MEHMET ÖZBEK
Böyle bir kadirbilirlik gösterdikleri için başta Sayın Valim
olmak üzere tüm kadroya teşekkür ediyorum. Çoktandır
görmediğim, özlediğim böyle bir ortamı yaşattıkları için
başta Şener Bulut Bey olmak üzere herkese çok teşekkür
ediyor, saygılarımı sunuyorum. Şener Bey’in hizmetini hiçbir
zaman unutamam. Hazar Şiir Akşamları olsun veya Elazığ ile
ilgili herhangi bir kültürel hadise olsun yüreği güvercinler
gibi çarpan, ama kendisini hiçbir zaman göstermeyen, birinci
plana çıkarmayan, bence dünyanın en mütevazı insanı Şener
Bey’e, burada özellikle huzurlarınızda teşekkür etmek
istiyorum. Paşa Ağabey, ömrünüz bol olsun, sağlıklı uzun
ömürler diliyorum. Saygılar sunuyorum efendim.
ÖMER FARUK ER
Mehmet Özbek Hoca iyi ki varsın. Seni seviyoruz.
“Tam zamanıdır şimdi keşke Enver Demirbağ çıkıp gelse
Bir müstezatla yüreklere su serpse gönlümüz ferahlasa
Kar mı yağmış şu Harput’un başına dese
O zaman cümbüşün tellerine düşer bin bir yürek
Ne kadar yaşarsa yaşasın insan türkülerle beraber
Bir Harput divanını Paşa’dan dinlememişse eğer
Boşa yaşamış gibidir”
Böyle diyor Elazığlı şairimiz ZekeriyyaBican, Paşa
Demirbağ’ı anlatan şiirinde ve Harput’umuzun medarı iftiharı
bugün burada. 80. doğum yılı için tören düzenlediğimiz Paşa
Demirbağ üstadımızı alkışlarla sahneye alıyoruz. Efendim bu
heyecanlı dakikalarda Harput’a gönül vermiş iki değerli
büyüğümüz Mustafa Döner kemanıyla, Hüseyin Sekü de uduyla
kendilerine eşlik edeceklerdir.
PAŞA DEMİRBAĞ
Sayın Valim, Sayın Başkanım, Muhterem Hazirun, Kıymetli
Mehmet Özbek, Değerli Arkadaşlarım, Aziz Misafirler. Hepiniz
hoş geldiniz. Ben pek uzun konuşmayacağım. Herkese can-ı
yürekten teşekkür ediyorum. Beni ihya ettiniz. Büyük şeref
verdiniz, şereflendirdiniz, onurlandırdınız. Yaşamıma yaşam
kattınız. Allah hepinizden razı olsun diyorum. Can-ı
yürekten teşekkür ediyorum ve sağlık, afiyetler diliyorum
hepinize.