Manas Yayıncılık olarak; Elazığ’a komşu vilayetlerle sosyal
ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi programı
çerçevesinde22-23 Ocak 2011 tarihlerinde Elazığ-Diyarbakır
Kültür ve Sanat Buluşması’nı gerçekleştirdik.
Elazığ Valiliği, Diyarbakır Valiliği, Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü, Dicle
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası,
Elazığ Musiki Cemiyeti, TRT Türkiye Radyo Televizyon Kurumu
Diyarbakır Müdürlüğü, RTÜK Diyarbakır Bölge Müdürlüğü, TRT
Avaz, Kültür ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu’nun desteğini alarak gerçekleştirdiğimiz
etkinliklereElazığlı ve Diyarbakırlı şair, yazar, bilim
adamı ve sanatçılar katıldı.
Elazığ-Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması kapsamında
düzenlenen Osman Fahri Anısına Kitaplar ve Celal Güzelses ve
Enver Demirbağ’a Saygı adlı etkinlikler Elazığ ve Diyarbakır
dabüyük yankı uyandırdı.
MANAS’IN FAALİYETLERİ
Bir dünya projesi olarak 40 yıldır ülkemizinbaşını ağrıtan
hain bir terör örgütünün sosyal, kültürel ve iktisadi
hayatımızdanasıl bir tahribat meydana getirdiğini, bu
süreçte yaşanan olumsuzluklardan dolayıbüyük şehir
merkezlerine doğru yoğun göçlerin yaşandığını büyük bir
endişeyle gözlemliyoruz. Güzel vatanımızı daha aydınlık bir
geleceğe taşıyabilmemiz için ortak tarih ve kültür
mirasımızındaha fazla dikkate alındığı bir devlet
politikasına her zamankinden daha fazla ihtiyacımızın
olduğunu Manas’ta bir araya geldiğimiz dostlarımızla dile
getirerek,kendimizce çözümler üretmeye çalışıyoruz.Başarıyla
gerçekleştirdiğimiz birçok kültür ve sanat faaliyetinin
fikri temelleri Manas’ta yapılan dost sohbetlerinde
şekilleniyor, kararlaştırılıyor ve uygulanıyor.
Manas Yayıncılık, 2006 yılının 4-6 Mayıs tarihlerinde
gerçekleştirdiğimiz bir törenle Elazığ’da faaliyetlerine
başlamıştı. O tarihlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı
Müsteşarı olan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Prof. Dr.
Mustafa İsen, Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar
veşair Ali Akbaş ile birlikte bu müstesna kültür ocağının
temellerini atmıştık. Manas Yayıncılık üç gün süren o
muhteşem açılış programıyla kültür ve sanat dünyasında büyük
bir heyecan yaratmıştı. Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı
Anar’ın verdiği Çağdaş Azerbaycan konferansı ile Türk
dünyasını kucaklayacağınıgöstermişti. Keban’da
gerçekleşenNimri Dede toplantısı ile faaliyetlerinilçelere,
çevre illeredetaşınacağının müjdesini vermişti.
Harput’tayapılan Manas Şiir Günleri ile edebi hayatımızayeni
bir heyecan kazandırılmıştı. Ve nihayet programın final
bölümünde Manas, yayınladığı eserler için büyük bir şölen
düzenledi. Bilim adamlarımızla yazarlarımızla bir araya
geldiğimiz o müstesna toplantınınardından verilen konser ile
“kitap sonsuzluktur” diyerek hedeflerini kültür ve sanat
dünyasına ilan etmişti.
Manas,on iki yıl gibi çok kısa sayılabilecek bir zaman
içerisinde Elazığ’dan Türkiye’yi ve Türk dünyasını
kucaklayan faaliyetlere imza atarak kamuoyunun takdirini
kazanmasını bildi. Manas Yayınları Açılış Töreni, Yazı
Hayatının 60. Yılında Şükrü Kacar, Şairler Kardeştir, Bizim
Ece Şiir Şöleni (Salihli), Bahaettin Karakoç’a Saygı,
Ölümünün 20. Yılında Nimri Dede, Harput’tan Çanakkale’ye
Düşen Yıldızlar, Malatya-Elazığ Kültür Buluşması (Malatya),
Altay’daki Yüreğim MağcanCumabay, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a Türk Dünyası Hizmet
Ödülü, İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ve Gümülcine Müftüsü
İbrahim Şerif’e Türk Dünyası Hizmet Ödülü, Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e Türk Dünyası Hizmet
Ödülü, Cengiz Aytmatov’a Türk Dünyası Hizmet Ödülü,
Doğumunun 105. Yılında Harputlu Şair Mehmet Bedri Yücesu,
Ölümünün 50. Yılında Harputlu Şair Mustafa Sabri Efendi,
Manas Kitap Tanıtım Toplantısı, Elazığ-Malatya Kültür ve
SanatBuluşması (Elazığ), Türk Edebiyatı Dergisi 400.
Sayısı,Doğumunun 100. Yılında Şair Elmas Yıldırım (Elazığ),
Notaların Kanatlarında Elazığ Şiirleri, Güzellikler Taçlanır
Hatıralarla Pertek- Cami-i Kebir Mahallesi, Ölümünün 40.
Yılında Fikret Memişoğlu, İçmeli Şair Saim Öztürk, Tarık
Tahiroğlu’nun Hatıralarıyla Elaziz’den Elazığ’a, Doğumunun
100. Yılında Elmas Yıldırım (Bakü),Kurşunlanan Türkoloji,
Kazak Şair Muhtar Şahanovve Kırgız Bilim Adamı Prof. Dr.
AbdıldacanAkmataliyev’inZiyareti, Ölümünün 1. Yılında
Mustafa Öz, Doğumunun 152. Yılında Ağınlı Öğretmen Abdullah
Lütfü “Tahtasız Hoca”, Ölümünün 12. Yılında Şeref Tan,
Ölümünün 7. Yılında Ahmet Kabaklı, Ağın’da Nevruz Bayramı,
Ölümünün 30. Yılında Fethi Gemuhluoğlu, Simav Şairler
Şöleni, Cengiz Aytmatov’a Saygı, Elazığ Tokat Kültür ve
Sanat Buluşması (Elazığ), Malazgirt Zaferinin 937. Yılı
(Malazgirt), Cengiz Aytmatov ve Günümüz Forumu
(Kırgızistan), Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu Dil
Araştırmaları ÖdülüYrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya’ya Verildi,
Kıbrıs Şehitlerini Anma ve Şehit İlhanlar Abidesi’nin Açılış
Töreni, Muş Kar Şenlikleri, Manas’tan Prof. Dr. Bahaeddin
Ögel Anısına Kitaplar, Elazığ-Muş Buluşması, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan’ın
Ziyareti, H. Ergün Yılmaz’ın Şiir Dünyası (Beyelması Köyü),
Muş-Elazığ Kültür ve Sanat Buluşması, Kapadokya Şiir Şöleni
(Nevşehir), Manas Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süleyman
Kayıpov’un Ziyareti, Doğumunun 80. Yılında Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, Elazığ Musiki Cemiyeti’nin 40. Sanat Yılı,
Anadolu Yunus’tur (Sandıklı), Elazığ-Malatya Kültürel
İşbirliği Toplantısı (ELMA), Radyo ve Televizyon Üst Kurul
ÜyesiHasan Tahsin Fendoğlu’nun Ziyareti, Elazığ Çelengi
(Bakü), Sanat Hayatının 50. Yılında Mehmet Özbek, Doğumunun
80. Yılında Paşa Demirbağ, Tokat- Elazığ Kültür Buluşması,
Ziya Çarsancaklı’ya Saygı, Elazığ Tanıtım Günleri (Ankara),
Elazığ Bakü Kültür ve Sanat Buluşması, Çaydaçıra Işığında
Elazığ Bakü Urfa Kerkük Müzik Buluşması, Azerbaycan Milli
İlimler Akademisi’nin Konuğu Olduk, Elazığ PriştinaPrizren
Mamuşa Kültür ve Sanat Buluşması, 10. Ağın Kültür Sanat ve
Leblebi Festivali, Bulgaristan Kovancılar’dan Elazığ
Kovancılar’a, Vefatının 1. Yılında Hüsamettin Septioğlu,
Ali Emiri Efendi’ye Saygı, Dilaver Cebeci Şiir Ödülleri
(Gümüşhane), Diyarbakır Valisi Cahit Kıraç’ın Ziyareti,
Elazığ Kazan Kültür ve Sanat Buluşması, Elazığ Sivas
Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması, Harput’un Kayıp Şairi
Süleyman Bektaş, Diyarbakırlı Şair ve Yazarların Ziyareti,
Sanat Hayatının 50. Yılında Mustafa Turan, Karacadağ Şiir
Şöleni (Diyarbakır), Kayseri ve Kayseri Kültürünün
Hizmetkârı Nevzat Türkten’e Vefa Gecesi, Vefatının Ardından
Servet Kabaklı,
“BaharOğlu” CeferCabbarli’yaHesrOlunanEdebi-BediiGece(Bakü),
Pertek’te Kütüphaneler Haftası, Yemen Türküsü, Palu’ya
Kültür ve Gönül Yolculuğu, Şiirlerle Ankara’da Elazığ’ı
Yaşamak, Mapushane Diliyle Yıldızlar Üzerine, Şiirlerimiz
Vatan İçin, Şehitlere Saygı Konseri; Esat Kabaklı,
Doğumunun 100. Yılında Fikret Memişoğlu, Nimri Dede’ye
Saygı, Keban Yusuf Ziya Camisive Külliyesi, Doğumunun 80.
Yılında Anar, Atatürk ve Elazığileyine
Elazığ-Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması Manas’ın
faaliyet arşivindeki yerini aldı.
Manas Yayıncılık olarak, Anadolu coğrafyasında gönül
köprüleri kurmak için de çok büyük gayretler gösterildi. Bu
çerçevede Malatya, Gümüşhane, Pertek, Simav, Tokat,
Sandıklı, Kayseri, Gaziantep, Salihli, Muş, Malazgirt ve son
olarak Diyarbakır’a uzanan etkinlikler, kültür ve sanat
çevrelerinde büyük destek gördü. Oldukça mütevazı bir
arkadaş grubuyla ortaya koymaya çalıştığımız bu
faaliyetlerin heyecanını yaşayan, sorumluluğunu taşıyan bir
kuruluş olarak elbette ki bu çalışmalara daha fazla önem
verilmesine, bilimsel faaliyetlerindesteklenmesine özellikle
de dikkat çekmek istiyorduk.
HATIRALARIN IŞIĞINDA BİR DİYARBAKIR ZİYARETİ…
Tarih 11 Ağustos 2010 Çarşamba. Ramazanayınınilk günüydü,
Bedrettin Keleştimur, Muammer Aksoy ve Ali Canpolat ile
birlikte Diyarbakır’a gidiyorduk. Bir hafta önce Manas’ta
düzenlediğimiz bir sohbet toplantısına RTÜK Üyesi Prof. Dr.
Hasan Tahsin Fendoğlu ile birlikte katılanRTÜK Diyarbakır
Müdürü Erhan Esmeray’a bir nezaket ziyaretinde bulunacaktık.
Yol boyunca bölgemizitehdit eden terör hadiselerinden bahis
açılmış vebu husustaki endişelerimizi dostlarımızla
paylaşmıştık. AliEmîrî Efendi, Ziya Gökalp, Süleyman Nazif,
Celal Güzelses,Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Arif, Sezai
Karakoç, Hamit Aytaç gibi yakın tarihimizin önemli
şahsiyetlerini yetiştiren ve kültür varlıkları bakımından
ülkemizin en zengin şehirlerinin arasında yer alan
Diyarbakır’ınbu huzursuzlukların odağında yer almış olmasını
çok büyük bir talihsizlik olarak değerlendiriyorduk.
Diyarbakır’ın nasıl ve hangi ihmallerle bu hale getirildiği
hususundaaynı kanaatleri paylaştığımız oyolculuk
esnasındahatıralarım beni ilk defa 1970’li yıllarda liseye
yeni başladığım günlerde görüp tanımaya çalıştığımo güzelim
Diyarbakır günlerine götürmüştü.
Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun olan
dayımıntayini Diyarbakır Numune Hastanesi’ne çıkınca
dedemler deon yıl boyunca yaşadıkları Ankara’dan ayrılıp bu
defa da Diyarbakır’a taşınmışlardı. Fırsat buldukça gitmek
isterdim. Daha çok otobüsle, arada birde tren ile seyahat
ederdik. Şubat tatillerinde, yaz tatillerinde
annemle,ağabeylerimle bir haftalık, on günlük ziyaretlerimiz
olurdu. Diyarbakır’a ilk defa bir Şubat tatilinde gitmiştim.
Oldukça dar vekıvrımlıbir yoldan Maden’e doğru ilerlemeye
çalışanotobüsümüzünşaşırtıcımimarisiyle dikkatimi
çekenbuilçemizdekısa bir mola verdiğini hatırlıyorum.Dağkapı’dangeçerken
ilk defa gördüğüm siyah taşlarla örülü Diyarbakır surları
beni bir haylimeraklandırmıştı. Dedemler o tarihlerde Sur
içinde bir apartman dairesinin yanılmıyorsam ikinci katında
oturuyorlardı. Ulu Cami’ye ilk defa rahmetli dedem
ilebirliktegitmiştik. Daha sonraları Ofis semtine
taşınmışlardı. Olağanüstü sıcaklıkların yaşandığı bir yaz
mevsiminde geçirdiğimiz Ramazan ayının beni nasıl
zorladığını bilirim. Rahmetli anneanneminiftar saatlerindeki
ısrarlı hatırlatmalarıyla,“aman çağam, çok su
içmeyesin”diyerek beni engellemeye çalışmasınaaldırmayarak o
müstesna insanın bin bir meşakkatle hazırladığı yemeklere
dokunamadan kana kana su içerek sofradan
kalktığımıhatırlıyorum. Elazığ’da benzerlerini pek
göremediğim o kocaman Diyarbakır karpuzlarını güçlü ve
maharetli olduğumu gösterebilmek için her defasında ben
kesmek isterdim. Lice depreminin korkusunu
Diyarbakır’dabulunduğumuz günlerde yaşamıştım. Dedem,
geçirdiği bir rahatsızlık sonrasında bir süre tedavi gören
dayıma bir kardeş gibi kol kanat geren Şehmuz ağabeyin
iyiliğini her zaman şükranla yâd ederdi. Anneannem, Derik’te
misafir edildikleri günlerianlata anlata
bitiremezdi.Diyarbakır’ı işte gençliğe adım attığım bu
yıllarda tanımış ve çok sevmiştim.
Diyarbakır ile ilgili unutamadığım bir başka hatırayı da
Kültür Bakanlığı’nda çalıştığım yıllarda yaşamıştım. Kültür
Bakanlığı 1986 yılından itibaren ülkemizin birçok şehrinde
halkımızın hizmetine sunduğu kitap satış
merkezlerininAnkara’dan başlayarak Sivas, Kırşehir, Kayseri,
Çorum, Samsun, Ordu, Trabzon, Erzurum, Van, Şanlıurfa,
Siirt, Gaziantep, Kahramanmaraş, Malatya ve nihayet Elazığ’a
kadaraçılışlarıbirbirgerçekleştirilirkenbu merkezlerin
kuruluşlarında bizzat bende görev alıyordum. Çorum, Sivas ve
Malatya’dan sonra nihayet 1987 yılının Şubatayında Elazığ
Kitap Satış Mağazası da sade bir törenle hizmete açılmıştı.
O günleri yaşayan dostlarımızçok iyi hatırlayacaklardır.
Kitapların tükeneceği endişesine kapılan okuyucularımızın
sabahın erken saatlerinden başlayarak akşama kadar uzayan
kuyruklarda sırabekledikleri günler o yılın sonuna kadar
devam etmişti. Görev yerim Ankara’daydı, yöneticilerimizin
ısrarlı çağrılarına kulaklarımı tıkayarak bir süre
dahaElazığ’da kalmak istiyordum. Nedeni iseeski Elazığ
belediye binasının doğu cephesine bakan, Kilis Kebap Evi’nin
de bulunduğu o daracık sokakta, adetabirarıkovanı gibi
işleyenbu kitabevine Elazığlı okuyucuların yanısıra başta
Diyarbakır olmak üzere Bingöl, Tunceli, Muş, Van, Malatya,
Sivas hatta Kayseri’ye kadarçevre illerimizden deyoğun bir
ilgininolmasıydı. O yıl tam seksen iki bin
kitapokuyucularımız tarafından satın alınmıştı. Sonraki
yıllarda da okuyucuların ilgisi (01 Ocak 1995 yılına kadar)
yükselerek devam etmişti. Nitekim Elazığ Kitap Satış
Mağazası’nın 8 yıllık kitap satış ortalaması yetmiş binler
seviyesine yükselmişti. Bölgemizdeki okuyucu potansiyelini
de harekete geçiren Elazığ, bu performansıyla Ankara ve
İstanbul’dan sonra üçüncü il olarak büyük bir başarıya
ulaşmıştı. Yediden yetmişe her yaştaki okuyucu, adeta bir
“Kültür Evi” gibi faaliyet gösteren bu kitabevini sahiplendi
ve destekledi. O kitabevinde sadece kitap satılmıyordu.
Üniversite gençliğinin büyük bir heyecanla katıldıkları imza
günleri, sergiler, söyleşiler özellikle büyük bir ilgi
uyandırıyordu. Bugün Türk dünyasının en kapsamlı edebiyat
etkinliği olarak kabul edilen Hazar Şiir Akşamları 1992
yılındabu kültür yuvasında başlatılmıştı. Ayrıca 1993
yılında gerçekleştirdiğimiz Elazığ 1. Kitap Kültür ve Sanat
Fuarı yine bu kitabevinde bir araya gelen gönüllü insanlarla
birlikte başarılmıştı.
Diyarbakır’dan gelen okurlarımız; “Bu güzel kitapları
şehrimizde bulamıyoruz. Diyarbakırlı okuyucular neden bu
hizmetlerden mahrum bırakılıyor?”şeklindeki sitemleriyle
Elazığ’a imrendiklerini ifade ediyorlardı. Ben Diyarbakırlı
dostlarımızın bütün bu serzenişlerini zaman zaman Ankara’ya
gittiğimde yöneticilerimizeaktarmaya çalışırken de oldukça
ısrarlı davranıyordum. Nihayet1991 yılının bir temmuz
sıcağında Diyarbakırlı kardeşlerimizin bu dileklerini,
Ankara’da görüştüğüm Bakanlığımızın Müsteşar Yardımcısı
Hüseyin Erdem’e de aktarmıştım. Kültür Bakanlığımızın
yayınladığı kitaplar okuyucu tarafından beğeniliyordu; ancak
doğrusunu ifade etmemiz gerekirsebu yayınların ülke
genelindeki dağıtımıkonusundamaalesefçok yetersiz
kalınıyordu.Sayınmüsteşarımıza Elazığ’daki başarıyı da örnek
göstererek bu olumsuzlukların düzeltilmesi hususunda o
tarihlerde Elazığ’da folklor araştırmacısı olarak görev
yapanTahsin Beyin de katkılarınıalarakkapsamlı bir rapor
hazırlamıştım.
O görüşmedenkısa bir süre sonrabakanlığımız tarafından
çalışmalar başlatıldı. Diyarbakır Kitap Satış Mağazası’nın
kuruluşunda ben de görevlendirilmiştim. Kısa bir süre sonra
Diyarbakır’a giderekKültür Müdürü Tevfik
Arıtürkilegörüşmelerde bulundum. Restorasyonu o tarihlerde
henüzdaha yeni tamamlanmış olan şehir merkezindeki Tekbeden
olarak adlandırılan tarihi binanın bu müstesnakültür
hizmetine uygun olacağı hususunda bir karara varıldı. Bu
tarihi binanın iç mekânları bir kitabevi işlevini görecek
şekilde yeniden düzenlendikten sonra danihayet 1992 yılının
Nisan ayındaKültür Bakanlığı Diyarbakır Kitap Satış Mağazası
hizmete açılmış oldu.
Sonraki yıllardaDiyarbakır’a birkaç ziyaretimiz daha
olmuştu. Bir defasında Musiki Cemiyeti BaşkanımızFeti Ahmet
Deniz ile birlikte Celal Güzelses Musiki Cemiyeti’ni ziyaret
ederek kıymetli sanatçılarımız Hayri Yoldaş ve Eşref Atay
ile birlikte şair İbrahim Yavuz’uHazar Şiir Akşamları’na
davet etmiştik.
DİYARBAKIR’A YENİDEN MERHABA
Nihayet uzun bir aradan sonra yeniden Diyarbakır’a
gelmiştim.
Kültür Bakanlığı’nda çalıştığım yıllarda henüz daha genç bir
radyocu iken programlarına konuk olduğum dost insan Fatih
Yılmaz’ın TRT Diyarbakır Radyosu Müdürlüğü’ne getirilmesi
beni ziyadesiyle mutlu etmişti. Eşref Atay’ın vefatı ile
Diyarbakır, müstesna bir evladını daha yitirmişti... Birkaç
yıl öncesinde yine bir temmuz sıcağında Celal Güzelses
Musiki Derneği’nde görüştüğümüz Hayri Yoldaş’ın
Diyarbakır’dan ayrılıp neden İzmir’e yerleştiğini merak
ediyordum. Epeyce bir vakittir görüşemediğim şair İbrahim
Yavuz’u Diyarbakır’da görebilecek miydim?
RTÜKBölge Müdürü Erhan Esmeray ile yaptığımız görüşmede söz
dönüp dolaşıp yenidenbölücü terör mevzuuna
düğümlenmişti.Arkadaşlarımızdanartarda meraklı sorular
yöneltiliyordu. Diyarbakır, terör belasından mutlaka
kurtulmalıydı. Diyarbakır bu terör tehdidinden nasıl ve ne
şekilde arındırılacaktı. Erhan Bey, bu
suallerimizeaydınlatıcı bilgiler veriyor ve tebessüm eden
çehresiyle,“İçiniz rahat olsun,Diyarbakır bir medeniyet
şehridir. Bu sıkıntılı günler bir gün mutlaka geçecektir”
şeklindeki yorumlarıylayüreklerimize su serpmeye
çalışıyordu. Gerçekten de Diyarbakır her köşesiyleburam
buram tarih kokan, medeniyet kokanbir şehrimizdi. Ulu Cami,
şehri çepeçevre kuşatan tarihi surlar ve daha pek çok kültür
varlığı bu kadim şehrimizin insanlarınaoldukçabüyük bir
zenginlik sunmaktaydı. Geçmişte çok büyük şahsiyetlerin
yetiştiği bu bereketli topraklardan hiç şüphesiztarihimizi
ışıklandıracak isimler yeniden doğacaktı.
Sohbetimiz bu şekilde uzayıp giderken bir ara konuyu
değiştirip Manas’ın gerçekleştirdiği faaliyetlere
getirmiştim. Elazığ’ın komşu vilayetlerle sosyal ve kültürel
ilişkilerinin geliştirmesi ile ilgili bir projemizin
olduğunu ve bu kapsamda Malatya, Tokat ve
Muşvilayetlerimizileönemli etkinlikler gerçekleştirdiğimizi,
örnekler vererek anlatmaya çalışırken,Erhan Bey daha benim
sözlerimi tamamlamama fırsat dahi vermedenDiyarbakır’ın
böylesi faaliyetlere şiddetle ihtiyacının olduğunu izah
etmeye çalışmış ve arkasından da bu projenize Diyarbakır’ı
daalmalısınız diyerekhiçbeklemediğimizbir teklifte
bulunmuştu.Bakışların bana döndüğünü fark ettiğimo anlarda
böyle bir sorumluluğu alabilmek için evvela Diyarbakır’ı
tanımamızın gerekli olduğunu, daha sonra da uygun bir
tarihteDiyarbakırlı kültür ve sanat adamlarını Elazığ’da
misafir edebileceğimizi ifade etmeye çalışmıştım.
O gün öğlene doğru RTÜK Bölge Müdürlüğü’nden ayrılıp, o
sıcak Ramazan gününde Erhan Beyin programladığı kısa bir
şehir gezisine katılmıştık. Hz. Süleyman Camii’ndeöğlen
namazını kıldıktan sonra, hakkında birçok
spekülasyonunyapıldığı eski Diyarbakır Cezaevi’ni gördük.
Cahit Sıtkı Tarancı’nınmüze haline getirilen konağınıgezdik.
O kısıtlı zaman içerisinde Diyarbakır Radyosu Müdürü Fatih
Bey ilegörüşmemiz kısmet olmamıştı. Tillo Eczanesine uğrayıp
şair İbrahim Yavuz ile ayaküstü bir görüşme yaptıktansonra
da Diyarbakır’dan ayrılmıştık.
MANAS’TA DİYARBAKIR DÜŞÜNCELERİ..
Diyarbakır’dan döndükten sonra Ozan Neşriyat ile Manas
Yayıncılık’ın birlikteliğiyle Bakü’de yayınlanan Elazığ
Çelengi adlı kitabın tanıtım programı için 14-17 Eylül 2010
tarihindeDoç. Dr. Tarık Özcan, Günerkan Aydoğmuş, Hadi Önal,
R. Mithat Yılmaz,Öğr. Gör. Recep Bağcı ve Mehmet Demirelli
ile birlikte kardeş Azerbaycan’da çok önemli bir etkinliğe
katılmıştık. Manas Yayıncılık, dikkat çeken faaliyetleriyle
kültür ve sanat çevrelerinin takdirini kazanmaya devam
ediyordu.
Azerbaycan seyahatinden döndükten kısa bir süre
sonraBedrettin Bey ile birlikte Elazığ Valisi Sayın Muammer
Erol’u ziyaret ederekdaha önce Malatya, Tokat ve Muş
illerimizle gerçekleştirdiğimiz etkinliklerin bir
benzeriniDiyarbakır ile yapmak istediğimizi Elazığ Valisi
Muammer Erol ile paylaşmıştık. Bu husustaki kararımızı şair,
yazar ve sanatçı dostlarımız ile birlikte Diyarbakır’a
yapacağımız ziyaretin sonrasında vereceğimizi,
Diyarbakır’dan arzu ettiğimiz karşılığıgördüğümüz takdirde
de Elazığ-Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması’nı
gerçekleştirmek için çalışmalara başlayacağımızıifade
etmiştik. Zamanlama bakımından biraz riskli gözükse de
arkadaşlarımızın samimi gayretleriyle bu önemli faaliyetin
de üstesinden geleceğimizi biliyorduk. Vali
Beybuizahatlarımızıbüyük bir dikkatle dinledikten sonra kısa
ancaktemkinliifadelerkullanarak“haydi, hayırlısı olsun
bakalım”diyerek onaylamıştı.
Her faaliyet öncesinde olduğu gibi yine halisane niyetlerle
yola çıkmıştık. En kısa zamanda bir heyet olarak
Diyarbakır’a gidilecek, gerekli görüşmeler yapılıp Elazığ’a
döndükten sonra da hazırlık çalışmalarını başlatacaktık
Manas’ın gündemiartık tamamen Diyarbakır faaliyetine
odaklanmıştı. Hemen hemen her gün bir araya geldiğimiz
şehrimizin kıymetli aydınlarıylabu düşüncemizi enine
boyunatartışırkenyapılan konuşmaların daha ziyadeElazığ’da
ve Diyarbakır’da icra edilentürkülerimiz üzerinde
yoğunlaşması dikkatimi çekiyordu. Mahalli sanatçılarımız
Paşa Demirbağ, Nihat Kazazoğlu, Fethi Açıkgöz’ün de dâhil
oldukları bu görüşmelerimizde Harput ve Diyarbakır yöresinde
okunan türkü, gazel ve hoyratlar üzerinde bir gündem
oluşuyor, bu yörelerimizin zengin makam ve güfteleri
hakkında oldukçaaydınlatıcıtartışılmalaryapılıyordu. Usta
sanatçımız Paşa Demirbağ’ın,SekratlıAli Beyin konağından
başlayarakKorukoğlu Şevki Bey, Kövenkli Hafız Efendi,Fikret
Memişoğlu ve Hafız Osman Öge gibi kıymetli insanlardan
bahseden hatıralarınıve özellikle de Haşim Beyin konağında
misafir edilen Celal Güzelses hakkında söyledikleri
özellikle dikkatimi çekiyordu.
İşte tam da bu yoğunluğu yaşadığımız
günlerdeElazığ-Diyarbakır Buluşması’nda önemligörevler
üstlenmesini düşündüğümüz Elazığ Musiki Cemiyeti’nde
hepimizi derinden üzen bazı rahatsızlıklar baş göstermiş
veolağanüstü genel kurul için oldukça tartışmalı
birsüreçbaşlatılmıştı. Üyeler arasında var olduğu söylenen
huzursuzluğun temelinde basit ve kişisel nedenlerin yanısıra
bazı kötü niyetli girişimlerin de olduğunu biliyordum. Bir
grup arkadaşımızın cemiyetten ayrılma düşüncesine engel
olmak ve yaşanan bu sıkıntılı sürecin birlik ve beraberlik
içerisinde aşılabilmesi için seçim kararı son bir çare
olarak düşünülmüştü. Hiç beklenmedik bir zamanda ortaya
çıkan bu olağanüstü durum Elazığ’daki kültür ve sanat
çevrelerinde çok büyük rahatsızlıklar meydana getirmiş ve
beni de bir hayli endişelendirmişti. Neyse ki
yaşananküskünlüklere, incinmelere ve ayrılıklara rağmen
19AralıkPazar günü yapılan olağanüstü genel kurul
toplantısındayeni biryönetimbelirlenince ortam bir nebze
olsun rahatlamıştı.
PAŞA DEMİRBAĞ İLE BİR DİYARBAKIR ZİYARETİ…
Diyarbakır ziyaretimizi-bu girişimimizi bütün kalbiyle
inanarak destekleyen-RTÜK Bölge Müdürü Erhan Esmeray’ın
görüşlerini alarak programlamıştık.
20 Aralık Pazartesi günü hazırlıklarımızı tamamlayıp
Diyarbakır’a doğru yola koyulduğumuzda havalar da iyiden
iyiye soğumuştu. Heyetimizde Kültür ve Turizm Müdürümüz
Tahsin Öztürk, mahalli sanatçılarımız Paşa Demirbağ, Nihat
Kazazoğlu, Fethi Açıkgöz ve değerli yazarımız Muammer Aksoy
ile ayrıca yapacağımız görüşmeleri kayda almak üzere Elazığ
Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nden başlarında okulun müdür
yardımcısı Taner Karakaş’ın bulunduğu öğrencilerimiz Tolga
Küçük, Gökçe Üstündağ ve Ahmet Okyar bulunuyordu.
Dört ay aradan sonra yeniden Diyarbakır’a gidiyorduk. Ancak
bu defaki yolculuğumuzda karamsarlık ve ümitsizlik içeren
konulardan hiç mi hiç bahis açılmıyordu. Elazığ dışında
katıldığımız hemen her faaliyete kendisine has üslubuyla
“artık bizden geçti, uzun yolculuklara gözüm kesmiyor.”şeklinde
mazeretler beyan ederek katılamayan usta sanatçımız Paşa
Demirbağ’ın Diyarbakır’a yapacağımız ziyaret gündeme
geldiğinde rahatsızlıklarını bir anda unutup “Şener Bey,
bende geliyorum” deyip aramıza katılması heyetimizi
ziyadesiyle mutlu etmişti.
Mesai saatinin başladığı dakikalarda kucağımızdaki hediye
paketleriyle RTÜK Diyarbakır Bölge Müdürlüğüne ulaşmıştık.
Erhan Bey, yetişmesinde büyük emeği olan öğretmeni Muammer
Aksoy ile karşılaştığında duygulanmıştı. Paşa Demirbağ ile
Nihat Kazazoğlu ile özel olarak ilgilenmiş. Tahsin Beye de
Elazığ’la, Harput’la ilgili meraklı sorular sormuştu. Sıcak
anların yaşandığı bu görüşmemizde Elazığ ile Diyarbakır
arasındaki sosyal ve kültürel münasebetlerin geliştirilmesi
amacıyla başlatılan bu girişimi bütün kalbimle
destekliyorum. Diyerek kanaatlerini açıklayan Erhan Bey,
günlerin kısalığını da dikkate alarak hazırladığı programı
bizimle paylaşmıştı. Önce Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı
ile görüşecektik; ardından TRT Diyarbakır Radyosu, DSİ 10.
Bölge Müdürlüğü, Özel İdare Genel Sekreterliği, Dicle
Üniversitesi Rektörlüğü ve Diyarbakır Ticaret ve Sanayi
Odası ziyaret edeceğimiz kurumlar olacaktı.
RTÜK’ten ayrıldıktan sonra Erhan Bey bizleri Diyarbakır
Adliye Sarayına götürmüştü. Cumhuriyet Başsavcısı Eyyüp
Mutlu da Elazığlı bir hemşerimizdi. Üstüne üstlük bu değerli
başsavcımız da yine Muammer Aksoy Hocamızın öğrencisiydi.
Onca yoğunluğunun arasında zaman ayırıp heyetimizi kabul
etmesi, nezaket sahibi bir insan olduğunu gösteriyordu.
“Sizleri hemşerilerim olarak burada ağırlamaktan büyük
mutluluk duyuyorum”diyerek konuşmasına başlamış ve hemen
arkasından da “Elazığ ile Diyarbakır şehirleri musiki
yönleriyle çok zengin, bu anlamda çok kıymetli sanatçılar
yetiştiren iki güzide vilayetimizdir” şeklinde devam
eden açıklamalarıyla yöremizin musiki kültürü hakkında bilgi
sahibi olduğunu gösteriyordu.
Diyarbakır Adliye Sarayından ayrıldıktan sonra TRT
Diyarbakır Radyosu’nu ziyaret ettik. Diyarbakır Radyosu
Elazığ için olduğu kadar benim için de her zaman bir dost
kapısı olmuştur. O kapıyı Elazığ’ın kültür ve sanat hayatına
ardına kadar açan güzel insan Fatih Yılmaz ile olan
tanışıklığımız Kültür Bakanlığı Elazığ Kitap Satış
Mağazasında çalıştığım yıllara kadar uzanır. Fatih Beyin
sorularını cevaplamaya çalıştığım o ilk canlı radyo
programını hiçbir zaman unutamam. Diyarbakır’dan başlayan
bölgemizdeki birçok şehir ile birlikte Elazığ’ı da kapsayan
yayınlarıyla kültür hayatımıza büyük katkılar sağlayan TRT
Diyarbakır Radyosunun müdürlüğüne Fatih Yılmaz’ın
getirilmesi çok doğru ve isabetli bir karar olmuştu.
Ziyaretimiz Fatih Beyi duygulandırmıştı. “Benim eşim
aslen Diyarbakırlıdır, ama ben eşimle Elazığ’da tanıştım.
Bizim tanışma yerimiz, evlilik kararı alma yerimiz orasıdır.
Tanıştığımızda Mühendislik Fakültesi’nde öğretim
görevlisiydi. Ben de bu vesileyle Elazığ’a sıklıkla gidip
geliyordum. Şener Beyle ile Tahsin Beyle tanışıklığımız daha
çok eskilere uzanıyor. Elazığlılar bizim için bir bakıma
kardeştir, dosttur, ahbaptır ve ondan da ötedir. Onlarla çok
samimi ve çok sıkı bağlarımız olmuştur ve bundan sonra da
olacaktır.”şeklindeki ifadeleriyle hissiyatını
paylaştıktan sonra da bizleri; Sivaslı olduğunu
öğrendiğimiz, Dicle Üniversitesi Devlet Konservatuarı
öğretim görevlisi Servet Zeki Ersoy ile tanıştırmıştı.
Konuşmalar her iki şehrimizin musikisi üzerinde yoğunlaştığı
anlarda henüz daha yeni tanıştığımız Servet Hocanın Elazığ
ve Diyarbakır türküleri hakkında Paşa Demirbağ ve Nihat
Kazazoğlu ağabeylerimize meraklı sorular yöneltmesi, daha
sonra da kendi birikimlerini onlarla paylaşması dikkatimi
çekmişti. Fatih Bey, bu durumu fark edince bana dönerek;“Sevgili
Şener, Servet Hocamız TRT Diyarbakır Mahalli İcra
Topluluğu’nun şefliğini yapmaktadır. Ben Servet Hocayı bugün
sizlerle tanıştırmak için özellikle davet ettim”dediğinde
kanaatlerini henüz daha yeni yeni öğrenmeye çalıştığımız
Diyarbakırlı dostlarımızın içten içe bir sevinç
yaşadıklarını ve davetimize hazır olduklarını anlamıştım. Ve
doğrusunu ifade etmem gerekirse yüreğimde büyük bir
ferahlıkhissetmiştim. Fatih Yılmaz Bey ve Servet Zeki Ersoy
hocamızla vedalaşıp TRT Diyarbakır Radyosu’ndan ayrılırken
benimyaşadığım heyecanı heyetimizde yer alan başta Kültür
Müdürümüz Tahsin Öztürk olmak üzere diğer dostlarımız ve
büyüklerimiz de fark etmişlerdi.
TRT’den ayrıldıktan sonra, önce yemeğe gidilecek, ardından
da DSİ 10. Bölge Müdürlüğü ziyaret edilecekti. Erhan Bey,
DSİ 10. Bölge Müdürü Turkay Özgür’ün de Elazığlı bir
hemşerimiz olduğunu söyleyince tebessüm etmiştik.
Diyarbakır bürokrasisinde Elazığlı yöneticilerin tercih
edilmesi dikkatlerimizi çekmişti. Turkay Bey, üç yıldır
görev yaptığı Diyarbakır’ın gelişmesinde ki en büyük engelin
terör olduğunu üstüne basa basa vurguladıktan sonra odasının
duvarında asılı bulunan haritanın karşısına geçerek
Diyarbakır ve çevresinde yapımı devam eden yatırımlar,
özellikle de sulama projeleri hakkında bizleri
bilgilendirmiş. Ve bu çalışmaların tamamlanması halinde ise
Diyarbakır’da var olan işsizliğin büyük ölçüde ortadan
kalkacağını ifade etmişti. Değerli müdürümüzün dikkatimizi
çeken bir diğer tespiti de Diyarbakır’da yaşayan çok sayıda
Elazığlı ailenin bulunduğu, özellikle de Maden ilçemizde
yaşayan pek çok insanın iş için, eğitim için Diyarbakır’a
yerleşmiş olmalarıydı.
Diyarbakır Özel İdare Müdürlüğü’ne yaptığımız kısa süreli
bir ziyaretin sonrasında Dicle Üniversitesi’ne gidilecekti.
Erhan Bey, Dicle Üniversitesi’yle Fırat Üniversitesi’nin
kuruluşlarında çok yakın benzerliklerin olduğunu söyleyince
Tahsin Bey de onun bu tespitini onaylamıştı. Dicle
Üniversitesi, 1966 yılında Ankara Üniversitesi’ne bağlı
olarak Diyarbakır Tıp Fakültesi, Fırat Üniversitesi de 1967
yılında yine Ankara Üniversitesi’ne bağlı olarak Devlet
Mühendislik ve Mimarlık Akademisi olarak temelleri atılmış;
her iki üniversitemiz de isimlerini Fırat ve Dicle
ırmaklarından almışlardı. Dicle Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Ayşegül Jale Saraç bizleri makam odasında kabul
etmişlerdi. Rektör Hanım da, anne tarafından Elazığlı
olduklarını söylemişti. Tanışma faslından sonra Kültür
Müdürümüz Tahsin Bey, sanatın güzel yanıyla ilişkilerimizi
geliştirmek istiyoruz diyerek ziyaretimizin maksadını
açıklamış ve kültür zenginliklerimizi hem bizi birbirimize
bağlayan, hem de hayatımıza renk katan güzellikler olarak
değerlendiriyoruz,şeklindeki ifadeleriyle güzel ve yerinde
tespitlerde bulunmuştu.
Dicle Üniversitesi’nden ayrıldığımızda hava biraz daha
soğumuş, sokak lambaları da yeni yeni ışıldamaya başlamıştı.
Diyarbakır’daki ziyaretlerimizin son durağı Ticaret ve
Sanayi Odası olacaktı. Başkan Galip Ensarioğlu, heyetimizi
kabul ettiğinde odası kalabalıktı, misafirlerini
uğurladıktan sonra kusura bakmayınız diyerek mahcubiyetini
ifade etmeye çalışmıştı. Tanışma merasiminden sonra
Diyarbakır izlenimlerimizi paylaşmış, Elazığ Diyarbakır
Kültür ve Sanat Buluşması ile ilgili değerlendirmelerde
bulunmuştuk. Daha çok dinlemeyi tercih etmeye çalışan Başkan
Galip Ensarioğlu konuşmalarımızdan etkilenmiş olacak ki
sessizliğini bozarak Elazığ eskiden beri kültürel bakımdan
kendini ifade eden bir şehrimiz olmuştur.Bu yönüyle
Diyarbakır ile gerçekten de benzer yönleri çok fazladır,
diyerek ziyaretimizi anlamlandıran tespitlerde bulunmuştu.
ELAZIĞ’IN GÜNDEMİNDE BİR GÜZEL ŞEHİR…
Diyarbakır’da gün boyu gerçekleştirdiğimiz ziyaretler beni
Elazığ Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması için fazlasıyla
umutlandırmıştı. Diyarbakırlı dostlarımız Elazığ’dan açık
açık davet bekliyorlardı. Artık bir an evvel tarihi
belirleyip, hazırlıklara başlamalıydık. Bu kanaatlerimi 21
Aralık Salı günü Hadi Önal ve Bedrettin Keleştimur ile
birlikte ziyaret ettiğimiz Elazığ Valisi Muammer Erol ile
paylaşmıştım. Celal Güzelses, Enver Demirbağ ve Osman Fahri
gibi kültür hayatımızı ışıklandıran şahsiyetlerin anılacağı
bir dizi etkinlikle Elazığ ve Diyarbakır’ın zenginliklerini
sergilemeyi düşünüyorduk. Sayın Valimiz, çalışmalarınbir an
evvel başlatılması yönündeki düşüncemizi onaylayarak bizleri
daha da cesaretlendirmişti. Vilayetten ayrıldıktan sonra
Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu, daha sonra
da Fırat Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Orhan
Kılıç ile Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ali
Şekerdağ’ı ziyaret ederek bilgilendirdik. Prof. Dr. Ahmet
Buran, Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Prof. Dr. Beşir Aşan, Doç.
Dr. Ercan Alkaya, Doç. Dr. Tarık Özcan ve Yrd. Doç. Dr.
Yavuz Demirtaş hocalarımız ile görüşmelerde bulunduk. Elazığ
Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması için önerdiğimiz 22
Ocak 2011tarihiuygun görülmüştü.
O gün öğleden sonra Manas’a yoğun düşüncelerle dönmüş ve
arkadaşlarımızı da bilgilendirdikten sonra çalışmalara
başlamıştım. Önce TRT Diyarbakır Radyosu Müdürü Fatih
Yılmaz’ı aradım. Fatih Bey, TRT Diyarbakır Mahalli İcra
Topluluğu’nun görevlendirileceğini, Celal Güzelses için de
bir tanıtım filmi göndereceklerini bildirmişti. Kültür ve
Turizm Müdürümüz Tahsin Öztürk’ten Enver Demirbağ hakkında
bilgi ve belge talebinde bulundum. Kızıltepe’de öğretmen
olarak görev yapan Yurdal Demirel ile bir görüşme yaparak
şair Osman Fahri’nin Elazığ yılları hakkında bilgi istedim.
Şair dostumuz R. Mithat Yılmaz ile Silvan’da öğretmenlik
yaptığı yılları konuştuk. İletişim Fakültesi’nde Dr. Öğr.
Üyesi Tamer Kavuran ve Recep Bağcı hocalarımızla tanıtım
çalışmalarını değerlendirdik. Elazığ Devlet Klasik Türk
Müziği Korosu Şefi Funda Kova Hanımefendi, Emrah Uysal ile
Mehtap Sarıkaya’nın Elazığ ve Diyarbakır yöresinden eserler
okuyacaklarını söylemişti. Musiki Cemiyeti’ndeki çalışmaları
yöneten Nihat Kazazoğlu, etkinliğe Kültür Bakanlığı
sanatçılarımız Adnan Çilesiz, Hasan Öztürk ve Zülfü Demirtaş
da katılacağını müjdelemişti. RTÜK Üyesi Prof. Dr. Hasan
Tahsin Fendoğlu, Prof. Dr. Zeynep Kerman hocamız, büyük
ustanın torunu Celal Güzelses, Diyarbakır eski milletvekili,
şair İrfan Rıza Yazıcıoğluve Niğde’den Akpınar dergisinin
sahibi İsmail Özmel davetimize olumlu cevap vermişlerdi. Bu
önemli etkinliğin sunuculuğunu Malatya’da görev yapan Ömer
Faruk Er hocamızateklif etmiştim.
Elazığ’dan ve Diyarbakır’dan yazarların katılacakları
Manas’tan Osman Fahri Anısına Kitaplar programında da; Prof.
Dr. Kenan Haspolat“Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar
Kenti Diyarbakır”, İbrahim Yavuz “ŞehirÇocuği”,
Mevlüt Mergen “Bibi’nin Diyarbekir Feryadı”, H.
Rıdvan Çongur“Türkiye’nin Muhtarı Fethi Gemuhluoğlu”,
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı “Vahiy Ortamından İlkeler”,
Yrd. Doç. Dr. Nedim Bakırcı “Türk Dünyası
Coğrafyasında Tespit Edilmiş Hayvan Masalları Üzerine Bir
İnceleme”, Yrd. Doç. Dr. Tamer Kavuran “Mor Gölge”,
Doç. Dr. Âdem Tutar “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Kozan
Sancağı”ve Yrd. Doç. Dr. Kürşad Öncül “Eski Türk
Kültürü ve Halk Edebiyatı Ürünlerinde Başkaldırı Kavramı”adlı
eserleriyle okuyucularla buluşacaklardı.
25 Aralık Cumartesi günü Musiki Cemiyeti’nden, yönetim
kurulu üyeleri Nihat Kazazoğlu, Fethi Açıkgöz ve Elazığ
Belediyesi’nden sanatçı arkadaşımız Osman Kırık ile birlikte
“Celal Güzelses ve Enver Demirbağ’a Saygı Gecesi”nin
repertuvarını belirlemek amacıyla Diyarbakır’a günübirlik
bir ziyaretimiz daha olmuştu. Diyarbakır Radyosunda Fatih
Yılmaz Beyefendi ve Servet Zeki Ersoy Hocamızla ile birlikte
gün boyu çalıştık. Kaynak kitaplar ve notalar didik didik
araştırılarak, her iki şehrimizin makam tertibine uygun
eserleri itinayla belirlendi. O gün Elazığ Musiki Cemiyeti
ile Diyarbakır Mahalli İcra Topluluğu’nun sahneye birlikte
çıkmalarının uygun olacağını vebelirlediğimiz o güzelim
türkülerin de yine sanatçı kardeşlerimizin birlikte
okumalarını kararlaştırmıştık.
CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL DİYARBAKIR’DA
Elazığ Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması için
koşuşturduğumuz o yoğun günlerde Cumhurbaşkanımız Abdullah
Gül, 30–31 Aralık tarihlerinde çeşitli temas ve
incelemelerde bulunmak üzere Diyarbakır’a bir ziyaret
gerçekleştirmişti. Diyarbakır’a gelişi sırasında, halkın
yoğun ilgisi, sevgi gösterileriyle karşılanan Sayın
Cumhurbaşkanımız, valiliğin ardından sırasıyla Garnizon
Komutanlığı, Dicle Üniversitesi, Diyarbakır Belediyesi’ni,
Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesini ziyaret ederek
incelemelerde bulunmuş ve halka hitabenkonuşmalar
yapmıştı.Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır’a yapmış olduğu bu
önemli ziyareti, gazete ve televizyonlardan büyük bir
dikkatle takip etmeye çalışarak bilhassa Diyarbakır halkına
hitaben yaptıkları konuşmalarını, verdiği mesajlarını iki
gün boyunca izlemeye çalışmıştım.
“Diyarbakır, büyük bir il. Türkiye’nin en önemli
illerinden birisi. Tarih boyunca böyle olmuş. Sadece
Anadolu’nun değil, bütün Ortadoğu’nun en önemli
merkezlerinden birisi olmuş. Milattan önce 3000'li yıllara
giden bir tarihi var. Ve o günden bugüne gelen bütün
imparatorluklar, devletler, büyük medeniyetler, atalarımız,
Osmanlılar, Selçuklular, Artuklular, hepsi buralarda çok
büyük bir şehir kurmuşlar. Burası, gerçekten tarihin
izlerini en güzel şekilde taşıyor ve bunlar hâlâ ayakta.
Surlar ayakta, burçlar ayakta, camiler ayakta, minareler
ayakta.Burası adeta bir açık hava müzesi.”
“Selahattin Eyyubi Diyarbakır’a geldiğinde, 1 milyon 40 bin
kitap varmış, kütüphanelerde. Bugünkü kütüphanelerde belki
bu kadar kitap yok. Kayıtlı şeyler bunlar.”
“Bizler hepimiz büyük bir milletin, bir milletin
mensuplarıyız. Büyük millet olunca, büyük milletin
içerisinde tabiî ki farklılıklar olacaktır. Ama bu
farklılıkları zenginlik olarak gördüğünüzde, o zaman
milletin tamamı zengin olacaktır. Bu gözle bakmamız lazım.
Hangi gözle bakarsanız olayları öyle değerlendirirsiniz
açıkçası. Yapıcı gözle bakarsanız, yapıcı şekilde
değerlendirirseniz. Hatta sorunlarınızı, problemlerinizi
yapıcı gözle bakar, yapıcı cümlelerle ortaya koyarsanız;
eleştirileri yaparken, yine yapıcı cümlelerle
eleştirirseniz, bunların halli kolaylaşır, çözümü
kolaylaşır.”
“Ama Allah korusun, korkacağımız şeyler de var tabiî ki.
Eğer bu bir olan milletin içine nifak sokacak şekilde,
birbirimizden sanki ayrı, inançlarımız ayrı, geleneklerimiz
ayrı, temel meselelerde ayrı, vatanımız, sanki bu vatan
müşterek vatanımız değilmiş gibi davranmaya kalkarsak, o
zaman tabiî ki bu korkulacak bir ortam oluşturur. Onun için
hepimizin çok sorumlu olması lazım. Bu ülkede hepimiz eşit
vatandaşlarız. Herkes her yere gelebilir, herkes her yerde
yaşayabilir. Her makam, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan
herkese açıktır. Ve şöyle baktığımızda da, Türkiye’nin her
bir köşesinden herkes en önemli makamlara gelmiştir.
Cumhurbaşkanı da olmuşlardır, başbakan da olmuşlardır,
bakanlar, milletvekilleri herkes olmuştur. Herkes
Türkiye’nin istediği köşesine de gider ve yerleşir. Bir
başka ilimizden vatandaşlarımız buraya gelir, burada
yerleşme hakkı vardır. Diyarbakırlı da gider; İstanbul’a,
Ankara’ya, İzmir’e yerleşme hakkı vardır. Ve orada
istediğini yapabilir. Bunlar, büyük nimetler tabii. Bunun
tabi hepimizin kıymetini bilmemiz lazım. Bakın, ben
yurtdışına gittiğimde şehitliklere uğradığımda, okurum orada
isimleri. Diyarbakır’dan başlar, Van’dan başlar, Edirne’den
başlar, hatta Musul’dan, Bosna’dan, bütün buralardan,
Kayseri’den Sivas’tan hep böyle. Onun için bu ülke
hepimizindir. Bu vatan hepimizin vatanıdır, bu devlet
hepimizin devletidir.”
“Havaalanından buraya gelene kadar neredeyse her yerde
durdum ve insanlar koşarak, kimi bana bir kâğıt verdi, kimi
bana bir not verdi. Bazen çok yaşlı bir teyze verdi, bazen
genç bir kız verdi, bazen genç bir delikanlı verdi. Bunların
bazılarını arabada açtım, bazılarını şöyle gördüm ve hepsini
tabi ki inceleyeceğim. Bunların yüzde 99’u iş-aş diyor.
Yaşlı teyze diyor ki şu kadar oğlum var, ikisine iş bulun
diyor. Genç kız diyor ki bana iş ver diyor. Genç delikanlı
diyor ki bana iş bulun, diyor.”
“Size çok açık söyleyeyim, terörle, şiddetle, silahla, hiç
bir şey olmaz. Sadece akan kanlar, gözyaşları… Olan buna
olur ve bu hepimizi derinden üzer. Hangi eve ateş düşse, o
ev yanar.”
“Bu problemleri eğer biz ideolojik, etnik yapılar, mezhep
yapıları üzerinden ve siyasetle çözmeye kalkarsak; o zaman
işin içine şiddet girerse, terör girerse, silah girerse, kan
girerse; biz o zaman kendi bünyemizi zayıflatmaya ve kendi
halkımıza zarar vermeye başlarız.”
“Diyarbakır maalesef sadece siyasi olaylarla gündeme
geliyor. Buna gerçekten üzülüyorum.”
Cumhurbaşkanımız Sayın Abdullah Gül’ün bu ifadeleri dikkat
çekiciydi. Sayın Cumhurbaşkanımız yapmış olduğu bu
konuşmalarına hislerini de katarak elbette ki Türk
milletinin kaygısını dile getirmek istemişti. Elazığ ile
Diyarbakır arasında mekik dokuduğumuz o yoğun günlere denk
gelen bu ziyaret, bölgemizdeki siyasi tartışmaları
hissedilir derecede azaltmıştı.
ELAZIĞ MİSAFİRLERİNİ BEKLİYOR
Manas’ta adeta bir seferberlik ilan edilmişçesine
çalışıyorduk. Tamer Hocamızın çok güzel tasarımlar halinde
hazırlamış olduğu afiş, davetiye, kitap kapakları ve katılım
belgelerini, sevgili Recep Bağcı kardeşimizin özverili
çalışmalarıyla hazırlanan kitaplar ile birlikte matbaaya
gönderdiğimizde sırtımızdan çok büyük bir yük kalkmıştı.
İletişim Lisesinin katkılarıyla hazırladığımız Celal
Güzelses ve Enver Demirbağ belgeselleri beğenilmişti. Akşam
saatlerinde de fırsat buldukçaMusiki Cemiyeti’nde yapılan
konser hazırlıklarını takip etmeye çalışıyordum…
15 Ocak Cumartesi günüElazığ Musiki Cemiyeti’nden bir gurup
sanatçı arkadaşımız ile birlikteyeniden Diyarbakır’a
gitmiştik. TRT Diyarbakır Radyosu stüdyolarında Diyarbakır
Mahalli İcra Grubu ile son kez bir araya gelinerek, adeta
konser tadında bir çalışma gerçekleştirilmişti. O gün
stüdyoda sanatçılarımızın çok büyük bir coşkuile
seslendirdikleri Elazığ ve Diyarbakır türküleriicra
edilirken;radyonun çok değerli müdürü Fatih Yılmaz,“mükemmel
bir kaynaşma oldu, nihayet emeğimizin karşılığını alıyoruz”
diyerek gülümsemişti.Nihat Kazazoğlu ağabeyim ve Servet Zeki
Ersoy Hocamız konser için artık hazır olduklarını söyleyince
de Fatih Bey sürpriz bir kararla sanatçı kardeşlerimizin
yapmış oldukları son prova TRT Diyarbakır Radyosu
stüdyolarından canlı olarak yayınlanmış, benimle de bir
röportaj gerçekleştirilmişti.
Diyarbakır’dan güzel intibalarla ayrılmıştık. Etkinliklerin
TRT AVAZ ve TRT Anadolu tarafından canlı olarak yayınlanacak
olması başta Nihat Kazazoğlu olmak üzere sanatçı
arkadaşlarımızı heyecanlandırmıştı. Programın detaylarını
planlamak üzere Elazığ’a gelenTRT yönetmeni Füruzan
Behlülgil ile faaliyetin yapılacağı Fırat Üniversitesi
Atatürk Kültür Merkezi’nde,program sunucusu Ömer Faruk Er’in
de katıldığı kapsamlı bir toplantıya katılmıştık.
Nihayet bin bir emeklehazırladığımızfaaliyetin daveti,
Elazığ Valisi Muammer Erol’un imzasıyla Elazığ ve Diyarbakır
halkına duyurulmuştu.
Pencereleri biri birlerine bakan iki kutlu şehirden,
Elazığ–Diyarbakır, bir hoş seda yayılır bu coğrafyaya. Bu
hoş sedanın sahipleri Celal Güzelses ile Enver Demirbağ’dır.
Musiki dünyamızın bu iki güzel insanın anılacağı “Celal
Güzelses ve Enver Demirbağ’a Saygı Gecesi’ne ve bu
gecenin öncesinde düzenlenecek olan “Osman Fahri Anısına
Kitaplar” programına teşrifleriniz, kültür ve gönül
dünyamızda ahde vefanın bir güzelliği olarak taçlanacaktır.
PROGRAM
22 Ocak 2011- Cumartesi
Saat: 10.00 –Manas Yayıncılık’ı Ziyaret
Saat: 11.45 –Harput’ta Öğlen Yemeği
Saat: 13.00-Osman Fahri Anısına Kitaplar
Yer: Devlet Korosu Salonu
Açılış Konuşmaları
Kültür ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği
Korosu
Solistler: Emrah Uysal – Mehtap Sarıkaya
Osman Fahri
Prof. Dr. Zeynep Kerman
Türkiye’nin Muhtarı Fethi Gemuhluoğlu
H. Rıdvan Çongur
Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır
Prof. Dr. Kenan Haspolat
Vahiy Ortamından İlkeler
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı
Türk Dünyası Coğrafyasında Tespit Edilmiş Hayvan Masalları
Üzerine Bir İnceleme
Dr. Öğr. Üyesi Dr. Nedim Bakırcı
ŞehirÇocuği
İbrahim Yavuz
Şiire Yansıyan Bir Diyarbakır Hatırası
R. Mithat Yılmaz
Mor Gölge
Dr. Öğr. Üyesi Dr. Tamer Kavuran
XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Kozan Sancağı
Doç. Dr. Âdem Tutar
Bibi’nin Diyarbekir Feryadı
Mevlüt Mergen
Eski Türk Kültürü ve Halk Edebiyatı Ürünlerinde Başkaldırı
Kavramı
TRT Diyarbakır Mahalli İcra Grubu - Elazığ Musiki Cemiyeti
Harput Korosu
Plaket Takdimi
23 Ocak 2011- Pazar
10.00-12.00-Keban Gezisi
Saat: 12.00 –Keban’da Öğlen Yemeği
Saat: 17.00 – Konukların Uğurlanması
Elazığ Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması’na
başta Diyarbakırolmak üzere Ankara, İstanbul, İzmir, Kars ve
Niğde illerimizden çok sayıda sanatçı, yazar ve bilim
adamıdavet edildi. İstanbul’danProf. Dr. Zeynep
Kerman,Ankara’dan: H. Rıdvan Çongur, Diyarbakır’dan: TRT
Diyarbakır Radyosu Müdürü Fatih Yılmaz, Celal
Güzelses’intorunu Celal Güzelses, Prof. Dr. Kenan Haspolat,
İbrahim Yavuz, Mevlüt Mergen, Kars’tan Dr. Öğr. Üyesi Kürşad
Öncül, Niğde’den Dr. Öğr. Üyesi Nedim Bakırcı, İsmail Özmel,
Elazığ’dan Prof. Dr. Mehmet
Soysaldı, Doç. Dr. Âdem Tutar, Yrd. Doç. Dr. Tamer
Kavuran, Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş.Diyarbakırlı
sanatçılar: Servet Zeki Ersoy, Abdülkadir Büyüksayar,
Bilal Samancı, Cemal Temel, Deniz Değirmenci, Remzi Demir,
Samet Şener, Şevki Özdemir, Süleyman Yaşar, Veysel Sulukaya,
Süleyman Oduncu, Fatih Alaskan, Sedat Çamlı, Zekeriya Okut,
Savaş Öztürk, Erkan Yürümez, Muslih Uçar, İsmet Katıl, Ercan
Özceylan, Bilal Kaplan, Sinan Akkuş, Halit Akkuş.
VeElazığlı Sanatçılar: Paşa Demirbağ, Nihat
Kazazoğlu, Hasan Öztürk, Zülfü Demirtaş, Adnan Çilesiz,
Mehmet Demir, Ender Şen, Emrah Uysal, Mehtap Sarıkaya, Feti
Ahmet Deniz, Harun Yıldırım, Fethi Açıkgöz, Özer Kazazoğlu,
Ferit Biçer, Niyazi Atıcı, İsmigüzel Ateş, Suat Dağoğlu,
Lokman Özdemir, Faruk Şeker, Nuri Çilesiz, Hasan Taydaş,
Mahmut Sugözü, Zülfü İlkyaz, Gürkan Soran, Nuri Ata, Ömer
Gürakar, Veysel Oruç, Fatih Kılıç, Ekrem Oruç katıldı.
KONUKLARIMIZ ELAZIĞ’A GELİYOR
Ağustos ayından itibaren yaklaşık altı ay boyunca hem
Elazığ’da hem de Diyarbakır’da çok büyük bir heyecanla
sürdürdüğümüz çalışmalar nihayet tamamlanmış, konuklarımız
Elazığ’a gelmeye başlamışlardı. Diyarbakırlı misafirlerimiz
faaliyetin gerçekleşeceği 22 Ocak Cumartesi günü şehrimizde
olacaklardı. Ancak Ankara, İstanbul, İzmir, Kars ve Niğde
illerimizden gelecek misafirlerimizi 21 Ocak Cuma günü
karşılamıştık. O akşam rektörümüzün da onaylarıyla Fırat
TV’de art arda iki ayrı sohbet toplantısı gerçekleştirdik.
Saat: 18.00’de Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Tevfik Ozan’ın konuğu
olan H. Rıdvan Çongur, ölümünün 75. yılı münasebetiyle
istiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy hakkında konuşmuş ve
Rıdvan Hocamızın o müstesna okuyuşuyla Akif’in şiirlerini
dinlemiş ve mest olmuştuk. Saat: 20.30’da da Prof. Dr. Ahmet
Buran, Prof. Dr. Zeynep Kerman ile birlikte Tarih ve Sanat
Eseri İlişkisi hususunda gecenin ilerleyen saatlerine kadar
devam eden oldukça etkileyici bir sohbet yapmışlardı.
Cumartesi sabahı Manas’ta tatlı bir heyecan yaşanıyordu.
Arkadaşlarımız erken saatlerden itibaren bir bir
geliyorlardı. İlk olarak Hadi Önal ile Ömer Faruk Er
gelmişlerdi. Her ikisi de büyük bir telaşla sunucu metinleri
üzerinde bazı eklemeler yapmak istediklerini söyleyerek
yeniden bilgisayarın başına geçmişlerdi. Sonra Bedrettin
Keleştimur geldi. Kimseler gelmedenhazırlamış olduğu konuşma
metnini bana okumak istiyordu. Bir süre sonra Paşa Demirbağ
geldi. Daha sonra da, Nihat Kazazoğlu, Şükrü Kacar, R.
Mithat Yılmaz, Hasan Özçam, M. Şükrü Baş, Hasan Ergün
Yılmaz, Doğan Sever, Necati Demir, Av. Doğan Özdal, Tuncer
Sönmez, Mahir Gürbüz, Muammer Aksoy, M. Faik Güngör,
Zekeriya Bican, Günerkan Aydoğmuş ve Karani Arda
gelmişlerdi. O gün Manas’ta adeta bir bayram havası
yaşanıyordu.Hep birliktebirazdan Manas’ı ziyaret edecek olan
konuklarımızı bekliyorduk.
Saat 11.00’e doğru Prof. Dr. Ahmet Buran Hocamız beraberinde
Prof. Dr. Zeynep Kerman, H. Rıdvan Çongur. Dr. Öğr. Üyesi
Kürşad Öncül ve Dr. Öğr. Üyesi Nedim Bakırcı ile birlikte
Manas’a geldiler.Konuklarımızıo gün mütevazı toplantı
salonumuzda ağırlamıştık. Çaylar yudumlanırken ben de
davetimize katılarak bizleri onurlandıran misafirlerimizi
bilgilendirmeye çalışıyordum. O sevinçli anlarımızı,daha
sonra Hadi Önal’ın davetiyle kürsüye gelenProf. Dr. Zeynep
Kerman ve H. Rıdvan ÇongurHocalarımız yaptıkları takdir dolu
konuşmalarıyla taçlandırmışlardı.
Son anda ortaya çıkan bazı ufak tefek aksiliklerin
deçözülmesiyle artık iyicerahatlamıştım. Çok şükürher şey
planladığımız gibi gidiyordu. Sabah 08.30’da
Diyarbakır’danyola çıkan misafirlerimiz öğlene doğru
Harput’ta karşılanacak, ardındanElazığ Belediyesi’ninikram
edeceği öğlen yemeği için Balak Gazi Parkı’nagidilecek, daha
sonra da hep birlikte Elazığ-Diyarbakır Kültür ve Sanat
Buluşması’nın ilk faaliyeti olan Osman Fahri Anısına
Kitaplar programına katılacaktık. Diyarbakır’ı kucaklayan
bir faaliyete ev sahipliği yapacak olmanın mutluluğunu bütün
yüreğimizde yaşıyorduk.
Kültür ve Turizm Müdürümüz Tahsin Öztürk, Paşa Demirbağ,
Nihat Kazazoğlu, Hadi Önal ile birlikte Harput’ta Alacalı
Mescit’inönünde misafirlerimizibeklerkenheyecanlıydık.Ben o
anlarda yaşadığımızbu tabloyu önceki
faaliyetlerimizdenbiliyordum.Fakat bu defahissettiklerimiz
çok daha farklıydı. Tam da bu dakikalarda,21 plakalı resmî
bir otobüsünpark alanına giriş yapıp
yavaşladığınıgörünce,hızlı adımlarla otobüsten inen
misafirlere doğru yönelmiştim. TRT Diyarbakır Radyosu Müdürü
Fatih Yılmaz’a hoş geldiniz demek için elimi uzattığımda;
yüzünde tebessümü hiç eksik olmayan nezaket timsali bu güzel
insan; sevgili Şener nihayet istediğin oldu, Elazığ’a
geldik,diyerek benimle kucaklaşması sonra da araçtan inen
misafirleritek tekbizlerletanıştırması görülmeye değerdi.
Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kenan Haspolat,
Diyarbakırlı şairlerİbrahim Yavuz, Mevlüt Mergen, TRT
Diyarbakır Mahalli İcra Topluluğu Şefi Servet Zeki Ersoy ve
Diyarbakır’ın güzide sanatçılarını Elazığ’a hoş geldiniz
diyerek bağrımıza basmıştık. Duyguların zirveye çıktığıo
anlarda “Demek sen o büyük insanın torunusun”
diyekalabalığın arasındanNihat Kazazoğlu ağabeyimizin
ağlamaklı sesi duyulmuştu.Paşa Demirbağ hislerine daha fazla
hâkim olamamış, ustam dediği ve çok büyük bir hayranlık
duyduğu Şark BülbülüCelalGüzelses’inasil torunu Celal
Güzelses’e sarılmış içli içligözyaşı döküyordu.
MANAS’TAN OSMAN FAHRİ ANISINA KİTAPLAR
Misafirlerimizi öğlen yemeği ikramı içinKayabaşı’na davet
ettikten sonra müsaade isteyerek Harput’tan erken ayrılıp
toplantının yapılacağı Devlet Korosu Salonuna gitmiştim.
SevgiliKaan veRemzi; sahne, teknik donanımlar ve oturma
düzeniyle alakalı yapılan hazırlıkları tamamlamaya
çalışırken,konuşmaların yapılacağı kürsü,program sunucusu
Ömer Faruk Er tarafından kontrol ediliyordu. Ben henüz hiç
kimsenin gelmediği bu salonda biraz olsun nefeslenmek ve
zihnimi toparlamak için arka sıralardaki bir koltuğa oturup
kendimlebaş başa kalmak istemiştim.
Biraz sonra bu salonda Elazığlı ve Diyarbakırlı
yazarlarımızın katılımlarıyla Manas’tan Osman Fahri Anısına
Kitaplar programını gerçekleştirecektik.1970’li yıllarda
ortaya çıkarılan o kahrolası siyasi iklimde, birbirinden
ayrı düşürülen iki komşu şehirbugün bilimin ve sanatın
aydınlığında yeniden kucaklaşacaklardı.Salonun sessizliği,
bir süre sonragruplarhalinde davetimize katılan okuyucuların
heyecanlı bekleyişleriyle son bulmuştu. Üniversitemizin
kıymetli hocaları, öğrenciler, öğretmenlerimiz ve Manas
ailesi tam kadro salondaki yerlerini almışlardı. Daha sonra
da Elazığ Valisi Muammer Erol,beraberinde Prof. Dr. Hasan
Tahsin Fendoğlu veDiyarbakırlı misafirlerimizi
karşılamıştık.
Program,Ömer Faruk Er’in muhteşem sunumuyla
başlamıştı.İstiklal Marşı, Bedrettin Keleştimur’unManas
adına yaptığı dikkat çekici selamlama konuşması, Elazığ
Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun kıymetli sanatçıları
Emrah Uysal ile Mehtap Sarıkaya’nın okudukları Elazığ ve
Diyarbakır türküleri veProf. Dr. Zeynep Kerman’ın Osman
Fahri hakkındadavetlilerin merakla dinlediği o güzel
konuşması ile programın birinci bölümü tamamlanmıştı. Artık
sırabüyük bir heyecan ile beklenenkitapların tanıtımına
gelmişti. TRT’nin unutulmazprogramcısıH. Rıdvan
ÇongurHocamız belge ve kitaplarla dolu çantasıyla
çıkmıştıkürsüye.Prof. Dr. Kenan Haspolat,Nebiler, Sahabiler,
Azizler ve Krallar Kenti Diyarbakır’ı anlatmaya
çalışırkensüre yetmemişti.Prof.
Dr. Mehmet Soysaldı,yüce kitabımızla alakalı ciddi
değerlendirmelerde bulunmuştu.Yrd. Doç. Dr. Nedim
Bakırcı bizleri o gün masal dünyasına davet etmişti.İbrahim
Yavuz,çocukluk yıllarının Diyarbakır’ını anlatan şiirlerini
okumuştu. R. Mithat Yılmaz, şiirineyansıyan bir Diyarbakır
hatırasıyla kürsüden seslenmişti.Görsel tasarımlarıyla
kültür hayatımızı bezeyen Tamer Kavuran’ınşiir dünyasıyla da
tanışmıştık. Doç. Dr. Âdem Tutar Hocamız doğup büyüdüğü
Kozan’ın tarihini konuşmuştu, Mevlüt Mergenağabeyimizin
Diyarbakır Feryadı o gün Elazığ’da bir kez daha
yankılanmıştı. O müstesna toplantının son konuğu ise Niğde
ilimizde yayınlanan Akpınar dergisi olmuştu.
Ömer Faruk Er kardeşimin takdimiyle kürsüye davet edilen
Elazığlı ve Diyarbakırlı yazarlarımızı dinlerken çok
duygulanmıştım. Yıllar önce Kültür Bakanlığı Kitap Satış
Mağazasında yaşadığım o muhteşem imza günlerini, yıllar
sonra bilgi şölenlerine dönüştürerek koca koca salonlara
taşımanın mutluluğunu yaşıyordum.
Ömer Faruk Er
Millî kültürün millet bekasındaki önemine inanan, ülkemiz
insanının bilgi ile donanmasını bu coğrafyada ebediyen güçlü
bir biçimde var olmanın ve varlığını sürdürmenin olmazsa
olmazı olarak gören Manas, 4. büyük kitap tanıtım
toplantısını yapmaktan onur duymaktadır.
Anadolu coğrafyasının mayasında var olan sevgiyi, dostluğu,
hoşgörüyü, barışı ve kardeşliği pekiştirmek; yurduna sahip
çıkma şuurunu yeniden ve güçlü bir biçimde şahlandırarak
geleceği taşıma düşüncesinin somutlaştıran Manas,kitabı baş
tacı olarak görmüştür.
Her biri kültür dünyamızın ayrı bir kapısını aralayacak olan
yeni kitaplarla kitap dostlarını bir bayram havası
içerisinde bir araya getirmeyi düstur edinen Manas, Türk
kültürüne özüyle, sözüyle; gönlüyle, gözüyle hizmette biz de
varız demektedir.
Sayın Valim,
Diyarbakır’dan gelen değerli misafirler,
Bilim, kültür, sanat ve basın dünyamızın değerli mensupları,
Kıymetli misafirler,
Değerli kitap dostları;
Hoş geldiniz.
Yazarlarımızı ve onların eserlerini buluşturmayı
hedeflediğimiz “Osman Fahri Anısına Kitaplar” programını arz
ediyorum. Saygı duruşu, İstiklal Marşı, Açış Konuşmaları,
Konser, Kitap Tanıtımı, Plaket Takdimi ve Kapanış. Sizleri,
yüce önder Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve aziz
şehitlerimiz için saygı duruşuna ve ardından İstiklâl
Marşı’na davet ediyorum.
Osman Fahri Anısına Kitaplar programının açış konuşmasını
gazeteci-yazar Bedrettin Keleştimur yapacaklardır.
Kendilerini kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Bedrettin Bey.
Bedrettin Keleştimur
Sayın Valim, Rektörüm, RTÜK Yönetim Kurulu Üyem, Daire
Müdürlerim, Dernek Başkanlarım, Diyarbakır ve Elazığ
dışından gelen sanat dostlarımız, basınımızın güzide
temsilcileri, siz değerli misafirlerimiz; bu muhteşem
organizasyonda sizleri saygı, şükran ve en iyi dileklerimle
selamlarım.
Elazığ Valiliği, Diyarbakır Valiliği, Elazığ Belediye
Başkanlığı, Fırat Üniversitesi, Elazığ Ticaret ve Sanayi
Odası Başkanlığı, Elazığ Ticaret Borsası, RTÜK Diyarbakır
Bölge Müdürlüğü, TRT Türkiye Radyo Televizyon Kurumu, Elazığ
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun katkılarıyla
Elâzığ Musiki Konservatuarı Derneği ve Manas Yayıncılığın
birlikte organize ettiği, tarihi organizasyon bizlere haklı
olarak büyük bir gayretin yanında tarihi bir heyecanı
yaşatmaktadır!Sosyal bilimlerde derinleşenler kültürü tarif
ederken onlara toplumsal sorumlulukları da beraberinde
yüklerler. Kültür; “Bir insan gurubunun tabiatı değiştirerek
kendine uygun sosyal, ekonomi, estetik, moral ve politik
yeni bir çevre geliştirmesi demektir.” Bu bağlamda,
“laboratuvarlar, sanat galerileri ve mabetler birer hayat
merkezi olarak beşeriyete güç, heyecan ve huzur sunan
kaynaklardır.”
Dini ve estetik telakkilerimizde,her çeşit sosyal
münasebetlerimizde,sevinç ve sıkıntılarımızda,bilgi ve
marifetle birleşen sanat ve sanat eserleri, bizim
ufkumuzdur. Geleceğe taşıyan bir ufuk anlayışıdır!Bugün iki
‘erdemli şehrimiz’ tarihe ufuk açacak bir buluşmayı
gerçekleştiriyor. 2011 yılının ilk ayında, tarihe iz
bırakacağına inandığımız bu buluşmanın ilk adımı da bir
laboratuvar çalışması… Her iki ilimizin; Elâzığ ve
Diyarbakır illerimizin kalem sahibi, söz ehli şair, yazar ve
araştırmacılarımızın eserlerinin tanıtımı yapılacak.O
tanıtımda; Türkiye’nin Muhtarı Fethi Gemuhluoğlu, H. Rıdvan
Çongur; Nebiler, Sahabiler, Azizler ve Krallar Kenti
Diyarbakır- Prof. Dr. Kenan Haspolat; Vahiy Ortamından
İlkeler-Prof. Dr. Mehmet Soysaldı; Türk Dünyası
Coğrafyasında Tespit Edilmiş Hayvan Masalları Üzerine Bir
İnceleme- Dr. Öğr. Üyesi Nedim Bakırcı; Şehir Çocuğu
-İbrahim Yavuz; Mor Gölge -Dr. Öğr. Üyesi Tamer Kavuran;
XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Kozan Sancağı- Doç. Dr. Âdem
Tutar; Bibi’nin Diyarbekir Feryadı- Mevlüt Mergen; Eski
Türk Kültürü ve Halk EdebiyatıÜrünlerinde
Başkaldırı Kavramı -Dr. Öğr. Üyesi Kürşad Öncül’ün eserleri
şüphesiz ki, ‘ilim beldelerimize’ tarihi irfan köprüleri
kuracak, günışığına kapılar açacaklardır. Edebiyat
dünyamızı, o dünyamızın tarihi şahsiyetlerini bizlerle
buluşturan muhterem hocamız Prof. Dr. Zeynep Kerman, bizlere
renkli edebi kişiliği ile bir döneme imzasını atan Osman
Fahri Bey’i anlatacaklardır… Elâzığ, Anadolu dergiciliğine
sahip çıkan haysiyetli duruşuna bir yenisini bu programla
zenginleştirmenin huzurunu yaşatacaktır. Akpınar dergisi ile
Niğde ilimizle edebi bir köprü kuracağız.Sesleriyle,
sözleriyle yaşadıkları döneme imza atan iki önemli şahsiyet;
Celal Güzelses-Enver Demirbağ, kendi dünyamıza, kendi
iklimimize, kendi geçmişimize bizleri taşıyan iki abide
şahsiyettir.Ahmet Hamdi Tanpınar; “Yemen türküsü ile ona
benzer türküler, Anadolu’nun iç romanını
yaparlar”,diyor.Bizim musikimizde; bu milletin zevkini,
estetiğini, inceliğini, sadeliğini ve bilumum güzelliklerini
o ses nağmelerinde büyük bir huzur ve sükûnet içerisinde
dinleyebilirsiniz!Celal Güzelses’ten Diyarbakır türkülerini,
Enver Demirbağ’dan Elâzığ türkülerini dinleyeceğiz.TRT
Diyarbakır Mahalli İcra Grubu ile Elazığ Musiki
Konservatuarı Derneği Harput Korosu birlikte türkülerimizi
yorumlayacaklar. O gönül dolusu his zenginliğimize; “Paşa
Demirbağ, Hasan Öztürk, Zülfü Demirtaş, Adnan Çilesiz”
ustalarımız ayrı bir çeşni katacaklar.Sözümüzün başına,
‘tarihi fırsat’ dedik…Cumhuriyet dönemimizin en özlü bir
çalışması olarak da, bu buluşmayı yorumluyoruz…Şüphesiz ki,
Elazığ Diyarbakır buluşması tarihe ayna tutacaktır. Her iki
şehir; Anadolu coğrafyamıza model olacak bir organizasyonla
da, ışıklı bir yolda birlikte yürüyecekler; kaynağını
cennetten alan Fırat ve Dicle ile yücelecekler… Hayretimiz
ve gayretimiz ne diyor; “Seyreyle aşk nehrini bozkırlara can
verir.”
Yücelmek dedik sözümüze, Elâzığ Diyarbakır; insanlık
tarihinde tevhit ve fazilet mücadelesinin önderleri ve aynı
saflarda yer alan peygamberler, şehitler, şühedalar,
sıddıklar ve veliler Şehri…Anadolu’yu tanımlarken, o tanımın
çerçevesinde neler diyoruz; üç
kıtanın birbirine en fazla yaklaştığı,tevhit
dininin doğduğu, tevhit ve fazilet mücadelesinin verildiği,tarihin
en şanlı coğrafyası…Elâzığ-Diyarbakır,
birçok benzerlikleri olan tarihin iki bahtlı, tahtlı ve
otağlı şehri…Diyarbakır,Mekke
ve Medine’den sonra,en
fazla sahabe makamına sahip!Peygamberimiz
(sav)’ın nur halkasından,onlarca
sahabe Diyarbakır’da yatmaktadır!Sahabe
ki,Kur’an,
onlar için;“En
hayırlı ümmet” diyor.Tarihte,işgal
ezikliğini yaşamamış;tarihin
iki sevdalı şehri,Diyarbakır
ve Elâzığ…Artuklu’nun
üç kolu;Diyarbakır,
Mardin ve Harput…O
kollar uzanır,Fırat’ın,
Dicle’nin gittiği yollardan…O kollar uzanır,Erzurum’dan
Halep’e… “Gazi
Belek Diyarı” olur,Haçlıya
karşı İslam’ın kılıcını kuşanır…O
kılıç sahibi,Kılıçaslan
gibi,Selahattin
Eyyubi gibi,bir
yürekli cihangir!Yürürken
Diyarbakır’da;Dağ
(Harput) Kapısı’ndan,tarihi
yaşar gibiyim…Surlar
üzerinde; matematik
veya geometrik bir hesap mıdır?Yuvarlak,
dörtgen, beşgen, altıgen şekillerde;82
burç sıralanır…Surlardan
nice kapılar açılır;Mardin’e,
Urfa’ya, Harput’a…Ve
yürürüm zamana;İbnülEzrak’ın,
İbrahim Gülşeni’nin,Molla
Çelebi’nin, H. Ragıp Müderris’in,Ahmet
Mürşidi’nin, Ali Emiri’nin, Ebu’l Kasım Amidi’nin,kalem
ve kelam rıhtımında…O
kalemler,‘Kalası’dır,
Diyarbakır’ın…Ziya
Gökalp, Süleyman Nazif,Cahit
Sıtkı Tarancı, Faik Ali Ozansoy’la,açılır
penceresi, kutlu şehrin…Yankılanır
o edebi seda,Sezai
Karakoç’un ruh dünyasında…Diyarbakır ve Elâzığ,gönlümüzün
iki bağı…Celal
Güzelses’ten Enver Demirbağ’a,bir
hoş seda yankılanır,gönül
dünyamıza…Kapılar; “hasretim”,
der! “Aç
gönül bağını”, der!”Köprüler;
”Kaldırın aramızdaki dağı”, der!Fuzuli,“Bağıban
bir gül için bin
hare(dikene) hizmetkâr olur.”Hz.
Mevlana’nın ilk durağı,Anadolu’da,
Elâzığ’dır…Elâzığ,gönüllerin
diyarıdır!Bizim
türkülerimiz;bu
toprağın,‘çığlığıdır…’Ondaki
nağme,çile
kervanına,‘Dert…’
içer!Bugün
Gazi’nin,“Şark
Bülbülü” dediği,Celal
Güzelses anılacak…Ve
Harput’u,
en
içli bir sedayla yorumlayanEnver
Demirbağ,dostları
tarafından yâd edilecek.Elâzığ
Diyarbakır buluşması;her
iki şehrin sanatçılarının,eserlerini
takdim günüdür.O
takdim gününde,tarih
bir daha dile gelecek. Dün ile bugünler arasında,‘Köprüler’
kurulacak.Sözün
özeti;irfan
bir köprüdür, sanat(kültür)
bir köprüdür,tarih
bir köprüdür…O
köprüde,bir
vatan,bir
büyük coğrafya vardır. Bilumum
sevgilerimizle büyüyen,en
ulu değerlerimiz vardır!
Varlığı veberaberliği
birlikte alkışlayan,iki
bahtlı ve tahtlı şehrimiz,Elâzığ
ve Diyarbakır…2011
yılının yürekli her adımına,merhaba
diyoruz…Merhaba demekle o kadar haklıyız ki,
bu güzel çalışma bir şehrin değil; iki şehrin bir saf
olduğu; nezih bir ortam veya iklimde sesiyle, sözüyle,
sohbetiyle hemhal olacağı erdemli bir buluşma!‘Erdem’kavramı,
büyük İslam mütefekkiri Farabi’yi hafızalara getirir.Farabi;‘Erdemli
Şehri’asırlar
öncesinden tarif ederken,ariflerin önüne de bir aksiyon
hareketi gösteriyor.“İnsanları
mutluluğu elde etmek için birbirlerine yardım eden toplum,
erdemli, mükemmel bir toplumdur. Bütün şehirleri
kendileriyle mutluluğun elde edildiği şeyler için
birbirlerine yardım eden bir millet, erdemli, mükemmel bir
millettir. Aynı şekilde erdemli, mükemmel evrensel devlet de
ancak içinde bulundurduğu bütün milletlerin mutluluğa
erişmek için birbirlerine yardım ettikleri zaman ortaya
çıkar.”Farabi, asırlar öncesinden,‘Erdemli
bir Şehir’yolculuğunda
bu milletin yürekli insanlarına tabii ve gösterişsiz bir
ufuk dairesi çiziyor. Farabi burada mükemmel bir tasnif ve
tasvir yaparken insan organizması ile şehir arasındaki
benzerliği ortaya koymaktadır;“Erdemli ve mükemmel şehir,
bütün azaları canlı varlığın hayatını sürdürmek ve onu bu
durumda devam ettirmek için birbiriyle düzen içinde
yardımlaşan tam ve sağlıklı bir bedene benzer. Vücudun
organları birbirinden farklı ve işlevleri birbirinden
üstündür. Beden için yönetici organ kalp ve ona yakın
organlar vardır. Bunların dışında derece bakımından ikinci
sıradaki organlar bulunur ki bunlar da birinci sıradaki
organların amaçlarına uygun fiillerde bulunurlar. Diğer
organlar da kendilerinin derece bakımından üst organların
amaçlarına uygun hareket ederler. Böylece, sadece
başkalarına hizmet eden, başkasını yönetmeyen organlara
kadar gidilir. Bedenin azaları arasındaki sistem, şehir için
geçerlidir. Şehirde âmir olan bir insan ve bu insana yakın
olan başka insanlar vardır. Bu insanlardan her biri,
kendileriyle âmirinin amacına uygun olarak fiilde
bulundukları bir kabiliyet ve melekeye
sahiptir”Elazığ’da.Son beş yıl içerisinde imkân ve desteğini
şehirden; bu şehrin bilumum kaynaklarından alan Manas
Yayıncılık; tabir yerinde ise kâh bir arı kovanı misali, kâh
karıncalar gibi ilim ve hikmetin şifresini kanatlarında
taşıyan bir kelebeğin ışığın etrafında raks edişindeki o
derinliğin edebiyle ve adabıyla, Elâzığ’da bir irfan mektebi
oluşturmanın hizmetkârlığına soyunmuş
bulunmaktadır.İnancımız ne diyor,“İnsanına,
ailesine, çevresine, yaşadığı şehre hizmetkâr olan aslında
oynadığı rol ile o soylu istikametin en tabii
efendisidir!Hz. Mevlana ne diyor;“Dikenden
gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür.Selviyi hür bir
halde yücelten kederi de sevinç haline sokabilir!”Hz.
Mevlana; “hakiki dostu hayat veren suya benzetmektedir.
Gönülden dostluk, ya da gönülde taht kuran dost, suyun
dünyaya hayat vermesi gibi, insanın manevi âlemine hayat
bahşeder. Gönül ayrılıkları gideren ve insanı kurtuluşa
erdiren bir dostluk merkezidir.”O dostluk merkezinde, iki
şehrin muhabbeti olacak…
Sözümüzü bu tarihi programın ismiyle anılmasına vesile olan
bir aşk ve gönül insanı şair ve yazar ve aynı zamanda da,
Elâzığ’ın ilk gazetesi Mamurat’ül Aziz gazetesinde şiirleri
ve yazıları neşredilen OsmanFahri’nin,‘Gençlik
Şarkısı’isimli
şiirinde; ses ve iç ahenk kadar ruhumuza sirayet eden bir
nasihat vardır… Merhaba diyoruz, şiire, sanata, edebi
yolculukta bir araya gelen her iki şehrin yürekli
birlikteliğine;merhaba…
Ömer Faruk Er
Ey genç, bil ki
Alın teri
Hem bugünkü, hem yarınki
Nâmusundur
Alın teri
Bir katre nur.
Nasırlı el
Kımıldatır
Ondan saadetler gelir.
Toprakları
Nasırlı el
Cennet yaptı!
Mutlak, ferdâ
Muzlim bir gün
Tehlike var senin için
Mutlak ferda
Senden arar
Aydınlıklar...
Haydi ey genç
Uğraş, didin
Bugün benim, yarınsenin
Bilgi, ey genç
Her damla ter
Altında gizler...
Alın teri
Nasırlı el
Hem bugünkü, hem yarınki
Namusundur,
Nasırlı el
Bir deste nûr!
1914-1920 yılları arasında Elazığ’da yaşayan yukarıdaki
dizelerin yazarı, hüznün şairi Osman Fahri için bugün burada
kitap tanıtım programı düzenliyorsak bunu, değerli bilim
adamı, hayatını ilme ve kitaba adayan, ülkemizin çeşitli
üniversitelerinde bu arada Elazığ Fırat Üniversitesi’nde
görev yapan, çalışkanlığı, ciddiyeti, dürüstlüğü,
yardımseverliği ve görev anlayışıyla örnek insan olan Prof.
Dr. Zeynep Kerman’a borçluyuz. Kendileri şu an aramızdadır
ve bu etkinliğin “Onur Konuğu” dur.
1942 yılında İstanbul'da dünyaya gelen. İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümünü bitiren Prof. Dr. Zeynep Kerman, akademik hayatı
boyunca çok sayıda öğrenci yetiştirmiş, gerek hocalığı,
gerek titiz birer araştırma ürünü olan eserleri ve inceleme
kitaplarıyla Türk edebiyatı sahasına önemli katkılar
sağlamıştır.
Kendilerini mikrofona arz ediyorum.Buyurun Sayın Hocam.
Prof. Dr. Zeynep Kerman
Sayın Valim, değerli meslektaşlarım, geleceğimizin
meslektaşları sevgili öğrenciler! Efendim, hazırladığım
“Osman Fahri Hayatı ve Şiirleri” adlı kitap umulmaz
tesadüflerin bir neticesinde ortaya çıktı. 1982 yıllarında,
yanılmıyorsam tarihçi İsmail Hami Danişmend’in eşi Hüsniye
Hanımefendi, hocam Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ı davet etmiş.
Kendisinde bir takım evrak varmış; bunları vermek istediğini
söylemiş. Hoca beni de götürdü bu hanıma. Bu hanım uzun
seneler başta Yahya Kemal olmak üzere çeşitli şairleri,
şaireleri, ilim adamlarını salonunda ağırlayan bir nevi
klasik dönemdeki ev sahibeleri rolünü oynamış bir hanım. O
gün uzun konuşmalardan sonra bize bir bavul verdi. Bu
bavulun içinde Ahmet Haşim’in mektupları, Şükufe Nihal’in
evrakı vardı. Bunların kendilerine nasıl intikal ettiğini
sordum. Şükufe Nihal, hayatının son yıllarını huzurevinde
geçiriyor, kalçasını kırıyor ve ondan sonra bir daha
yürüyemiyor, sakat kalıyor. Daha sonra konuşma yeteneğini de
kaybediyor. Bu Hüsniye Doğan Hanımefendi haftada bir iki
defa daima kendisini ziyarete gidermiş. Bu evrakı kendisine
veriyor ve diyor ki ileride bunları inceleyecek bir
araştırıcı bulursan bu evrakı ona devret, bunun içinde
Şükufe Nihal’in mektuplarını özellikle Faruk Nafiz
Çamlıbel’in Şükufe Nihal’e yazdığı 90’ı tarihli 20 kadarı
tarihsiz aşk mektubu.. Yine Osman Fahri adlı o zamana kadar
ismini hiç duymadığım bir gencin 3 tane şiir defteri, kurşun
kalemle eski yazıyla yazılmış, fakat belli ki yayına
hazırlamış bir takım mektup müsveddeleri, okunmaz halde
birtakım yazılar ve ölümünden az önce söylediği son sözleri.
Kim zapt etmiş bilmiyorum; başka bir yazıyla böyle birtakım
notlar buldum. Kimdir bu Osman Fahri? Onun peşine düştüm.
İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal, İbrahim Alaattin Gövsa’nın
Meşhur Adamlar Ansiklopedisi’ne dayanarak Osman Fahri’nin
Cenap Şahabettin ile Ali Nusret’in erkek kardeşleri
olduğunu, genç yaşta çıldırarak öldüğünü belirtiyor. İşte o
zamanın dergilerinde Arkadaş, Oyun ve Terbiye gibi
dergilerde yazı yazdığını, şiirleri olduğundan bahsediliyor.
İbrahim Alaattin Gövsa da tek matbu kitabının ağabeyi Ali
Nusret’in genç yaşta ölümü üzerine yazdığı “Mersiyeler”
olduğunu söylüyor ki Mersiyeler’in kapağında da elimizdeki
tek resmi bu, bu resim var. Bir çerçeve içerisinde, ben bu
bilgileri edindim, sonradan kendisinin öz kız kardeşinin
kızıyla tanıştım. Nurinev Tanman diye bir hanımefendi ve o
bana bu bilgileri biraz düzenledi. Cenap Şahabettin’in
babası Osman Şahabettin, Binbaşı Osman Şahabettin Bey şehit
düştükten sonra anneleri İsmet Hanım bir müddet sonra yine
Şahabettin Bey isimli biriyle evleniyor Osman Fahri bu
beyden doğuyor. Dolayısıyla anne bir baba ayrı kardeşleri
olduğunu öğreniyorum. Yine bu evrak içerisinde Cenap
Şahabettin’in küçük bir çocuğa hitaben yazılmış iki
mektubunu buldum. Bu mektuplar benim çıkış noktalarım oldu.
Cenap Şahabettin ile ilişkiyi görünce sonradan o mektup
müsveddelerinden hayatıyla ilgili birtakım belgeler buldum.
Bu bilgilere göre Osman Fahri genç yaşta kendisinden yaşça
biraz büyük olan ve ailece görüştükleri Şükufe Nihal’e âşık
oluyor. Fakat Şükufe Nihal o zaman Mithat Sander ile evli.
Mithat Sander ile Osman Fahri çok iyi arkadaşlar. Hatta
beraber dergi çıkarıyorlar. Osman Fahri bir arkadaş eşine
âşık olmayı kendisine yediremiyor. Ve ihtiyat zabiti olarak
önce Aydın’a daha sonra da Elazığ’a geliyor. Bu mektuplarda
Aydın’daki hayatıyla ilgili bir takım izlenimler var, mesela
gittiğinden bir ay sonra yazdığı mektuplar iyimser fakat
birkaç ay sonra yazdığı çok hazin. Orada cepheden cepheye
koşan, sefil olan, arkasında bütün sakat dönen veya
dönemeyen; aileleri perişan olan, göçmek zorunda kalan, asli
Türk unsuru ile askere alınmadığı için refah içerisinde
yaşayan, gittikçe zenginleşen ekalliyetleri mukayese ediyor
ve gerçekten o iki hazin durum yani ekalliyetle hakim
Türk’ün durumu kendisini çok yaralıyor ve bedbin oluyor.
Daha sonra Elazığ’a geliyor. Elazığ’da Mamuratü’l-aziz
gazetesinde bazı yazıları var, yine İstanbul’a da yazılar
gönderiyor. Ve burada Mehmet Mevlüt Bey ile ahbap oluyor.
Mezra’da (şimdiki Elazığ’ın o zamanki adı Mezra) -sizler
daha iyi bilirsiniz – Mezra’da bir beyin bağ evinde
oturuyor. Hatta bir gece bir musiki toplantısı yaptıktan
sonra çok dalgın ve üzüntülü olarak ilk defa kendisini
bedbaht eden bu aşktan söz ediyor. Nihal miydi diye soruyor
Mehmet Mevlüt Bey. Mehmet Mevlüt Bey ile arkadaş olmaları
gerçekten Osman Fahri Beyin unutulmaması ve bugünlere
gelmesinin bir sebebi. Bir süre sonra o evde bir buhran
anında beynine bir kurşun sıkıyor Osman Fahri ve ondan sonra
kurşun beyninde kalıyor, ancak ölmüyor. İstanbul’a
getiriliyor ve İstanbul’da Labey Fransız Hastanesi’ne
yatırılıyor, orada çıldırarak ölüyor. Bütün bu evrakı
Elazığ’da kalıyor. Mehmet Mevlüt Bey bu evrakı toparlıyor
kendi köyündeki evine götürüyor. Ancak bir süre sonra o ev
yanıyor. Kurtarabildiği evrak, benim elime geçen evrak.
Mehmet Mevlüt Bey bir süre sonra Şükufe Nihal’e bir mektup
yazıyor. 1940’lı yıllar olsa gerek. Osman Fahri’nin bu
durumunu belirtiyor. Kendisindeki bu evrakı Şükufe Nihal’e
verebileceğini söylüyor. Bunun üzerine evrakı gönderiyor.
Bir kaç yıl sonra Şükufe Nihal, Osman Fahri’nin yaşadığı
yerleri görmek üzere Elazığ’a geliyor o bağ evininin
bulunduğu yere saçından bir tutam kesiyor ve oraya gömüyor.
Son derece romantik bir tavır.
Ben böyle sağdan soldan, birtakım mektuplardan çıkardığım
şeylerle bir hayat hikâyesi kurmaya çalıştım. Ancak bir
romancının elinde olsaydı belki bu çok güzel
toparlanabilirdi. Ama ben romancı muhayyilesiyle doğmuş bir
insan değilim. Beklerim ki bir romancı bu Osman Fahri’nin
hayatını romanlaştırsın. Ancak ben bu vesileyle onun
yayınlamaya hazırladığı, belki çok görmek istediği ancak
göremediği şiirleri gün ışığına çıkarttığım için gerçekten
kendimi mutlu hissediyorum. Ve bu şiirler gösteriyor ki,
demin arkadaşımızın okuduğu şiir de gösteriyor ki Faruk
Nafiz’den önce ilk defa Anadolu’ya açılan İstanbullu şair
Osman Fahri’dir. Onun için bu kitap ortaya çıktı. Böylece
Osman Fahri de, Türk Edebiyatı’nda kendisine bir yer
edinebildi. O zamana kadar adı yoktu. Bu vesileyle Osman
Fahri’yi burada Elazığ’da hayatına son verdiği bu
topraklarda anmaktan hakikaten çok büyük bir mutluluk
duydum. Bu toplantıyı hazırlayanlara teşekkürler ediyorum.
Ve İnşallah kitap tekrar basılırsa Elazığ’da da okunma
fırsatı bulur. Teşekkür ediyorum.
Ömer Faruk Er
Prof. Dr. Zeynep Kerman ‘a teşekkür ediyoruz.
Manas kitap tanıtım şöleni olur da müzik olmaz mı?Kültür ve
Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu,
bizleri müzik bahçesinde küçük bir geziye çıkartacaklar.
Solist: Emrah Uysal
Ömer Faruk Er
Kültür ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği
Korosu’na teşekkür ederiz.
Milletlerin varlıklarını yücelterek devam ettiren, fikir ve
düşünce adamları vardır. Milletleri oluşturan fertlerin
örnek aldıkları bu önder ve örnek kişiler fikirleri ve
yaptıkları çalışmalarla mensup oldukları millete ufuk ve
hedef çizerler. Değerli hemşerimiz Fethi Gemuhluoğlu da
Anadolu kültürünün yetiştirdiği böylesine önder ve örnek
kişilerden biridir. Gemuhluoğlu mayasında var olan Harput
kültürünü sevgi ve hoşgörüyle besleyerek yakın tarihimize
yetiştirdiği değerlerle mührünü vurmuştur.
Onu en iyi tanıyan insanlardan biri de “Türkiye’nin
Muhtarı Fethi Gemuhluoğlu” kitabının yazarıSayın Rıdvan
Çongur’dur.
H. Rıdvan Çongur, 1932 yılında Bilecik'te doğdu. 1962
yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ni bitirdi.
1959'dan itibaren Ankara Radyosunda çalışmaya başladı. TRT
Diyarbakır Radyosu Müdürlüğü, TRT Yayın Tanıtma Planlama
Dairesi Başkanlığı, Başbakanlık Müşavirliği, Devlet Planlama
Teşkilâtı Yayın Temsil Müdürlüğü yaptı. 1982'de emekliye
ayrıldıktan sonra Anadolu, Gazi ve Selçuk üniversitelerinin
iletişim fakültelerinde ders verdi.
Şair, yazar Rıdvan Çongur’u yazmış oldukları “Türkiye’nin
Muhtarı Fethi Gemuhluoğlu” kitabının tanıtımını yapmak
üzere kürsüye arz ediyorum.
H. Rıdvan Çongur
Fethi Ağabeyi50 yıl önce tanıdım. O zamanlar henüz bir
üniversite talebesiyken Remzi Oğuz Arık’ın evinde
toplanılır, gece geç saatlere kadar sohbetler yapılırdı.
Fethi Ağabey ile bu dönemlerde 8-10 yıla yakın bir zaman
içerisinde gece saat ikilere, üçlere, dörtlere kadar
konuştuğumuz olurdu. Fethi Ağabeyin ben öğrencisiyim. Evet,
bu küçücük kitabın içerisine o büyük adamı koymaya çalıştım.
Ben Fethi Ağabey üzerine sorumluluk alıp buraya gelmişim.
Fethi Ağabeyin öyle sağla solla bir ilgisi yoktu. Bakın,
sözümü bağlarken benim sesim, ses tonum, vurgulamam sizi
uyuşturur, size dinlettiririm ben; ama Fethi Ağabeyi
dinleyeceksiniz.
İnsanın, insanlığın haline bak; sevgisiz, şefkatsiz, kupkuru
bir insanlık!Böyle şey olur mu? Bu insan yavruları kime,
hangi cemiyete, hangi sanata, hangi romana, hangi besteye,
hangi imana, hangi sağa, hangi sola, hangi insana hizmet
ediyor?Bunu düşünmeden millet olmak, devlet olmak mümkün mü?
Aydınlar Ocağı’ndaki o meşhur “Dostluk Üzerine” konuşması
kayda değer bir sohbettir.Bu oradan bir cümledir. Bu şiir
gibi bir nesirdir. Bu Fethi Ağabey nasıl adamdı?Kısa boylu,
tombulca falan, sarışın falan; hayır! Fethi Ağabey şiir gibi
bir adamdı.
Millet olmadan devlet olmak mümkün mü?Şefkat gitmiş, sevgi
kalkmış ortadan. Oysa biz sevgiyle yaratılmışız, biz
insanız. Biz sevgiyle döllenmişiz dero konuşmasında.Ne demek
sevgiyle döllenmek?Adam gibi fikrederek düşünsek sevgiyle
döllenmenin ne demek olduğunu biliriz. Bu cümleler aslında
bir şiir; dostluk adını taşıyan birşiir;
Omuzlamalı korkusuzca
Göğüslemeli bir ihtilal türküsü gibi
Bir ağızdan çağırmalı sıcağı sıcağına
Kanlı bir bayrak gibi
Burçlara asmalı
Yüksek olsun
Seren direklerine, zirvelere, bulutlara
Baş üstünde gezdirmeli
Neydi şiirin adı?Dostluk!..
Durdum ki hazmetsin kafalarınız. Ben bu satırları her
okuyuşumda biraz durup düşünürüm.Konuşmam bitmez. Ben
bitirdim.Başka bir buluşmamızda sizlere şiirlerde
okuyacağım.
Bu salonlarda daha çok olun.Bir iki sıra boşluk görüyorum.
Siz Elazığlısınız; ben gönül dostunuzum, gönül
hemşerinizim.Hepinizi kucaklar,muhabbetle öperim…
Ömer Faruk Er
Şair, yazar Rıdvan Çongur’a teşekkür ederim.
Diyarbakır, tarihin kadim kentlerinden birisidir.
İbn-ülEzrak, İbrahim Gülşeni, Molla Çelebi, Ahmet Mürşidi,
Ali Emiri, Ebu’l Kasım Amidi, Ziya Gökalp, Süleyman Nazif,
Cahit Sıtkı Tarancı, Faik Ali Ozansoy, Sezai Karakoç gibi
gönül ve fikir dünyamızın yıldızlarını yetiştiren bu kent
aynı zamanda Peygamberler, Şehitler, Şühedalar, Sıddıklar ve
Veliler şehri olarak da bilinir.
“Nebiler, Sahabiler Azizler, Krallar Kenti Diyarbakır”
kitabının editörlüğünü yapan ve bu kitabı yayına hazırlayan
Pof. Dr. Kenan Haspolat da aramızdalar. Prof. Dr. Kenan
Haspolat, 1954 Diyarbakır doğumludur.1978 yılında Ege
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olmuştur. Halen,
Dicle Üniversitesi Çocuk Hastanesi’nde Anabilimdalı Başkanı,
Tıp Fakültesinde Dâhili Tıp Bilimleri Bölüm Başkanı olarak
görev yapan Diyarbakır kültür ve tarihiyle özellikle
ilgilenen Prof. Dr. Kenan Haspolat’ı arz ediyorum.
Diyarbakır kadim bir kent. Medeniyetin beşiği olan bir
kentimiz
Dünyada tarih itibariyle okuryazar oranının en yüksek
olduğu, edebiyatın dünyada zirvede olduğu yer neresi diye
sorarsanız; sürpriz bir cevap ortaya çıkar:
M.Ö.1850 yıllarındaHurrilerin yaşadığı Diyarbakır.
Eskiden öyleydi de daha sonraki yıllarda farklı mıydı?
Diyarbakır’da valilik yapan Giritli Sırrı Paşa, “Diyarbakır’da
kalabalık bir ortamda gözünüzü kapatın, herhangi bir kişiye
elinizi değdirin. O kişi ya şairdir, ya edip.” der.
Diyarbakır’ın dünyaca ünlü surları için, 1046 yılında
Diyarbakır’ı gezmeye gelen İranlı gezgin Nasır-Hüsrev de der
ki; “Ben dünyanın dört bucağında Arap, Acem, Hind ve Türk
memleketlerinde birçok şehirler ve kaleler gördüm. Fakat
yeryüzünde hiçbir ülkede Amid kalesine benzer bir kale ne
gördüm; ne de başka yerde ‘bunun gibisini gördüm’ diyeni
duydum”şeklindeki düşünceleri kayda değerdir.
Diyarbakır Valiliği ve Dicle Üniversitesi’nin himayesinde
gerçekleştirdiğimiz 1.Uluslararası Nebiler,Sahabiler,
Azizler, Krallar Kenti Diyarbakır Sempozyumunda sunulan
bildirileri kitap olarak yayınlayarak okuyucuların
istifadesine sunmak istedik.
Diyarbakır’da Peygamber kabir ve makamları, Diyarbakır
Sahabeleri, Hıristiyanlık ve Yahudilik Yönünden
Diyarbakır’ın Önemi, Diyarbakır Tarihi ve Hüküm Süren
Hükümdarlar, Diyarbakır Mimarisi kitabın ana başlıklarıdır.
Kitap’ta 6 uluslararası, 44’e yakın ulusal tebliğ
bulunmaktadır.
Konuşmamın bundan sonraki kısmını müsaadeniz olursa bu
toplantı için hazırlamış olduğum sunum ile devam etmek
istiyorum.
………………………………………
………………………………………
Hepinize teşekkür ediyorum.
Ömer Faruk Er
Biz de Prof. Dr. Kenan Haspolat’a teşekkür ederiz.
“Vahiy Ortamından İlkeler”
adlı eserin yazarı Prof. Dr. Mehmet Soysaldı, 1962 yılında
Nevşehir’de dünyaya geldi. 1987 yılında Medine İslam
Üniversitesi’nden mezun oldu. 1995 yılında Fırat
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalına
öğretim üyesi olarak atanan fikir ve düşünce adamı Prof. Dr.
Mehmet Soysaldı, halen Fırat Üniversitesi’ndeki görevine
devam etmektedir. Kendilerini yazmış olduğu kitabı tanıtmak
üzere mikrofona arz ediyorum.
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı
Sayın Valim, Değerli Davetliler ve Sevgili Gençler! Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Kuran-ı Kerim Yüce Allah’ın
Cebrail vasıtasıyla âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz.
Muhammet (s.a.s.) vahyedilen yüce Allah’ın son kitabıdır.
Kuran-ı Kerim’in önceki kitaplardan farklı bir yönü vardır.
Önceki kitaplar, peygamberlere bir defada toplu olarak
vahyedilmesine rağmen Kuran-ı Kerim Hz. Muhammet (s.a.s)’e
23 yıl gibi bir süre içerisinde peyder pey vahyedilmiştir.
Tabii bunun çeşitli sebep ve hikmetleri vardır. Kuran-ı
Kerim, bazen 5 ayet, bazen 10 ayet ve bazen de kısa bir sure
şeklinde zaman aralıklarıyla indirilmiştir. Zaman zaman
çeşitli olaylar olmuş, Peygamber Efendimize (s.a.s.) sorular
sorulmuş vebu sorulara cevap olarak ayetler indirilmiştir.
Aslında 23 yıl gibi uzun bir sürede farklı farklı olaylarla
ilgili, farklı farklı konulardaki sorulara cevap olarak
indirilen bu kitabı okuduğumuzda, bu kadar zaman farklılığı,
olayların farklı olması, bize şunu hatırlatmaktadır.
Ayetleri ve sureleri arasında bir uyum, bir insicam olmaması
gerektiğini insan düşünebilir. Ama bugün Kur’an’ın
nüzulünden itibaren 14 asır geçmesine rağmen onu
okuduğumuzda sanki toplu olarak bir defada Hz. Muhammet
(s.a.s.)’evahyedilmiş gibi ayetleri, sureleri arasında bir
uyum, bir insicam ve bir mükemmellik vardır. İşte bu Kuran-ı
Kerim’in mucize olduğunu, Allah’ın kelamı olduğunu bize
göstermektedir.
Kuran-ı Kerim’in indirilişinin bir gayesi, bir hedefi
vardır. O hedef, insanları ve cinleri hidayete
eriştirmektir. Yani Kuran-ı Kerim, bir hidayet kitabıdır.
Kuran-ı Kerim evrenseldir. Bugün maalesef bazı talihsiz
insanlar, “Kuran-ı Kerim 14 asır önce inmiştir. Dolayısıyla
bugün 21. yüzyılın sonlarına hiç bir şey ifade
etmemektedir.” Diyerek tenkit etmektedirler. Onlara şunu
sormak lazım: “Kuran-ı Kerim’e baktığınız zaman 114 sureden
meydana gelmektedir. Ve 6666 ayeti vardır. Kuran-ı Kerim’de
bazı emirler, bazı yasaklar vardır. Onlardan birkaç tanesini
sizlere hatırlatmak istiyorum. Mesela Kuran-ı Kerim adaleti
emreder, Kuran-ı Kerim doğru ve dürüst olmayı emreder,
Kuran-ı Kerim araştırmayı emreder, Kuran-ı Kerim çalışmayı
emreder. Bununla birlikte bazı şeyleri de yasaklar. Mesela
Kuran-ı Kerim kasten adam öldürenin en büyük günah olduğunu
söyler ve Kuran-ı Kerim hırsızlığı yasaklar. Kuran-ı Kerim
zinayı yasaklar, Kuran-ı Kerim yalan söylemeyi yasaklar.
İşte Kuran’ı tenkit eden o insanlara şunu sormak lazım:
“Acaba bu ilkelerin, bu emirlerin ve yasakların hangisi bu
çağ insanı için uygun değildir? “ Akıllı olan hiçbir insan
şu emir veya şu yasak bizim için uygun değildir diyemez.
O halde Kuran-ı Kerim evrenseldir yani cihanşümuldür,
kıyamete kadar bütün insanlara ve cinlere hitap etmektedir.
O yüce Allah’ın ezeli kitabıdır. İşte biz, “ Vahiy
Ortamından İlkeler” adlı hacim olarak küçük fakat muhteva ve
içerik olarak zengin olan bu kitapçığımızda Kuran-ı Kerim’in
evrenselliklerini açıklamaya gayret ettik. Biz, bu
kitabımızda şöyle bir metot takip ettik. Kuran-ı Kerim’in
anlaşılmasına yardımcı olmak maksadıyla kaleme aldığımız bu
kitapta ilk olarak bir ayetin inmesinden önce ne gibi bir
olay meydana gelmiş; o olayı zikrettik. Buna biz tefsir
ilminde Esbab-ı Nüzül (nüzül sebepleri) diyoruz. Ayetin
nüzül sebebini naklettikten sonra bu olayın akabinde inen
ayeti orijinal metniyle ve Türkçe mealiyle verdik. Daha
sonra bu ayetin tefsirini, yorumunu yaptık. Daha sonra da bu
ayet, günümüz insanına, 21. yüzyıl insanına ne gibi bir
mesaj vermektedir; “Ayetten Çıkarılan İlkeler” başlığı
altında o ilkeleri madde madde sıraladık. Gayemiz yüce
Kuran’ın asrımızın insanlarına doğru olarak aktarılması ve
anlatılmasıdır. İnşallah bu gayemize ulaşmışızdır. Böyle bir
eseri yazmaya bizi muvaffak kılan Yüce Rabbimize hamdüsena
ediyor, yüce Allah’ın alemlere rahmet olarak gönderdiği
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.s.)’e salat ve selam
ederek sözlerimi bitiriyorum.
Ömer Faruk Er
Prof. Dr. Mehmet Soysaldı’ya teşekkür ederiz.
“Türk Dünyası Coğrafyasında Tespit Edilmiş Hayvan Masalları
Üzerine Bir İnceleme “adlı eserin yazarı Dr.Öğr. Üyesi Nedim
Bakırcı’dır.
Nedim BAKIRCI, 1973 yılında Elâzığ’ın Palu’da ilçesinde
dünyaya geldi. Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun oldu. 2008 yılında
Niğde Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Türk Halk Edebiyatı Anabilim Dalına
Yardımcı Doçent olarak atandı. Hâlen bu bölümde öğretim
üyesi olarak çalışmaktadır. Kendilerini “Türk Dünyası
Coğrafyasında Tespit Edilmiş Hayvan Masalları Üzerine Bir
İnceleme adlı eserini tanıtmak üzere kürsüye davet ediyorum.
Dr. Öğr. Üyesi Nedim Bakırcı
Sayın Valim ve sevgili konuklar.Böyle güzide bir toplantıyı
düzenleyen Manas Yayıncılığa, özelde M. Şener Bulut’a
teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türk Dünyası Coğrafyasında Tespit Edilmiş Hayvan Masalları
Üzerine Bir İnceleme adını taşıyan bu çalışmada Türk
dünyasından tespit edilen 317 hayvan masalı tarihî-coğrafi
metoda göre incelenmiş ve bu masalların tip kataloğu
oluşturulmuştur.
Konusu genellikle hayvanlar, ara sıra da hayvan ve insan
arasında geçen, dinleyenlere ahlakî bir ders veren ve nesir
şeklinde olan kısa metinler olarak tanımlanır hayvan
masalları.
Hayvan masalları insanoğlunun yaratılışıyla yaşıttır.
İnsanoğlu; ister vahşi olsun, ister evcil olsun hayvanlarla
ilişkisini hiç koparmamıştır. Evcil olanıyla tarlasını
sürmüş, yük taşımış, üzerine binerek yolculuk yapmıştır.
Vahşi olanını bazen zevk için bazen de kendine zarar verdiği
için avlamıştır. Bütün bu ilişkiye bağlı olarak hayvanlar ve
insanlara bağlı birçok hikâye teşekkül etmiştir. Bunlar
bazen bir avcı fıkrası, bazen de bir hayvan masalı olarak
karşımıza çıkmış ve günümüze kadar gelmiştir.
Her çocuk, yaşına göre ya masal anası olarak adlandırdığımız
ninelerimizden soba, tandır ve ocakbaşında; şimdi kalorifer
başında masal dinlemiş veya masal kitaplarından okunan
metinlerle büyümüştür. Bugün masal anası olmadığına göre ne
yapacağız? Tabii ki çocuklarımıza Manas Yayıncılık
tarafından basımı gerçekleştirilen Türk Dünyası
Coğrafyasında Tespit Edilmiş Hayvan Masalları Üzerinde Bir
İnceleme adlı kitapta yer alan hayvan masallarını
okuyacağız.
Kitapta Türk dünyası coğrafyasından tespit edilmiş 301 masal
metni yer almaktadır. Burada 16 masalın motif sırası yer
almakta metinlerine ulaşılamadığı için burada yer
verilmemiştir. Tabii bu kitabı elinize aldığınızda
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar geniş bir coğrafyada
yaşayan Türklerin masallarını bulacaksınız; hayvan
masallarını bulacaksınız. Bu kitapta her yaşayan insanın
okuyacağı ve sonucunda bir ders çıkaracağı metinleri
bulacaksınız özelliklede. Hayvan Masallarında ilk anda gülme
ve eğlenme esas gibi görünse de asıl amaç eğitimdir. Bu
masallarda sadece çocukların değil büyüklerinde ders alacağı
şeyler vardır. Mutlaka küçükler için anlatıldığı düşünülürse
de bu metinlerden bizlerin de ders çıkaracağı şeyler söz
konusudur.
Bu kitaptaki masal metinlerini okuyan çocuk, kendi hayatıyla
hayallerinde canlandıracağı hayatı birleştirecek;
çalışkanlığın, doğruluğun ve kahramanlığın mükâfatını;
kötülüğün, tembelliğin ve ihanetin cezasını buradan
öğrenecektir. Burada okunacak bütün masallar çocukları
iyiliğe, doğruluğa, çalışkanlığa teşvik ederken kötülükten,
ahlaksızlıktan ve tembellikten men edecektir. Bu metinleri
istersiniz çocuğunuza hoşça vakit geçirmek için okuyun,
ister yetişkinlere ders vermek için anlatın.Karar sizin.
Hepinize teşekkür ediyorum.
Ömer Faruk Er
Dr.Öğr. ÜyesiNedim Bakırcı’ya teşekkür ediyoruz.
Şair İbrahim Yavuz, 1958 Diyarbakır doğumludur. İlk ve orta
öğrenimini müteakip Ankara Gazi Üniversitesi Eczacılık
Fakültesi’ni tamamlamıştır.1986 yılında Diyarbakır’da
serbest eczacılığa başlamış. 1987 yılında 11. Bölge
Eczacılar Odası Başkanlığına seçilmiştir.TRT’de mahalli
radyo ve TV’lerde halkbilimci, araştırmacı, yazar kimliğiyle
edebî programlar yapmıştır. Ulusal ve mahalli basında şiir,
fotoğraf, karikatür ve öyküleri yayınlanmıştır. Üç adet
kişisel resim, bir adet fotoğraf sergisi açmıştır.
2010 yılında belgesel niteliği de olan ve Diyarbakır’da son
yüzyılın Sur içindeki sosyo kültürel yaşamını nakleden
“ŞehirÇocuği” adlı şiir kitabını yayınlamıştır.
“ŞehirÇocuği”kitabının tanıtımını yapmaküzereSayın İbrahim
Yavuz’u kürsüye davet ediyorum.
İbrahim Yavuz
Değerli misafirler;
benden önce kürsüye gelen bilge insanlardan sonra, bendeniz
aciz bir vatandaş olarak buraya çıkınca, hakikaten farklı
bir heyecan yaşadım.Tabiî ki burada olmanın cesaretini
köklerimizden alıyoruz. Ne kadar yaşımız küçükse de binlerce
yıldan süzülen, onca yılın görgüsüyle, terbiyesiyle ve
inşallah atalarımızın bize naklettiği asalete yakışır bir
şekilde satırlarımı oluşturmaya çalıştım. Ve bu kitabı yazma
ihtiyacı duydum. Kitabımda, daha çok kaybedilirse
üzüleceğimiz, sokakta çocukken oynadığımız; hâlâ anlamını
bilemediğimiz oyunları kaydettim.Size burada iki örnek
zikredeyim ki; sizde hak vereceksiniz.Ne demektir bunlar,
bilmiyoruz; ama çocukça oynardık: “lika lika kaba lika,
çaaarçiyaaar...” Ne bileyim, bunları oyunlarımızda
kullandık. Belki Elazığ’dan, belki Van’dan, belki de komşu
şehirlerden. Oralarda hüküm sürmüş kültürlerden. Onlardan mı
geldi, yoksa bizlerin çocukça uydurduğumuz şeyler miydi;
bilmiyoruz. Biz oynarken kullanıyorduk işte.
Kitabımızda biraz sokağı… Biraz da, kale gibi dışa kapalı,
içe dönük yaşayan Diyarbekir evlerinde yaşananları
nakletmeye çalıştım. Çünkü günümüz insanı, surlarla çevrili
ve düşmanlardan korunmak üzere tasarlarmış yapıların dışına
taştı. Artık apartmanlarda, villalarda, yazlıklarda
yaşıyoruz ve global bir dünyada kültürlerimizde harmanlanıp,
hiç alakamız olmayan kültürleri yaşar olmaya başladık.Artık
çocuklarımız rap müzik dinliyor, metal takılıyor. Kitabım
bir nebze olsun raflarımızda yerini alınca, inşallah
büyüklerimiz de sıkıldıkça ellerine alır, çocuklarına,
torunlarına okurlar.
Diyarbakır öyle bir şehirdir ki, bir değerli ağabeyimiz;
Elazığ Hazar Şiir Akşamları’nı düzenleyen ekipten bir
arkadaşımızdan oldukça bir elektrik aldım. BenDiyarbekir’i
Elazığ ile sanki husumeti olan bir şehir olarak
algılıyordum. Buradaki sıcaklığı görünce biraz daha
inceledim ve nihayetinde birkaç davette bu değerli insan ile
birlikte olduk. Hazar Şiir Akşamları’nın dışında
Afyon-Sandıklı’da Anadolu Yunus’tur Şiir Şöleni’nde bir
araya geldik ve bir baktım ki o kadar çok ortak yönümüz var
ki… Ama birbirimizden haberimiz yok.
Bir kuvvet, bir şekilde araya bazı engeller koymuş; iki
kardeş şehri ve kültürü dağların arkasında birbirinden uzak
tutmaya çalışmış.
Bugün burada tanık oldum, demin üstadımız söyledi; Azer
Aleyhisselam, İbrahim Aleyhisselam’ın babası ( Bu arada biz
Hazar Baba diyoruz.) Elazığ ve Diyarbakır arasında bir dağ
vardır. O dağın eteklerinde ise, Hazar Gölü. İşte bu göl,
adını Azer Baba’dan alıyor.
Bütün bu olumsuzlukları kırıyor Diyarbakırlılar ve
Elazığlılar.Orada aynı sofrada, aynı çatıların altında, aynı
ateşin etrafında buluşturabiliyor. Bütün her şeye inat bu
manevi havanın hükmü sürüyor. Benim bir şiirimde
de Diyarbakır’ın hoşgörüsünü anlatmışım. İzniniz olursa iki
satır okuyalım:
O nasıl bir hoş görüdür ki
Asırlardan süzülmüş gelir
Sağı solu olsun farketmez
Bütün komşular baştacıdır.
Sofralar herkese açıktır
Doyumsuz sohbetler de öyle
Şaireler kesilir Eşbah’tan
Bu gün de velime sırası bizde
Evinde ne pişirebilmişse yollar
Cebinde kuruş yoksa da zorlar
Canı çeker der, komşuma kokar
Paylaşır, alır komşudan dualar
Misafirsiz sofraya oturmaz
Bilir ki odur bereket veren
Bu şehr-i Diyarbekir’dir ki
Beşbin yıl bedene hayat veren
Bu Diyarbekir, binlerce
yıldan gelen kültürle bugün topraklarında yaşayan insanlara
beşiklik yapıyor. Kimdir bu Şehir Çocuği? Şehir çocuğunu
tanıtayım dedim. Kitabıma isim babası olan şiirimden, izin
verirseniz birkaç bölüm okuyayım:
Bir istersen
Binın verir
Namus hariç
Canın verir
Hakikatliye
Mülkün verir
Derdini dert
Eder erir
Muhabbetin
Hatrına olur hasır
Zeval gelirse
Dostuna müteessir
Surların sesidir
Diclenin nefesi
Hevsel’in efendisidir
Cigerimin köşesi
O Diyarbakır uşağidır
Şehirçocuğidır
Sözünün kölesidir
Sevgiye esir...
Teşekkür ediyorum.
.
Ömer Faruk Er
İbrahim Yavuz Beye teşekkür ediyoruz.
Sırada Şiire Yansıyan Bir Diyarbakır Hatırası ile şairR.
Mithat Yılmaz var.
Buyurun Mithat Bey.
R. Mithat Yılmaz
40 yıl önce Diyarbakır ilinin Silvan ilçesine bağlı İncesu(Tilmin)
köyünde iki yıl öğretmenlik yaptım. O yıllarda yazmış
olduğum bu şiir 26 Ocak 1971 tarihli Diyarbakır’da
münteşirYeni Şark Postası gazetesinde yayınlanmıştı.Daha
sonra da bu şiir, Silvan’da tek yaprak olarak yayınlanan
Silvan gazetesinde çıktı. Şimdi o şiiri tek harfine
dokunmadan sizlere sunmaya çalışacağım:
İNCESU-TİLMİN KÖYÜ
Burası Silvan.
Bir çizgi çek doğuya,
Asfalt bir çizgi çek.
Yedi kilometre yürüt ve dur.
Bir levha dik kenarına yolun;
“İncesu Köyü” yaz üzerine,
Sağa dön.
Hakkâri’de
Zap Suyu geçit vermez, deme.
Sallarla, keleklerle
Bir adam geçir.
Döndür dolaştır da yolunu
İncesu’ya getir.
Büyüsün İncesu;
Taş taş, hücre hücre.
Kocadutun, göklerde yankılanan türküsü
Deeh, edip gider yüzyıl öncesine.
Burası İncesu.
52 baca tüter sabah-akşam
52 ağız güvercin türküsü.
Ak dumanlar üfler tatlı aş pişen ocaklar
52 ak taşlı ev
Doğanın 52 süsü.
Toprak damlarında loğlar
Bir yumruk gibi oturur.
Başı melesli,
Kiraslı bir kadın tandıra ekmek,
Toprağa tezek vurur.
Şarpa örtünmüş ya o kız;
Ak elleri gibi ak yüreği var.
Yaz olunca tütün kırar,
Kış olunca tütün dizer.
İncesulu bir ihtiyar;
Başında küm,
Ayağında şalvar.
-Böylesi, İncesu’da artık az var-
Önünde kara öküz,
Kara saban;
Kara toprağa, kan-ter
Kara nohut, mercimek
Buğday, arpa, şedenek eker.
Kuzeyde,
TuristikHasun Mağaraları.
Köyde tek çeşme, tek oluk.
Çeşmenin yanıbaşında
Kavak ağaçları var.
Çıplak, yanık, yağız Zinar-ı Reş Dağı
Raman, Batman, petrol kokar.
Koçak Dağı’nın yukarısında
Gür meşelerin altında
Şeyh Hüseyin yatar.
Burası İncesu.
Bire üç, bire dört ürün;
Bire yüz sevgi, saygı,
İnsanlık…
Gökler ne hoş mavi,
Rüzgârlar serin.
Rüzgârlar ne hoş mutluluk.
Gökler ışık!
Işık!..
Işık!..
Saygılarımla efendim
Ömer Faruk Er
Şair R. Mithat Yılmaz’a teşekkür ediyoruz.
Dr.Öğr. ÜyesiTamer Kavuran, 1970’te Elazığ’da doğdu. Küçük
yaşlarda dedesinin yapmış olduğu hat çalışmaları ve
Osmanlıca yazıları onun büyük ilgisini çekmiş, aynı zamanda
Harputlu olan dedesinin anlattığı Harput’taki yaşam
hikâyeleri onun Harput’a olan ilgisini artırmıştır. Bunu,
daha sonraki yaşlarda yazmış olduğu şiirlerde açıkça
görmekteyiz. Annesinin resme olan ilgi ve becerisi de
sanatçının resme yönelmesinde çok etkili olmuştur.
1992’de İnönü Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim-İş
Öğretmenliği Grafik Ana Sanat Dalından mezun olan Tamer
Kavuran, halen Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
Görsel İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı ve Öğretim Üyesi
olarak çalışmaktadır.Dr.Öğr. ÜyesiTamer Kavuran’ı,Mor Gölge
adlı şiir kitabını tanıtmak üzere mikrofona davet ediyorum.
Dr. Öğr. Üyesi Tamer Kavuran
Kıymetli misafirler, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sanatın
biraz sosyolojik boyutundan söz etmek istiyorum.Sanat
sosyolojik açıdan baktığımız zaman özellikle kültür ve
sanat, ılıman iklimlerde daha çok gelişiyor.Bizler bu
coğrafyadayaşadığımız için aslında şanslıyız.Binlerce yıllık
bu kültür ve sanat içerisinde olmamız bizleri mutlu
etmiştir.
Mor Gölge şiir kitabıma gelince.Birazönce konuşan şair
arkadaşımız Mithat Yılmaz Bey’e özellikle teşekkür etmek
istiyorum. Yazmış olduğum bu şiirleri çok güzel tahlil
etmişler. Manas Yayıncılık çatısı altında yapmış oldukları
konuşmalarında bunu sizler de dinlemişsinizdir. Dinlememiş
olanlar, kitabıma aldığım bu konuşma metnini oradan
okuyabilirler.
Aslında,ben, resimle duygu ve düşüncelerini aktaran
biriyim.Bir de yazı ile deneyeyim dedim ve bu şiirler ortaya
çıktı.Yani resmi kelimelerle denemiş oldum.
Mor Gölge şiir kitabımda yer alan ilk ve son şiirlerimi
okuyarak konuşmama son veriyorum:
HAYKIRIŞ GRİ GÖLGELERE
kum ve kerpiç
duvardaki turuncuda erir
sonra gölgeler düşer
bir
bir
yeşil çöker hasretle taşlara,
taşlar erir mi dersin gözyaşlarına.
kim bilir belki yeniden
kabarır yürekler
ve
harç yoğrulur
akan kum saatine inat...
***
Şimdi de Harput’umuzun tarihini ve kültürel yapısını
kelimelerle resmeden bir şiir:
HARPUT AĞLAR
Harput edalı bir çınar
Sevdası yüreklere can katar
Yeri ğöğü birleşmiş
Turuncusu aluçlarında çiçek açar
Isıttıkça yağmurları bedenler yanar
Gözleri karadut Harput’umun bakar
bakar mezar taşlarına
Ölümler kekik kokusu çeker
Dalıpda giderim mezarların başına
Bir yaş gelir
bir sevda biçerim kumaşından
Müstesna bir sevgili Harput bakar
bakar Dipsiz Göl’e
Onunla söyleşir
Onunla ağlarım
Bakışlarında edalı nevruzlar boşalır
Bir birBuzluk sıcağına, Göllü Bağına
Gizemli nağmeler düşer
Uhrevi ruhunla söyleşir
Ben ağlarım Harput ağlar
***
Bu şiir kitabımın oluşmasında emeği geçen herkese teşekkür
eder saygılarımı sunarım.
Ömer Faruk Er
Dr.Öğr. ÜyesiTamer Kavuran’a teşekkür ederiz.
Doç. Dr. Âdem TUTAR,
1964 yılında Adana ili Kozan ilçesinde doğdu. Erciyes
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 1987 yılında mezun
oldu. 1997 tarihinde Fırat Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi’nde İslam Tarihi Bölümü İslam Tarihi Anabilim
Dalı’na Yardımcı Doçent olarak atandı. Halen Fırat
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak
görev yapmaktadır. Yazmış oldukları,
XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Kozan Sancağı adlı kitabı
tanıtmak üzere kendilerini davet ediyorum.
Doç. Dr. Âdem Tutar
Değerli konuklar, konuşmama başlamadan önce hepinizi
saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Ayrıca böyle bir
toplantının yapılmasında emeği geçen başta Şener Bey olmak
üzere bütün Manas ailesine teşekkürlerimi arz ediyorum.
Benim yazmış olduğum “19. Yüzyılın İkinci Yarısında Kozan
Sancağı” adlı eser Giriş bölümü ve üç ana bölümden
oluşmakta. Giriş bölümünde bölgenin tarihi ve coğrafi konumu
irdelenmiştir. Birinci bölümde bölgenin idari yapısı ele
alınmakta, 1856 tarihinde yapılan Kırım Savaşı’ndan sonra
Osmanlı Devleti her yönden sıkıntı çektiği gibi özellikle
askeri bakımdan büyük bir sıkıntı çekmektedir. Bu sebeple
1864 yılında bir karar alınıyor. 1865 yılında faaliyete
geçmek üzere Fırka-ı İslahiye adlı bir özel kuvvet
oluşturuluyor. Bunun başında o günün önemli simalarından
Derviş Paşa askeri kanadı oluşturuyor. Diğer taraftan da
Ahmet Cevdet Paşa Mecelle’nin de yazarı olan son dönem
Osmanlı âlimlerinden o da sivil kişilerin başında yer
alıyor. Kozan Sancağı’nın oluşturulması öncesinde Fırkaı
İslahiye Amanoslardan bugün Gavurdağı olarak tabir edilen
bölgeden başlayarak o bölgedeki ıslah faaliyetlerini
tamamladıktan sonra Kozan dağına geçecektir. O dönemde Kozan
bölgesi ve diğer yerler derebeylik idaresi altında oldukları
için, Osmanlı, oralara nüfuz edemiyor. Buralardan vergi
alamadığı gibi Kırım Savaşı öncesinde asker talebinde
bulunmuş fakat orada kendilerine göre bir idare tesis etmiş
olan derebeyleri asker de göndermemiş.Bunun ayrıntıları
kitapta var.
İkinci bölümde iktisadi yapıyı ele aldık. Her ne kadar Kozan
Sancağı’nı ele almış isek de Çukurova’nın büyük bir bölümü o
zaman Kozan Sancağı idari alanında yer aldığından Çukurova
bölgesinin iktisadi tarihi hakkında da bu bölümde bilgiler
bulunmaktadır.
Üçüncü bölümde sosyal yapıyı inceledik. O günkü
toplulukların, özellikle dini yönden baktığımızda Hıristiyan
ve Müslüman nüfustan meydana geldiklerini görmekteyiz.
Sancak dâhilinde mevcut Müslüman nüfus yoğun olarak
bulunmakla birlikte Türklerden oluşmakta. Hıristiyan nüfus
olarak Ermeni nüfus çoğunlukta.Bir de Rum Ortodoks nüfus
bulunmaktadır.
O dönemde sosyal yapıya baktığımız zaman derebeylik ortadan
kaldırıldıktan sonra yapılan idari düzenlemelerde bir takım
gelişmeler oluyor. Her toplum kendi hayatını sürdürüyor ve
toplumlar arasındaki ilişkilere baktığımız zaman gayet sıcak
ilişkilerin mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Van’da
ve bazı bölgelerde Ermeni olayları olmasına rağmen Kozan
Sancağı’ndaki Müslüman Türk ahali ile Ermeniler arasında bir
olay olmadığı görülmektedir. Hatta 1909 Adana olaylarının
Kozan’a sıçraması tehlikesi ortaya çıkınca hem Ermenilerin
ileri gelenleri hem de Kozan’ın ileri gelen âlim ve eşrafı
bunu engelliyor ve Ermeniler Tehcir’den dönünceye kadar her
hangi bir olay olmuyor.
Bölgede tarihi süreçte bir Ermeni baronluğu kurulmuştu.Bu
nedenle Kozan yöresi Ermeni nüfusun yoğun yaşadığı bir
bölgedir.Hatta Adana vilayetinin diğer sancaklarına oranla
Kozan Sancağı en fazla Ermeni’nin bulunduğu yerdir. Fakat ne
yazık ki Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin
yenilmiş sayılması neticesinde Tehcir’den dönen Ermeniler
Fransızların himayesinde daha başka bölgelerden de
Ermenilerin gelmesiyle orada Müslüman Türklere karşı zulüm
faaliyetlerine başlayınca tabi bir karşı tepki
gösterilecektir.
Osmanlı döneminde Müslüman ahali Türk, Laz, Çerkez, Kürt
hepsi Müslüman olarak tanımlanmakta. Rum, Ermeni vd.
Hıristiyan unsurlar da Gayrimüslim olarak ifade
edilmektedir. Bölgedeki Türklerle yüzyıllar boyunca bir
arada yaşayan Ermeniler zamanla misyonerlik faaliyetlerine
maruz kalacaklardır. Misyonerler 1894 yılında Kozan
Sancağı’nda en yoğun Ermeni nüfusun yaşadığı Haçin
(Saimbeyli) kazasına geldiklerinde oradaki Gregoryen
Ermeniler tarafından tepkiyle karşılandığı gibi taşla ve
sopayla kovulacaktır. Fakat yoğun misyonerlik faaliyetleri
neticesinde ve Osmanlı idaresinde merkezi otoritenin
güçsüzlüğünden dolayı zamanla bu işlerin önü alınamaz hale
geliyor. Bunun sonucunda asırlar boyu aynı coğrafyada bir
arada yaşayan Müslüman ve Hıristiyan unsurun çatışmasında
her iki taraf da büyük kayıplar veriyor.
Bizim bu tarihi olaylardan çıkaracağımız dersler var.
Günümüzde de bir takım oyunlar o dönemlerde olduğu gibi
oynanıyor.Bu konuda bilinçli hareket etmek; hele hele aynı
dine mensup Anadolu insanının bin yılı aşkın sürede ortaya
koyduğu ortak kültürün farkında olmak ve bu kültürü birlikte
yaşatmak gerekir. Bu kültürün oluşturduğu birlikteliği daha
da çoğaltarak dış dünyaya karşı gerekli cevabın da verilmesi
gerekiyor.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ömer Faruk Er
Doç. Dr. Âdem Tutar’a teşekkür ederiz.
Mevlüt Mergen, 1944-Diyarbakır doğumlu. 1953 yılında
Diyarbakır’da münteşir “Demokrat Yeni Yurt” gazete ve
matbaasında çalışmaya başladı. Daha sonra “Şehir ve Yeni
Şark Postası” gazete ve matbaalarında çalıştı.1970 tarihinde
Diyarbakır Tıp Fakültesi Matbaasında göreve başladı. Bu
kuruluştan 1994 yılında emekli oldu. Sonra Yeni Yurt
gazetesinde fahri olarak köşe yazarlığı yapmaya başladı.
Hâlen bu gazetede “Söyleşiyorum” başlıklı köşesinde günlük
yazılar yazmaktadır.Mergen’i yazmış oldukları “Bibi’nin
Diyarbekir Feryadı” adlı kitabı tanıtmak üzere mikrofona
davet ediyorum.
Bir ananın yavrusunu kaybetmesi anında, nasıl feryadı figan
ettiğini az çok biliriz. Feryadı anında neler söyler,
ağzından ne gibi kelimeler çıkar;kendini kontrol edemez. O
bakımdan o feryad-ı figanı duyanlarda o kadına yardım
ederler. Çocuğunu bulmaya çalışırlar.
Bir Diyarbekirli olarak Diyarbekir’de yitirdiğimiz
güzellikleri, yitirdiğimiz kültürel zenginliği, yitirdiğimiz
tarihi yapıları düşündükçe yerlerine baktıkça aynen o
çocuğunu kaybetmiş ana gibi feryat etmekten kendimi
alamadım. Alamadığım için duygularımı önce şiirşeklinde
kitaplaştırmaya çalıştım. Şair olarak bir iddiam yok; ama
içimden gelenleri satır satır yazmaya çalıştım.Bütün bu
yazdıklarımı sağ olsunlar TRT Diyarbakır Radyosundaki
dinleyicilerin ve okuyucularımın istekleri doğrultusunda
kitaplaştırdım. İlk kitabım “Sende Arıyorum Diyarbekir’i” ,
ikinci kitabım az evvelde bir kitap vesilesiyle
anlatıldı;“Manzum DiyarbekirHikâyeleri” ve son kitabım
“Bibinin Diyarbekir Feryadı” yayınlandı.
“Bibinin DiyarbekirFeryadı”adlı bu son kitapta Diyarbakır’ın
güzelliklerini anlatmaya çalıştım. Mesela bugün
Diyarbakır’da bir DörtAyaklıMinare vardır. Ama ondan çok
daha önce yapılmış bir Muallak Camii vardır. Evliya Çelebi
bu camiyi anlatırken derki; minaresi 5 ayak üzerindedir ve 5
ayağı görmek de çok zordur.Çok dikkat edilerek bakıldığında
görülebilir.Bu minare İslamiyet’ten önce yapılmış çok yüksek
bir yapıdır. Belki bir anıttır, belki bir dikili taştır ama
Müslümanlar Diyarbekir’i aldıkları zaman yanına bir cami
yaparlar ve adınada Muallak Camii derler. Biz bu caminin
yerine baktığımız zaman sadece bir levha görürüz; Muallak
Sokak diye. Tabii ki feryat eder, nerede bu Muallak Camii
deriz.
Urfa’da bir Balıklı Göl görürüz. Geliriz Diyarbekir’e;
Evliya Çelebi bize dedikiDiyarbekir’deki balıklar bir
ziyarettir.Kimse yemez, yese ölür.Çeşitli hastalıklara
uğrar. Padişah 4. Murat,Diyarbekir’de Şeyh Rumi Hazretlerini
şehit ettirdiği zaman balıklar kana bulandı, kıpkırmızı oldu
suyu, der. Böyle anlatır.
Şimdi gelde bu güzellikleri, özellikleri öğrende feryat
etme. Biz Diyarbekir için yaptığımız feryadımızı böylece
dile getirdik. Kitabımızın birinci baskısı tükenmek üzere.
İnşallah ikinci baskısının hazırlığını yapıyorum.
Ben sözü uzatmak istemiyorum; konuşmamı burada tamamlamak
istiyorum. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum,
teşekkür ediyorum...
Dr.Öğr. ÜyesiKürşat Öncül,1974 tarihinde Elazığ’da dünyaya
geldi. 1997 yılında Hacettepe Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu.
Kafkas Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nde görev aldı.
Halen aynı fakültede öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Yazarın, çeşitli dergilerde yayınlanmış makaleleri ulusal ve
uluslararası sempozyumlarda sunduğu bildirileri de
bulunmaktadır.
Eski Türk Kültürü ve Halk Edebiyatı Ürünlerinde
Başkaldırı Kavramı
adlı kitabını tanıtmak üzere kendilerini mikrofona davet
ediyorum.
Dr. Öğr. ÜyesiKürşat Öncül
Bu saate kadar bizleri beklediğiniz, bizlerle beraber
olduğunuz için hepinize teşekkür eder, son konuşmacı olarak
vaktinizi almayacağımı ve sabrınızı taşırmayacağımı
belirtmek isterim.
Halk Edebiyatı
çalışmaları bir yönüyle 100 yıllık bir geçmişe, bir yönüyle
ise 30 yıllık, 40 yıllık bir geçmişe sahip.1975’ten sonraki
yıllarda Halk Edebiyatı akademik camiada yayınlanmaya
başlıyor. Doktora çalışmaları yapılmaya başlıyor. Ancak halk
edebiyatıyla uğraşıyorum dediğinizde bizlere yönelik olarak
çevremizdeki insanlar masallarla, efsanelerle, fıkralarla
uğraştığımız için çeşitli eleştiriler de getiriyorlar. Ben
bu çalışmamda, bu söylemleri kırmak amacıyla farklı bir
bakış açısıyla hareket etmek istedim. Masallardan,
efsanelerden, mitlerden, destanlardan hareketle
kolektifbilincimizibireysel bilincimizi bizleri bir kültür
etrafında toplanmamıza aynı değerlerle aynı hamur içerisinde
yoğrulmamıza neden olan unsurları devlet, siyasal başkaldırı
sosyoekonomik sosyopolitik açılardan harmanlamaya çalıştım.
Doğrusu ilk etapta oldukça zorlandım. Çünkü Türkiye’de
başkaldırı kavramına yönelik söylemler daha ziyade politik
merkezli olarak çalışılmış uzun yıllar boyunca. Bundan
dolayı öncelikle tarih, ardından sosyoloji, politika gibi
farklı alanlara yönelmem gerekti. Ancak bunların sonucunda
bir masalın, bir efsanenin binlerce yıllık bir kültüre sahip
olan Türk kültürü içerisindeki sosyoekonomik ve sosyopolitik
yönlerini ortaya koymaya gayret sarf ettim ve belirli
oranlarda da olsa bunun bir ilk adımını attığımı
düşünüyorum. Eseri incelediğinizde muhtemelen bir masalın
neler çağrıştırabileceği konusunda farklı algılamalarınız
olacaktır. Eğer bu farklı algılamalara sahip olursanız halk
edebiyatı ya da bir masal, bir efsane, bir bilmece, bir
atasözü sizin için artık çok farklı yönleri olan çok farklı
bakış açılarına sahip olmanızı gerektiren sözlü kültür
ürünleri olarak karşınıza çıkacaktır. Hepinize beni
dinlediğiniz için teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum.
Ömer Faruk Er
Dr.Öğr. ÜyesiKürşad Öncül’e teşekkür ederiz.
Sevdası, Anadolu coğrafyasında birliği, dirliği canlı
tutarak Türk fikir ve düşünce dünyasına hizmet etmek; maddi
ve manevi birikimlerini gelecek nesillere aktararak geçmişle
gelecek arasında köprü kurmak olan “Akpınar”dergisini
yaptığı çalışmalardan dolayı kutluyoruz.
İsmail Özmel,18 Aralık 1933’te Niğde’de dünyaya geldi.
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1959 yılında mezun
oldu. Bir süre öğretmenlik yaptı. Serbest Avukat olarak
çalıştı. İlk şiiri 1952 yılında “Türk Sanatı”
dergisinde ve Elazığ’da münteşir Uluovagazetesinde
1953 yılında yayınlandı.
İsmail Özmel,yayın
hayatına Ocak-Şubat 2006’da başlayan Akpınarisimli,
iki ayda bir yayımlanan, kültür, sanat ve edebiyat
dergisinin imtiyaz sahibidir.
Değerli konuklar; Sayın İsmail Özmel, dün akşam
rahatsızlandı ve maalesef Elazığ’a gelip bu toplantıya
katılamadı. İsmail Özmel Hocamıza geçmiş olsun dileklerimizi
gönderiyoruz. Sayın Özmel’in yerine Akpınar dergisi
hakkındaki konuşmayı derginin Genel yayın yönetmeni Yrd.
Doç. Dr. Nedim Bakırcı yapacaklardır. Buyurun Nedim Bey.
Dr. Öğr. Üyesi Nedim Bakırcı
Değerli konuklar; hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.Biz
Niğde’den Elazığ’a dergimizin sahibi İsmail Bey’le birlikte
gelecektik.Ancak Özmel, otobüsümüzün kalkacağı saatlere
yakın bir zamanda küçük bir rahatsızlık geçirdi. Oğlu doktor
olduğu için biraz hassasiyet gösterdi ve o yüzden Elazığ’a
gelmesine müsaade etmedi.Selamlarını sizlere iletmemi
istedi. Hepinizi saygıyla selamladığını da söyledi.
Efendim, Akpınar dergisi 2006 yılının Ocak ayında yayın
hayatına başlayan bir dergi, iki ayda bir yayınlanıyor.
Tabii nasıl ki Manas Yayıncılık Elazığ için kültür mahfili
oluşturan bir kuruluş olarak karşımıza çıkıyorsa Niğde’de de
İsmail Özmel’in vasıtasıyla ortaya konulan bir çalışma veya
bir oluşum Akpınar dergisi. Bu kültür mahfilini de Niğde’de
Akpınar sağlıyor. Bu yönüyle de bir boşluğu doldurması
bakımından önemli bir çalışmadır Akpınar dergisi. Tabii bu
beş yıllık zaman içerisinde birçok alanda yazılar
yayınlandı. Türkiye’nin birçok üniversitesinden
akademisyenler bu dergiye yazı gönderdi. Bunların yanı sıra
düşünce adamlarımız, fikir adamlarımız, şairlerimiz lütfedip
dergimize eserlerini gönderdiler. Bizde bu yazıları
dergimizde yayınlamayı bir görev bildik. Akpınar dergisi
yazı ailesi içerisinde yer alan şair, yazar ve düşünürleri
burada sıralasak zamanımızı alacak.Ancak birkaç isim
zikretmek isterim.Bunlar içerisinde Saim Sakaoğlu, Tuncer
Gülensoy, Sadık Kemal Tural, Nazım Hikmet Polat, Nurullah
Çetin, Ali İhsan Kolcu, Nevzat Özkan, Elazığ’dan Ercan
Alkaya, Nadir İlhan, yine aramızda bulunan değerli şairimiz
H. Rıdvan Çongur, Hasan Özçam, R. Mithat Yılmaz; yine
değerli büyüğümüz Şükrü Kacar ve daha birçok isim
zikredilebilir. Son sayımız Türkiye’deki yerel dergiciliğe
ayrıldı. Dergimizin bu son sayısını arkadaşımız az önce
dağıttı.
Dergiciliğin; özellikle süreli yayıncılığın devamı oldukça
zor; maddi kaynak bulmada oldukça sıkıntılar çekiyoruz. Ama
buna rağmen 5 yıldır aralıksız çıkmaya devam ediyor.İnşallah
ömrümüz kifayet ettikçe İsmail Bey adına da bunu söyleyeyim;
yayın hayatına devam edecek.Hepinizi saygıyla selamlıyor,
şükranlarımı sunuyorum.
Ömer Faruk Er
Akpınar dergisi hakkında bizleri bilgilendiren Sayın Nedim
Bakırcı’ya teşekkür ediyoruz.
Söz, kimi zaman sevdalı yüreklerde bir aşk şarkısı, kimi
zaman da hasret olur. Söz bazen umut olur; bağlar bizi
hayata.Kimi zaman güven olur, kimi zaman vefa. Güzellikler
onunla şekillenir, iyilikler onunla kulaktan kulağa dolaşır.
Söz, şekle bürünerek yazı olur. İnsanlık onunla uygarlaşır.
Medeniyet onunla gelişir.
Evet, sözü uçuculuktan kurtararak yazıya döktüler,
kitaplaştırdılar. Sağ olsunlar. “Osman Fahri Anısına
Kitaplar” programı burada sona ermiştir. Ancak aramızda
bulunan Diyarbakır eski milletvekili Sayın İrfan Rıza
Yazıcıoğlu beyefendiye söz vermek istiyorum. Daha sonra da
bütün katılımcıları hatıra fotoğrafına katılmak üzere
sahneye davet etmek istiyorum.
İrfan Rıza Yazıcıoğlu
Değerli Elazığlı ve Diyarbakırlı hemşerilerim.Ben öncelikle
bu güzel organizasyonu yapan arkadaşlarımızı kutluyorum. Bir
kaç saat önce Diyarbakır’dan geldik.Geldiğimiz andan beri
çok güzel anlar yaşattılar bize.İnşallah bu güzel
toplantının devamı olacak. Akşam yapılacak program aynı
şekilde TRT Avaz ve TRT Anadolu tarafından canlı olarak
verilecek. İnşallah bu toplantının devamını Diyarbakır’da
hep beraber yapacağız.Ben tekrar emeği geçen herkese çok
teşekkür ediyor ve saygılarımı sunuyorum.
MUHTEŞEM BİR GECE
Akşamadoğrumisafirlerimiz ile birlikteyeniden Harput’a
çıkmıştık.Kayabaşı’nda ikram edilen çaylarımızıyudumlarken,yakın
ve uzak masalardan gelen mutlu sesler daha sonrabizleri
Atatürk Kültür Merkezi’ne taşıyan araçlarda da devam
etmişti…
Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’ndekiheyecanlı
bekleyişler, nihayetÖmer Faruk Er kardeşimin
takdimleriylebir büyük coşkuya dönüşmüştü.Hayatımın en mutlu
anlarından birini daha yaşıyordum. Salondaki muhteşem tablo
görülmeye değerdi.Otuz yıldır gerçekleştirdiğimiz hemen her
faaliyeti bizlere inanarak destekleyen hemşerilerimiz bu
anlamlı gecenin detanığı olmak istemişlerdi.Paşa Demirbağ,
büyük ustanın torunuCelal Güzelses ile aynı sırada
oturuyordu.Elazığ Valisi Muammer Erol ve Diyarbakır Valisi
Mustafa Toprak bu müstesna geceye Elazığlı ve Diyarbakırlı
yöneticiler ile birlikte gelmişlerdi. Ancak rahatsızlığı
nedeniyleüç gün önce hastaneye kaldırılan sanatçı
arkadaşımız Fethi Açıkgöz bufaaliyetene yazık ki
katılamamıştı.
Program, İstiklal Marşı’nın okunmasıylabaşlamış, hemen
ardından daaçılış konuşmalarıyla devam etmişti… Bedrettin
Keleştimurkonuşmasını,“Tarihin iki sevdalı şehri Diyarbakır
ve Elâzığ!”diyerek noktalamıştı.
Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu’nun,“Bu toplumu maalesef
birileri barışa ve kardeşliğe susamış hale
getirdiler”şeklindeki ifadelerini dakikalarca alkışlamıştık.
Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak yaptığı konuşmasında,“Eğer ki biz gönül
penceremizi, sevgi penceremizi, hoşgörü penceremizi hiç bir
önyargı olmadan olabildiğince açabilirsek ve gönül dolusuyla
karşımızdaki kişileri de dinleyebilirsek ve anlayabilirsek,
bunu da kardeşlik duygularıyla birleştirebilirsek, bizim
aramızda bir problem olmaz”diyerek kardeşlik bağlarımızın
önemine dikkat çekmek istemişti
Elazığ Valisi Muammer Erol,o unutulmaz akşamın hikâyesini
çok güzel özetlemiş, konuşmalarını yaparken de bilhassa
benimle göz göze gelmek istemişti. Elazığ’da güzel gönüllü
insanlar var; güzel düşünüyorlar ve güzellik üretmek
istiyorlar, diyordu. Ve konuşmasının devamında da,“Bize
sadece onların gayretlerine hamilik yapmak, işi
kolaylaştırmak, destek olmak kalıyor”şeklinde sürdürmüştü
konuşmasını…
Açılış konuşmalarının ardından Celal Güzelses ve Enver
Demirbağ için hazırladığımız belgeseller izlendi. Ardından
da birkaç güzel Diyarbakır türküsü ile şehrimizin güzel
insanlarıselamlandı.
Ömer
Faruk Er kardeşimin kusursuz yönetimiyle devam eden bu
muhteşem programın
ikinci bölümü TRT Avaz ve TRT Anadolu kanallarından bütün
Türkiye’ye canlı olarak yayınlanacaktı.Diyarbakırlı
ve Elazığlı sanatçılarımızınsahneye davet edildikleri o
anlarda salondançok büyük bir alkış sesi yükselmişti.O akşam
Elazığ’ın ve Diyarbakır’ınen güzel türkülerini dinlemiş;Paşa
Demirbağ’ı, Servet Zeki Ersoy’u,Nihat Kazazoğlu’nu, Abdülkadir Büyüksayar’ı, Bilal
Samancı’yı, Adnan Çilesiz’i, Cemal Temel’i, Hasan Öztürk’ü,
Şevki Özdemir’i, Zülfü Demirtaş’ı,Veysel Sulukaya’yı doya
doya alkışlamıştık.
Ve nihayet bir önemli faaliyeti daha yüzümüzün akıyla
tamamlamıştık.Sanatçı kardeşlerimizeçiçek ve katılım
belgeleritakdim edilirken;ben bu anlamlı geceyi ülkemizin
gündemine taşıyan TRT’nin canlı yayın aracına giderekyayın
ekibinikutlamak istemiştim.
Pazartesi günü yaptığımız etkinliklerin görüntü kayıtlarını
arşivlemek amacıyla önce NGK İletişim Lisesi’ne daha sonra
da Fırat TV’ye gitmiş,işlerimi tamamladıktan sonra da
valiliğe uğramıştım. Değerli Valimiz, ziyaretimden pek
memnun kalmıştı. “Şener Bey, çokiyi oldu;sana ve
arkadaşlarına teşekkür ediyorum”diyerek takdirlerini ifade
etmiş,yapılan
bu faaliyetinülkemizin
birliğine ve huzuruna çok büyük katkılar sağlayacağını
söylemişti.
Manas’ın faaliyet arşivinde çok önemli bir yere sahip olan
Elazığ Diyarbakır Buluşması iki komşu şehrimizi bilimin ve
sanatın aydınlığında yeniden kucaklaştırmıştı. Ve
nihayetinde deElazığ
Diyarbakır’ı,Diyarbakırda Elazığ’ıçok sevmişti.
Ömer Faruk Er
Sayın Valilerim,Sayın Belediye BaşkanVekilim, Sayın
Rektörüm, bilim, kültür, sanat ve basın dünyamızın değerli
mensupları;kıymetli misafirler, Elâzığ Diyarbakır Kültür ve
Sanat Buluşması’na hoş geldiniz, safalar getirdiniz.
Yaratılmışların en hayırlısı insandır, diyen, sevgiyi temel
alan; hoşgörü, birlik ve kardeşlik gibi erdemlerin
billurlaştığı Anadolu Türk kültürünü yaşatmak ve yaşamak
amacı ile gerçekleştirilen “Celal Güzelses ve Enver
Demirbağ’a Saygı Gecesi’nin programı iki bölümden
oluşuyor. Birinci bölümde:
Açış konuşmalarının ardından Celal Güzelses ve Enver
Demirbağ için hazırlanan sinevizyon gösterisi ve TRT
Diyarbakır Mahalli İcra Grubu’nun konseri yer alacak.
İkinci bölümdeise TRT Diyarbakır Mahalli İcra Grubu ile
Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği Harput Korosu sizlere
Elazığ-Diyarbakır yöresinden türküler seslendirecek.
Programa başlamadan önce sizleri, yüce önder Mustafa Kemal
Atatürk, silah arkadaşları ve aziz şehitlerimiz için saygı
duruşuna ve ardından İstiklâl Marşı’nı okumaya davet
ediyorum.
Ömer Faruk Er
Sevgili Misafirler; programımızın ikinci bölümünü saat 19.50
ile 21.20 arasındaTRT Avaz ve TRT Anadolu kanallarından
yaklaşık bir buçuk saatlik süreyle bütün Türkiye canlı
olarak izleyebilecek.
Sevgili Misafirler;
Anadolu, nefeslerin ve seslerin yüreklendiği, vatanlaştığı,
ummanlaştığı yerin adıdır. Nice canlar bu toprakta o
seslerin, o nefeslerin şifahanelerinde çaresizliğine çare
aramış; nice canlar da o sesin, o nefesin koruyucu
hekimliğine sığınarak şifa bulmuştur.
Anadolu’nun kadim şehri; nebiler, sıddıklar, sahabeler şehri
Diyarbakır’ın gülü, “Şarkın Bülbülü” Celal Güzelses ile
evliyalar diyarı Harput’un ikliminde ıslanan ve o iklimle
beslenen billur sesli Enver Demirbağ da toprak olmuş böylesi
ender ses, can nefeslerdendir.Yürekleri aydınlık, yüzleri
nurlu; sevdalarını olduğu kadar acılarını da içlerine gömen
Anadolu’nun bu iki pınar şehridir Elazığ ve Diyarbakır.
Sözün ve sesin gücü ile maziyi günümüze taşıyan Celal
Güzelses ile Enver Demirbağ’ı rahmet ve minnetle anıyoruz.
Celal Güzelses ile Enver Demirbağ’a Saygı Gecesi’nin
açış konuşmasını yapmak üzere gazeteci yazar Bedrettin
Keleştimur’u mikrofona davet ediyorum.
Bedrettin Keleştimur
Sayın Valilerim, Belediye Başkan Vekilim, Rektörlerim, RTÜK
Başkanım, Diyarbakır ve Elâzığ’dan bu müstesna geceye
iştirak eden Daire Müdürlerim, Sivil Toplum Kuruluşlarının
Temsilcileri, Sanatçılarımız ve Basınımızın güzide
temsilcileri. Elazığ Valiliği, Diyarbakır Valiliği, Elazığ
Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi, Elazığ Ticaret ve
Sanayi Odası Başkanlığı, Elazığ Ticaret Borsası, RTÜK
Diyarbakır Bölge Müdürlüğü, TRT Türkiye Radyo Televizyon
Kurumu, Elazığ
Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun katkılarıyla
Elâzığ Musiki Konservatuarı Derneği ve Manas Yayıncılığın
birlikte organize ettiği gecemize hoş geldiniz, sefa
geldiniz, güzellikler getirdiniz.
Bugün iki erdemli şehrimiz tarihe ufuk açacak bir buluşmayı
gerçekleştiriyor. 2011 yılının ilk ayında tarihe iz
bırakacağına inandığımız bu buluşmanın ilk adımında en
müstesna bir laboratuvar çalışması gözlemliyoruz.
Sesleriyle, sözleriyle yaşadıkları döneme imza atan iki
önemli şahsiyet Celal Güzelses, Enver Demirbağ kendi
dünyamıza, kendi iklimimize, kendi geçmişimize bizleri
taşıyan iki abide şahsiyettir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Yemen
Türküsü ile ona benzer türküler Anadolu’nun iç romanını
yaparlar diyor. TRT Diyarbakır Mahalli İcra Gurubu ile
Elazığ Musiki Konservatuvarı Derneği Harput Korosu birlikte
türkülerimizi yorumlayacaklar. O gönül dolusu his
zenginliğimize Paşa Demirbağ, Hasan Öztürk, Zülfü Demirtaş,
Adnan Çilesiz gibi ustalarımız ayrı bir çeşni katacaklardır.
Gecenin şu nezih ortamında ses ve sözün yankılandığı şu
efsunkâr gecede, bu gecenin verdiği o manevi hazla bugünü,
bu tarihi buluşmayı cumhuriyet dönemimizin en özlü bir
çalışması olarak da yorumlayabiliriz. Şüphesiz ki Elazığ
Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması tarihe ışık tutacaktır.
Her iki şehir Anadolu coğrafyamıza model olacak ve ışıklı
bir yolda birlikte yürüyecekler. Kaynağını cennetten alan
Fırat ve Dicle ile yücelecekler. Hayretimiz ve gayretimiz ne
diyor. “Seyreyle aşk nehrini bozkırlara can verir.”
Yücelmek dedik sözümüze. Elazığ ve Diyarbakır insanlık
tarihinde tevhit ve fazilet mücadelesinin önderleri ve aynı
saflarda yer alan peygamberler, şehitler, sıddıklar ve
veliler şehridir. Anadolu’yu tanımlarken o tanımın
çerçevesinde neler diyoruz. Üç kıtanın birbirine en fazla
yaklaştığı, üç tevhit dininin doğduğu tevhit ve fazilet
mücadelesinin verildiği tarihin en şanlı coğrafyası. Elazığ
ile Diyarbakır birçok benzerlikleri olan tarihin iki bahtlı,
tahtlı ve otağlı şehirleridir.
Diyarbakır, Mekke ve Medine’den sonra, en fazla Sahabe
Makamına sahip! Peygamberimiz (sav)’ın nur halkasından,
onlarca sahabeDiyarbakır’da yatmaktadır. Sahabe ki Kur’an
onlar için en hayırlı ümmet diyor.
Tarihte, İşgal ezikliğini yaşamamış; tarihin iki sevdalı
şehri, Diyarbakır ve Elâzığ!
Artuklu’nun üç kolu; Diyarbakır, Mardin ve Harput… O kollar
uzanır, Fırat’ın, Dicle’nin gittiği yollardan… O kollar
uzanır, Erzurum’dan Halep’e… Gazi Belek Diyarı olur, Haçlıya
karşı, İslam’ın kılıcını kuşanır… O kılıç sahibi, Kılıçaslan
gibi, Selahattin Eyyubi gibi, bir yürekli cihangir!
Yürürken Diyarbakır’da; Dağ Kapısı’ndan, Tarihi yaşar
gibiyim… Surlar üzerinde; matematik, veya geometrik bir
hesap mıdır;? Yuvarlak, dörtgen, beşgen, altıgen şekillerde;
82 Burç sıralanır… Surlardan nice kapılar açılır; Mardin’e,
Urfa’ya, Harput’a… Ve yürürüm zamana; İbn-ülEzrak’ın,
İbrahim Gülşeni’nin, Molla Çelebi’nin, H. Ragıp Müderris’in,
Ahmet Mürşidi’nin, Ali Emiri’nin, Ebu’l Kasım Amidi’nin,
Kalem ve Kelam rıhtımında… O kalemler, ‘Kalası’dır,
Diyarbakır’ın… Ziya Gökalp, Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı
Tarancı, Faik Ali Ozansoy’la, Açılır penceresi, kutlu
şehrin… Yankılanır o edebi seda, Sezai Karakoç’un ruh
dünyasında. Diyarbakır ve Elâzığ, gönlümüzün iki bağı… Celal
Güzelses’ten Enver Demirbağ’a, bir hoş seda yankılanır,
gönül dünyamıza…Kapılar; hasretim der, aç gönül bağını der!
Köprüler, kaldırın aramızdaki dağı der, Fuzuli, “Bağıban bir
gül için bin hârehizmetkâr olur”
Hz. Mevlana’nın ilk durağı, Anadolu’da, Elâzığ’dır… Elâzığ,
gönüllerin diyarıdır! Bizim türkülerimiz; bu toprağın,
‘Çığlığıdır…’ Ondaki nağme, çile kervanına, ‘Dert…’ biçer!
Bu nezih topluluk, bizleri ekranları başında dinleyen güzide
insanlarımız gönül saflarımızın duruluğunda bugün buradalar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Şark Bülbülü dediği Celal
Güzelses anılacak. Ve Harput’u en içli bir sedayla
yorumlayan Enver Demirbağ dostları tarafından bugün yâd
edilecekler. Elâzığ-Diyarbakır Buluşması her iki şehrin
sanatçılarının eserlerinin takdim günüdür. Bu takdim gününde
tarih bir daha dile gelecek, dün ile bugün arasında köprüler
kurulacak. Sözün özeti,irfan bir köprüdür. Sanat bir
köprüdür. Tarih bir köprüdür. O köprüde bir vatan, bir büyük
coğrafya vardır. Bilumum sevgilerimizle büyüyen en ulu
değerlerimiz vardır. Varlığı ve beraberliği birlikte
alkışlayan iki bahtlı ve tahtlı şehrimiz Elazığ ve
Diyarbakır. 2011 yılına yürekli her adımımızla gönül
alkışlarıyla bugün merhaba diyoruz. Merhaba demekle o kadar
haklıyız ki bu güzel çalışma bir şehrin değil, iki şehrin
bir saf olduğu nezih bir ortam ve iklimde, sesiyle sözüyle,
sohbetiyle hemhal olacağı erdemli bir buluşma. Erdem kavramı
büyük İslam mütefekkiri Farabi’yi derhal hafızalara getirir.
Farabi erdemli şehri asırlar öncesinden tarif ederken
âriflerin önüne de bir aksiyon hareketi
gösteriyor.İnsanların mutluluğu elde etmek için birbirlerine
yardım eden toplum erdemli,mükemmel bir toplumdur. Bütün
şehirleri kendileriyle mutluluğun elde edildiği şehirler
için birbirlerine yardım eden bir millet erdemli, mükemmel
bir millettir. Aynı şekilde erdemli, mükemmel, evrensel
devlette ancak içinde bulundurduğu bütün milletlerin
mutluluğa erişmek için birbirlerine yardım ettikleri zaman
ortaya çıkar. Farabi, asırlar öncesinden erdemli bir şehir
yolculuğunda bu milletin yürekli insanlarına tabii ve
gösterişsiz bir ufuk dairesi çiziyor. Farabi burada mükemmel
bir tasnif ve tasvir yaparken insan organizması ile de şehir
arasındaki benzerliği ortaya koymaktadır. Erdemli ve
mükemmel şehir bütün azaları canlı varlığın hayatını
sürdürmek ve onu bu durumda devam ettirmek için
birbirleriyle düzen içerisinde yardımlaşan tam ve sağlıklı
bir bedene benzer vücudun organları birbirinden farklı ve
işlevleri birbirinden üstündür. Beden için yönetici olan
kalp ve ona yakın organlar vardır. Bunların dışında derece
bakımından ikinci sıradaki organlar bulunur ki bunlarda
birinci sıradaki organların amaçlarına uygun fiillerde
bulunurlar. Diğer organlarda kendilerini derece bakımından
üst organların amaçlarına uygun hareket ederler. Böylece
sadece başkalarına hizmet eden, başkasını yönetmeyen
organlara kadar gidilir. Bedenin azaları arasındaki sistem
şehir için geçerlidir. Şehirde amir olan bir insanve bu
insana yakın olan başka insanlar vardır. Bu insanlardan her
biri kendileriyle amirinin amacına uygun olarak fiilde
bulundukları bir kabiliyet ve melekeye sahiptir. Erdemli ve
güzel iki şehrin yöneticileri ve sivil kurum örgüleri tabiri
yerindeyse kâh bir arı kovanı misali, kâhkarıncalar gibi
ilim ve hikmetin şifresini kanatlarında taşıyan bir
kelebeğin ışığın etrafında raks edişi gibi o derinliğin
edebiyle ve adabıyla şu gecenin güzel atmosferinde bir irfan
mektebi oluşturmanın hizmetkârlığına kendilerini adamışlar.
Kutluyorum sizleri efendim. İnancımız ne diyor. İnsanına,
ailesine, devletine, yaşadığı şehrine hizmetkâr olan aslında
oynadığı rol ile o soylu istikametin en tabii efendisidir.
Hz. Mevlana ne diyorlar. Dikenden gül bitiren kışı da bahara
döndürür. Sevgiyi hür bir halde yücelten kederi de sevinç
haline sokabilir. Hz. Mevlana hakiki dostu hayat veren suya
benzetmektedir. Gönülden dostluk yada gönülde taht kuran
dost suyun dünyaya hayat vermesi gibi insanın manevi âlemine
hayat bahşeder gönül ayrılıkları gideren ve insanı kurtuluşa
erdiren bir dostluk merkezidir. Evet, o dostluk merkezinde
iki şehrin muhabbeti soluklanacak. Bu geceye emeği geçenleri
minnet ve şükranla kutluyorum.
Sayın Diyarbakır ve Elazığ Valim, çok değerli hocalarım,
rektör vekillerim, çok değerli gençler, hanımefendiler,
beyefendiler.
Hepinize saygılar sunarak sözlerime başlamak istiyorum. Bu
toplantı, Türkiye’de bu çapta yapılan ilk toplantı
sayılabilir. Türkiye’nin önemli meselelerinden birinin
içerisinde bulunuyoruz. 400 milyar dolarlık masraf yapılan,
Türkiye’nin bütçesini sürekli kemiren, 30 000 den fazla
insanımızı kaybettiğimiz, ocaklar söndüren bir problem. Bu
toplantıyı, bu meselenin çözümü yolunda atılmış önemli bir
adım olarak kabul edebiliriz. Diyarbakır’ın ve Elazığ’ın çok
değerli valileri ve sivil toplum kuruluşları bir araya
gelerek sorun çözmek yolunda büyük bir açılım iradesi
belirtiyorlar. Bu nedenle bu konuda emeği geçenleri tebrik
etmek istiyorum. İnşallah diğer şehirler de bu tür
toplantılar yaparlar.
Bu sorun “yerel düşünüp fakat evrensellikle birleşebilecek’’
bir olaydırveya “yerel söyle ama evrensel düşün” ilkesi
çerçevesinde oluşturulacak bir adım sayılabilir. Konu sadece
Elazığ’ı ve Diyarbakır’ı ilgilendiren bir sorun değil
kuşkusuz. Güneydoğu sorunu veya Kürt sorunu adına ne
derseniz deyiniz; bu konu Amerika Birleşik Devletleri’nden,
Avrupa Birliği’ne kadar uzanıyor; Avrupa Konseyi’nin de ilgi
duyduğu bir sorun. Bu sorunun çözümü yolunda atılan küçük
bir adım belki bu toplantı. Önemli bir adım bürokratlarımız
tarafından atılan bir adım bu. Zamanla sivil toplum
kuruluşlarımız, bu iki şehrin değerli insanları, akil
insanları da bu yolda adımlar attığında inşallah sorunun
çözümüne yönelik çok daha güzel çalışmaların
başlayabileceğini düşünebiliriz. Çünkü bu problem, çözümü
yönünde yeni önlemler alınması gereken bir sorundur.
Burada benim bir iki önerim olacak; bunlardan birisi kamusal
alanda bürokratlarımızca atılan, sivil toplum kuruluşlarının
bir kısmınca desteklenen bu olayın diğer sivil toplum
kuruluşlarımızca derinleştirilmesidir. Mesela avukat
barolarının devreye girmesi, sendikalarımızın devreye
girmesi düşünülebilir. Bu konuda Elazığ ve Diyarbakır
STK’larının tümünün de zaman içerisinde bir araya gelmesi ve
sorunun daha da iyi çözülmesine katkıları olabilir diye
düşünüyorum. Zaman içerisinde bu diğer illerle de
yapılabilir.Diyarbakır ile başlatılan bu diyalog
zamanla Tunceli ile de olabilir. Bu proje bir
restorasyon projesi gibi düşünülebilir.
Bu toplumu, maalesef birileri barışa ve kardeşliğe susamış
hale getirdiler. Bu toplumda düşmanlık tohumları atıldı.
Medyanın bu konuda yeterli önleyici adımlar atamadığını da
söylemek istiyorum. TV dizilerine baktığımızda neden bizim
insanımızın birlik ve beraberliğine hizmet eden diziler az
diye sorabiliriz. Veya neden bizim tarihimizi kötü gösteren
diziler oluyor da bizi birliğe, kardeşliğe götüren diziler
yeterli değil? Bizim birlikteliğimizi gösteren konular hiç
mi yok? Biraz önce sayın konuşmacının dediği gibi Mevlana,
Anadolu’ya geldiğinde ilk uğrak yeri Elazığ olmuş.
Mevlana’nın hoşgörü iklimi neden tüm ülkemize yansıtılmıyor?
Mevlana’nın görüşleri neden dile getirilmiyor? Mevlana’nın
tabiriyle
“sevgi medeniyeti” neden işlenmiyor?
Kâbe bünyad-ı Halil-i Azer’est
Dil nazargâhı Celil-i Ekber’est.
Mevlana,“Kâbe,
Azer oğlu İbrahim’in yapmış olduğu bir binadır. Ama gönül,
Allah’ın binasıdır. Sakın insan kalbini yıkma” diyor
ya. İşte Mevlana’nın Anadolu’ya geldiğinde ilk kaldığı yer
bu topraklar. Madem bir gönül dostunun ilk uğradığı yer bu
mekânlar; o halde bu düşüncelerin bu topraklarda yeşermesi,
neşvünema bulması neden olmasın? Neden bu iki şehir
çerçevesinde başlatılan, bu iki güzide sanatçı ile
başlatılan bu açılım daha da genişletilerek devam etmesin?
Emperyalizmin ülkemiz üzerindeki kötü niyetlerine biz neden
engel olmayalım? Neden Avrupa bu işe dâhil olsun? Neden
Avrupa Birliği,yıllık raporlarıyla bu işe el atsın? Neden
Paris’te, Şikago’da bu çalışmalar başkaları tarafından
yapılsın?
Ben onun için iki değerli valimizi ve tüm yetkilileri tebrik
ediyorum. Bu iki şehrin sivil toplum kuruluşlarını ve kamu
mensuplarını kutluyorum. Elazığ ve Diyarbakır Halk
Türkülerini dinlediğimizde, bu türküler Elazığ türküsü mü,
Diyarbakır türküsü mü,ayırtedilemez. Diyarbakır’ın türküleri
Elazığ’ın türküleri gibidir. Gerçekten bizim kültürel
eksenimiz aynıdır, hiç bir fark yoktur. Elazığ’ın kültürü
neyse Diyarbakır’ın kültürü de odur. Aramıza ayrılık ve
düşmanlık tohumlarınıekmek isteyenler var. İşte şu anda
gerçekleştirilen bu tür toplantılar, fırsatçılara karşı bir
engeldir.
Çok değerli kardeşlerim; bakın, şu maniler her iki ile de
hitap etmiyor mu?
“Apar baham, apar baham
İğitsen apar baham.
Kanımnan gül suvardım
Gel gohla apar baham”
“Karşıda Fırat gördüm
Ölümü Murat gördüm
Gönül derdi görmeyen
Hiç demesin dert gördüm”
“Yoğurt koydum çiniye
Pekmez yaydım siniye
Zengin kızını bulmuş
Fukarayı niniye.”
Kısaca Malazgirt Meydan Muharebesi’yle kazandığımız
bu topraklarda RomenDiyojen’e karşı savaş veren
insanlar olarak biz Mevlana’nın şemsiyesi altında neden bir
araya gelmeyelim ki? Neden doğruluğun sesini dinlemeyelim?
Neden Mevlana’nın çoğulculuğu etrafında bir araya gelmeyelim
ki?
“Baza baza her an çe hesti baza
Ker Kâfir ker putperesti baza
In dergâh-ı ma, dergâh-ı nevmêdnist
Sad baz ker tevbeşikesti baza.’’
Mevlana’nın dediği gibi,
“Ne olursan ol yine gel. Kâfir de olsan, putperest de olsan
yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz
bin kez tövbeni bozmuş olsan da yine gel.”
Bize ne ayrılık tohumları ekildi ki iki şehir ayrılık
içerisinde olsun? Bazılarının fitnelerine biz nasıl tpeki
göstermeyiz? Değerlerimiz aynı.Elazığ’ın ve Diyarbakır’ın
büyük şairleri, yazarları hep ortak değerlerimiz. İstiklal
şairimiz Mehmet Akif’in dediği gibi;
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.”
Değerli Kardeşlerim;
biliyorsunuz, Topkapı Sarayı, Osmanlı Devleti’nin merkeziydi
ve Topkapı Sarayı’nın Endülüs’teki Kurtuba Sarayı ile de
kardeşliği vardır. Yani bir yanda Topkapı, öte yanda
Endülüs. Geçenlerde bu konuyla ilgili İstanbul’da bir
toplantıya katıldım. Endülüs’ü ve Topkapı Sarayı’nın
medeniyetini oluşturan büyük medreselerdir. Bir zamanlar
Kurtuba Medresesi vardı, Süleymaniye Medresesi vardı, Fatih
Medresesi vardı ve bu medreselerde kitabı okutulan iki çok
önemli insandan söz etmek istiyorum. Bunlardan biri,
Harputlu Abdullatif’dir; Tenkihül Kelam isimli kitabı
Osmanlı medreselerinde okutuluyordu. Ve yine Diyarbakır’ın
yetiştirdiği çok büyük bir âlim olan Teftazani’nin
kitapları üç kıtada okutuluyordu. Osmanlıya katkı veren,
Osmanlıya medrese kitapları yazan; bir taraftan Harputlu
Abdüllatif, diğer taraftan Diyarbakırlı Teftazani’ydi.
Cahit Sıtkı Tarancı, Süleyman Nazif, Şair Hacı
Hayri, KanbalakzadeHazmî, Rahmi-i Harputîhepimizin ortak
değeri, Türkiye’nin büyük şairleri.
Sonuç olarak; bu toplantıyı yapan çok değerli bu akil
insanlar etraflarını genişletmeli ve sivil toplum
kuruluşlarındaki diğer akil insanları aralarına
almalıdırlar.Bu toplantı genişletilebilen bir proje
olmalıdır. Evrensel olarak düşünmeli fakat yerel olarak
uygulanmalıdır. Bu restorasyon projesi sonuç alabilmeli;
medya üzerine düşen görevi yapmalıdır. Diyarbakır ve Elazığ
medyasına ulusal medyaya bu konuda çok büyük hizmetlerin
düştüğünü söylemek gerekiyor. Büyük düşünmek gerekiyor ve bu
projeyi daha ileri limanlara götürmek gerekiyor. Bu anlayış
içerisinde hepinize içten sevgi ve saygılarım sunarım.
Ömer Faruk Er
Sayın Fendoğlu’na çok teşekkür ediyoruz. Efendim şimdi de
konuşmalarını yapmak üzere Elazığ valisi Sayın Muammer
Erol’u kürsüye arz ediyorum.
Muammer Erol
Biz yine sona kaldık. Sona kalmanın bütün zorluklarıda
üzerimize kaldı. Çünkü güzel insanlar, güzel sözlerin
hepsini söylediler, bize de söyleyecek çok bir şey
bırakmadılar. Yapılanları takdir etmekten başka.Ama ben
öncelikle şu konuşmalardan sabrınızın zorlandığını
hissettiğim dakikada bir kez daha tekraren çok kıymetli
Diyarbakır Valimiz,Sevgili Kardeşim Mustafa Toprak
Beyefendi’yi ve Diyarbakır’dan gelen heyeti; sevgili
kardeşlerimizi Elazığlı kardeşlerimiz ile birlikte hoş
geldiniz diyerek selamlıyorum, saygılarımı sunuyorum.
Güzel sözler söylendi.En son Hoca’mın söylediği yerden
başlayalım. Bir de düzeltme yapalım.Bu,Elazığ için, illerin
buluşması, kültür sanat platformunda ilk değil… Elazığ,
Malatya ile Muş ile Tokat ile Afyon-Sandıklı ile bunu yaptı,
yapacak, yapmaya da devam edecek.Ve bu iş, devlet
kurumlarının eliyle giden bir iş de değil. Hasan Hoca’m,
işin sevindirici tarafı da bu. Elazığ’da güzel, gönüllü
insanlar var.Güzel düşünüyorlar ve güzellik üretmek
istiyorlar. Bize sadece onların gayretlerine hamilik
yapmak,işi kolaylaştırmak, destek olmak kalıyor. Diyarbakır
Elazığ Kültür ve Sanat Buluşması,Manas Yayıncılık’ın
bünyesinde emek emek sarf eden güzel gönüllü insanların
gayret ve çabalarının bir ürünüdür. Ben onları bu vesileyle
hepinizin huzurunda bir kez daha tebrik ve takdir ediyorum.
Evet;hepimizin bildiği, daha ilkokul sıralarında iken
öğrendiğim atasözleri arasında“kalemkılıçtan keskindir” diye
doğruluğundan asla tereddüt etmediğimiz bir söz vardır. Ama
algı olarak da “kalem kılıçtan keskindir” sözünü çoğunlukla
var olan bir problemin çözümü noktasında, sözün gücünün
kılıçtan ve kılıcın ifade ettiği, tanımladığı güçten daha
fazla etkili olduğunu ifade etmek manasında söyleriz. Ben
böyle öğrendim, bana böyle öğrettiler.Lakin şunuda gözden
kaçırmayalım. Var olan bir problemi çözmek kadar
güzellikleri inşa etmek ve kalıcı kılmak adına da ben
inanıyorum;“Kalem kılıçtan keskindir.” Hatta daha
etkilidir. Bu gün bir sürü şirketin, paranın, gücün
sağlayamadığı güzellikleri gönül dostu güzel insanlar,
kelam, kalem ve kıraat sahibi söze gönül verenler sağlıyor.
Ve onların sağladığı bu güzelliklerdir kibugün bakın bizleri
bir araya getirdiği gibi, birçok insanı da gönüldeş kılıyor,
gönül kardeşi kılıyor. Tabiatıyla da güzelliklerin peşinde
koşan, yarışan insanlar haline getiriyor. Güzellikleri
kalıcı kılma adına da bunun takip edilmesi gereken bir yol
olduğuna ben inanıyorum.
Bir de bize geçmişte şunu öğretmişlerdi; kuyumcu yetiştirmek
için çırağa,“Gidip de madenleri öğrenmen gerekir.En başta,
hele şu maden ocağında biraz çalış diye kimse
söylemez.”Kuyumcu yetiştirecekseniz, gönderirseniz kuyumcu
çırağı yaparsınız; kuyumcuyu öyle yetiştirirsiniz.Yani
söylemeye çalıştığım şey şudur. Bu tür toplantılarda
farklılıkları konuşmak yerine güzellikleri konuşarak,
üreterek, aktararak, sahip çıkarak daha kolay ve daha çok
mesafe alabileceğimiz inancındayım. Ve bu güzellikler
gönülden gelen güzellikler olduğundan ve üstatların elinde
kelama, kıraate dönüştüğünden hakikaten tadına doyulmaz
oluyor veinşa edilen güzelliklerde bir o kadar kalıcı
oluyor.Emeği geçenleri, gayreti olanları ben bir kez daha
tebrik ve takdir ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar,
diyorum.Güzellik üretmeye devam etsinler diyorum ve bu
manada Diyarbakır’ın Güzelses’i ve Elazığ’ın üstadı Enver
Demirbağ’ın;her ikisininde ruhu şad olsun, mekânları cennet
olsun. Bugün aramızda olmayan ogüzel insanlar bu gün bakın
bizleride bir araya getirdi.Tekrar onlarıda rahmetle anmadan
geçmek olmaz diye düşünüyorum.
Geceniz hayırlara vesile olsun.İcra edenler ve icra
edeceklere de başarılı olsunlar diye temenni ediyorum.Sağ
olun,varolun.
Ömer Faruk Er
Efendim, Sayın Valimize çok teşekkür ediyoruz.
Diyarbakır ilimizin Valisi Sayın Mustafa Toprak da bu güzel
akşamda aramızda bulunuyorlar, Kendilerini sizlere hitap
etmek üzere mikrofona arz ediyorum. Buyurunuz Sayın Valim
Mustafa Toprak
Sayın Valim, değerli protokol üyeleri, değerli konuklar,
değerli Elazığlı hemşerilerim, değerli Diyarbakırlı
hemşerilerimiz, gönül dostları hanımefendiler; sizleri bu
güzel gecede sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Öncelikle
Sayın Valimize çok teşekkür ediyorum. Kendilerinin
önderliğindeki değerli bir çalışmayla bizleri buraya davet
ettiler. Elazığ- Diyarbakır Buluşması için güzel ve anlamlı
bir gece tertip ettiler. Sayın Valim, başta siz olmak üzere
katkı sağlayan bütün arkadaşlara çok teşekkür ediyorum.
Hakikaten bütün Diyarbakırlılar adına, burada bulunan
Diyarbakırlı arkadaşlar adına Elazığ’da bulunmaktan büyük
bir memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum.
Eğer ki biz gönül penceremizi, sevgi penceremizi, hoşgörü
penceremizi hiç bir önyargı olmadan olabildiğince
açabilirsek ve gönül dolusuyla karşımızdaki kişileri de
dinleyebilirsek ve anlayabilirsek; bunu da kardeşlik
duygularıyla birleştirebilirsek, bizim aramızda bir problem
olmaz ve olmayacaktır da..
Biraz önce değerli konuşmacılarımızdan biri, irfan köprüsü,
sanat köprüsü, kültür köprüsü ve tarih köprüsü tabirlerini
kullandı. Bu zaten bizim geçmişimizde var. Önemli olan
köprüleri geleceğe taşıyabilmek... Bu güzel birlikleri,
sevgi ve hoşgörü penceresinden ilham alarak, güzelliklerle
birlikte daha ileriye taşıyabilmek önemlidir. Bu gecenin de
bu konuda önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyorum. Onun
için biz de buradayız. Hakikaten eğer ki biz gönül
penceremizi, sevgi penceremizi, hoşgörü penceremizi hiç bir
önyargı olmadan olabildiğince açabilirsek ve gönül dolusuyla
karşımızdaki kişileri dinleyebilirsek ve anlayabilirsek,
bunu da kardeşlik duygularıyla birleştirebilirsek, bizim
aramızda bir problem olmaz; olmayacaktır da. Geçmişteki o
güzellikler mevcut durumundaki gibi ve gelecekte de güzel
bir şekilde yansıyacaktır. Bizim görevimiz de bunu
gerçekleştirmektir. Bugün Diyarbakır ilimizde Ali Gaffar
Okkan’ın, İl Emniyet Müdürümüzün şahadetinin onuncu
yıldönümünde bir tören yaptık, orada da ifade ettik. Biz
kamu görevlileri olarak vatandaşlarımızla güzel
birliktelikleri sağlayabilirsek, hakikaten çok güzel işler
olabiliyor. Diyarbakır’da ve ilçelerinde Sur’da, Bağlar’da,
Kayapınar’da, Yenişehir’de nereye gidersek gidelim, 2001
yılında şahadete eren Ali Gaffar Okkan’ın güzel çalışmaları
nedeniyle fotoğraflarının her yere asıldığını görüyoruz. Bir
bakkal dükkânında var, bir demirci ocağında var, bir
lokantada var, yani nereye gidersek orada var. Demek ki biz
karşılıklı olarak sorumluluklarımızı yeniden gözden geçirmek
zorundayız. Belki çok söz söylemek gerekiyor ama bizden
önceki konuşmacılar ve Sayın Valim de ifade ettiler;
hakikaten bizim işimiz insanlarımızladır. Devletimizin
kurumlarını, ülkemizin bulunduğu konum icabıyla birbirimize
hizmet etme yolunda çalışmalarımızı daha da ileriye götürme
noktasında çok çalışmamız gerekiyor. Çok teşekkür ediyorum
ki Enver Demirbağlar var ve yine çok teşekkür ediyorum ki
Celal Güzelsesler var. Evet bu kültür insanlarına bir kez
daha rahmet diliyorum ve bakıyorum ki, Elazığ ve Diyarbakır
illerimizin çok güzide insanları var, o güzel insanlar
geçmişte çok hoş birliktelikleri ortaya koydular. O kültür
ve medeniyet değerlerini bugüne taşıdılar ve bundan sonra
da ileriye doğru bu güzellikler daha da iyi bir şekilde
ortaya çıkacaktır ve en önemlisi kültür ve sanat
üstatlarımızın dörtlüklerinde, beyitlerinde, Elazığ olsun,
Diyarbakır olsun, -biraz da ben Erzincanlıyım- Erzincan
olsun, hepimiz o güzelliklerle birlikte duygulanıyoruz.
Çünkü bu sanat üstatlarının, bu sanat insanlarının, kültür
insanlarının o dizelerinde bizi tanımlıyor, insanımızı
tanımlıyor, sizleri tanımlıyor, herkesi tanımlıyor. Onun
için bu güzellikleri burada dinlediğimizde apayrı bir
hissiyata sahip oluyoruz.
Allah eksikliklerini vermesin. Çünkü bizim en önemli
mayamızı, hissiyatımızı onlar dizelere yansıtıyorlar. Bu
güzelliklerin iki il arasında olduğu gibi bütün ülkemizi
sararak devam etmesini diliyorum ve özet olarak hepinizin
birbirimizi önyargısız olarak dinlemesinin ve anlamasının bu
gibi olumsuzlukları ortadan kaldırmasının ilacı olduğunu bir
kere daha ifade ediyorum ve hepinize iyi akşamlar diliyorum.
Ömer Faruk Er
Efendim, Diyarbakır Valisi Sayın Mustafa Toprak’a bu güzel
temennileri için çok teşekkür ediyoruz. Elazığ Diyarbakır
Kültür ve Sanat Buluşması’nın Elazığ ayağındayız.Öyle
temenni ediyoruz ki aynı sıcak atmosfer; bu güzel
faaliyetler Diyarbakır ayağında da devam etsin.Karşılıklı
olarak bu sevgi bağları kurulsun.
Efendim, Celal Güzelses ve Enver Demirbağ ile ilgili
belgesel filmler hazırlandı. Şimdi sizleri bu belgeselleri
izlemeye davet ediyoruz.
Ömer Faruk Er
Valla gardaş yâr hani
Canım cananım hani
Can gurban, canım hayran
Sen geldin yârim hani
Diyor şair..
Sevgili konuklarımız şimdi sizleri Şef Servet Zeki Ersoy
yönetimindeki TRT Diyarbakır Mahalli İcra Grubu’nun konseri
ile baş başa bırakacağız.Alkışlarınızla koromuzu sahneye
davet ediyoruz.
Ömer Faruk Er
Elazığ Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması kapsamında
Elazığ’dan TRT Avaz ve TRT Anadolu ekranlarından canlı
yayınla sizlerle birlikteyiz.
Sevgili seyirciler, bu akşam burada Elazığ Musiki Cemiyeti
Harput Korosu’ndan ve TRT Diyarbakır Mahalli İcra
Gurubu’ndan birlikte çok güzel türküler dinleyeceğiz. Elazığ
ve Diyarbakır yörelerinden türkülerin yanı sıra şiirler ve
manilerde ekranlarınızda olacak.
Kıymetli misafirler, müsaadenizle önce TRT Diyarbakır
Mahalli İcra Gurubunu sahneye davet etmek istiyorum. Ud:
Servet Zeki Ersoy,
Kanun:
Fatih Alaskan, Keman: Sedat Çamlı, Viyola:
Zekeriya Okut, Mey: Savaş Öztürk, Bağlama:
Erkan Yürümez, Kaval:Muslih Uçar, Klarnet:
İsmet Katıl, Cümbüş: Ercan Özceylan, Darbuka:
Bilal Kaplan, Def: Sinan Akkuş, Bendir: Halit
Akkuş. Ve koromuzun ses sanatçıları; Abdülkadir Büyüksayar,
Bilal Samancı, Cemal Temel, Deniz Değirmenci, Remzi Demir,
Samet Şener, Şevki Özdemir, Süleyman Yaşar, Veysel Sulukaya
ve Süleyman Oduncu’yu alkışlarınızla sahneye davet ediyoruz.
Şimdide Elazığ Musiki Cemiyeti Harput Korosu’nu sahneye
davet ediyorum.
Ud:Feti
Ahmet Deniz, Kanun: Harun Yıldırım, Keman:
Nuri Ata, Viyolonsel: Ender Şen, Bağlama: Ömer
Gürakar, Klarnet: Veysel Oruç, Darbuka: Fatih
Kılıç, Davul: Ekrem Oruç. Seslerde Paşa
Demirbağ, Nihat Kazazoğlu, Adnan Çilesiz, Hasan Öztürk,
Zülfü Demirtaş, Özer Kazazoğlu, Ferit Biçer, Niyazi Atıcı,
İsmigüzel Ateş, Suat Dağoğlu, Lokman Özdemir, Faruk Şeker,
Nuri Çilesiz, Hasan Taydaş, Mahmut Sugözü, Zülfü İlkyaz,
Gürkan Soran ve Mehmet Demir bu akşam bizlereElazığ’ın ve
Diyarbakır’ın sevilen türkülerinden oluşan bir konser
sunacaklardır. Evet, sözü fazla uzatmadan hemen bu güzel
programa bir maniyle başlamak istiyorum. Elazığ yöresinden
bir maniyi sizlere aktaracağım.
Ben de mestim, ben de mestim
Sen sarhoşben de mestim
Benim şerabım sensin
Seni görende ben de mestim
Sevgili seyirciler, TRT Diyarbakır Mahalli İcra Topluluğu ve
Elazığ Musiki Cemiyeti Harput Müziği Korosu ilk olarak,
sizlere Harput Peşrevi ile seslenecekler. Harput Peşrevi’nin
ardından Hüseynik türküsünü dinleyeceksiniz. Ve Diyarbakırlı
sanatçımız Bilal Samancı, Fincanın Etrafı adlı türküyle
huzurlarınızda olacak.
Ömer Faruk Er
Sevgili seyirciler, değerli konuklarımız; bu güzel ortamda
konserimiz devam edecek. Bugün iki şehri, Elazığ ile
Diyarbakır’ı bu güzel akşamda bir araya getiren iki ölümsüz
sanatçı Enver Demirbağ ve Celal Güzelses;vefatlarından
yıllar sonra böylesine güzel ortamların ve birlikteliklerin
gerçekleşmesine katkı sağlayabiliyorlarsa ne mutlu onlara.
Şimdi Diyarbakırlı bir şairimiz İrfan Rıza Yazıcıoğlu bir
şiiriyle duygularını sizlerle paylaşacak. Daha sonra
Diyarbakırlı ve Elazığlı sanatçılarımızdan üç güzel eser
dinleyeceğiz. İlk olarak Diyarbakırlı sanatçımız Cemal
Temel’den “Silmedin gözyaşını aşkın ile ağlayanın”
adlı eseri dinleyeceğiz. Elazığlı sanatçımız Harput’tan “Ahçik”
türküsünü seslendirecek. Ardından da ArbedaşDirekhana adlı
Diyarbakır türküsünü koromuzdandinleyeceğiz.
İrfan Rıza Yazıcıoğlu
EY SEVGİLİ DİYARIM
Ekmeğinin kokusu her an burnumda tüter
Çıkmaz sokaklar bile tüm yollar sana gider
Durulmuyor ateşim bu sevda bana yeter
Duymakla hoş olduğum o en güzel isimsin
Ey sevgili Diyarım benim tek adresimsin
Suyundan içmek için can atıyor insanlar
Ayrılamam diyerek koyup gitti ne canlar
Özlem ile yandı bak sana bir bir koşanlar
Gönüllerin gülüsün bülbül sevdası sensin
Ey sevgili Diyarım benim tek adresimsin
Seni düşünmek için nefes bile almadım
Yorgun bitkin çaresiz ben hiç sensiz olmadım
Sensiz uyurum diye rüyalara dalmadım
Uyusam senden uzak düşlerime girensin
Ey sevgili Diyarım benim tek adresimsin
Saatler saniyeler durdu sanki zamansız
Gelirdim diyordum ya bir gün sana apansız
Sevdim bağlandım sana yorulmadan hesapsız
Nefessiz kalan herkes sinende nefeslensin
Ey sevgili Diyarım benim tek adresimsin
Ömer Faruk Er
Sevgili misafirler, koromuzdan Elâzığ ve Diyarbakır
yörelerine ait türküler dinlemeye devam edeceğiz. Şu anda
Fırat Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nden canlı
yayındayız. TRT Avaz ve TRT Anadolu ekranlarında
sizlerleyiz. Elazığlı şair İhsan Nazik, Diyarbakır’ı konu
alan bir şiirinde şu mısraları dillendiriyor.
Tarihe mühründür uzun surların
Emsalsiz müzesin bil Diyarbakır
Nakış nakış işli koca burçların
Gözlere hep merhem ol Diyarbakır
Değerli seyirciler, sevgili konuklar şimdi kıymetli
sanatçımız Zülfü Demirtaş, Harput’un İbrahimiye gazeliyle
huzurlarınızda olacak.Daha sonra Elazığ’dan “Odasına
vardım”
adlı güzel türkü, iki güzide şehrimizin sanatçıları
tarafından seslendirilecek.
Ömer Faruk Er
Dile gel Harput’um duyulsun sesin
Sen Anadolu’nun nur beldesisin
Asırlar ayakta alkışlar seni
Sen öz kültürümün abidesisin
EvetHarput’u böyle dillendiriyor mısralarında şair hadi
Önal. Şimdi bir başka şairi Elâzığ’da Günışığı gazetesinde
yazar olan aynı zamanda şiirleriyle mısralarıyla gönül
dünyamıza seslenen Günerkan Aydoğmuş mikrofona gelerek
yüreğindeki duyguları sizlerle paylaşacak.
Şiirin ardından daDiyarbakırlı sanatçımız Süleyman Yaşar’dan
“Aşk Kalbimde Yer Almış” adlı güzel türküyü
dinleyeceksiniz. Ve Diyarbakırlı sanatçımız Bilal Samancı “Fincanın
Etrafı” adlı türküyle huzurlarınızda olacak.Yine
Elazığlı Sanatçımız Lokman Özdemir,“Vardım baktım demir
kapı sürgülü” ve Faruk Şeker’den “Yel eser kum
savrulur” adlı türkülerle huzurlarınızda olacaklar.
Günerkan Aydoğmuş
Çok değerli hazirun. Ve ekranları başlarında bizleri izleyen
bütün izleyicilerimize saygılar sunuyorum. Harput üzerine
yazmış olduğum bir şiirimi okuyacağım.
HARPUT’TA BULDUM
Nice Koçyiğitler destan
yazdılar
Şu sıra bir derin sükûta dalmış
Emrahça, Yunusça içli sözdüler
Geçmişten bugüne bak neler
kalmış!
Kayalar üstünde bir tarih
sessiz
Her sokak, her meydan gayrı çok
ıssız
Sen sanma Harput’um yine de
bahtsız
Nesilden nesile bir maya
çalmış.
İnce sülün gibi Sarahatun’dan
Ne gelip, ne gitmiş şu gök
katından
Bu kitabe acep hangi zatından
Sonsuza ulaşan bir mesaj
salmış!
Kalesinde koç yiğitler eğleşmiş
Dergâhında alperenler söylemiş
Eski konakları şimdi peğleşmiş
Harputlu yadelde biçare kalmış.
Balak at koşturmuş ordan buraya
Evliyası çare kılmış yaraya
Her çağdan bir mühür vurmuş
şuraya
Sanırsın bir tarih burda
daralmış
Dün yine Harput’ta ummana
daldım
Dalıp da sonunda kendimi buldum
Sırları görmeyen günahkâr
kuldum
Meğerse menzile burda varılmış!
Ömer Faruk Er
Sevgili seyirciler, TRT Avaz ve TRT Anadolu ekranlarından
canlı yayınla Elazığ Diyarbakır Kültür ve Sanat Buluşması
programı devam ediyor. Biri Diyarbakırlı bir sanatçı Celal
Güzelses, Atatürk’ün Şark Bülbülü unvanını verdiği bir
sanatçı, diğeri ise Enver Demirbağ; Harput musikisinin
bugünlere gelmesinde büyük emeği olan bir başka kıymetli
sanatçımız. Evet, bu iki müstesna sanatçımız için
düzenlediğimiz programımız devam ediyor. Ve şimdi de
okuyacağı Hüseyni gazel ile bir değerli sanatçımız Paşa
Demirbağ huzurlarınızda olacak. Ardından da sanatçılarımız
hep birlikte “Diyarbekir bu mudur”
adlı türküyü seslendirecekler.
Ömer Faruk Er
Sevgili misafirler, Enver
Demirbağ’ın abisi Paşa Demirbağ bu güzel yorumuyla
huzurlarınızda oldu. Usta sanatçımız Paşa Demirbağ’ı bir kez
daha alkışlamaz mısınız?
Dile gel Harput’um susma
n’olursun
Yine sur önünde otağ kurulsun
Söylensin hoyratlar, sazlar yorulsun
Sen Anadolu’mun gönül sesisin
Evet bu
mısraların sahibi Elazığlı şair Hadi Önal, şimdi sizlere bir
şiiri ile seslenecek.Şairimizin ardından Sanatçımız Hasan
Öztürk’ten VersakHoyrat’ı dinleyeceğiz, Şevki Özdemir “Yeni
Kapıda Atlılar” adlı Diyarbakır türküsünü seslendirecek,
Diyarbakırlı sanatçımız
Süleyman Oduncu Hancepektesırasırafaytonlar türküsüyle
huzurlarınızda olacak..
Hadi Önal
Al eline mendili, değsin dizin
torpağa
Benziyorsun Gakgoş’um kar
suyundan ırmağa
Çek halay, delilo de; şenlensin
Saray Yolu
Maya söyle, tutuşup göynüm
dönsün çerağa
Gırnata makam tutsun Harput
Musikisi’nden
Yalvarsınlar davullar yürek
döğen tokmağa
Süzülsün endamlardan tenlerin
gül suları
Gurban olsun âşığın çıtma çalan
parmağa
Tandır ekmeği başa sini sini
düzülsün
Kellecoşla, gıllorun tat
versinler damağa
Gülsün gözler, gönüller; çapik
çalarken eller
Bin bir öpücük sunsun horatalar
yanağa
Sevgin mertliğin gibi, yâr
tutarsa elinden
Girersin çekinmeden kor alavlı
ocağa
Gönül dostları bir bir
toplansınlar Mezre’ye
Sevgiden serhoşolah ele gidek
uçmağa
Ömer Faruk Er
Sevgili seyirciler, İhsan
Nazik’in Diyarbakır üzerine yazdığı şiirden iki dörtlük daha
okumak istiyorum.
Seni anlatmaya kelime yetmez
Nefesim yettikçe bu sevda bitmez
Senden ayrılırsam ocağım tütmez
Bu yürek o onda çöl Diyarbakır
Sultan Melikşah’la tanıdın bizi
Adalet çarkına dönüktü yüzü
Çift başlı kartal ki soyumun özü
Gerçekten payını al Diyarbakır
Ve şimdi de Diyarbakırlı
şairimiz İbrahim Yavuz’u huzurlarınıza davet ediyoruz.
Şairimiz şiirini okuduktan sonra Elazığlı ve Diyarbakırlı
sanatçılarımızdanüç güzel türkü dinleyeceğiz. Bülbülün
kanadı, Ayvanda yatan oğlan ve
Yayık yaydım kolum şişti adlı eserlerle koromuz sanatçıları
tekrar huzurlarınızda olacaklar.
İbrahim Yavuz
Değerli misafirler, 22 yıl önce askerliğimi yaptığım
Elazığ’da bulunmaktan duyduğum keyfi ayrıca belirtmek
isterim. O dönemde gönül köprüleri kurduğum dostlarımla hâlâ
görüşmekteyim. Şimdi iki kadim kent arasında gönül köprüleri
yapılmaya çalışıldığını görünce sevincim kat kat arttı.
Umarım bu dostluk artarak devam edecektir. Evet,
peygamberlere, sahabelere, evliyalara, âlimlereevsahibi
olmuş Diyarbekir şimdi de bir okadar değerli şahsiyeti
yetiştirmiş Elazığ gibi, Harput gibi bir kentle köprü
kuruyor. Hayırlara vesile olsun.
ŞEHİR ÇOCİĞİ
Bir istersen
Binın verir
Namus hariç
Canın verir
Hakikatliye
Mülkün verir
Derdini dert
Eder erir
Muhabbetın
Hatrına olur hasır
Zeval gelirse
Dostuna müteessir
Surların sesidir
Dicle’nin nefesi
Hevselin efendisidir
Cigerimin köşesi
O Diyarbakır uşağidır
Şehırçocuğidır
Sözünün kölesidir
Sevgiye esir
Ömer Faruk Er
Baba naçar ağlama
Gündür geçer ağlama
Bu kapıyı kapayan
Bir gün açar ağlama
Sevgili seyirciler, değerli
konuklarımız koromuzdan iki güzel eser daha dinleyeceğiz.
Önce Esmerim Biçim Biçim ve hemen arkasından Esti
Bahar isimli eserlerle koromuz bir kez daha sizlerle.
Ömer Faruk Er
Sevgili seyirciler, değerli
misafirlerimiz. Her güzel anın olduğu gibi bu güzel anların
da bir sonu var elbette. Programımızın sonuna gelmiş olduk.
Evet, Elazığ Diyarbakır Kültür
ve Sanat Buluşması kapsamında Celal Güzelses ve Enver
Demirbağ’ı andığımız bu güzel gecemiz ne yazık ki sona
eriyor. Bu müstesna gecede Elazığ ve Diyarbakır arasında çok
güzel surlar örüldü. Sevgi surları. Harput Kalesi’yle
Diyarbakır Surları birbirlerine çok uzakta. Ama bugün
Elazığ’da öylesine güzel surlar örüldü ki..Bu akşam bu
salonda Elazığ ve Diyarbakır sevgi surlarını daha da
güçlendirdi.Bu akşam her iki şehrimiz sevgiyle kucaklaştılar
ve güzel bir geceyi paylaştılar. Evet, gecenin finalinde
Şirvan Hoyrat isimli eseri kıymetli sanatçımız Adnan
Çilesiz’den dinleyeceksiniz.
Dolan gözler, dolan gözler
Doluğmuş dolan gözler.
Bana derler ağlama;
Durmuyor dolan gözler.
Ve hemen ardından da Çaydaçıra
oyunu ile programımız sona erecek.