Manas
Yayıncılık olarak Destan Şairimiz Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun 80. Doğum Yıldönümü münasebetiyle 4- 6
Şubat 2010 tarihlerinde bir toplantı düzenledik. Elazığ
Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat Üniversitesi
Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı,
Elazığ Ticaret Borsası, Ağın Kaymakamlığı, Ağın Belediye
Başkanlığı, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Elazığ Musiki
Konservatuarı Derneği ile işbirliği yapılarak hazırladığımız
programı Elazığ’dan başlayarak Keban’a ve şairimizin doğduğu
Ağın’a uzanan bir kültür çizgisinde ve ikliminde
gerçekleştirdik.
MANAS KÜLTÜR EVİ..
Manas
Yayıncılık bünyesinde yürütülen çalışmalardan biri de kültür
ve sanat hayatımızda iz bırakan şahsiyetlerin adına
düzenlediğimiz toplantılar olmaktadır. Bu çerçevede
düzenlediğimiz ilk faaliyet “Yazı Hayatının 60. Yılında
Şükrü Kacar” programı olmuştur. Kültür çevrelerinde büyük
heyecan uyandıran bu faaliyetin ardından “Ölümünün 20.
Yılında Nimri Dede”, “Doğumunun 100. Yılında Elmas
Yıldırım”, “Pulutlu Halil Efendi’nin Hayatı ve Hatıraları”,
“Doğumunun 105. Yılında Mehmet Bedri Yücesu”, “Doğumunun
152. Yılında Abdullah Lütfü”, “Ölümünün 30. Yılında Fethi
Gemuhluoğlu”, “Ölümünün 50. Yılında Mustafa Sabri Efendi”,
“Cengiz Aytmatov’a Saygı”, “Altay’da ki Yüreğim Mağcan
Cumabay”, “Bahaettin Karakoç’a Saygı”, “Fikret Memişoğlu
Anma Toplantısı”, “Ahmet Kabaklı Anma Toplantısı”, “Şeref
Tan Anma Toplantısı”, “Tarık Tahiroğlu’nun Hatıralarıyla
Elaziz’den Elazığ’a”, “Manas’tan Osman Fahri Anısına
Kitaplar”, “Cengiz Aytmatov Anısına Kitaplar”, “Manas’tan
Prof. Dr. Bahaettin Ögel Anısına Kitaplar”, “Celal
Güzelses’e Saygı”, “Enver Demirbağ’a Saygı”, “Doğumunun 80.
Yılında Paşa Demirbağ” toplantıları ile kültür ve sanat
hayatımızda iz bırakan faaliyetler düzenledik...
Oldukça
mütevazı bir arkadaş grubuyla ortaya koymaya çalıştığımız bu
faaliyetlerin heyecanını yaşayan, sorumluluğunu taşıyan bir
kuruluş olarak elbette ki bu çalışmalara daha fazla önem
verilmesini, desteklenmesini özellikle ifade etmek
durumundayız.
YA ALLAH... BİSMİLLAH... ALLAHÜEKBER…
Edebiyat, musiki, mimarî, resim, heykel, tiyatro, sinema,
şiir... Geçmişin derinliklerinden günümüze ve geleceğe
doğru filizlenen sanat dallarıdır. Her dalın gayesi,
beslendiği toprağın, içtiği suyun, soluduğu havanın, tadını,
rengini, özsuyunu ihtiva eden en olgun ve en güzel meyveyi
verebilmek ve bu meyvelerle milletinin ruhunu
besleyebilmektir.” Diyerek, İslamiyet’in ve Türklüğün en
güzel motifleriyle işlediği destanlarıyla Türk dünyasını
uyandıran Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu aramızdan ayrılalı
tam 18 yıl olmuş…
Kültürün ve şiirin şehri Elazığ, yetiştirdiği Türklük
sevdalısı bu yiğidini unutmadı unutmayacak. ahde vefanın bir
güzelliği olarak hazırladığımız “Doğumunun 80. Yılında
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu” programı vasıtası ile:
“Bu
sesle birleşir bütün yürekler
Ya
Allah... Bismillah... Allahüekber!” Diyerek, anıyoruz..
Ruhu şad olsun!
Destan şairimiz Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun 80. Doğum Yıldönümü münasebetiyle
düzenlediğimiz programın hazırlık çalışmaları
Bedrettin Keleştimur, Hadi Önal ve M. Şener Bulut’un
idaresinde yürütüldü. İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk ile Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun oğlu Talat
Gençosmanoğlu’nun danışmanlık yaparak destek verdikleri bu
heyette Elazığ Musiki Cemiyeti Başkanı Ahmet Deniz, Fırat
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürü Yrd. Doç. Güldeniz
Ekmen Agiş, Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim
üyesi Yrd. Doç. Dr. Tamer Kavuran, Fırat Üniversitesi
İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Recep Bağcı, Günerkan
Aydoğmuş, R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal, H. Ergün Yılmaz,
Merve Can, Mehmet Kılınç ile Fırat Üniversitesi Eğitim
Fakültesi öğrencileri Murat Apaydın, Remzi Çalışır, Cengiz
Çakmak ve Taha Kaan Bulut görev aldı.
Programın sunuculuklarını
Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü
3.Sınıf Öğrencisi Murat Apaydın ile Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi 1. Sınıf Öğrencisi Merve Can birlikte
yaptılar.
MANAS’TAN GENÇOSMANOĞLU KİTAPLARI
Manas
Yayıncılık olarak Destan Şairimiz Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun 80. Doğum Yıldönümü münasebetiyle
Feridettin Atatuğ’un “Destanların Sevgilisi” ve Yrd. Doç.
Dr. Mitat Durmuş’un “Mitopoetik Şair Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu” adlı eserlerini yayınlayarak kültür
hayatımıza kazandırdık.
Değerli Yazar Feridettin Atatuğ
tarafından hazırlanan Destanların Sevgilisi adlı
romanı yayınevimizin sanat ve edebiyat eserleri dizisinin
(7) numaralı eseri olarak yayınladık. Eserde Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun Ağın’da başlayan Elazığ, Ankara ve
İstanbul’da devam eden hayatı sade bir dille anlatıldı.
Kafkas Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan
Yrd. Doç. Dr. Mitat Durmuş, tarafından hazırlanan “Mitopoetik
Şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu” adlı
eser yayınevimizin araştırma ve inceleme
eserleri dizisinin (20) numaralı eseri olarak yayınladık.
Kitapta Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun mücadeleci hayatı,
edebî kişiliği ve şiirlerine yer verildi.
GENÇOSMANOĞLU İÇİN GELDİLER…
Destan
şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun 80. Doğum
Yıldönümü münasebetiyle düzenlediğimiz programa çok sayıda
bilim adamı, yazar ve sanatçı katıldı. Destan Şairimizin
Ankara’da yaşayan kardeşi Faruk Gençosmanoğlu, oğlu Talat
Gençosmanoğlu, kızı Mefkûre Gençosmanoğlu Daş, TRT
camiasından değerli yazar H. Rıdvan Çongur, Erciyes
Dergisi’nin sahibi Nevzat Türkten, Kars Kafkas Üniversitesi
Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mitat
Durmuş, şair İbrahim Çapan, şair Fazıl Ahmet Bahadır ve
Yenises dergisi bölge temsilcisi Cumali Temiz faaliyetler
süresince misafirimiz oldular. Değerli büyüğümüz Feridettin
Atatuğ’un rahatsızlığı sebebiyle katılamadığı bu
faaliyetimize Elazığlı birçok şair ve yazar ve bilim adamı
da katılarak destek verdi Prof. Dr. Ahmet Buran, Doç. Dr.
Ercan Alkaya, Doç. Dr. Tarık Özcan, Paşa Demirbağ, Naci
Sönmez, Nihat Kazazoğlu, Şükrü Kacar, Günerkan Aydoğmuş,
Bedrettin Keleştimur, Hüseyin Poyraz, Hadi Önal, Doğan Özdal,
Doğan Sever, Muammer Aksoy, Gazi Özcan, Hasan Özçam,
R.Mithat Yılmaz, M.Faik Güngör, M.Şükrü Baş, H.Ergün Yılmaz,
Hüsnü Aydoğmuş, İhsan Nazik, Zekeriyya Bican, Yurdal
Demirel, Karani Arda katılarak toplantıların heyecanını
yaşayan isimler oldular.
Doğumunun 80. Yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu anma
programı çerçevesinde düzenlenen etkinliklere Elazığ Devlet
Klasik Türk Müziği Korosu, Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuarı, Elazığ Belediyesi Mehter Topluluğu ve Elazığ
Musiki Konservatuarı Derneği katkı sağlayan sanat
kuruluşlarımız oldular.
ELAZIĞ VALİLİĞİ’Nİ ZİYARET ETTİK...
Doğumunun 80. Yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu programı
münasebetiyle 4 Şubat Perşembe günü Elazığ’a gelen
konuklarımız program kapsamında ilk olarak Elazığ Valisi
Muammer Erol tarafından kabul ediliyor.
Faruk
Gençosmanoğlu, Talat Gençosmanoğlu, Mefkûre Gençosmanoğlu
Daş, H. Rıdvan Çongur, Nevzat Türkten, Yrd. Doç. Dr. Mitat
Durmuş, şair İbrahim Çapan, şair Fazıl Ahmet Bahadır,
Yenises dergisinin bölge sorumlusu Cumali Temiz ve bir grup
Elazığlı yazarı sıcak bir ilgiyle karşılayan Vali Erol’a
program sorumlusu M. Şener Bulut tarafından bilgi veriliyor.
M. Şener Bulut:
Sayın
valim, Elazığ Cumhuriyet döneminde Fikret Memişoğlu gibi,
Kabaklı Hoca gibi, Fethi Gemuhluoğlu gibi, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu gibi aydın ve sanatkâr insanlar yetiştirdi.
Bizim arzumuz, bu topraklarda yetişen şair, yazar ve
sanatkârlarımızın hayatını edebi şahsiyetini yapmak
istediklerini, ideallerini günümüz gençliğine tanıtmak ve bu
coğrafyanın zengin kültürüne dikkat çekmektir. İçinde
bulduğumuz iletişim çağı bizlere bu fırsatı vermektedir.
Bizim Manas Yayınevi olarak amacımız budur. Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu Elazığ’ın bir evladı olarak bu topraklarda
yetişti. Ama bu şehirden bütün ülkeye, Bütün Türk dünyasına
ulaştı sözüyle yazdıklarıyla... Bu faaliyetler o büyük
şairimizi daha yakından tanımamız için bir vesile olacaktır.
Mümkün olabildiğince yapılacak bütün toplantılarda
konuşmalarda şairimizin edebi şahsiyetin üzerinde
yoğunlaşabilirsek onun düşüncesini, sanatını anlatabilirsek,
zannediyorum amacımıza ulaşmış olacağız.
Elazığ
Valisi Muammer Erol da bu ziyaret vesilesiyle yaptığı
konuşmasında gerçekleştirilen faaliyetlerden büyük bir
memnuniyet duyduğunu ifade ediyor. Elazığ’ın vefalı bir
şehir olduğuna da dikkat çeken Valimiz Muammer Erol kendine
özgü tavrı ve samimi ifadeleriyle Elazığ’ı anlatıyor ve
“Kadirşinas hemşerilerinin Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu
daha da yakından tanımamıza vesile olacak bir anma
toplantısı düzenledikleri için memnuniyetini dile
getiriyordu.
Muammer Erol:
Elazığ’a
yakışan güzel işlerin yapılması konusunda geldiğimden beri
Manas Yayıncılığı çok samimi gayretler içerisinde gördüm.
Onların o samimi gayretlerini görüp de kayıtsız kalmak
mümkün değil hakikaten güzel işler yapıyorlar. Yapılan bu
güzel faaliyetlere elimizden geldiğince destek olmaya
çalışıyoruz. Bu Elazığ’ın o hep övündüğümüz insan
güzelliklerinin yansımasıdır aslında. Bize düşen
misafirperverlik konusunda herhangi bir eksiklik olmaması
için elimizde ne varsa onları seferber etmektir.”
Ve
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu hakkında sürüyordu
konuşmalar... Konuklar bu ziyaretten memnundu. Şiirin
başkentinde olmaktan mutluyuz diyorlardı. Vali Bey’in
makamında bu çerçevede devam eden bir kültür sohbeti
yapılıyor.
ELAZIĞ BELEDİYESİ’NDEYİZ...
Konuklarımız Elazığ Belediye başkanlığını da ziyaret etmek
üzere Valilikten ayrılıyor. Kısa bir süre sonra
belediyedeyiz. Başkanımız M. Süleyman Selmanoğlu gülen yüzü
ile karşılıyordu misafirlerini. Elazığ’da ki olumlu
gelişmelerden söz açıyor, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
dostlarını Elazığ’da misafir etmekten büyük bir memnuniyet
duyduklarını dile getiriyor ve onlara teşekkür ediyordu.
Başkan Selmanoğlu Belediye tarafından düzenlenen Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu Caddesi’nin açılışa hazır hale
getirildiğini büyük bir heyecanla anlatıyordu konuklarımıza.
M. Süleyman Selmanoğlu:
Sizleri
sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Belediye başkanı olduğum
2004 yıllından itibaren kültür hayatımızın güçlenmesi için
verdiğimiz mücadelede arkadaşlarımızın payı çok büyüktür.
Onların ortaya koydukları çalışmalara bizler de destek
vererek yanlarında olmaya çalıştık. Destan şairimiz Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun 80. Doğum yılı münasebetiyle çok
yönlü olarak anacağız. Belki eksik olan bir görevimizi
yerine getireceğiz. Gelecek kuşaklara tanıtacağız. Bu
faaliyet çerçevesinde, Şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
caddesinin açılışını yapacağız. Bu nedenle çok mutlu
olduğumuzu belirtmek istiyorum. Gerek Hazar Şiir Akşamları
ile gerek Türk Dünyası’na yönelik düzenlediğimiz ödül
törenleriyle sanıyorum Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı, Sayın Rauf Denktaş ile başlayan daha sonra
İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ve Gümülcine Müftüsü İbrahim
Şerif ile devam ettirdiğimiz bu ödüller Kazakistan
Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev ile devam etmişti. Bu
ödülü geçtiğimiz yıllar içerisinde de büyük yazar Cengiz
Aytmatov’a vermiştik.
Bu
faaliyetlerle Elazığ’ın kültür hayatı büyük bir atılım
yaparak dışarıya açıldı. Bu faaliyetlerin arka planında tabi
ki şehrimizin kültür insanları var, gönül adamları var.
Birçok arkadaşlarımızın bu çalışmaların başarıya ulaşmasında
büyük emekleri var. Her zaman onların yanında olacağımızı
bir kere daha ifade ederek. Tekrar hoş geldiniz diyorum.
İkram
edilen çaylar ve devam eden konuşmalarda Elazığ’da ki yeşil
alanların arttığına dikkatlerimiz çekiliyordu. Ancak
konuşmalar daha çok Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu üzerinde
yoğunlaşıyordu. Faruk Gençosmanoğlu, Talat Gençosmanoğlu ve
Rıdvan Çongur çok az insanın ancak şahit olacakları
hatıralarını anlatıyorlardı. Zamanın ilerlediğini fark
edince de kalkıyoruz. Konuklar Başkan Selmanoğlu’na teşekkür
ediyorlar. Ticaret Borsa’sı ve Ticaret ve Sanayi Odası
başkanlıklarını ziyaret etmek için belediyeden ayrılıyoruz.
ELAZIĞ TİCARET VE SANAYİ ODASI’NDAYIZ
Çarşı
Mahallesi’nde aynı binada hizmet veren bu lider kuruluşumuza
mesafenin kısa olması nedeniyle yürüyerek gidiyoruz. Ticaret
Borsası’na yaptığımız ziyarette Borsa’nın değerli
yöneticileriyle bir araya geliyoruz. Yürütülen projeler
hakkında bizleri bilgilendiriyorlar. Konuklarımıza Elazığ’ın
yöresel yiyecekleri ikram ediliyor. Teşekkür edip bu defa da
Ticaret ve Sanayi Odası’na gidiyoruz.
Konuklarımız Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası’nda başkan ve
yönetim kurulu üyeleri tarafından karşılanıyor. Elazığ
Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Ali Şekerdağ Meclis Başkanı
Nuri Önal ve yönetim kurulu üyeleriyle bir araya geldiğimiz
bu görüşmede sıcak ve samimi bir sohbet yapılıyor. Faaliyet
hakkında gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur’un verdiği
bilgileri dikkatle dinleyen oda yetkilileri teşekkürlerini
ifade ediyorlar.
Bedrettin Keleştimur:
Sayın
başkanım bizler Elazığ’da faaliyet gösteren kültür adamları
olarak şehrimizin kültür hayatına katkı sağlayan projeler
üretmeye çalışıyoruz. Tabi kuşlar kanatlarıyla uçarlar.
Sizlerin teşvikleriyle sizlerin destekleriyle yapmaya gayret
ettiğimiz bu faaliyetler ile şehrimize güzel hizmetlerde
bulunuyoruz.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu, Fikret Memişoğlu, Nurettin Ardıçoğlu,
Ahmet Kabaklı, Fethi Gemuhluoğlu, şehrimizin son dönemde
yetiştirdiği Türkiye’nin Türk dünyasının yakından bildiği
tanıdığı sevdiği insanlar. Niyazi Bey ilk öğretmenlik
yıllarını Bızmışen Köyü’nde yaşadı. 70’li yıllara kadar
Elazığ’da bulunuyor Fikret Memişoğlu ile birlikte o dönem
Elazığ’da bir edebi mahfil oluşturuyorlar. “Yeni Fıra”
dergisini çıkartıyorlar. Elazığ’ın edebi hayatına yaptıkları
bu hizmetlerle Harput Müziğine, Harput Folkloruna sahip
çıkıyorlar. 1970’lerden sonra Ankara’da ve İstanbul’da Milli
Eğitim Bakanlığı’nda üst düzey görevlerde bulunuyorlar.
Yayımlar Daire Başkanlığı’nda ve Devlet Kitapları
Müdürlüğü’nde üst düzey yönetici olarak birçok değerli
hizmete imza atıyor. Milli Eğitim yayınevlerinin ülke
genelinde faaliyet göstermesi onun çalışmalarıyla
geçekleşmiştir. En büyük arzusu milletimizin ilimle,
irfanla, kitapla yükseleceği ve muasır medeniyet seviyesine
ulaşacağımızı düşünmektedir. Bu amaçla o dönem gerçekleşen
yayın projeleriyle gerek batı klasikleri serisi gerekse Türk
klasiklerinin yayınlanması için büyük gayretler
göstermiştir.
Emekli
olduktan sonrada Türk Edebiyatı Vakfı’nın müdürlüğünü
yürütmüş. Niyazi Bey bütün ömrünü şiire edebiyata sanata
vakfetmiş bir insandır. Bu coğrafyanın insanları onu Destan
şairi olarak bilmektedir. Gerçekten de yüzlerce yıllık
tarihimizi destanlaştırarak mısralara aksettiren önemli bir
şairimizdir.”
Ali Şekerdağ:
Ticaret
ve Sanayi Odası olarak görev anlayışımız Elazığ’ı sadece
iktisadi hayatını gerçekleştirmek değil. İlimizin sosyal ve
kültürel alanda da gelişmesinden sorumluyuz. Kültürel
faaliyetlerin şehrimizin gelişmesine büyük katkı
sağlayacağını düşünüyoruz.
Nuri Önal:
Şeref
verdiniz şehrimize sizleri burada görmekten son derece
mutluluk duyuyoruz Elazığ’ın yetiştirmiş olduğu büyük şair
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun anısını yaşatmak amacıyla
düzenlenen bu toplantı bizleri son derece memnun etmiştir.
Manas Yayıncılık’ın yöneticilerine teşekkür ediyorum. Bu
faaliyetleri başarıyla yürütüyorlar. Bizler oda olarak bu
değerli kardeşlerimizin her zaman yanında olmaya çalışıyoruz
bundan sonra da olacağız tekrar hoş geldiniz. “ diyorlar.
Bu
ziyaretlerin ardından Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Caddesi”nin Açılış Töreni’ne katılmak için konuklarımızla
birlikte Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası’ndan ayrılıyoruz.
NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU CADDESİ…
Elazığ
Belediye Başkanlığı, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu adının
bir caddeye verilerek yaşatılması amacıyla yürüttüğü
çalışmalar tamamlanıyor. Belediye Meclisinin almış olduğu
karar uygulamaya konuluyor. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Caddesi’nin açılışı için düzenlenen tören 4 Şubat 2010
Perşembe günü saat 12.00’de gerçekleştiriliyordu.. Törene
kültür ve sanat çevrelerinin ilgisi büyüktü. Abdullah Paşa
Mahallesi’nde bulunan bu caddenin açılışına Elazığ Valisi
Muammer Erol, Elazığ Belediye Başkanı Süleyman Selmanoğlu,
Elazığ Özel İdare Genel Sekreteri Nazif Bilginoğlu, Elazığ
Barosu Başkanı Rüstem Septioğlu, Elazığ Belediye başkan
Yardımcıları Atik Birici, Mehmet Kutlu, İl Kültür ve Turizm
Müdürü Tahsin Öztürk, İl Müftüsü Ömer Kocaoğul, TRT
camiasından değerli yazar H. Rıdvan Çongur, Faruk
Gençosmanoğlu, Talat Gençosmanoğlu, Mefkûre Gençosmanoğlu
Daş, Erciyes Dergisi’nin sahibi Nevzat Türkten, Kars Kafkas
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi Yrd. Doç.
Dr. Mitat Durmuş, şair İbrahim Çapan, şair Fazıl Ahmet
Bahadır ve Yenises dergisi bölge temsilcisi Cumali Temiz,
Elazığlı yazarlar ve çok sayıda vatandaş katılıyor.
Baştanbaşa bayraklarıyla donatılan sokağın adeta bir bayram
yeri gibi bezenmesi konuklarımızı duygulandırıyor. Törende
yapılan konuşmaları H. Rıdvan Çongur hocamızın merhum
şairimizin Malazgirt Destanı adlı muhteşem şiirini
okumasıyla heyecanımız doruklara çıkıyor.
Elazığ
Valisi Muammer Erol, Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman
Selmanoğlu’nun ev sahipliğinde Faruk Gençosmanoğlu, Talat
Gençosmanoğlu, Mefkûre Gençosmanoğlu Daş, H. Rıdvan Çongur,
Nevzat Türkten, Yrd. Doç. Dr. Mitat Durmuş, İbrahim Çapan,
Fazıl Ahmet Bahadır ve törene katılan diğer konuklar toplu
halde “Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Caddesi” tabelası
yerine konuluyor. Faaliyetin bu en heyecanlı anında Elazığ
Belediyesi Mehter Takımının konseri başlıyor.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu Caddesi bütün hayatını milletine
adayan bu gönül insanının hatıralarına tanıklık ediyordu.
Kaldırımın hemen yanı başına konulan kürsüden başlayan
konuşmalarda destan şairi olarak anılan Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun kişiliği ve hizmetleri üzerinde
duruluyordu.
Bedrettin Keleştimur:
Sayın Valim,
Belediye Başkanım, Rektör Yardımcım, Ticaret Odası Başkanım,
Daire Müdürlerim, Şiir Sanat ve Edebiyat sevdalıları,
Ankara’dan, Kayseri’den, Kars’tan’, Osmaniye’den buraya, bu
tarihi müstesna açılışta bizlerle birlikte olan kadirşinas
misafirlerimiz her birinize hoş geldiniz diyorum, saygı,
sevgi ve muhabbetlerimi sunuyorum.
Bugün
burada Manas Yayıncılık ve Elazığ Musiki Cemiyetinin
sizlerin bizlere verdiği sonsuz teşvik, gayret ve
desteklerle düzenlediği “Destanların Efendisi Şairimiz
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu Doğumunun 80.Yıldönümünde
değişik etkinliklerle anma” gibi tarihi bir faaliyetle,
Elâzığ bir güzelliğe daha adımını atıyor. Şehir böyle bir
güzellikte nasıl sevgi seli haline geleceğini, saflarını
sıklaştıracağını, sanata ve sanatçıya gösterdiği ahde vefa
duygusunu da cümle âleme ilan ediyor…
Gönül
dolusu alkışlar; böyle bir yürekliliği, duyarlılığı, tevazuu
içtenlikle gösteren şehrin Valisine, Belediye Başkanına,
Rektörüne, Ticaret Odası Başkanına ve bizleri hiçbir zaman
yalnız bırakmayan şehirdeki bilumum gönüllü kuruluşlarımıza
olacaktır, şüphesiz ki… Bilcümle, ak topraklarda, ak alınlı
yiğitlerin diyarı Ağın’dan söz edeceğiz… Ak gerdan üstünde
bozkır Anadolu’da zümrüt güzelliği ile gözlere güzellikler
içiren yurt köşemizden söz edeceğiz… Ve bu güzelliklere
sahiplenen Belek Gazi diyarından, Elâzığ’dan söz edeceğiz…
Bil
cümle güzel sözlerin etrafında bizleri bir araya getiren de
bu şehrin bağrından çıkardığı ‘Destanların Efendisi’ olarak
insan havsalamızda istisna bir yer teşkil eden Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun doğumunun 80. yılında anılması,
bir ahde vefanın yerine getirilmesidir.
Elâzığ
Belediyesi ve O’nun Alperen duruşlu Belediye Başkanını,
göreve geldiği ilk günden, ilk yıllardan itibaren ‘şehrin
kimliğine sahiplendiğini…’ sahiplenişiyle kalıcı izler
baraktılar… Bunların belki de en önemlisi bu şehrin bayrak
isimlerinin abideleştirilmesi…
Destanların Efendisi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun ismi
bir caddeye veriliyor… Bu nedir, şehrin kimliğinin taşa,
toprağa kazınmasıdır… Daha önce de Türk Dünyası’nın güzide
isimlerinin ki bunlar arasında; Cengiz Aytmatov, Elmas
Yıldırım, Magcan Cumabay, Bahtiyar Vahapzade, İmam Efendi,
Beyzade, Ahmet Kabaklı, Fikret Memişoğlu, Şeref Tan ve
daha niceleri…
Elâzığ’ı, bölgesinde ‘huzur ve istikrar adası’ yapan
sebeplerin en önemlisi, şehrin tarihi kimliğine, hafızasına,
hatıralarına sahip çıkışıdır… O sahiplenme şuuru inanınız
ki, 81 ilimize örnek bir duruşu vecd halinde haykırıyor…
Destan
Şairimizi anmak, o’nun hatırasına en güzel armağanı bizlere
Feridettin Atatuğ ‘Destanların Sevgilisi’ isimli romanı
kazandırarak, Mitat Durmuş bir ömrü bütün safhalarıyla
kaleme aldığı, ‘Mitopoetik Şair Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’ eserini bizlere bu güzel günümüzde ikram
ediyorlar…
Gür ve
tok sesiyle H. Rıdvan Çongur’dan Destan Şairimizi
dinleyeceğiz… Gençosmanoğlu’nun Esat Kabaklı ve Yrd. Doç Dr.
Güldeniz Ekmen Agiş tarafından bestelenmiş eserlerini Emrah
Uysal bizlere seslendirecekler…
Niyazi
Yıldırım Bey’in evlatlarını Talat Gençosmanoğlu’nu, Mefkure
Gençosmanoğlu Daş’ı dinleyeceğiz… Destan Şairimizden en
canlı hatıraları bizlerle paylaşacaklar.
Anadolu
Dergiciliğinin ‘Duayeni’ ve aynı zamanda kendisini buna
vakfeden ‘Duayen İsmi’ Nevzat Türkten de, bu faaliyetin
gerek anısına ve gerekse Anadolu Dergiciliğine verdiği
hizmetlerden dolayı kendilerine bu şehrin şükran
plaketlerini takdim edeceğiz…
Hep
birlikte Ağın’a gideceğiz… Orada, şairlerimiz Üstatları
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun anısına şiir ve sanat
şöleni düzenleyecekler, en güzel eserlerini bizlere
yorumlayacaklar…
Televizyonlarımızda, Kanal 23 ve Kanal E televizyonlarımızda
canlı programlar olacak… Bu programlarda, dışarıdan gelen
misafirlerimizin de katılımıyla ‘Destanların Efendisi’
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bütün yönleriyle anlatılacak…
Ve
Elâzığ’ımızın gönül ve irfan meclisi olarak da
isimlendirilen Musiki Konservatuarı Derneği’nde, Paşa
Demirbağ, Naci Sönmez ve Nihat Kazazoğlu gibi ses ve söz
ustalarının katılımıyla “Bir Türkü Tutturdum Kayabaşı’nda”
isimli konser verilecek… Niyazi Yıldırım’ın eserleri icra
edilecek…
Bütün
bunlar, bir şehrin kendi hafızasına yönelerek bir ahde vefa
görevini yerine getirmesidir… Bu şehrin, Anadolu
coğrafyasında stratejik öneme sahip bir yeri olduğuna
birlikte vurgu yapacağız…
Evet,
tarihi yolların en uğrak noktasında olduğu içindir ki Harput
ve O’nun yeşil duvaklı İlçesi Ağın; Kuzeye, Kafkaslara;
Güneye, Basra’ya; cihan şehri İstanbul’a yakındır.
Bu
yakınlık, ak topraklar üzerinde kurulu Harput’ta, doğu ve
batı kültürüne bütünüyle hâkim irfan sahibi insanların
yetişmesine zemin hazırlamıştır.
Anadolu’nun herhangi bir şehrinde Ağın ismini ve o ismin
neleri çağrıştırdığını sorunuz? Size verilecek cevap:
“Anadolu’ya muallim yetiştiren gayretli, azimli, yürekli bir
ilçemizdir…” şeklinde olacaktır.
Evet,
insanı yoğurup şekillendiren muallimlerin diyarıdır Ağın. O
kahraman muallimler ki isimleri birbiri ardınca geldikçe
heyecanlanırım…
İsterseniz aklıma ilk gelenleri sıralayayım: Müderris
Hüseyin Hüsnü Efendi, Abdullah Lütfü Efendi, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu…
Niyazi
Yıldırım. Bir ömrü değil, ömürlerin asrımıza bahşettiği bir
koca çınar, Türk dünyasını kucaklayan bir büyük yürektir.
Bir
idealin doğuşunu, emeklemesini, yürüyüşünü ve coşmasını 63
yıllık bir ömre sığdıran bir yürek…
O yürek
etrafında titreyen kimler yoktu ki… Ağın’da Nahiye müdürlüğü
yapan Azerbaycan’ın vatan ve hürriyet şairi Elmas Yıldırım…
Güngörmüş bir kadın, Niyazi Yıldırım’ın babaannesi Aniş Ana…
Bir muallim olan babası Mehmet Sabit Efendi ve annesi Zeynep
Hanım…
Köklü ve
güçlü bir aile, âlicenap bir çevre ve sağlıklı bir eğitim
bir araya gelince tarihin hikmet gözeleri çağlayacaktı!
Öyle bir
hayat serüveni ki, kader ağı onu sürekli yoğuracaktır… Gerek
okul yılları ve gerekse ilk görev yaptığı Elâzığ, ‘edebi bir
muhitle…’ O’nu sürekli besleyecekti…
İlk
tayin edildiği yer, Elâzığ’ın merkez köylerinden Bizmişen
İlkokulu’dur…
“Üstadım, ağabeyim, ruhumun ve sanatımın mimarı” dediği
Fikret Memişoğlu ile birlikteliği o dönemin güçlü
kalemlerini bir araya getiren Fırat Dergisi’nde daha da
güçlendirir.
İstanbul
Devlet Kitapları Müdürlüğü’nde görev yaptığı yıllarda
içindeki azim, yüreğindeki sevda artık yer yurt tutmaz olur.
O;
Anadolu’yu Kars’tan Edirne’ye kadar, ‘kütüphane ağıyla
donatmayı’ düşünür.
İstanbul’da, Devlet Kitapları Müdürlüğü yaptığı yıllarda en
yakın arkadaşı Devlet Kitapları Basımevi Müdürlüğünü yürüten
Mustafa Necati Sepetçioğlu’dur. Birisi bir milletin romanını
yazar; bir diğeri ise ‘destanlarını’ gönüllerde taht
kurarlar yıllara yüzyıllara hükmeden yüreklerle…
Destanların Efendisi Niyazi Gençosmanoğlu, Devlet Kitapları
Müdürlüğü’nden sonraki görev yeri İstanbul Türk Musikisi
Devlet Konservatuarı Genel Sekreterliğidir. Burada da güzel
çalışmalara imzasını atar.
Niyazi
Yıldırım, Ankara’daki Sanat Derneği’nde Arif Nihat Asya,
Halide Nusret Zorlutuna, Mehmet Çınarlı, Bahaettin Karakoç,
A. Ali Garip Kafkasyalı, Emine Işınsu, Yavuz Bülent Bakiler,
İlhan Geçer, Dr. Sadık Kemal Tural ve Dr. Ahmet Bican
Ercilasun ile birlikte görev yapar.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu İstanbul Türk Musikisi Devlet
Konservatuarı Genel Sekreterliği görevinden Ocak 1978’de
kendi isteği ile emekli olduktan sonra Türk Edebiyatı Vakfı
Müdürlüğünü 4 yıl boyunca başarıyla yürütür. 1980–1981
yılları arasında da, Türk Edebiyatı Dergisi’nin yazı işleri
müdürlüğünü yapar.
"Vatan
oğul.. Bayrak oğul.. Devlet oğul.. Can oğul…/ Sevmek
nedir? Bunu bilen âşıklara Bismillah.//Gazi oğul, şehit
oğul, iman oğul din oğul… /Ak döşünden kan fışkıran
deşiklere Bismillah.//Düşte gördüm, kanlı başın Peygamberin
dizinde/Ocaklara, eşiklere, beşiklere Bismillah." mısraları
bin yıl İslam’a hizmet eden bir milletin maverasından
bizleri haberdar eder.
Doğu
Türkistan Türklerinin efsanevi lideriyle birlikte
Türkçe-Arapça-İngilizce gibi üç dilde çıkardığı Doğu
Türkistan’ın Dergisi’nin yazı işleri müdürlüğünü yapar.
Niyazi
Bey, 1989 tarihinden itibaren Türkiye Gazetesi’nde;
kültür-sanat yönetmenliğini yaptığı yıllarda sanat
çevrelerinin ilgi odağı haline gelirler…
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu bundan yıllar önce, Türk Dünyasının
hürriyetine kavuştuğu 1990’lı yıllarda aramızdan ayrılmış,
Hakk'a yürümüşlerdi…
O güzel
insan, Anadolu'nun bağrından çıkmış bir alperendi... Alp er
Tunga'nın iki bin yıl sonra gelen soluğuydu.. Yunus'un
dili, Mevlâna’nın engin ufku, Sinan'ın eli, Itrî'nin
sesiydi...
"Aylardan Ağustos, günlerden Cuma" diyen destan şairimiz,
aynı kutlu ayda doğmuş, takdiri ilahinin bir cilvesi aynı
kutlu ayın bir Cuma'sında vuslat düğününü yapmışlardı…
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu, maziyle hemhal olmuş, onun
tefekkürüyle gönül gözleri açılmış, soframıza şiirin
ziyafetini getirmiştir. Onun hayatı, 'mücadele'
yapraklarının katmerli acılarıyla doludur. Almayan, ama hep
vermeye çalışan bir Alperendir Gençosmanoğlu.
Destan
şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu mısraları öylesine
dokur ki, bal arısındaki işçilik ondadır!. İpek böceğindeki
zevk ondadır!. Her ilmikte can bulan renklerin senfonisi
ondadır!. Kelimelere, mana elbisesini giydiren o feraset;
öyle bir heybetle tarihe yönelir ki, feryadına ses bulur!..
Onunla
bir daha mayalanan, destanlarımızda gezininiz; o tarihi
yolculuğa, serüvene çıkınız… “Demiri Dövdük…” Dağları
erittik, ayaklarımızın altına serdik, insanlığa hediye ettik
koskoca medeniyetleri… Masallarımız, kahramanlarla
çocuklarımızın gözlerini büyüledi…anne sütü gibi gönüllerini
ferahlattılar, Ahmet Yesevi’den… Semerkant, Buhara
rüyalarını süsledi, her dem… Kaşgar, dillerini bezedi…
Aktılar, doğudan batıya doğru… Bahar coşkusu içerisinde
Yunusça dillendiler, Ahi Evran Konağı’nda yeni dünyalar/
yeni iklimlerle tanış oldular.. Şeyh Edebali, Emir
Sultanlarla hayata barış oldular.. Fuzuli’den Nesimi’ye..
Şeyh Galip’den, Yahya Kemal’e bir yay kirişi gibi gönül
iklimini sevdalarına gerdiler.. Bir hayat ki, Dede
Efendilerde, Itrilerde billurlaştı..
Anadolu
bozkırı art arda gelen bir Malazgirt Destanına, bir İstanbul
Fethine, bir Çanakkale Destanına, bir Sakarya, bir
Dumlupınar, bir Cumhuriyet zaferine onun kalemiyle bir daha
tanık oldular...
Sadık
Kemal Tural Hocamızın çok veciz bir sözü vardır; “Bugünün
bekçileri siyasetçileridir, yarının namusu da şairlerden
sorulur." Diye. Evet, şairin esas politikası, eseridir.
“İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” Şair hayaller
dünyasından zevk, estetik ve bedii güzellikleri şuur altına
yerleştiren, yeraltındaki kaynakları dışarı taşıyan hüner
tılsımlarıdır.
Niyazi
Yıldırım’ı eserleriyle anarken birlik ateşinin yakıldığı bir
güzel güne uyanıyoruz.. “Bir anı devam ettiren, Şimdiki hale
devamlılık veren” Niyazi Yıldırım gibi aşk deryası
şairlerimiz gayet iyi bilinmelidir ki, “geçmişle gelecek
arasında bir bağ, cihanşümul bir hayat ile ferdi hayat
arasında bir köprü” bir muazzam köprü kurmaktadırlar. İşte,
bugün o tarihi köprüden onun destanlarıyla hep birlikte
geçiyoruz.
Bu güzel
müstesna programın hazırlanmasında hiçbir fedakârlıktan
kaçınmayan şehrimiz Valiliğine, Belediye Başkanlığı’na,
Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’ne, Elazığ Ticaret ve Sanayi
Odası Başkanlığı’na, Elazığ Ticaret Borsası’na, Ağın
Kaymakamlığı’na, Ağın Belediye Başkanlığına, İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğüne, Fırat Üniversitesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü Başkanlığı’na, Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuvarına, Elazığ Musiki Cemiyeti’ne, Ağın Haber
Gazetesi2ne, Erciyes Dergisine ve şehrimizde sürekli
bizlerle birlikte olan gönüllü kuruluşlara, şair, yazar ve
bilumum sanat dostlarımıza, sürekli birlikte ve mensubu
bulunduğumuz güzide basın mensuplarına MANAS YAYINCILIK
olarak şükranlarımızı iletmeyi bir görev biliriz.
Talat Gençosmanoğlu:
Sayın
Valim, Sayın Belediye Başkanım, basınımızın değerli
temsilcileri, Saygıdeğer Elazığlı hemşerilerim,
Hanımefendiler, Beyefendiler ve kıymetli gençler… Burada
hazır bulunan seçkin topluluğu ve Elazığlı hemşerilerimi
saygıyla selâmlıyorum…
Bugün
babam Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu manen sizlerin
aranızdadır adını bir caddeye vermekle sevgili hemşerileri
olarak onun ruhunu şad ettiniz. Şu anda onu aranızda
yaşatıyorsunuz rahmetli babamın adı verilen bu caddenin onun
ve benim için manevi değerinin olduğunu vurgulamak
istiyorum. Babam Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu öğretmenliğe
başladığı 1946-1947 öğretim yılında şu an burada ismi
verilecek olan caddenin hemen şu karşısındaki tepenin
arkasında bulunan Bızmışen Köyü’nde bu köyde dünyaya geldim.
Bu köyde ilkokul bitirdim, rahmetli babamın öğretmen olarak
en uzun süreli görev yaptığı yerde burasıdır. Yaklaşık 8 yıl
bu köyde görev yapmıştır.
Burada
bu güzel merasim vesilesiyle başta Elazığ Valisi Muammer
Erol olmak üzere Belediye Başkanımız Süleyman Selmanoğlu’na,
Fırat Üniversitesi Rektörümüz Prof. Dr. A. Fevzi Bingöl’e,
Ticaret Borsası Başkanımız Mehmet Ali Dumandağ’a ve
Gençosmanoğlu’nu gönüllerinde yaşatan bilim kültür ve sanat
camiasına şükranlarımı sunuyorum.
Sayın
valim, Sayın Belediye Başkanım, hanımefendiler, beyefendiler
ve kıymetli misafirler. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
destanlarında şiirin doruklarına yücelmiş bir burç, bir
çığır. Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Arif Nihat
Asya çizgisinin gür sesi. Asrımızın Dede Korkut’u Türklük
ve İslam şuuru ve gururu ile taçlanmış bir edebi şahsiyet
tevazu ve hoşgörüde Yunus meşrepli Türklük dediğinde derya
gönüllü dağ yürekli Alperen heybetli bir insan.
“Benim
ulu kâinatım kaleme kâğıda sığmaz” diyen Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu destanlarla büyüyen ulu kâinatını anlatmak
için benim kelamım ve kalemim yetersiz kalır.
Millete
mal olmuş bir şair anlatmak, sevdiği birini anlatmak çok
zor. Edebiyat Camiası gönül dostları yakın arkadaşları onun
için söylenebilecek en güzelini yazıp söylemişlerdir. Onları
saygıyla selamlıyorum. Bugün Harput evliyalarının Balak
Gazi’nin Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun sarmaladığı bu
güzel yurt köşemiz kutlu şehir Elazığ’dayız. Bu güzel
caddeye Destanların efendisi Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun adını vererek büyük bir kadirşinaslık vefa
örneği gösteren başta sayın valimize, Sayın belediye
Başkanımıza, belediye meclis üyelerine, Manas Yayıncılık’ın
değerli mensuplarına ve Şener Bulut’a Bedrettin
Keleştimur’a ve Elazığ’ın bilim kültür ve sanat
temsilcilerine teşekkürlerimi bildiriyorum.. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum arz ederim.
H. Rıdvan Çongur:
“Şol
Gökleri kaldıranın
Donatarak dolduranın
Ol
deyince olduranın
Doksandokuz adıyla”
Söze
onun dizdiği kelimelerle, yazdığı şiirle adı Besmele,
Besmele ile başladık şimdi konuşuluyor üstünde, hayır onun
ruhu burada. Biz onunla yine 50’li yıllardaki gibi yan
yanayız. Beni dinlemekte.
Şimdi
Malazgirt şiirini okuyacağım. Sonra konuşmaları yaparım.
Yapacağım yerlerde, fakat onun gibi okuyabilecek miyim?
Sesim onun gibi gür çıkabilecek mi. Çok dikkat edeceğim.
MALAZGİRT MARŞI
Aylardan
Ağustos, günlerden Cuma,
Gün
doğmadan evvel İklim-i Rûma,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma.
Yeni bir
şevk ile görledi gökler...
Ya
Allah...Bismillah...Allahuekber !..
Önde
yalın kılıç Türkmen başbuğu,
Ardında
Oğuz’un elli bin tuğu...
Andırır
Altay’dan kopan bir çığı ;
Budur,
Peygamberin övdüğü Türkler...
Ya
Allah...Bismillah...Allahuekber !..
Türk,
ulu Tanrı’nın soylu gözdesi,
Malazgirt, Bizahns’ın Türk’e secdesi,
Bu ses,
insanlığa Hakk’ın müjdesi...
Bu seste
birleşir bütün yürekler...
Ya
Allah... Bismillah... Allahuekber!...
Nağramızdır bugün gök gürültüsü,
Kanımızdır bu gün yerin örtüsü...
Gazi
atlarının nal parıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler...
Ya
Allah... Bismillah... Allahuekber!...
Yiğitler
kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu
başlar, vatan olmaya....
Kızıl
Elma’ya hey... Kızıl Elmaya !...
En güzel
marşını vurmada mehter :
Ya
Allah...Bismillah...Allahuekber !...
Vur Mehter Başı! Malazgirt Marşı”nı bir de
sizden dinlesin herkes. Hakk’a kavuşmuş, has kardeşlerinin
mısralarıyla bir kez daha coşsunlar!
M. Süleyman Selmanoğlu:
Sayın
Valim, çok kıymetli misafirlerimiz, Sayın Baro Başkanım,
kıymetli hocalarım, çok kıymetli hanımefendiler,
beyefendiler, çalışma arkadaşlarım, Değerli hemşerilerim
basınımızın güzide temsilcileri sizleri saygıyla
selamlıyorum.
Milletler ekonomik zenginliklerinin ötesinde bilim kültür ve
sanat gibi değerleriyle varlık gösterdiklerinde çağdaş dünya
ile bütünleşir gelişir ve saygınlık kazanırlar. Büyük millet
olmanın en önemli göstergelerinden biride hiç kuşkusuz
kültür ve sanat alanındaki birikimlerimizdir.
Tarihi
zenginliklerini yaşatmayan şehirler toprağın derinliklerine
kök salmayan ağaçlar gibi uzun dönemde canlılıklarını
koruyamazlar. Şehirler büyüklüğünü kendi coğrafyasında hayat
bulan ekonomik tarihi ve kültürel zenginliklerinden alırlar,
tarihsiz şehir şehirsiz tarih coğrafyada kalıcı izler
bırakamaz. Bu nedenle şehirler tarihin yaşayan şahitleridir.
Bizler zengin tarihi ve kültürel değerlerinin yanı sıra
zengin edebiyat birikimine sahip bir milletiz. Her karışı
ayrı güzel, her karışı aziz olan vatan topraklarımızın
kendini özgü kültürüyle tarihiyle ilgili önemli bir şehirde
Elazığ’ımızdır. Elazığ ev sahipliği yaptığı uygarlıklarla
zengin geçmişi ve sahip olduğu potansiyel ile köklü bir
medeniyet şehri olmayı başarmıştır. Tarih boyunca çok sayıda
medeniyete ev sahipliği yapan bu topraklarda yaşayan ilim
adamları gönül adamları bütün insanlığı aydınlatan evrensel
mesajlar vermişlerdir. Yeteneği ve özverili çalışmalarıyla
insanlığa anlamlı eserleri sunan edebiyatçılar ve sanatçılar
barışın umudunu ve dostluğun elçiliğini yaparak toplumların
yakınlaşmalarında katkı sağlamışlardır. İnsanlığın geleceğe
dönük yüzü olan sanat ve edebiyat evrensel niteliğe ulaştığı
zaman tüm dünyanın konuştuğu ortak bir dile dönüşmektedir.
Elazığ olarak yıllar var ki bu güzel şehirde kültür, sanat
ve edebiyat dolu etkinliklere imza atmaktayız Atatürk’ün
öğretmeni Yakup Şevki Paşa, divan şairi Rahmi Bey, Hacı
Hayri Bey, Şeyhü’l-muharrinin, Ahmet Kabaklı, gönül adamı
Fethi Gemuhluoğlu, Harput sevdalıları, İshak Sunguroğlu,
Fikret Memişoğlu, Şeref Tan, Beyzade Efendi ve İmam Efendi
gibi birçok şahsiyetleri yetiştiren Elazığ bugün yine ahde
vefanın güzel bir örneği olarak yetiştirdiği bir değerini
Türk edebiyatında Destan şairi olarak bilinen Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun doğumunun 80. Yıl dönümünde
yeniden anmak ve onu ebedi kılmak gibi anlamlı bir etkinliğe
de ev sahipliği yapmaktadır. Mevlana’dan Hacıbektaş-ı
Veli’ye Dede Korkut’tan Yunus Emre’ye Mehmet Akif’ten,
Tevfik Fikret’e, Necip Fazıl’dan, Nazım Hikmet’e, Cahit
Sıtkı’dan, Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya, Akif İnan’dan, Erdem
Beyazıt’a kadar çok sayıda bilge şahsiyeti yetiştiren aziz
milletimiz bu zenginlikleriyle Dünya Milletler Camiasında
farklı ve önemli bir yere sahip olmuştur. Bizi büyük yapan,
farklı yapan işte bu zenginliğimizdir. Büyük destan şairi
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’da bu zenginlikler içerisinde
ilimizde yetişen bize derinlik ve zenginlik katan müstesna
bir şahsiyettir. Çünkü o çok bilinen ve ezberlenen destansı
şiirlerin şairidir. Niyazi Yıldırım aslında bir medeniyet
taşıyıcısıdır. Tarihimizin altın harflerle kazanmış büyük
zaferleri şiirleri de su misali üslupla anlatmayı başarmış
güçlü bir şairdir. Eserlerinde milletimizin kazandığı parlak
zaferleri kültürümüzün eşsiz değerlerini cennet vatanın
müstesna köşelerini milli kimliğimiz milli şuurumuz. Ortak
mücadeleniz ve en güzel Türkçemiz ile onun ana sütü gibi ak
ahengi vardır. Malazgirt Marşı şiiri ile o muhteşem zaferin
heyecanını Ağın şiiri ile doğup büyüdüğü bedinin
güzelliklerini Kahramanlık türküsü ve meydan şiiri ile
tarihimizin ihtişamlı günlerini ardından şiiri ile kadere
boyun eğişin psikolojisini onun şiirleriyle hissettik ve
yaşadık.
Ne
dünyalık istediler
Ne
aferin umdular
Ne
kavgadan vazgeçtiler
Ne
gücenip küstüler
Diyerek
ulvi gayeler güden insanların daima yücelten hedefi olmayan
sanat ayını zamanda bir meşgaleden ibarettir diyerek şiir ve
sanatı milletimizin hizmetine sunmuştur. Unutmayalım ki her
toplumun Niyazi Yıldırım’ı yoktur. Niyazi Yıldırımlar büyük
toplumların büyük uygarlıkların çocuğudur bu nedenle onlara
sahip çıkmalı ve onlarla gurur duymalıyız her zaman ilham
almaya devam edeceğimiz Niyazi Yıldırım’ın aziz hatırasına
olan saygımızı onun ismini şu an bulunduğumuz bu caddeye
vermek suretiyle bir kere daha göstermiş oluyoruz. Bu gök
kubbe var oldukça Elazığ şehri yaşamaya devam ettiği sürece
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ismi de var olacak ve bu
semalarda aziz hatırasıyla birlikte yankılanacaktır.
Şehrimizin yetiştirdiği Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu bir
kere daha minnetle ve şükranla yad ediyoruz ismini
verdiğimiz bu caddenin şehrimize hayırlı olmasını diliyorum
ve sözlerimi onun şaheser dizeleriyle bitirmek istiyorum.
Şu
yeryüzü er meydanı
Gönül
sevmez her meydanı
Yüreksize yorgan döşek
Koç
yiğide ver meydanı
Saygılarımla...
Muammer Erol:
Rıdvan
Hocamız şiiri çok güzel okudu okuduğu şiir çok güzeldi ama
okuyanda güzel okudu. Rıdvan Hocamız o gönlünün dolduğu ile
coşkusuyla mehterinde ve bizim gönlümüzü de coşturdu ve
ısıttı bu soğuk havada sunucu kardeşim beni davet ederken
Elazığlılar bağrına bastı dedi. Hakikaten Elazığlılara
sonsuz minnettarlığımı ve şükranlarımı arz ediyorum sağ
olsunlar varolsunlar. Elazığlılar güzel insanlar güzel
insanlar kedilerine yakışan güzelliklerle hayatlarını
anlamlandırmaya devam ediyorlar sağ olsunlar. Belediye
başkanımızın öncülüğünde belediye meclisimiz bir güzel
insanına ahde vefanın bir örneği olarak bugün bu caddeye
ismini vererek ebedileştirdi. Destan şairimiz inşallah bu
cadde ile birlikte gönlümüzde yaşıyor, yaşayacak ama bu
caddeden gelip geçerken inşallah Rıdvan Hocamızın bir
hatırlatmasında olmuştu Başkanım bugününde hatırası olması
bakımından sizin konuşmanızın sonunda okuduğumuz dörtlüğü de
yazarız Şener Bey olmaz mı uygun olur tamam.
Burada
ben Elazığ’daki sanatçı dostlarımıza kardeşlerimize şöyle
bir konuda dikkatlerini çekmek istiyorum üstadımız Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu hangi parayı verse bugün bizleri
burada toplayabilirdi. Ya da mirasçıları kardeşi, oğlu, kızı
değil mi hangi parayı verse bizi burada toplayabilirdi. Bizi
burada toplayacak bir paranın olduğunu düşünmüyorum. Yok,
onun karşılığı nedir bizi burada toplayan o insanın o
övündüğümüz bizi biz yapan değerlere insanlık değerine
bağlılığı sevgisi ve bağlılığı bu sevgiyi bu coşkuyu
resmetmedeki şiir diliyle resmetmedeki güzelliği bu
alkışlanıyor ve ebedileştirmek için insanlar ve bakın
doğumunun 80. yılı diyoruz ve 80. yıl sonrada onun aziz
hatırası adına bir şeyler yapma sorumluluğuyla burada
hakkını verme adına bulunuyor sağolsun varolsun Elazığlılar
ve bugünkü sanatçı dostlarımız, kardeşlerimizde
hayıflanmasınlar şu şartlarımız zor bugün şu sıkıntıdayız
falan diye. Evet onların içlerinde bulunduğu sıkıntıları
hafifletmek daha iyi şartlarda sanatlarını icra etmek
konusunda hepimizin üzerine düşen vazifeler var oları da
elimizden geldiğince başkanımız olsun, biz, diğer
yetkililer, gücü yetenler yapmaya çalışıyor ama eksik
mutlaka kalır eksikliklere takılmadan inşallah o
gönlümüzdeki güzellikleri her olanda edebiyatta şiirde
resimde güzel sanatların bütün alanlarında insanlarla
paylaşır üretirsek ebedileşme adına işte böyle hiç bir
parayla satın alınamayacak güzelliklere imza atarız kalıcı
olur. Öldükten sonrada rahmetle anılırız. Çoluğumuza
çocuğumuza övünebilecekleri. Baba hatırası, ana hatırası,
ata hatırası bakarız. Bununda karşılığı yoktur çalışacaksak
hani kalıcı olan için çalışacaksak bu güzel bir şey kalıcı
olmak adına. Ben sanatçılarımızı bu olandaki çalışmaları
için şimdiden teşekkür ediyorum ve gayretlerinin artarak
devam etmesini diliyorum ve bizde o gayret için elimizden
geleni yaparız diye ifade ediyorum.
Başkanımızı ve bu güzel faaliyete ön ayak olan bütün
arkadaşlarımızı Bedrettin Bey Şener Bey’i belediye meclis
üyelerimizi hassaten tebrik ediyorum. Vefa adına çok güzel
bir iş yaptılar sağ olsunlar, Varolsunlar hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Konuşmaların tamamlanmasının ardından Fethi Gemuhluoğlu
tabelası önünde konuklarımız ve diğer bütün davetlilerin
katıldıkları hatıra fotoğrafları çekiliyor. Bu örnek
düzenlemeden dolayı yetkililer içtenlikle kutlanıyor.
FIRAT ÜNİVERSİTESİ’Nİ ZİYARET ETTİK…
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu Caddesi’nin açılış töreninin ardından
programımız Fırat Üniversitesini ziyaret ile devam edecek.
Faruk Gençosmanoğlu, Talat Gençosmanoğlu, Mefkûre
Gençosmanoğlu Daş, H. Rıdvan Çongur, Nevzat Türkten, Yrd.
Doç. Dr. Mitat Durmuş, şair İbrahim Çapan, şair Fazıl Ahmet
Bahadır, Cumali Temiz ve bir grup Elazığlı yazar ile
birlikte Fırat Üniversitesi’ne gidiyoruz. Elazığ’da
mesafeler kısa. Üniversitedeyiz. Fırat Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Şen, Elazığ’da yapılan kültür
faaliyetlerine sürekli katkı sağladıklarını ifade ederek
üniversitenin önemini anlatıyor. Yıllar önce mezun oldukları
Fırat Üniversitesi’nde bulunmaktan dolayı oldukça duygulanan
Yrd. Doç. Dr. Mitat durmuş ile İbrahim Çapan bu ziyaretten
duydukları memnuniyetlerini dile getiriyorlar.
Prof. Dr. Bülent Şen:
Elazığ
olarak yetiştirmiş olduğumuz çok değerli sanatçılarımız var,
yazarlarımız var, şairlerimiz var, değerli insanlarımız var.
Yetiştirdiğimiz bu insanların tanıtılması için bir takım
faaliyetlerin mutlaka hayata geçirilmesi gerekiyor. Şehir
olarak, üniversite olarak tabiki bugüne kadar üzerimize
düşen görevleri en üst sorumluluk anlayışı ile yerine
getirmeye çalıştık; Ama tanıtım konusu bambaşka bir şey bu
konuda sivil toplum kuruluşlarının çok etkin bir şekilde rol
oynadığına inanan bir insanım Elazığ’ı Elazığ yapacak olan
tabiî ki Elazığ’a yerleşmiş olan kurumlardır, kuruluşlardır;
ama asıl önemli olan sivil toplum örgütlerinin itici
gücüdür. Bütün dünyada da bu böyledir. İdarenin bütün yükü
sivil toplum kuruluşları tarafından paylaşıldığı zaman
yapılan planlamaların başarıya ulaşması mümkündür. Bu
anlamda şehrimizdeki sivil kuruluşların Elazığ’ın
yetiştirdiği sanatçıların yazarların şairlerin
tanıtılmasında çok büyük rol oynadığını düşünüyorum.
Üniversite olarak biz bu işin neresinde olabiliriz, işte
biraz önce bahsettiğimiz gibi bilim insanlarının Elazığ’ın
yetiştirmiş olduğu Türkiye’ye mal olan büyük yazarları,
şairleri, incelemek onlarla ilgili bilgi ve belgeleri
toplayıp bulunan döküman olarak bir araya getirmek ve kitap
olarak yayınlamak. Tabiki bize düşen görev olarak gözüküyor
ama bu işin asıl mutfağında olması gereken sizlerde takdir
edersiniz ki bu işe gönül veren sivil toplum kuruluşlarıdır.
Zaten bu işe gönül vermiş kuruluşlar olmazsa başarıya
ulaşmak pek mümkün değil. Ben bu alanında Manas Yayıncılık’ı,
Elazığ Musiki Cemiyeti’ni bu çalışmalarda ortaya koydukları
değerli katkılarından dolayı Üniversitemiz adına büyük bir
memnuniyet duyduğumu belirtmek istiyorum. Bir toplum, bir
millet, bir devlet değerlerine sahip çıktığı zaman büyük
devlet olabilir. Meseleye küçük ölçekte yaklaşacak olursak
şehirlerin kendi yetiştirdiği sanatçılara, yazarlara sahip
olmasıdır.
Şehirlerimizde yapılan çalışmalarda ülkenin, milletin gücüne
dönüşür. Bu anlamda Elazığ’da yaptığımız faaliyetler arasına
bunları da katarak, Biz Elazığ olarak gücümüzü biraz daha
artırmış oluyoruz. Sosyal anlamda çok değerli
faaliyetlerimiz var. Bunlar tabi ki devam edecektir. Ama bir
Hazar Şiir Akşamları’nı burada başlatmış olmak...
Yakın
bir geçmişte Kafkas ülkeleri ve Türk Cumhuriyetlerinin
Rektörlerini, rektör yardımcılarını ve yöneticilerini buraya
getiren Bilgi sistemleri işbirliği sempozyumu gibi çok ciddi
çalışmaların Elazığ’da Fırat üniversitesinde veya Elazığ’ın
bir başka yerinde yeşermiş olması, filizlenmiş olması Elazığ
için gurur verici çalışmalar olarak değerlendiriyorum. Bu
işleri başardığımız takdirde hem Elazığ, hem Fırat
üniversitesi, hem de Türkiye’nin tanıtımına çok büyük katkı
sağlamış olacağız.
Sizin
yapmış olduğunuz bu çalışmalar hakikaten çok önemli.
Üniversite olarak biz de kendimizi hem ülke nezdinde hem de
Türk Cumhuriyetleri ve Avrupa’da iyi tanıta bilmek için
elimizden gelen gayreti gösterdiğimizi sizlerde
biliyorsunuz. El ele hep birlikte mutlaka Elazığ’ı Fırat
Üniversitesi’ni diğer bütün kurum ve kuruluşlarımızı layık
olduğu en üstün düzeye çıkartacağız.
Yrd. Doç. Mitat Durmuş:
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’ndan bahsedildiği zaman mutlaka onun
şu dizeleri akla gelir:
“Şol
gökleri kaldıranın
Donatarak dolduranın
Ol
deyince olduranın
Doksandokuz adı ile...”
Belki
bizde sözümüze onunla başlamak durumundayız. Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatımız içerisinde
maalesef yeteri kadar kendisini edebiyat tarihinde ve
edebiyat antolojilerinde yer ayrılmamış bir şairimizdir. O
Türk ulusunun milletleşme sürecinin kültür dairesi
içerisinde farklı medeniyet tarihleri içerisine girişteki
değişim dönüşüm ve kabullenişlerin yoğun bir şiir dili
içerisinde sunmuş ve bize aktarmıştır. Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu belki de bir neslin yetişmesine vesile olan
bir şairimizdir. Tabi bu tür etkinliklerin düzenleniyor
olması şimdiye kadar edebiyat tarihimizde kendisine yer
verilmemiş olma ayıbını ortadan kaldıracak bir çalışmadır,
bir gayrettir. Bu gayret içerisinde olan herkesi canı
gönülden kutlamak gerekir. Ben kendimi Fırat
Üniversitesi’nin bir mensubu olarak görüyorum her ne kadar
lisans ve yüksek lisans eğitimimi burada yapsam da hep
iftihar ettiğim konulardan birisidir. Şu üç şey: birincisi,
Fırat Üniversitesi’ni kazanmak, ikincisi Elazığ gibi bir
şehirde üniversite okumak çünkü üniversitenin dışında şehrin
bir kültür taşıyıcılığı var. Biz onu lisans döneminde yoğun
bir şekilde almış olduk, üçüncü iftihar ettiğim ve yaşamımın
sonuna kadar iftihar edeceğim şey Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu üzerine yapmış olduğum bu çalışmadır.
Bu
çalışmaların kitaplaşması noktasında Şener Bey’in, Bedrettin
Bey’in büyük gayretleri olduğu kendilerine teşekkür
ediyorum. Üniversitemizin de destek olduğunu biliyoruz çok
teşekkür ediyoruz. Huzurunuzda saygılarımı sunuyorum.
İbrahim Çapan:
Konu
destan dedemiz olunca kelimeler kifayetsiz kalıyor. Ben
destan dedemizi anlatabilme adımını atan herkesi kutluyorum.
Gök yüzü beyaz bir kağıt okyanuslar mürekkep olsa destan
dedeyi anlatmak mümkün değil. Bunları evlatlarının yanında
konuşmanın ezikliğini hissediyorum; ama Gençosmanoğlu benim
dedem, Türklük şuurunu destan sevgisini aşılayan insandır.
Kültür Bakanlığı’ndan çıkan son eseri az bir sayıda
gelmesine rağmen şahsımın ve Fırat Üniversitesi’nden mezun
olan birçok insanın kütüphanesinin mimarı olan Şener Ağabey
kitabı saklamıştı. Hemen dolabın kapağını aç ve
Gençosmanoğlu’nun kitabı tükenmeden bir tane al demişti.
Alperenler Destanı kütüphanemin en nadide kitaplardan
birisidir. O bir Alp, o bir eren, o bir Alperen idi. Ruhu
Şad olsun uçmaya vardığı günden itibaren yüreğimizden bir
şeyler koptu. Yeri doldurulması imkânsız bir kalem, şuan çok
zorlanıyorum evlatlarının karşısında ve kardeşinin
karşısında konuşabilmek. O kadar yakınlık hissediyorum ki
hakikaten hepimizin destan dede dediği ama benim öz dedem
gibi Ziya Gökalp, Hüseyin Nihal Atsız ve Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun benim hayatımda çok müstesna bir yeri
vardır. Adeta Atsız hocanın ruhunu şad etmiştir. Kürşat’ın
narasıyla indik Tanrı Dağ’ından.
Konuklarımız yapılan ziyaretlerden memnun ayrılıyorlar.
Resmi kurum ve sivil kuruluşlarımız arasındaki sıcak
ilişkiler konuklarımızın dikkatlerini çekiyor.
NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU ANISINA
KİTAPLAR..
Doğumunun 80. Yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
etkinlikleri kapsamında Manas’tan “Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu Anısına Kitaplar”
adlı toplantı ile devam etti. Yayınevimiz tarafından
basım işlemlerini tamamlanan eserler için düzenlediğimiz
program 04 Şubat 2010 Perşembe günü gerçekleştirildi.
Elazığ
Öğretmenevi Konferans Salonu’nda Saat: 19.00’da başlayan
toplantıya kültür ve sanat çevreleri büyük ilgi gösterdi.
Elazığ Valisi Muammer Erol, Elazığ Belediye Başkanı
Süleyman Selmanoğlu, Elazığ Özel İdare Genel Sekreteri
Nazif Bilginoğlu, Elazığ Barosu Başkanı Rüstem Septioğlu,
Elazığ Belediye başkan Yardımcıları Atik Birici, Mehmet
Kutlu, İl Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, İl Müftüsü
Ömer Kocaoğul, TRT camiasından değerli yazar H. Rıdvan
Çongur, Faruk Gençosmanoğlu, Talat Gençosmanoğlu, Mefkûre
Gençosmanoğlu Daş, Erciyes Dergisi’nin sahibi Nevzat Türkten,
Kars Kafkas Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı öğretim
üyesi Yrd. Doç. Dr. Mitat Durmuş, şair İbrahim Çapan, şair
Fazıl Ahmet Bahadır ve Yenises dergisi bölge temsilcisi
Cumali Temiz, Elazığlı yazarlar ve çok sayıda vatandaş
katılıyor. Toplantının sunuculuğu Gazi Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nde öğrenim gören Merve Can yaptı.
Program, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasının
ardından Elazığ Anadolu İletişim Meslek Lisesi tarafından
hazırlanan sinevizyonun gösterimi yapıldı.
Sinevizyon gösteriminin ardından açılış konuşmalarına
geçildi. Gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur’un yaptığı
açılış konuşmasının ardından Fırat Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Şen’in bir konuşma ile
davetlileri selamladı. Talat Gençosmanoğlu ve H. Rıdvan
Çongur yaptıkları konuşmalarıyla Destan şairimizin hayatı ve
edebi şahsiyeti anlatıldı..
Açılış
konuşmalarından sonra yayınevimiz tarafından basım işlemleri
tamamlanan eserlerin tanıtımına geçildi. Feridettin Atatuğ
“Destanların Sevgilisi”, Yrd. Doç. Dr. Mitat Durmuş
“Mitopoetik Şair Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu”, Genel yayın
yönetmenliğini Nevzat Türkten’in yaptığı Erciyes Dergisi bu
vesileyle tanıtıldı..
Destan
şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun 80. doğum yılın
münasebetiyle yayınlanan eserlerin Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu ile ilgili olması, onu anlatması toplantıya
ayrı bir renk kattı. Türk edebiyatında destan şairi olarak
anılan edebi bir şahsiyet için böylesine zengin bir
programla anılması davetliler tarafından memnunlukla
karşılandı…
Konuşmaların tamamlanmasından sonra Gençosmanoğlu’nun
bestelenmiş şiirleri seslendirildi. Fırat Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı tarafından hazırlanan bu küçük
konserde Gençosmanoğlu’nun Esat Kabaklı ve Yrd. Doç.
Güldeniz Ekmen Agiş tarafından bestelenen şiirleri sanatçı
Emrah Uysal tarafından okundu.
Programın son bölümünde onurluk takdimi yapıldı. Elazığ
Valisi Muammer Erol; H. Rıdvan Çongur, Talat Gençosmanoğlu,
Mefkûre Gençosmanoğlu Daş, Ömer Faruk Gençosmanoğlu, Nevzat
Türkten ile Yrd. Doç. Mitat Durmuş’a, Elazığ Belediye
Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu; Tahsin Öztürk, Yrd. Doç.
Güldeniz Ekmen Agiş, İbrahim Çapan, Fazıl Ahmet Bahadır,
Naci Sönmez ve Mustafa Ayık’a. Fırat Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Şen; Öğr. Gör. Recep Bağcı, Ali
Canpolat, Merve Can, Taha Kaan Bulut ile Murat Apaydın ile
Mehmet Kılınç için hazırlanan belgeleri takdim etti. Onurluk
belgelerinin verilmesinin ardından programa katılan şair,
yazar ve bilim adamlarının toplu fotoğraf çekiminden sonra
toplantı sona erdi.
İşte, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
öğrencisi Merve Can’ nın davetiyle başlayan toplantıda
söylenenler:
Merve Can:
Sayın Valim,
Sayın
Belediye Başkanım
Sayın
Rektör Yardımcım,
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Kardeşi ve evlatları Sayın Ömer
Faruk, Talat ve Mefkure Gençosmanoğlu,
Sayın
Dernek ve Oda Başkanlarım,
Sayın
basınımızın güzide elçileri,
Kültür
ve Sanat Dünyamızın Mümtaz şahsiyetleri ve Değerli Gönül
Dostları,
Bugün
burada işte bu derya gönüllü alpereni Arapgir’den, Ağın’dan
İstanbul’a göç eden ancak mayası Harput Kültürü ile yoğrulu
Anadolu ereni Fethi Gemuhluoğlu’nu anmak için toplandık.
Programı arz ediyorum.
Saygı Duruşu ve İstiklâl Marşı
Açılış Konuşmaları
Kitap Tanıtımı
Gençosmanoğlu’nun Ardından Bestelenenler
Plaket Takdimi ve Kapanış
Şimdi sizleri devletimizin kurucusu ulu önder
gazi Mustafa Kemal Atatürk, şehitlerimiz ve ebediyete
intikal etmiş fikir ve sanat adamlarımızın manevi
huzurlarında saygı duruşuna akabinde İstiklal Maşı’na davet
ediyorum.
Diz vur
gakkoşum, heyy!... De.. kükresin halay kolu:
Kövenk'in Pınar başı, görünsün Saray yolu.
Bunlar,
bu yerin sesi, bu gökün gürlemesi:
Mayası
aşk, ateştir ; belki sarmaz herkesi!
Bir
vuruşu tokmağın yetişir coşmamıza,
Bir tel
sesi çok bile köpürüp taşmamıza.
Şu
Harput'un başına yağan çiğ mi, kar mıdı?
Bize
Kayabaşı!ından el sallayan yar mıdır?
Hey!..
Yardır o yardır!! omzunda şalı da var;
Üstünde
Ay-Yıldız'ı; beyazı, alı da var.
Şu dere
baştan başa ayva, nar, dut olaydı,
Çıkardık
kalesine eski Harput olaydı!
Görürdük
ovasını, alırdık havasını,
Yaradan
kabul eder âşık'ın duâsını.
Yansın
şamdanlarda mum, olsun ergenler sıra.
İnsin
davula tokmak, başlasın Çaydaçıra...
Ortası
güllü mendil, elinde kolbaşının,
Çıksın
artık üstüne gelin, binek taşının.
Doldur
ver boş tasımı ey pınar.. Gider oldum,
Ben,
anayı - babayı, yarı terk eder oldum!..
Destan Şairimiz Çaydaçıra şiirinde işte böyle
sesleniyor bizlere. Programın açılış konuşmasını gazeteci
yazar Bedrettin Keleştimur yapacaklardır. Buyurun Sayın
Keleştimur
Bedrettin Keleştimur:
Sayın
Valim, Belediye Başkanım, Rektör Yardımcım, Ticaret Odası
Başkanım, Daire Müdürlerim, Fırat Üniversitesi Kıymetli
Öğretim Görevlileri ve Üyeleri, Şair, Yazar ve Sanatkar
Dostlarım, Ankara ve İstanbul’dan Elâzığ’a bu güzel ve
anlamlı anma programı için gelen Edebiyat Dünyamızın abide
Şahsiyetleri, bu toplantıda bizleri yalnız bırakmayan
sevgili dostlar ve Basınımızın Kıymetli Temsilcileri sizleri
saygı, sevgi ve muhabbetle selamlarım.
“Şiir;
dikenlikte lâleye benzer/ Ne fıkraya, ne makaleye benzer/
Şair; vatan içre kaleye benzer,/ Korur milletinin itibarını”
mısralarıyla bizleri bir ulu tarihin gönül dünyasında bal
yapan bir arı misali daldan dala, halden hale, nice
devirlerden nice ufuklara taşıyan;
Elâzığ’ın bağrından çıkarak sanatın ve şiirin zirvesinde
haklı olduğu yerlere gelerek gönül coğrafyamızda taht kuran,
baht ve otağ sahibi olan ‘destan şairimiz’ Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu gibi müstesna bir şahsiyeti birlikte yâd
etmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Manas Yayıncılık ve Elazığ Musiki Konservatuarı Derneği’nin
sizlerin bizlere verdiği sonsuz teşvik, gayret ve destek ve
imkânlarla, “Destanların Efendisi Şairimiz Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nu Doğumunun 80.Yıldönümünde değişik
etkinliklerle anma” gibi tarihi bir faaliyetle, Elâzığ
insanımızla bir mutluluğu birlikte yaşamanın güzelliğine şu
müstesna gecede tarihi ve anlamlı bir güne birlikte adımını
atıyor. Şehir böyle bir güzellikte nasıl sevgi seli haline
geleceğini, saflarını sıklaştıracağını, sanata ve sanatçıya
gösterdiği ahde vefa duygusunu da cümle âleme buradan, bu
nezih mekândan ilan ediyor…
Elbette ki, gönül dolusu alkışlar; böyle bir yürekliliği,
duyarlılığı, tevazuu içtenlikle gösteren şehrimizin
Valisine, Belediye Başkanına, Rektörüne, Ticaret Odası
Başkanına, Borsa Başkanına ve bizleri hiçbir zaman yalnız
bırakmayan şehirdeki bilumum gönüllü kuruluşlarımıza ve
bizlerle birlikte bu güzellikleri kamuoyu ile paylaşan
basınımıza olacaktır, şüphesiz ki…
Bilcümle, bu faaliyetimizin çerçevesinde ak topraklarda, ak
alınlı yiğitlerin diyarı Ağın’dan söz edeceğiz… Ak gerdan
üstünde bozkır Anadolu’da zümrüt güzelliği ile gözlere
güzellikler içiren yurt köşemizden söz edeceğiz… Ve bu
güzelliklere sahiplenen Belek Gazi diyarından, Elâzığ’dan
söz edeceğiz…
Bil
cümle güzel sözlerin etrafında bizleri bir araya getiren de
bu şehrin bağrından çıkardığı ‘Destanların Efendisi’ olarak
insan havsalamızda istisna bir yer teşkil eden Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun doğumunun 80. yılında anılması,
bir ahde vefanın yerine getirilmesidir.
Elâzığ
Belediyesi ve O’nun Alperen duruşlu Belediye Başkanını,
göreve geldiği ilk günden, ilk yıllardan itibaren ‘şehrin
kimliğine sahiplendiğini…’ sahiplenişiyle kalıcı izler
baraktılar… Bunların belki de en önemlisi bu şehrin bayrak
isimlerinin abideleştirilmesi…
Destanların Efendisi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun ismi
şehrin gelişmekte olan en müstesna caddesine isimleri
verildi… Bunun anlamı nedir, şehrin kimliğinin taşa, toprağa
kazınmasıdır… Daha önce de Türk Dünyasının güzide
isimlerinin ki bunlar arasında; Cengiz Aytmatov, Elmas
Yıldırım, Magcan Cumabay, Bahtiyar Vahapzade, İmam Efendi,
Beyzade, Ahmet Kabaklı, Fikret Memişoğlu, Şeref Tan ve daha
niceleri…
Elâzığ’ı, bölgesinde ‘huzur ve istikrar adası’ yapan
sebeplerin en önemlisi, şehrin tarihi kimliğine, hafızasına,
hatıralarına sahip çıkışıdır… O sahiplenme şuuru inanınız
ki, 81 ilimize örnek bir duruşu vecd halinde haykırıyor…
Destan
Şairimizi anmak, o’nun hatırasına en güzel armağanı bizlere
Feridettin Atatuğ ‘Destanların Sevgilisi’ isimli romanı
kazandırarak, Mitat Durmuş bir ömrü bütün safhalarıyla
kaleme aldığı, ‘Mitopoetik Şair Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’ eserini bizlere bu güzel günümüzde ikram
ediyorlar…
Bugün
burada, gür ve tok sesiyle H. Rıdvan Çongur Destan Şairimizi
bizlere en müstesna eserleriyle yorumlayacaklar…
Gençosmanoğlu’nun Esat Kabaklı ve Yrd. Doç Dr. Güldeniz
Ekmen Agiş tarafından bestelenmiş eserlerini Emrah Uysal
bizlere seslendirecekler…
Niyazi
Yıldırım Bey’in evlatlarını Talat Gençosmanoğlu’nu, Mefkure
Gençosmanoğlu Daş’ı dinleyeceğiz… Destan Şairimizden en
canlı hatıraları burada bizlerle paylaşacaklar.
Anadolu
Dergiciliğinin ‘Duayeni’ ve aynı zamanda kendisini bir
ömrünü, vakfeden ‘Duayen İsmi’ Nevzat Türkten’de, bu
faaliyetin gerek anısına ve gerekse Anadolu Dergiciliğine
verdiği hizmetlerden dolayı kendilerine bu gecenin hatırası
olarak, şükran onurluk belgelerini edeceğiz…
Ve Sayın
Valimiz Muammer Erol Beyefendi’den, Sayın Belediye
Başkanımız Süleyman Selmanoğlu’ndan tarihe ve dolayısıyla
‘aynaya kendisini tutan’ bir şehrin zarif ikliminden söz
edecekler…
Hep
birlikte yarın şair ve sanat dostlarımızla birlikte Ağın’a
gideceğiz… Orada, şairlerimiz Üstatları Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun anısına şiir ve sanat şöleni
düzenleyecekler, en güzel eserlerini bizlere
yorumlayacaklar…
Televizyonlarımızda, canlı programlar olacak… Bu
programlarda, dışarıdan gelen misafirlerimizin de
katılımıyla ‘Destanların Efendisi’ Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu bütün yönleriyle anlatılacak…
Ve
Elâzığ’ımızın gönül ve irfan meclisi olarak da
isimlendirilen Musiki Konservatuarı Derneği’nde, Paşa
Demirbağ, Naci Sönmez ve Nihat Kazazoğlu gibi ses ve söz
ustalarının katılımıyla “Bir Türkü Tutturdum Kayabaşı’nda”
isimli konser verilecek… Niyazi Yıldırım’ın eserleri icra
edilecek…
Bütün
bunlar, bir şehrin kendi hafızasına yönelerek bir ahde vefa
görevini yerine getirmesidir… Bu şehrin, Anadolu
coğrafyasında stratejik öneme sahip bir yeri olduğuna
birlikte vurgu yapacağız…
Evet,
tarihi yolların en uğrak noktasında olduğu içindir ki Harput
ve O’nun yeşil duvaklı İlçesi Ağın; Kuzeye, Kafkaslara;
Güneye, Basra’ya; cihan şehri İstanbul’a yakındır.
Bu yakınlık, ak topraklar üzerinde kurulu Harput’ta, doğu ve
batı kültürüne bütünüyle hâkim irfan sahibi insanların
yetişmesine zemin hazırlamıştır. Anadolu’nun herhangi bir
şehrinde, gönül coğrafyamız Uluğ Türkistan’da, Elâzığ’ı,
Elâzığ insanını sorunuz… Bu şehir, Elâzığ için, ‘doğudaki
batı’ diyeceklerdir… İnsanıyla, zarafeti ve sadeliği ile
‘İstanbul Beyefendisi…’ denilmiştir… Elâzığ için, edebi
motiflerin zengin sanatın ve ‘şiirin başkenti…’
diyeceklerdir… Ve Elâzığ için, ‘tarihi buluşturan şehir…’
diyeceklerdir… Elâzığ için, ‘Türk Dünyasının azık şehri’
diyeceklerdir… Elâzığ/Harput için, “Asya’nın gül bahçesi”
diyeceklerdir…
Niyazi
Yıldırım’ın şahsında bizler, Bir idealin doğuşunu,
emeklemesini, yürüyüşünü ve coşmasını 63 yıllık bir ömre
sığdıran bir yürekle tanış olacağız…
Bu şehrin özlemini yaşadığı, sanatçıyı sürekli besleyen, onu
istikbale hazırlayan ‘edebi muhitlerin önemini…’ şehrin
gündemine taşıyacaktır… O’nun en büyük rüyası, Anadolu’yu
bir baştan öte başa, ‘kütüphane ağıyla donatma…’ arzusuydu!
O iklim değil mi ki, Bir dönemin parlayan yıldızları olarak
da tanımladığımız Nurettin Ardıçoğlu bu şehrin tarihini
yazacaklardı… Bu şehrin efsanelerini (Ejderha Taşı), edebi
metinlerini Ahmet Kabaklı’dan dinleyecektik… Şehri bütün
veçhesiyle, insanıyla, kaynak kişilerle, biyografik eserini
İshak Sunguroğlu hazırlayacaktı! Folklorunu (halk bilimini),
Musikisini 1960’lı yıllarda Fikret Memişoğlu
derleyeceklerdi… Harput’un romanını Şemsettin Ünlü’nün
kaleminden okuyacaktık… Bahaettin Ögel, tarihi bir hazineyi
‘kültür tarihimizi’ en güzel miras olarak bırakacaklardı… Ve
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu bu şehrin ve coğrafyanın
‘destanını…’ yazacaklardı! Tabiatıyla dahası var…
MANAS Yayıncılık, “Bir anı devam ettiren, Şimdiki hale
devamlılık veren” bir ilkeyle yola çıkıyordu… Şunu gayet iyi
biliyoruz ki, “yarın geçilecek yolları bugünkü nesiller inşa
ederler…”
Asrımızda, ülkelerin performansı ve gelişmişlik düzeyi kişi
başına düşen gazete, kitap ve tüketilen kâğıt miktarı… Ve
aynı şekilde kişi başına tüketilen ‘enerji…’ miktarıyla
ölçülür, olmuştur…
MANAS
Yayıncılık, Vatan coğrafyamızın doğusunda, İç Anadolu’yu
Batı Anadolu’ya bağlayan bir konumda yer alan Elâzığ’da,
farklı bir mücadelenin ismi olarak yola çıkmış bulunuyor… Bu
mücadele nedir? Sürekli projeler üretmek, bu şehrin insanını
tarihi kökleriyle buluşturan eserler yayınlamak ve Elâzığ’ı,
daha zinde bir iklime taşımaktır.
MANAS Yayıncılık bir bakıma, Elâzığ’da, son üç yıl
içerisinde çıkarmış bulunduğu ’40 önemli eserle…’ bir sosyal
enstitü görevini üstlenmiş… Bir bakıma, alt yapısı her
bakımdan güçlü ve zinde şehrimizde sizlerden aldığımız
teşvik, gayret ve göstermiş olduğunuz ‘özgüvenle…’ tabir
yerinde ise ‘sosyal mühendislik…’ hizmeti noktasında
kendisini sorumlu tutmaktadır.
“Şol
gökleri kaldıranın/ Donatarak dolduranın/ “Ol!” deyince
olduranın/ Doksandokuz adı ile” söz ve sohbetin tatlı
meyveleriyle daim olmasını dileriz.
Prof. Dr. Bülent Şen:
Sayın
valim belediye başkanım değerli konuklar sevgili gençler.
Kahramanları ve kahramanlıkları olmayan milletlerin
destanlarında olmaz diye düşünüyorum. Biz milli şairleri,
destan şairleri olan böyle büyük bir milletin mensupları
olmaktan dolayı büyük bir gururla yaşadığımıza inanıyorum,
bu millet kendi bağrından büyük şairler çıkartmanın gururunu
her zaman yaşayacaktır önemli olan böylesine değerli
şairlerimizin yeni nesillere nasıl aktarılacağı konusudur.
Üniversitemize eğitim camiamıza ve bu konuda hassas olan
insanlara büyük görevler düşünmektedir. İnsanlar genellikle
kendinden önce yaşamış olan toplumların kültürel ve sanatsal
özelliklerini keşfetmek için toprağı eşerler. Toprağı
eşelemek çok önemlidir toprağın içerisinde insanların
geçmişte gelen tohumları vardır o topraklar üzerinde yaşayan
milletlerin kendilerine ait kültürel ve sanatsal özellikleri
vardır. Bize de yüce Türk milleti olarak elimizden gelen
bütün gayret ve azimle geçmişimizi keşfetme yolunda çalışma
ve gayret içerisinde almamız gerektiğini düşünüyorum bir
Milleti millet yapan unsurların neler olduğunu bir an evvel
keşfedip bunları genç nesillere aktarma gibi bir sorumluluğu
taşıdığımıza inanıyorum. Bir şehrin şehir olmasındaki en
büyük özellik o şehrin kültürel ve sanatsal zenginliklerdir.
Eğer şehirlerin kendi yapılaşması içerisinde sadece tarım ve
sanayi ile ilgili özelliklerden bahsedilirse bu şehrin
sosyolojik anlamda zengin bir şehir olamayacağını ifade
etmek istiyorum.
Sanatsal
ve kültürel zenginliği olan Elazığ’ın yetiştirmiş olduğu
sanatçılarla ile ilgili bütün çalışmaların gündeme getiren
başta manas yayıncılık olmak üzere bu konuda gayretleri olan
sivil toplum kuruluşların yaptıklarını takdirle
karşıladığımızı ifade etmek istiyorum bugüne kadar Elazığ’da
hiç gündeme gelmeyen bir konuyu Elazığ gündemine taşıdıkları
için ilgili herkese teşekkür etmek istiyorum.
Destan
şairi olabilmenin ne kadar zor bir aşama olduğunda kaydetmek
durumundayız. Bu gururu taşıyan Kardeşlerine, Evlatlarına
gıpta ediyorum. Bu destan şairinin yakınları olmak onlar
için pek tabi ki büyük bir gurur kaynağıdır. Bana böylesine
anlamlı bir toplantıda söz verildiği için çok teşekkür
ediyorum. Destan şairimiz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’na
bir kere daha rahmet dileyerek hepinize şükranlarımı
sunuyorum.
H. Rıdvan Çongur:
Şol gökleri
kaldıranın
Donatarak
dolduranın
“Ol”
deyince olduranın
Doksan
dokuz adı ile.
Deyip
“Besmele” ile başlarız söze. Yaradan’ın rahmeti üzerine
olsun O’nun huzurunda, bu dünyada olduğu gibi yüzünün yine
ak, başının yine dik, gönlünün ışıklı ve makamın da Cennet
olduğun biliriz.
1929
Yılında Ağın’da doğdun, edebiyatı baban Mehmet Sabit Efendi
sevdirdi sana ve Akçadağ Köy Enstitüsü’nde eğitim gördükten
sonra, öğretmenliğin boyunca bir köyden öteki köye sürgün
edile edile, adının her harfini, nice çileli yılları
ardında bırakarak, toprağa, kerpice, taşa kazıdın, yazdın ve
bize öyle emanet ettin
Şu an,
şimdi bizimle beraber olduğun biliriz; rûhun önünde, yemin
ederek hep birlikte tekrar ediyoruz:
“Ya Allah..
Bismillah... Allahu Ekber !..”
Adınla
bin yaşa, Ağın doğumlu, vatan ve millet sevdalısı, destanlar
şairi Elâzığlı Gençosmanoğlu Niyazi Yıldırım, adınla bin
yaşa !...
Bu
girişi neden yaptık?
Bu
girişi “lâf ola, beri gele”, duygu dolu bir ifade olarak
dinlemeyin. Hakk’a yürüyüşünden beş yıl sonra, 31 Ağustos
1997tarihinde, elli yıllık çalışanı olduğum bir
Kurumca hazırlanan “Zaferlerimiz” adlı programdan, bu mısra
dolayısıyla şiirinin “sansür”e uğrayıp çıkarıldığı için
buraya aldım, söze öyle başladım.
Seslendirdiği şiiri “sansür” edildiği için dâva açan “Devlet
Sanatçılığı” ile onurlandırılmış kişi, dâvayı kazanmış ama
ne fayda! Ben o Kurumun hizmetinde ömrünü tüketmiş bir
yayıncı olarak, bu ayıbın üzüntüsünü bugün de duymakta,
yaşamaktayım.
Bakın, göreve başladığı ilk yıllarda bana
danıştığı zamanlar, yüzünü “ak” ettiğim bir genel Müdür, o
tarihte TRT’nin o baş sorumlusu, “sansür” gerekçesini
Kurumun bağlı olduğu Bakana nasıl açıklıyor:
“Malazgirt şiirinde, her kıt’anın sonunda yer alan nakarat
bölümü, programın yayınlanacağı günlerde sık sık
tekrarlanan, kamuoyunda tedirginlik yaratan ve resmî
makamlarca bazı kışkırtıcı unsurlar tarafından düzenlendiği,
kanuna aykırı olduğu açıklanan, “Sekiz Yıllık Eğitim”e karşı
eylemlerde istismar amacıyla kullanılan sloganlarla
benzerlik gösterdiğinden, kamu oyunda yanlış değerlendirme
ve yorumlara sebebiyet verebileceği, toplumsal tansiyonu
artırıcı bir etki yapabileceği endişesi doğduğundan, o
günlere münhasır olmak üzere şiirin yayınlanmaması uygun
mütalâa edilmiştir.”
Bu şiir,
Malazgirt zaferinin 900. Yıldönümünde “Selçuklu Tarih ve
Medeniyeti Enstitüsü” tarafından açılan yarışmada birinci
gelen ve onca başvuru arasında “seçilen” bir şiirdir.
Üstelik “Malazgirt Marşı”olarak kabul edilmiş ve
Bahri Yüzlüer tarafından da bestelenmiştir.
Bir
marşın nakaratı olan mısrayı söylemek, o nakaratı
tekrarlamak mı “kamuoyunda tedirginlik” yaratmaktadır? Bu
marşın nakaratı mı “karşı eylem” gösterisi yapanlar
tarafından “istismar amacı” ile kullanılan “sloganlarla
benzerlik” gösteriyor? Bunu yazan kim, TRT Genel Müdürüne
götürüp, altına imza koyduran hangi şaşkın? Çevresini
kuşatan yağcıları, bir bir gözlerimin önünde sıraya
diziyorum, hangisidir çıkartamıyorum!
Edeb
yahu, ne iştir bu !
Ağustos,
zaferler ayı...
Hiçbir
milletin tarihinde Ağustos ayı, Türk ‘ün tarihindeki kadar
görkemli, onunkine eş değer zenginlikte, zaferlerle dolu
geçmemiştir. Destan şairi Niyazi Yıldırım Gerçosmanoğlu’nun
Malazgirt Marşı ile söze başlamamızın sebebi de bu. Bin yıl
önce bir Ağustos günü Malazgirt’te kanla canla, şanla
şerefle yazdığımız destânı, bir de şiirle destanlaştıran
Gençosmanoğlu, bu ayın nasıl mübarek bir ay olduğunu bize
bir kere daha mısralarıyla göstermiş oluyor.
Bin yıldan beri üzerinde bayrağımız
dalgalanan Anadolu’nun fethi ve bu coğrafyanın Türkeli, ebed
müddet vatan halini alması yolunda ilk adımı atmak, Sultan
Kılıç Arslan’a 26 Ağustos 1971 ‘de, bu ayda nasip oldu.
Onbirinci Yüzyılda Bizans İmparatoru, Türk orduları ve
başbuğunun önünde boyun eğmek zorunda kalmış; dört asır
geçmeden, 29 Mayıs 1453’te, Osmanlı tahtında oturan 21
yaşındaki Fatih Sultan Mehmet Han nâm padişahın İstanbul’u
fethiyle de Bizans adı tarihten silinmiş, yeni bir çağ açan
bu fetih 1071 yılı Ağustos ayında kazanılan zaferin devamı
olmuştur.
Takvim yapraklarında yıllar, yüzyıllar,
varsın birbirlerini kovalasınlar, Anadolu’yu bize vatan
yapan ne 26 Ağustos 1071 Malazgirt zaferini, ne de 26
Ağustos 1922 Başkumandanlık Meydan Savaşını unutmayız,
unutamayız ve hiçbir zaman unutmayacak ve unutturmayacağız.
Çünkü onlar, ebed-müddet bizim yaptığımız coğrafyada
yazdığımız şanlı tarih sayfalarıdır. Çünkü onlar, edebiyat
yoluyla tarihe vurduğumuz bu damgaya birer şâhittir. Bir de
ben okuyayım “Malazgirt Marşı”nı, onu andığımız,
yaşattığımız günde :
Aylardan
Ağustos, günlerden Cuma,
Gün
doğmadan evvel İklim-i Rûma,
Bozkurtlar ordusu geçti hücuma.
Yeni bir
şevk ile görledi gökler...
Ya
Allah...Bismillah...Allahuekber !...
Önde
yalın kılıç Türkmen başbuğu,
Ardında
Oğuz’un elli bin tuğu...
Andırır
Altay’dan kopan bir çığı ;
Budur,
Peygamberin övdüğü Türkler...
Ya
Allah...Bismillah...Allahuekber !...
Türk,
ulu Tanrı’nın soylu gözdesi,
Malazgirt, Bizahns’ın Türk’e secdesi,
Bu ses,
insanlığa Hakk’ın müjdesi...
Bu seste
birleşir bütün yürekler...
Ya
Allah... Bismillah... Allahuekber!
Nağramızdır bugün gök gürültüsü,
Kanımızdır bu gün yerin örtüsü...
Gazi
atlarının nal parıltısı
Kılıçlarımızdır çakan şimşekler...
Ya
Allah... Bismillah... Allahuekber!
Yiğitler
kan döker, bayrak solmaya,
Anadolu
başlar, vatan olmaya....
Kızılelma’ya hey... Kızılelmaya !...
En güzel
marşını vurmada mehter:
Ya
Allah... Bismillah... Allahuekber!
Bu güzel şiirin, nakaratını günlük olaylara
göre değerlendirmek, sansür etmek ve şairini, yüz yılı aşkın
bir tarih sürecinde, bugünlere kadar gelen, kasıtlı ve
bilerek sürdürülen bir suçlamadır; bunu yapanlar, bazıları
belki farkında olmadan yapıyor ve bu suçlama hareketine
katılıyorlar, bunun üzerinde durulmalı, düşünmelidir.
Aslı
astarı olmayan şekilde “Irkçı-Turancı” diye neden kesip
atıyor, hâlâ niye öyle düşünüyor bu insanlar?. Türk
milliyetçilik hareketinde bir ömür tüketmiş insan olarak
“ayıptır” diyorum.
O utanç
verici sansürün yaşandığı tarihten bu yana on yılı aşkın bir
süre geçti.
23 Ocak
2010’da, katıldığı bir açılış töreninde Başbakan Erdoğan da
“Ya Allah, Bismillah” diyerek kesti kurdeleyi, açılışı öyle
yaptı. Malazgirt şiirinin nakaratını söylemek suç mu
oluyormuş? Yok, efendim, bunlar bahane...
Mehmet
Kaplan’ın Tahlili
Çok
sevdiğim, gerek eserleriyle, gerekse yakından tanıdığım için
saygı duyduğum Mehmet Kaplan Hocanın “Şiir Tahlilleri”ne,
burada yeri gelmişken değinmeden geçmeyeceğim. Sözünü
ettiğim, Cumhuriyet dönemi şairlerine yer verdiği kitabında
Niyazi yıldırım Gençosmanoğlu için yaptığı değerlendirme,
hadi kelimeleri seçerek söyleyeyim, seçkin bir bilim,
kültür, düşünce adamı olma titizliğinden kaynaklanıyordu.
Fakat bu, bizim düşüncelerimizi açıkça ifade etmemize engel
değil.
Hoca,
pek çok yönüyle tanıyan herkesin saygı duyduğu, değer
verdiği bir edebiyat tarihçisi, benzeri çok az görülen bir
bilim adamı. Biz, bütün bunları bilerek, yanlış anlamlar
çıkarılmasına sebep olacağı düşüncesiyle, yaptığı
değerlendirme üzerinde duruyoruz. Kimse, söyleyeceklerimizi
saygısızlık olarak görmemeli.
“Malazgirt Destanından” başlığı altında yer alan şiire
geçmeden önce, Kaplan Hocanın şair hakkındaki
değerlendirmesi üzerinde durmakta yarar var. Çünkü, şöyle
bir cümleyle karşılaşıyoruz o tahlilde: Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, ırkçı, Turancı bir tarih ve milliyetçilik
anlayışına sahiptir.”Hoca, elbette bu cümleyi kendine
göre bir bakış açısından hareket ederek kaleme almış
olabilir. Her düşünceyi nasıl saygıyla karşılıyorsak, Kaplan
Hocanın yaptığı değerlendirmeye de saygılıyız. Fakat bu
“söyleyecek sözümüz yok” demek değildir.
Biliyoruz ki, bu konunun yakın tarihimizde,
çeşitli sebeplerle öne çıkarılması, bazı durum ve
düşüncelerin eseridir. Ama Hoca buna nasıl katılıyor,
şairimizin “ırkçı, Turancı tarih anlayışına sahip olduğunu
ifade ederken “ırkçı” görüşü ona nasıl oluyor da yakıştırıp
düşünebiliyor, yazabiliyor? Bizi üzen, işte böyle bir
değerlendirmede bulunması oldu. Türkçü, Turancı
denilmesinden hiçbir milliyetçi rahatsız olmaz, ama “ırkçı”
olmayı da kabul etmenin imkânı yoktur. Biz, mensubu
olduğumuz ırk ile iftihar ederiz, fakat ne ırkçı, ne de ırk
ayrımı güdeni yoldaş biliriz!
Şunu sorabilirsiniz: Bu coğrafyayı vatan
yapanların, aynı soydan gelen, bir dili ortaklaşa kullanan,
bir kültürü birlikte yaşayanların mensup oldukları “ırk”ı
yok mu sayacağız? “Irk” kelimesi yüzyıllar içinde gerek
bilim, sanat ve gerekse siyaset âleminde adı saygıyla anılan
insanlarımız tarafından hiç mi kullanılmamıştır?
Pek çok
isim sayabiliriz. Bunlar arasından Mehmet Âkif sözün gelişi,
İstiklâl Marşımızda yer alan mısralarında rahatlıkla “ırk”
kelimesini kullanmıştır:
“Çatma
kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu
celâl ?”
İlk
Meclis’in oy birliği kabul edip defalarca ayakta
alkışlayarak dinledikleri şiirin son kıtasında da yine “ırk”
kelimesi geçiyor:
“Dalgalan sen de şafaklar gibi ey nazlı hilâl
!
Olsun
artık dökülen kanlarımın hepsi helâl,
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl “
Onun
Safahat’ını okuyun, yazılarına bakın ve hatırlayın; nasıl
düşünür, nasıl bakardı insana ve nasıl bir insanlık
anlayışına sahipti? Bir değil iki defa kullandığı bu
kelimeden dolayı ne söyleyebilirsiniz?
Âkif’in ırkçılık
yaptığını kim söyleyebilir? Kim düşünebilir bunu? Gerektiği
yerde ırk kelimesini nasıl kullanıyorsak, o da öyle
kullanmış... Mensubu bulunduğumuz ırkın üstünlüğünü
anlatmak, bunu açığa vurmaktan, sadece yüceltmek amacıyla
söylemek ve yazmaktan mı çekineceğiz?
Mehmet Âkif, “İslâmcı” şair diye tanınır,
“milliyetçilik” ile ilgisizmiş gibi gösterilir üstelik. O
İslâm’ı bilen, içinde bulunduğu âlemi gören, değerlendiren
ve milliyetçi görüşün propagandasını yapmadan o fikri içine,
mısralarına sindiren bir şair, aynı zaman da bilim ve dâva
adamıdır.
Söz konusu kelimenin, kavramın Hitler,
Musolini veya benzerlerinin faşist anlayışı, “üstün ırk”
görüşü paralelinde yürüttükleri çirkin siyasetle ilgisi
olduğunu söylemek gerçekleri tersine çevirmektir. Bu çarpık,
sakat, zararlı görüş sahipleri, “ırk” nerede söz konusu
edilmişse, onlar hatırlanıyor ve bundan hareket ederek bir
değerlendirme yapılıyor. Sadece bu insanlar değil, kendi
dünyamız içindeki bazı kişiler de, telkin altında
yeşerttikleri düşünceleri ortaya atarak düşünce bulanıklığı
yaratıyorlar. Bunların hepsi “düşünme” ve “kavrama” özürlü
insanlar...
Tarihimizde bir “1944 yılı” yaşanmış ve
“Irkçılık-Turancılık” diye adlandırılan dâvâ sebebiyle
zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, içlerinde öğretmen,
subay, yazar, iş adamı bulunan insanlara yönelik
suçlamalarda bulunmuştur. Hem de bir bayram günü... O suçsuz
insanları vesile ederek bir stadyum dolusu insan önünde
yaptığı konuşma, bizler için bu gün bir ibret belgesidir.
Milliyetçi olmaktan başka düşünce ve ülküleri olmayan o
insanlar, hatırlarsak, tabutluklarda işkence gördüler,
sebepsiz yere yargılandılar, ama yargı aklanmalarına karar
verdi, suçlayan suçladığı ile kaldı...
Tekrar Mehmet Kaplan Hocanın yapmış olduğu
tahlile dönelim. Ondan aldığımız cümlede, şair hakkında
varılan yargıya katılmak mümkün değil. Şundan değil,
şairimiz ne “ırkçılık güden bir milliyetçilik fikrine”
kapılmıştır, ne de kapılmayı düşünmüş, bunu aklından
geçirmiştir. Gençosmanoğlu, oraya buraya çekilmeyecek,
târifinde birleştiğimiz bir milliyetçilik anlayışına sahip
kalem eriydi çünkü....
1950’li yılların başında, ikimiz de Türk
Milliyetçiler Derneği üyesiydik. Bir kısmımız, biz de dahil,
bu derneğin Ankara’daki çalışmalarına katılan üniversite
öğrencileri idik, bazılarımız ise lisede okuyorlardı;
düzenlenen toplantılarda Atsız’dan, Gökyay’dan, Asya’dan
şiirler okuyorduk.
O da Anadolu kasabalarından birinde bu
derneğin şubesini açmış, başkanı seçilmiş, bizimle aynı
ülküyü paylaşan, birlikte olan bir öğretmendi ve destan
şiiri türünde ilk denemelerini yapan genç bir şairdi.
Ne
yazıktır ki, her zaman olduğu gibi, o zamanlar da vardı
milliyetçiliği, kasıtlı olarak ırkçılıkla karıştıranlar.
Kelimeyi ağızlarına sakız ederek, ne acıdır ki bu ülkü
ocağının mahkemece “on lira” gibi komik para cezası verilmek
suretiyle kapatılmasını sağladılar.
O
devirde iktidar olanların güttükleri amaç, sahip olduğu
düşünce ve tutum, bu derneğin görüşüyle bağdaşmıyor, ters
düşüyordu. Bu, ayrı bir konu, açarsak çok su götürür! Fakat
o kararın, Gençosmanoğlu’nun hayatını nasıl etkilediğini
söylemekle yetinelim. O
Türk
Milliyetçiler Derneği’nin kurucusu, üyesi olmak, milliyetçi
duygularını yazıları, şiirleriyle ifade etmek suçlamalarıyla
şairimiz, bugün ilçe olan Kovancılar’ın Gülaçtı köyüne
sürgün edildi. Bundan dört yıl sonra 1958’de, Atsız’ın
romanını destanlaştırıp kitap haline getirdiği için de,
bulunduğu yerden bu sefer Keban ilçesinin Nimri köyüne
sürgün edildi!
Öğretmenlik yılları böyle geçti. Çilesi biter mi, Hayır.
Yedek Subay olarak vatan görevini ifa ettikten sonra da yine
bir köy öğretmenliğine atanacak, Ulukent köyüne, sürgün
hayatı devam edecek! Daha önceki yıllarda da köy
öğretmenidir ve bundan gocunmaz, verilen görevi aşkla şevkle
sürdürür. Zamanla okul müdürü olur, köyün muhtarlığını
üstlenir. Tâ ki, yeni bir yönetim idareyi ele alıncaya,
kendisine sahip çıkılıncaya kadar...
Onun,
vatan görevini Muhabere Okulu’nda yaptığı tarihlerde biz
Türk Ocakları’nda Türk Yurdu dergisinin yeniden yayın
hayatına geçişiyle görevliydik. Bir süre sonra da Ankara
Radyosu’nda çalışmaya başladık. Hazırladığımız şiir
saatlerinde şiirlerine yer verdik. Zaman zaman
beraberliğimiz oldu.
Kaplan
Hocanın Malazgirt Destanından seçtiği bir bölüm ile ilgili
şiir tahlilinden hareket ederek, bakın nerelere geldik?
Sevgili Hocamız, keşke sağ olsaydı da şu ırkçılık konusunu
yüz yüze konuşup tartışsaydık.
Her
büyük millet gibi Türk milleti de insanlık içinde kendi
ırkının, soyunun üstünlüğüne, yüceliğine inanıyor. Hele
şahsiyet sahibi aydın, eli kalem tutan şair ve yazarsa, Türk
olarak, neden öteki milletlerden daha farklı olduğunu, sahip
bulunduğu kültür değerlerini ölçerek, tartarak ve bilerek
görmesin, ele almasın, işlemesin ki ?..
Bu
soyuna değer vermekten, ona bağlı olmaktan doğan bir ırk
anlayışından öte nedir? Yanlışlığını nasıl söyleyebiliriz?
Bunun için değerli bir bilim adamı ve edebiyat tarihçimiz ve
araştırmacımız da olsa, onun gibi tutarlı düşüncelere imza
atmış bir insana uyan bir tutum, değerlendirme değil Kaplan
Hocanın yaptığı. Şiirin tahlili sırasında yer verilen bazı
ifadeler bize, üzülerek söyleyelim biraz “mesnetsiz” ve
biraz da “acımasız” geldi.
Bu
açıklamaklardan sonra, şunu da düşünebiliriz :. Şair için
“ırkçı-turancı bir tarih anlayışına sahip” derken, herhangi
bir art niyet taşımadan bu ifadeyi kullanıyordu. Fakat biz,
“Turancılık” denilince hemen ırkçı bir anlayışla
bağdaştırılmasını sıkça görmüş olduğumuz için rahatsız
oluyor, tepki gösteriyoruz ; bu tarz bir ifadeyi doğru
bulmadığımız için....
“Türk en
üstün ırk olacak !”
Kaplan
Hocanın Malazgirt Destanından seçtiği bir bölüm ile ilgili
şiir tahlilinden hareket ederek, bakın nerelere geldik?
Gençosmaoğlu’nun şiirini tahlil ederken, bir yerinde
destandan bir mısraya yer veriliyor, “Türk en üstün ırk
olacak !” mısraına. Hoca bu mısra üzerinde durmuş. “Ne demek
istiyor şair ?” sorusunu sormuş.
Peki
şair “Türk, en üstün ırktır” mı demiş? Hayır. “Olacak”
diyor. Kaplan Hocanın bir kelimeden, daha doğrusu rediften
böyle bir anlam çıkarması şaşırtıyor bizi.
Fakat
edebiyat açısından bir değerlendirme yapmayı da ihmal
etmeyerek diyor ki : “ Her dörtlüğün son mısraında
tekrarlanan ‘olacak’ redifi, hem geleceği ‘muştular’,
hem de bir öğüdü bildirir. Şiire bir âhenk veren redif, ton
ve duygu bütünlüğünü de sağlar.”
Peki,
böyledir de:”Türk en üstün ırk olacak !” mısraında,
şiirin öteki dörtlüklerinden farklı olan yanı ne? Neden
burada da geleceği muştulamasın, bir öğüt anlamı taşımasın?
Bunlara
neden değindim, Hocanın değerlendirmesi üzerinde neden bu
kadar durdum, söyleyeyim. Ne Türkçülük, milliyetçilik
düşüncesine, ülküsüne inananların, ne de Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun “faşistlik” e varan bir “ırkçı” anlayışa
sahiptir diye iki de bir yargılanmasına, bu yolda
düşünenlerin tahammülü kalmadı da ondan... Bunu yapan, iyi
niyetinden şüphe etmediğimiz kişi veya kişiler bile olsa...
Neden
hâlâ Turancılık deyince bazılarımız huylanıyor, ileri geri
konuşuyor, lâflar ediyor, suçlayıcı bir tutum içine
giriyorlar ki?
Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği sona erdi. Bizim Turan
coğrafyasında kurulan Türk Cumhuriyetleri on, on beş yılı
geride bıraktı, hatta yirminci yıllarına doğru yol
alıyorlar. Aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, aynı
kültürü paylaşan, tarihleri bir ve aynı coğrafyada yaşayan
insanların birliğini düşünmek, bu birliğin kurulmasını ülkü
edinmek, ne dün suçtu, ne de bugün suçtur ve suç olabilir.
Atatürk, daha 1930’larda, bir gün yaşanacak durumu, var
olacak birliği düşünerek, hazırlıklı olmamızı istemiyor
muydu, bunu ne çabuk unuttuk?
Türklüğünü haykırmak, soydaşlarını düşünmek, kucaklamak,
Turan ülküsünü benimsemek, savunmak nasıl suç olabilir? Her
millet, millî varlığı ile iftihar eder; söyler misiniz,
bunun tersi görülmüş müdür?
Aslı
astarı olmayan şekilde “Irkçı-Turancı” diye neden kesip
atılıyor, niye hâlâ öyle düşünenler var, anlamak mümkün
değil. Türk milliyetçilik hareketinde bir ömür tüketmiş
insan olarak “ayıptır” diyorum.
Sağ
olsun, bizi şaşırtan o değerlendirmelerine rağmen Mehmet
Kaplan Hoca Malazgirt Destanı’ndan güzel bir bölüm seçmiş,
onun da tamamını okuyalım, yazanın da yorumlayanın da
ruhları şâd olsun:
Bir
tufan koptu Asya’dan,
Urum
sele gark olacak!
Yeni bir
iman çağının,
Müjdecisi Şark olacak!
Sönecek
Salibin bahtı,
Yıkılacak Bizans tahtı!
Yüce
Peygamberin ahtı,
Karanlıkta berk olacak!
Kan
olursa yurt harcında,
Parlar
hilâl gök burcunda.
Tanrı
izniyle acunda,
Türk en
üstün ırk olacak!
Oğuz
Kağan dileğiyle,
Alp-er-Tunga yüreğiyle...
Evlenip
cenk meleğiyle,
Yiğitler
ev-bark olacak!
Yarışın,
şimşekle, yelle...
Ok
yumruktur, kılıç sille
Her
vuruşta düşen kelle,
En
azından kırk olacak!
Buyruk
verdi Alplar başı,
Ünü
tuttu dağı, taşı...
Küffar
ordusunun işi,
Meydanları terk olacak!
Yazılıdır töremizde:
Ulular
ön sıramızda.
Ölüm ile
aramızda,
Bir ok
boyu fark olacak!
Dedi ki
bir gizli ulak :
Bir er
gelir, adı Balak.
Onun
parmağında felek,
Döne
döne çark olacak!
Alplar,
erenler, Başbuğlar
Ardınca
yürüsün tuğlar...
Yedi
iklim, yüce dağlar,
Karış
karış Türk olacak!
Hocanın
tahlilinde değindiği mısra “ Türk en üstün ırk olacak”
deyişi, şiirin akışı içinde, yerine tam anlamıyla oturmuş,
ileri geri çekilecek her hangi bir ifadeden uzak. Okuyunca
görüyoruz bunu.
Bize Düşen Görev
Türkün
kahramanlıklarını mısra mısra örüp, kitap hacimlerde
destanlaştıran şairimizdi Gençosmanoğlu. Bizim
kahramanlıklarımızın belge değeri taşıyacak ölçekte
televizyon dizileri, çizgi filmleri, tanıtıcı programları
yapılmazken, Niyazi Yıldırım o kahramanlıkları ciltlere
sığdırdı ve destanlaştırdı.
Neden
ömrünü bu uğraşa verdi? Kendi söylüyor, cevabını kendisi
veriyor:
“Edebiyat ve güzel sanatların her dalı, millî ve manevî
kökler üzerinde filizlenir ve büyür.”
Destanlar, edebiyatımızda o kökleri filizlendiren, yeşerten,
büyüten, belki en güçlü dallarından biridir. Büyük
milletler, edebiyatlarına kazandırdıkları destanlarıyla
övünürler. Haklı olarak.
Bu
düşüncelerimizi kâğıda dökerken, bir genç yazar – “Bizim
Külliye”de yayınlandı yazısı – “Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun bütün destanlarında sevgi teması hâkim”
dedikten sonra ekliyor : “ İlhamını ve heyecanını Türk
tarihinden alan Gençosmanoğlu, bir bakıma dünün
güzelliklerini bugüne taşıyan bir kutlu elçi gibidir.”
Aynı
dergi sayfalarında bir diğer yazar, onu “Balak Gazi yürekli”
diye tarif etmiş. Evet, Destanlar; Alperen, Boğaç Han,
Kürşad, Bozkurtların Destanı, Malazgirt, Kerkük... dizi
dizi, şiir olup kitap sayfalarında kucaklaşırken, çok
konuştuk,
bu kadar
söz yeter.
Fakat,
seçtiğimiz şiirlerinden yapacağımız seslendirmeye geçmeden,
şairin yazar ve eğitimci yönünü de hatırlamadan geçmek
istemedik. Bu konuda inancı ve görüşü şöyle:
“Eğitim
sisteminin bütün kurumlarıyla ıslahı gerçekleştirilmeden bu
tehlikeli gidiş önlenemez. Sistemimizi bir bütün olarak
“Türklük gurur ve şuuru, İslâm ahlâk ve fazileti ile
donanmış bir nesil yetiştirecek yapıya göre tesis etmek
şarttır.”
Destanlar uzun, anlatmaya saatler yetmez. Niyetim, bir çıra
yakmaktı gönüllere, onu da başardım sanıyorum. Onu
okuyanlara bir daha göz atıp o mısraları yaşamaları,
okumayanlara ve gençlere de mutlaka okumaları gereğini
hatırlatmak için söylüyorum bunları.
Üç ciltlik emanetten iki şiir seçiyorum. Biri
“Bozkurtların Ruhu I ” den, adı “52 Satır”:
Ey!
Benim bahtım gibi, kara bahtlı olanlar,
Ey!
Hayat goncaları açılmadan, solanlar.
Ey!
Vatan kavgasının, kemikten siperleri,
Size
haykırıyorum, siz ey ülkü erleri !.
Nerde o
“sütunları” saran korkunç alevler /
Sizin
ruhunuzdaydı, ateş püsküren devler.
Ne çabuk
söndü ateş ? Kül mü oldu gönüller.
Nerde
yurt semasına dikeceğiniz güller ?
Hakikat
şiarınız, haksızlık “şikârınız”
Değil
miydi ? Ne çabuk kırıldı vakarınız /
Bilirim
korkarsınız darbe-i hakaretten ;
Hayır.
Hayır ! Yırtılın, kurtulun “bekâretten”
Gelecek
nesillerin bizleredir vebâli
Eğer
ilân etmezsek, bir fikir “istiklâli”
Sustukça
darbe yedik, sustukça küfür yedik
Yazık
yazık bizlere. “Bunlar nedir ?” demedik.
En büyük
rakamları doğururken bu asır.
Bizim
üstümüz toprak, altımız hâlâ hasır.
“Müebbet
hapis miyiz ?”, “mahkûm-u kürek miyiz ?”
Söyleyin, siz söyleyin, böyle ölecek miyiz ?
Gerçi
geçer adımız katmerli dosyalarda
Kanmayız
“kâğıtlara altından olsalar da,
Değil mi ki, bir
hiçiz, “efkârın aynasında” !
Değerleri “o” ölçer, söz “o”nun dünyasında
Mizanımız oldukça para denilen âfet,
Biz
cepleri delikler neyiz? Biz hiçiz elbet,
Ne
faziletimiz var, ne temiz vicdanımız.
İnsan
bile değiliz. Çünkü boş cüzdanımız.
Ey
Tanrı’nın “ben” gibi talihsiz evlâtları..
Bu hayat
savaşında, mahmuzlayın atları
“Ülkümüze” varalım, varalım “ülkümüze”
Muvaffak olmazsak
yazık “Türklüğümüze”
Kaynasın
kanlarınız, kokmasın damarlarda.
Riya,
fitne, iftira akmasın damarlarda.
Hakkı
teslim ediniz, hakikatı itiraf.
Haksızlıklara karşı kalmayalım “bîtaraf”.
Bir olup
birleşelim seller gibi taşalım
Bizi
Hakka çağıran “ışığa” kavuşalım...
Düşünün
düşününüz, omuzlardaki yükü.
Vatan
için ölmemek, Türk için mümkün mü ki !..
Selâm
size kardaşlar. Selâm ! Selâm...Sizlere
Dalgalanın ; köpürün, benzeyin denizlere
Varsın
olmasın bizde, servet, sefahat, para
Eğilmesin başınız “servetli” olanlara
O şafak
doğacaktır, parlayacaktır “güneş”
Kül olan
gönülleri , sararsa eğer ateş,
Canlılık
başarıdır. Başarı bir zirvedir.
Hayat,
yaşamak, ölüm bilmem ki başka nedir ?
Yıldırım, yıldırımlar, yıldıran yılmaz ordu.
Vatan,
bayrak ve Türkler...budur kırılmaz ordu.
Böyle,
bin “destan” çıksa kalbimin kaleminden
Bir
nebze eksik olmaz gönlümün eleminden.
Feridettin Atatuğ:
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Güzel Elazığ'ımın
güzel insanları, Değerli hemşerilerim, Sevgili
gakgoşlar,
Ne
Elazığ, ne Ağın, ne Baskil, ne Sivrice, ne Maden, neAlacakaya, ne Arıcak, ne Karakoçan, ne Keban, ne Palu,
neKovancılar, ne geniş anlamıyla Anadolu, ne de
Orta Asya;topyekûn Türk
Dünyası...
Bu
tören, dünya çapında ve Türklük aleminde destanlaşan bir
güzelliğin cümbüşüdür...
Destanların Sevgilisi, nerede, ne zaman, ne istemişsehepsi buradadır. Harput’un Fatihi
Çubuk Beğ buradadır...
Artukoğulları buradadır... Anadolu Selçukları buradadır...
Türkiye Cumhuriyetimizle hepimiz 1085 yılından beri 925 yıldır hep buradayız ve sonsuza dek burada olacağız...
Sevgili hemşerilerim,yıllardır Asyalıların
Avrupalılarla kültür alışverişiyaptıkları
Harput'tan mezraya iniş maceramız 170 yıl
öncesinden yani 1834 yılında başlamıştır.
143
yıldır buraya önce Mamuratül-Aziz demişiz, ardından Elaziz
koymuşuz adını, 1937 yılında Atatürk'ün teşriflerindensonra azığı bol anlamına gelen Elazık adıyla
onurlandırmışlardır kentimizi... Aynı yıllarda Türkiye Büyük
Millet Meclisi aldığı bir kararla halen kullandığımız Elazığ adını yasalaştırmıştır.
Buralara klınpatladığı, hesabın kül olduğu yerlerdeTürklük için cenk edenlerin, destan yazanların yeri
olmuştur. En güzel örneği, bilginlerle, kahramanlarla vevelilerle kucaklaşan Harput'ta
görebilirsiniz.
İşte
o şanlı Harput, işte o muhteşem Harput Türkkahramanlığıyla ve Türk kültürüyle yoğurduğu Tarihiyleşimdi bulunduğu tepeden Elazığ'a bakıyor! Bakıyor daNiyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
adını,açılışını yaptığımız bu caddeye ölümsüzleştiriyor!...
Buram buram tarih kokan bu yollar, gakgoşların sevgisinde
önce Atatürk Caddesi, ardından Elmas Yıldırım ve bugün de
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Caddesi olarak doğuyor. Bu
doğuşlar sürmeli, yeni yeni caddelerde, yeni yeni sokaklarda
Elazığlılar yapacakları
yolculuklarının yorgunluğunu, Orta Asya'nın belki Volga,
belki Orhun, belki Sarı ırmaklarından kana kana içecekleri
sularla gidereceklerdir...Kim bilir bir gün ben,
sen, o, hepimiz bu yollardan Orta
Asya'ya gidip anıtlarının
birinin önünde durarak Göktürk yazılarından birinde şunları okuruz "Ey Türk Milleti!Gök yıkılmasa! Yer çökmese!Seni kim ortadan
kaldırabilir? "Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Caddesi'nde
işte yüz yıllar öncesinin bu sözü söylenip duracaktır..
Destanlar, Orta Asya'nın değişik coğrafyasında doğdular,
sonra Anadolu'ya gelip Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu'yla filört ettiler. Ben bu aşka bakıp
istiyorum: Estirdiğiniz rüzgârdaOrta Asya'yı
solumak istiyorum!El ele tutuşup sizlerle
Destan Şairi Niyazi Yıldırım'ıİçinizde bulmak
istiyorum!Bulunca da ona:"İyi ki
doğdun!"demek istiyorum.. Yürekler onunla Dolsun
istiyorum!Gözler onunla
okusun istiyorum!
Gördükçe... Sevdikçe...
Okudukça Niyazi Yıldırım'ı:"İyi ki doğdun!"demek
istiyorum...Oturup Osmanbaşı'ndaAğın'a
bakmak istiyorum!Ak tepelerin orta yerini
Arayıp bulmak istiyorum!Bulunca da ak gerdanınaŞairinin zümrütünü takmak istiyorum!
Sonra da ona: "İyi ki doğdun!" demek
istiyorum..
İSTİYORUM Estirdiğiniz rüzgârda Orta Asya'yı solumak istiyorum... El ele tutuşup sizlerle Ötügen'de koşmak istiyorum... Destanların sevgilisi Niyazi Yıldırım'ı İçinizde bulmak istiyorum... Bulunca da ona: "İyi ki doğdun!"demek, istiyorum...
Yürekler onunla Dolsun istiyorum... Gözle onunla Görsün istiyorum... Diller onunla Okusun istiyorum... Gördükce... Sevdikce... Okudukça Niyazi Yıldırım'a: "İyi ki doğdun!"demek, istiyorum...
Oturup Osmanbaşı'ndan Ağın'a bakmak istiyorum... Ak tepelerin orta yerini Arayıp bulmak istiyorum... Bulunca da ak gerdanına Şairimin zümrüdünü takmak istiyorum... Sonra da ona: "İyi ki doğdun!"demek, istiyorum...
Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım, Sayın Rektör
yardımcım, Değerli davetliler,
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’ndan her ne zaman bahsedilse
söze belki de şu dizelerle başlamak gerekir:
“Şol
gökleri kaldıranın,
Donatarak dolduranın,
“Ol”
deyince olduranın,
Doksan
dokuz adı ile”
Edebiyat
ve şiir dünyamıza “Ol” deyince olduranın, / Doksan dokuz
adı ile” giren Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, hayatını
ve dünyayı algılayış biçimini 23 yaşında yazdığı ve ilk şiir
kitabına koyduğu şu dizelerle anlatır:
“Ben
Tanrıdağı’nda bir bozkurttan doğmuşum
Işıklarla yıkanmış, erlikle yoğrulmuşum…
Fazilet
güneşiyle koyun koyuna yattım;
Celadetle şahlandım, gururla at oynattım…
Yaydım medeniyeti, Asya’dan dört bucağa,
Yıldızlarla seviştim, ayla kucak kucağa;
Yaşadım
asırlarca şerefimle, şanımla…
Devirler
kapadım ben, asil, necip kanımla.
Ben
bozkurt çocuğuyum!... Hür doğdum, hür yaşadım.
Sönmedim
hiçbir zaman; daima gür yaşadım…
Babam
gibi kahraman, anam gibi cesurum!
Baş
eğmem ölürüm de, budur benim kusurum.
Sessiz,
gösterişsizim. Gün olur koyun gibi…
Haksızlık karşısında patlarım (mayın) gibi…
Alnımın
yazısıdır benim kurttan doğuşum;
Bir sırr-ı
ilahi’dir gürlemeden yağışım…”
(B.R., s.
1)
Gençosmanoğlu’nun dünya algısı öylesine geniş, öylesine
engin ve öylesine derin ve öylesine kapsayıcı ve kuşatıcıdır
ki, kendisi bunu;
“Bayrağım, kılıcım, atım,
Dinim,
tarihim, sanatım…
Benim
ulu kâinatım
Kaleme
kâğıda sığmaz.” (D.B., s.22)
diyerek
verir.
İlk şiir
kitabı Bozkurtların Ruhu adlı eserini yayımladığı
zaman (1952) yirmi üç yaşında bir delikanlı olan Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu, şiirlerinden de anlaşılacağı üzere,
dönemin sosyal, siyasi ve kültürel hayatına hakim bir
şahsiyettir.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu, tarihi şuur ve ahlakî misyonla mazi
ile ati arasındaki köprüde hâl tercümemizi yapar. Onun edebi
şahsiyetini bir cümle ile ifade etmek gerekirse; “Türk
insanının tip sosyolojisini şiirle tahlil etmeyi başaran
adam.” deme imkânımız vardır. Gerçekten de Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu, ilk şiir kitabından en son şiir
kitabına kadar bir bütün halinde incelendiğinde, kültür
hayatı içinde hem kültüre şekil veren hem de verdiği şekle
göre kendini düzenleyen insan tipini tahlile çalışır.
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı içerisinde Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, bu dönem içerisine sığmayan şahsına münhasır
bir karakter arz eder. (1) Edebiyatımızda Mehmet Emin
Yurdakul, Ziya Gökalp, Basri Gocol ve Yahya Kemal Beyatlı
ile başlayan milli kaynaklara yönelme hareketi, Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nda zirveye ulaşır. Tanzimat
döneminden itibaren başlayan aydının kendine yabancılaşma
temi gerek estetik zevk unsurları bakımından, gerekse sosyal
ve kültürel bakımdan tam bir düalizm dönemi yaşamıştır.
Böylece edebiyatımız bir gölge edebiyatı, düşüncemiz bir
gölge düşünce olmuştur. Hâl böyle olunca kültürümüz henüz
keşfedilmemiş yıldızlar gibi, kendi semalarında ve yarattığı
güzelliğin şaşaası içinde münzevî fakat emsalsiz olarak
parlamaktadır. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, kendi
semalarında gördüğünün, hissettiğinin izahını şiirlerinde
dile getirir;
“Köklerinden koptu okumuşların,
Batıyı
put yaptı okumuşların,
Yaptığına taptı okumuşların…
Ey Türk!
Kendine Dön! Yad, yaban nene
Kalk,
doğrul yerinden, yürü geç öne!”
(K.E., s.91)
diyerek,
kendine dönüşün üzerinde durur ve destanlarımızı manzum hale
getirmenin gayreti içine girer. Çünkü Hilmi Ziya Ülken’in de
ifadesiyle; “Galip veya mağlup, zengin veya fakir bütün
milletlerin mefkuresini gösteren, istikametlerini tayin eden
destanlardır. (2) Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu,
Tercüman gazetesinin 25 Kasım 1984 tarihli sayısında
kendisiyle yapılan bir sohbette, destan türü hakkındaki
görüşlerini şöyle dile getirir;
“Hiçbir
şiir Ulubatlı Hasan’ın Bizans surlarına bayrak dikmesi, Genç
Osman’ın kelle koltukta “Allah Allah” diyerek Bağdat’a
girmesi, Malazgirt’te Türk ordusunun, kendisinden 4 kat
üstün düşman kuvvetlerine karşı zafer kazanması kadar güzel
olamaz. Ben bunun için destana hayranım ve destan yazıyorum.
Destan,
insanın bir anlık duygulanması ile yazılabilecek bir şiir
türü değildir. Geçmişe ait oldukları için araştırma
gerektirir. Geniş bir dil ve tarih kültürü icap ettirir.
Sabırlı ve çileli bir çalışma gerektirir. Bunlar Destan
yazmayı zor bir hale getiriyor. Bu yüzden, şairlerimiz,
başlangıçta şiir yazmaya hevesleniyor fakat işin zorluğunu
anlayınca bırakıyorlar.” (3)
Niyazi
Yıldırım’ın sabırlı ve sebatlı çalışması, onun ruh dünyasını
aziz kılmıştır. Çünkü kültürünün şuuruna sahip bir kimse,
kendini en yüksek manevi tatmin vasıtası olan bilgi
hazinesinde görür. Yine aynı insan, hayatı, şuurundaki bilgi
hazinesinin tespit ettiği istikamette düzenler, yaşama
hedefi belirlediği için de karamsarlığa düşmez. Tanzimat ve
sonraki dönemlerde, gerek Servet-i Fünun, Fecr-i Ati ve
gerekse bunu takip eden edebi anlayışlardaki maraziliğin
kaynağı, kültür şuuruyla ulaşılan bilgi hazinesinden mahrum
olmaktan kaynaklanır. Mazi, hâl ve istikbalin kurtuluşudur.
Tevfik Fikret, maziyi unuttuğu için marazi, Yahya Kemal
maziyi her dem yeniden tattığı için aziz bir hayat yaşar.
İşte Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun hayatını aziz kılan
unsur da onun her dem mazi ile buluşmasından kaynaklanır;
“Kuşa
misal can dediğin
Suya
misal kan dediğin
Bilenir
iman dediğin
Ataların
yâdı ile…”
(A.E.D., s.10)
Gençosmanoğlu atalarının yadı ile bilediği imanını;
“Yeryüzünde varsa bir tek yoldaşım
Ezilmiş,
tutsak…
En son
damarımda bir damla kanım
Kalıncaya dek
Vuruşacağım. Kanımla sulanmış her karış toprak
Benim
oluncaya dek vuruşacağım.”
(K.E., s.72)
idealizmine bağlar.
Yaşamaktan yazmaya vakit bulamadığımız destan hayatımız ve
destanî tarihimiz sanki hep onu beklemiş gibidir. Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiirleri kronolojik bir sıra
izlenerek tahlil edildiğinde, karşımıza Türklerin tarihe
doğduğu andan, günümüze kadar geçirdiği soyo-psikolojik
yapının çözümlemesi çıkar. Bu yapı içinde Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, Türk’ün hayat üslûbunu, imanını, ihlâsını,
sevdasını, vakar ve mefkuresini tahlil eder. Gök Tanrı
inancı ve onun şekillendirdiği dışa dönük insan tipinden
yani Alp tipinden (4), İslamî dönemde şekillenen Alp-Eren
tipine geçişi şiirlerinin izleksel yoğunlaşmasında
bulabiliriz. Alp tipinden Alp-Eren tipine geçişte ve Gök
Tanrı inancından İslamiyet’e geçişte insanımızın ruhî düzeni
değişmemiş, bu ruhî düzeni ifade edecek olan kelimelerde
değişiklik olmuştur. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Türk
tefekkür ve ruhunu her şeyden üstün sayar. Bu ruhu bütün
yönleriyle kapsayacak olan Müslümanlığın kabulü Türk ruhunda
değişiklik yapmaz onu İslam ruhu ile mecz eder (5) ve
Türk-İslam tefekkürü şairin, bütün meseleleri üzerinde
tarttığı, ölçüp biçtiği bir mizan olur. Bu meseleler sosyal,
siyasi, kültürel ve estetik hususlar olabilir. İslamiyet,
Gençosmanoğlu’nda Türk ruhunca kabul edilmiş bir dindir. Hâl
böyle olunca aynı dine mensup milletler arasındaki insan
tiplerinin farklılığını bir sosyolog nazarıyla incelemiş ve
“Reddiye” adlı şiirinde bunu şöyle dile getirmiştir;
“Gönlümdeki od sönmez aksa da kanım,
Hakk’a
ve hürriyete vardır imanım.
Ezelden
beri Türk’üm ve Müslümanım
Tungan
emez!
(…)
Türk’üm!
Cümle cihanda ünüm aşikâr
Türk’üm
ve Müslümanım! Dinim aşikâr
Düşmanlarıma karşı kinim aşikâr,
Pinhan
emez!..”
(D.B., s.125)
“Ezelden beri Türküm ve Müslümanım!”
deyişi ile de Gök Tanrı inancını sözlük anlamından çıkarıp
ruhsal bir anlamda değerlendirerek az önce de ifade
ettiğimiz gibi geçişlerdeki değişikliği sözcüklere
yükleyerek verir. Fakat değişmeyen ilahî tanzime tâbi bir
ruh yapısının olmasıdır. Böylece İslamiyet’ten önceki
Türklerin yaşamı da Gençosmanoğlu’na göre, İslami bir
karakter arz eder. Zira Gök Tanrı inancında da tevhitçi bir
yapı esastır. (6)
“Tuğ
budur, tef budur, zil budur.
Elli bin
kabzada el budur…
Mete’den
Mehmed’e yol budur,
Tanrı
Tek.. Tanrı Tek.. Tanrı Tek…”
(M.D., s.51)
Gerek
İslamiyet öncesi dönemin kültür hayatının ve gerekse İslami
dönemde şekillenen Türk-İslam kültür hayatının en ince
noktalarına kadar nüfuz edebilmiş ve bütün sosyal değerleri
ile zihinlere sindirilip, gönüllerde hissedilen bir idrak
olgunluğuna ulaşmış olan hayat üslûbumuzu şiirlerinde dile
getirmiştir. Firdevsî’nin Şehnâme ile Fars milletine
yeniden can vermesi gibi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu da
destanlara yönelmekle millet hafızamıza dikilmiş olan
abideleri gün ışığına çıkarmış, kayıplar âleminde kayıp olan
neslin, tekrar kendine dönmesine ve ilhamını kendi
cevherinden / atalar ruhundan almasına olanak hazırlamıştır.
Şair,
bir milletin namus bekçisi olduğu gibi, o milletin
vicdanıdır da. Milletin vicdanı olduğu için, sosyal hayatın
vakaları şairin gönlünde sükût bulur ve edebi metin, şairin
gönül aynasında vakaların bir milli vicdan terazisinde
tartılarak incelenmesi oluverir. Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu, Cumhuriyet döneminde maziye bakış açısının ne
olması gerektiğini ve vakaların milli vicdanda görülmesi
nasıl icap ediyorsa o şekilde görülmesini sağlayan bir
şairdir. O’nun gönlünü Türk’ün kıymetler hazinesi süsler.
Dolayısıyla bu gönül sesine, bizim milli vicdanımızın
yankısı olarak kulak vermek gerekir.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu, edebiyat âlemimizde Türkçü ve
Turancı olarak tanınan Hüseyin Nihal Atsız’ın büyük tesiri
altındadır. Bozkurtların Destanı adlı şiir kitabı,
Atsız’ın Bozkurtların Ölümü adlı romanından
esinlenerek manzum hâle getirilmiş bir eserdir. Şairde
görülen bu zahiri tesir, aslında tesir olmaktan ziyade milli
vicdana akseden olayların sanatkâr gönlündeki aksinin
beraberliğidir. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun Türkçü ve
Turancı bir şair olmasını, Atsız’ın tesiri ile açıklamak çok
da doğru görünmez. Çünkü o, yaşadığı, Harput güzidesinde
ruhunun, imanının ve fikrinin düzenlenmesini sağlamış,
Selçuklu-Artuklu ruhu üzerinde yaşamış, bu ruhun kendine
verdiği yaşama üslubunu benimsemiş bir şairdir. Ancak bu
ruhun harekete geçmesinde Hüseyin Nihal Atsız’ın etkisi
yadsınamaz bir gerçek olarak da ifade edilmelidir.
O,
şiirlerinin haricinde sadece isminin tahlil edilmesiyle de
şahsiyetini gösterir. Zira ilk kitabı Bozkurtların Ruhu
adlı eserini Yıldırım Niyazi Gençaydın ismi ile yayınlar. Ve
şiirleri, “genç bir aydının kaleminden düşen
yıldırımlardır.” Daha sonra soyadı Gençosmanoğlu
olur. Bu isim onu belki destan kahramanı yapmaz, ama
destanlar yazan bir kahraman yapar. Aynen altında imza
olmadığı halde içinde yürek olan türkülerimiz gibi. (7) 23
yaşında yayınladığı Bozkurtların Ruhu adlı kitabı -ki
içinde 15-16 yaşlarında yazdığı şiirleri de vardır- onun
gerçekten genç bir aydın olduğunu gösterir.
Mehmet
Akif Ersoy’un yazıp milletine armağan ettiği İstiklal Marşı
olmadan nasıl bayrak töreni yapılmazsa, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun Malazgirt Marşı adlı şiiri olmadan
da Malazgirt Zaferi töreni yapılamaz;
“Aylardan Ağustos, günlerden Cuma,
Gün
doğmadan evvel İklim-i Rum’a
Bozkurtlar ordusu geçti hucuma…
Yeni bir
şevk ile gürledi gökler…
Ya
Allah… Bismillah… Allahuekber!...”
(M.D., s.93)
Yahya
Kemal Beyatlı’nın;
“Çık
tayy-ı zaman et açılır her perde
Bir devr
geçir istediğin her yerde
Ben
hicret edip zamanımızdan yaşadım
İstanbul’u fethettiğimiz günlerde” (8)
dediği
gibi, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu da içindeki devrin
dışına çıkarak bir bakmışsınız Kür Şadİhtilali’nde
Kara Ozan, Malazgirt Destanı’nda Alp-Eren, bir
bakmışsınız Kerküklü, Doğu Türkistanlı, Azerbaycanlı… Bala
Can oluvermiştir.
“Tarihtir adil hakem
Sen
kadar men de Türk’em
Sen tek
hür Türkiye’msen
Mense
esir Kerkük’em”
(D.U.,
s.33)
“Hey
Bala Can! Söyle bana
Hâl ve
ahval nasıl şimdi?
Dert
arttı mı eksildi mi,
Zulüm
kaç misil şimdi?
(…)
Yine
gaflet içre midir,
Uyandı
mı nesil şimdi?
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun edebi şahsiyetini tahlil ederken
Türk tefekkürü, Türk dili, Türk dini… gibi milli varlığa
işaret eden kavramlar üzerinde durulur ancak her ne
sebepleyse şair geniş çaplı hazırlanmış hiçbir şiir
antolojisinde yer almamış, hiçbir ilmi kariyerin kalemine
mevzu bahis olmamıştır. Bu durum bizi üzüntüye sevk ederken,
belleğimizde Sevinç Çokum’un Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
ile ilgili hatırasını anlatırken ifade ettiği şu cümleler
geliyor:
“Ağabey
gölgelere gizlenmeyin, ortaya çıkın, bakın bazı şairler
nerde bir şiir günü, nerde bir edebiyat toplantısı varsa
hemen koşuyor, mikrofonu kapıp varlığını bağıra bağıra kabul
ettirmeye çalışıyorlar. Sizin buna ihtiyacınız yok ama şu
var ki, bu zamanda reklamsız, propagandasız kimse kimseyi
tanımıyor derdim. O yine yumuşak öfkesiz başıyla, “Sen
kendini üzme bacı. Bizi bilen bilir…”. (9)
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu bu ifadesi ile hem kâl ehline hem hâl
ehline seslenmiş, varlığını reklama değil tarihe
bırakmıştır.
Bazı
insanlar vardır ağzı ile konuşur, bazı insanlar vardır
yüreği ile konuşur. Ağzı ile konuşanlar toprağa, yüreği ile
konuşanlar tarihe mensupturlar. Gençosmanoğlu da bugün
burada bizleri bir ruh etrafında bir arada toplamış olmakla
tarihe mensup olduğunu / destanlara mensup olduğunu
göstermiştir.
Gençosmanoğlu’nun bir şiirinde;
“Şu
Harput’un başına yağan çiğ mi kar mıdır?
Bize
Kayabaşı’ndan el sallayan yâr mıdır?
Heyy!...
yârdır o, yârdır yâr!... omzunda şalı da var!...
Üstüne
ay yıldızlı beyazı alı da var!...”
söyleyişinde olduğu gibi Gençosmanoğlu da daima bize
Destanlar Burcundan el sallayacaktır.
Bazı
insanlar vardır ağzı ile konuşur, bazı insanlar vardır
yüreği ile konuşur. Ağzı ile konuşanlar toprağa, yüreği ile
konuşanlar tarihe mensuptur. Edebiyatımızda Mehmet Akif
Ersoy nasıl “İstiklal Şairi”, Arif Nihat Asya nasıl “Bayrak
Şairi” olarak adlandırılmışsa, Gençosmanoğlu da bizleri bir
ruh etrafında toplayarak, “Destan Şair” olmuştur. Ruhu şad
olsun!..
1
Cemil Meriç, Bu Ülke, İletişim Yay., İst. 1992, s.137
2
Nihal Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, İstanbul 1990,
s.133
3
Tercüman Gazetesi, 25 Kasım 1984, s.4
4
Geniş bilgi için bk. Mehmet Kaplan, Türk Edebiyatı
Üzerine Araştırmalar 3Tip Tahlilleri, Dergâh
Yayınları, İst. 1985, 112-132
5
Amiran Kurtkan Bilgiseven, İslamiyet’in Kültürel
Özellikleri ve İslamî Kavramlar, Filiz Kitabevi, İst.
1989, s.26-38
7
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Dol Kara Bakır Dol, Bilgi
Yayınevi, Ank. 1990, s.142
8
Yahya Kemal Beyatlı, Rubailer, İstanbul Fetih
Cemiyeti Yay., İst. 1983, s.10
9
Sevinç Çokum, “Kopuz Sustu”,
Türk Edebiyatı Dergisi, Ekim 1992, s.6
Nevzat Türkten:
Misafirperverlik Türk Milletinin yabancılarca takdir edilen
karakterlerinden biridir. Başta güney ve batı olmak üzere,
Anadolu’da geçici veya devamlı bulunan yabancılar en az
tabii güzellikler kadar misafirperverliğimizden ve cana
yakınlığımızdan övgü ile bahis ederler. Yabancıların ve
azınlıkların Türk asıllılar arasında kardeşçe yaşamaları,
Türk’ün insani değerlerinin yüceliğindendir. Yerinde
söylenip söylenmediği bir tarafa, “Türk Müslümanlığı”
tabirinin içinde bulunan insan severliktir. Zira “Yaratılanı
severim Yaradan’dan ötürü”…
Her Türk
misafirperverdir ama Elazığlının ki başkadır. Bugüne kadar
kültür faaliyetleri vesilesi ile birçok il ve ilçemizde
bulunduk. Hatta bazılarına Elazığ’dan da fazla gittik. Ama
Elazığlı kardeşlerimizle kaynaşmamızın derecesine hiçbirinde
ulaşamadık. Her birinde eksiksiz nezaket misafirperverliğine
mazhar olduk; bu bakımdan hepsine de teşekkür borçluyuz.
Ancak Elazığ’daki canı gönülden misafirperverliği fark
etmemek mümkün değildir. Bu candanlık için mutlaka Elazığ’da
ve kardeşlerimizin huzurunda bulunmak da şart değildir; aynı
samimiyet ve yakınlık gıyaplarımızda da devam etmektedir.
Sık sık kardeşlerimizle aranırız ve hatırımız
sorulur.Yolları Kayseri’ye düştüğünde ziyarette kusur
etmezler..
2010
yılı, sahipliğimizdeki Erciyes Dergisi’nin 33. yayın yılı
olacak. İlk neşir tarihi 1910 tarihine nazaran da 100. yılı.
Memleketin bir çok yerindeki resmî ve özel kuruluşlardan
takdirname ve plaket aldık. Bunların büyük bir çoğunluğu
oralarda veya nezdlerinde bulunmamızdan dolayıdır. “Hazar
Şiir Akşamları’na iştiraklerimizin dışında, sırf Türk
Dünyasına hitaben yaptığımız kültür hizmetinden dolayı
Elazığlıların takdirlerine ve ödüllerine mazhar olduk. Aziz
“Destan Şairimiz Yıldırım Niyazi Gençosmanoğlu adına
düzenlenen anma toplantısında da bu hatır bilirlilik sonucu
bulunmaktayız. Toplantıya başarı, Elazığlılara hayırlı
günler diliyor; davetçi kadirşinas kardeşlerimize de
şükranlarımızı sunuyoruz.. Destan şairimiz Yıldırım Niyazi
Gençosmanoğlu için düzenlenen anma faaliyetlerine lütfedilip
davet edilmemiz de bu kadirşinaslığın bir başka örneğidir.
Teşekkürlerimizle beraber bu vesile ile yerinde olup
olmayacağını bilemeden, Elazığ üzerine bâzı mülâhazalarda
bulunmak istiyorum. Hoş görüleceğini umarım..
Örf-âdet, hayat tarzı… İtibariyle mütecanis, hemşerileri ile
dayanışma içinde, örf ve adetleri ile yaşayan topluluk
hâlini kayıp etmemek için Büyükşehir olmağa heveslenmeyin.
1928 doğumluyum. Çocukluğumuzda Kayseri’nin nüfusu elli bin
veya biraz fazla idi. Şehirleşme diye yıkım faaliyetleri
başlamamış, yıkılıp kaldırılan ve sakinleri oraya-buraya
dağıtılan onlarca evin yerine, eski sakinlerin
kullanamayacağı apartmanlar dikilmemişti. Sokaklarımız ve
mahallelerimiz bir akraba topluluğu veya geniş aileler gibi
idi. Mahallenin veya sokağın çocukları bütün ana ve
babaların çocukları; analar-babalar bütün çocukların
anası-babası idi. Bu fiilî geniş aile, hayat tarzına da
tesir eder, herkes örf ve âdetlere riayet eder, “el-âlem”
korkusu ile eksik iş yapmaktan çekinir, kaynaşma ve
dayanışma içinde bulunurdu. Herkes birbirini tanır, eksiğini
bilir ve telâfi içinde olurdu. Meselâ; I940’lı yılların
başlarında sokağımıza bir mütevazı yabancı aile kiracı
geldi. Çıkmaz sokağımızda yaşayan altı aile gelenlerin
malzeme bakımından ne eksiği varsa karşıladılar. 1943
yılında annem dördüncü çocuğunu kız olarak doğurdu. Babam
Urfa’nın kazası Birecik’te ilkokul öğretmeni; o yıllarda
Birecik’te henüz ortaokul olmadığı için babamdan gayrı
bizler, benim okuyabilmem için Kayseri’de olmak
mecburiyetinde kalmakta idik. Yani ailemiz babasızdı. O
zamanın düşüncesine göre dört çocuktan üçünün kız olması, o
yılların anlayışı ile 34 yaşında olmasına rağmen yaşını
başını almış bir kadın sayılması(!) (benimle, doğan kardeşim
arasında 15 yaş vardı ve annem 18 yaşında evlenmişti) annemi
utandırdığından akrabalara haber verdirmedi. Onlar haberdar
olup gelinceye kadar komşularımız anneme ve biz çocuklara
baktılar, ebe getirdiler, bizi yalnız bırakmadılar. Şimdi
apartmandaki kapı komşusu bile kapıda veya asansörde
karşılaşırsa “merhaba”, “iyi akşamlar” veya “sabahlar”
demekle yetiniyor. Bu senenin kurban bayramında katımızdaki
iki komşu ile kapıcıdan başka bayramlaşmağa gelen olmadı.
Apartmanımızdaki daire sayısı da 22…
1960
yılına kadar Kayseri’ye henüz etraftan ve diğer illerden
nüfus akını olmadığı için yabancılaşma sıkıntısı
başlamamıştı. 1960 yılında işyerimden çıkıp evimize doğru
yollanmıştık. Yanımda 4 yaşında oğlum vardı. Yüz metre kadar
bile gitmemiştik ki oğlum durdu ve bana, “Baba! Ne kadar da
çok tanıdığın var” dedi. Şimdi değil aynı mesafeyi, şehri
dolaşsak bir-kaç tanıdık zor rast gelir.
1960’ların Kayseri’sinin takribî nüfusu 60.000 iken şimdi 7-
800.000. Nüfus artış nispeti %3 olsa bile 2010’larda bu
kadar olamaz. Zira 1930’da bile 15 milyon olmayan
Türkiye’nin nüfusu seksen sene sonra, yani 2010’da 72.5
milyon olduğuna göre, nüfus kabaca en çok beş misli
olabilmiştir. Kayseri için hesap 1960’ın 60000’i için
yapıldığında, bu nüfus 2010 senesinde, yâni 50 sene sonra;
90 senelik artış beş misli olunca, elli seneliği bil hesap,
2.38 misli olur. Bu da 60.000x 2,78= 166.800 demektir.
Halbuki 1960’ın nüfusu 2010 yılında yaklaşık 12-13 katı
olmuştur. Buna göre etraftan gelenler ve onlardan türeyenler
600.000 kadardır. Böyle olunca muayyen bir örf-âdet yaşayışı
kalır mı? Bununla beraber dayanışma ve kaynaşma da kalmaz
veya az nispette olabilir.
Çocukluğumuzda, nüfus taş çatlasa 50-60 binden zamanla
100.000’e çıkmış olsa bile, sık sık akrabalar arasında
yemekli misafirliğe gidilir, çoluk çocuk biri birini tanır,
çocuklar büyüdüklerinde de aynı derecede akrabalık
münasebetlerini devam ettirirlerdi. Şimdilerde yani
Büyükşehirde Kayseri tabiri ile, “kimkime-dumduma”.
Akrabalar uzaklarda, apartman sakinleri biri birinden
habersiz ve ilgisiz, ev halkının en yakın akrabalarının
dışındakilerle dinî bayramlarda bile irtibatı kalmamış;
Aileler 7-800.000 insanın arasında âdeta yalnız!..
Gelelim
Erciyes Dergisine:
Erciyes
adı altında ilk neşriyat 19010 senesinde başlamış; iki sene,
aralılarla ve bazen gazete, bazen dergi olarak devam
etmiştir.
İkinci
defa 1938 yılında Kayseri Halkevi’nin sahipliğinde başlayan
neşriyat, yüz sayı kadar çıkartıldıktan sonra, 1950 yılında
Demokrat Partinin iktidar olması ile sona ermiştir. Bu
dönemde münderecat ağırlığı Kayseri ili dâhilinde kültür
arama ve taramaları olmuştur.
Bizim
elimizde üçüncü defa neşri; 1980 öncesi anarşi dönemine
rastlar. Vatan evlâdının ideolojik fikirlerle kamplara
ayrılıp, biri birlerini kırmasının sebebinin, bizi millet
yapan âzamî müştereklerimiz yerine asgari fikir ayrılıkları
ile davranmak oluşunu dikkate alarak; âzamî müştereklerimizi
işleyip milletin dikkatine arz edip, yıkıcı fikirlerinden
vaz geçemiyorlarsa bile, muhataplarının vatandaşı,
hemşerisi, akrabası, hattâ kardeşi olduğunu düşünerek,
müştereklerimizin hatırına hasmane tavır ve hareketlerden
vaz geçmeklerini telkin maksadı ile
Ocak
1978 tarihinde olmuştur. Başlangıçta, masrafları
tarafımızdan karşılanmış olsa da üyesi bulunduğumuz Kayseri
Kültür Derneği sahipliğinde çıkan Erciyes, 1980 Hükümet
darbesi ile ve derneklerin faaliyetlerinin durdurulması
sonucu bendenizin sahipliğinde neşir hayatına devam etmekte
bulunmuştur.
Önceleri
mahallî bir kültür dergisi olan Erciyes, üçüncü yılda aylık
sayılar mahallî yazarların ürünleri ile doldurulamayınca, o
tarihlerde kapanmış bulunan Türk Folkloru dergisinin
yazarlarından yazı istememiz üzerine gelen yazılarla Türkiye
sathına hitap eden bir kültür dergisi olmuş, Sovyetler
Birliğinin yıkılması sonrasında da Türk Dünyası Dergisi
olmak gayreti içinde bulunmuştur. Hâlen kapak dışında 32 ilâ
40 sayfa hacminde 33.yılında neşriyatını mali sıkıntı içinde
sürdürmektedir.
Dergimiz
sayfalarında nicelerin yazar ve şair olarak yetişmelerine
vesile olabilmek için “Mektep Dergi” olma vasfımızı korumağa
çalışmakta, Üniversite öğretim üyeleri ve adayları için bir
tatbik sahası olmağa önemle devam etmekteyiz. Ancak
yazılarını neşrettiğimiz hoca ve hoca namzetlerinin abone
olmak nezaketinden uzak olduklarını da üzülerek belirtmek
isterim!
Elazığlı
kardeşlerimizin Erciyes Dergisine gösterdikleri ilgiye
şükranlarımı sunarken, Manas’a da uzun ömür ve başarı
dilerim.
NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU ŞİİR ŞÖLENİ
Doğumunun 80. Yılında Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
etkinlikleri Destan şairimiz Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun doğduğu yer olan Ağın ilçesinde 04 Şubat
Cuma günü gerçekleşen Şiir Şöleni ile devam etti.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu Kültür Merkezi’nde Saat 14.00’de
başlayan ve bu Şiir Şöleni’ne Ağın kaymakamı Erol Tanrıkulu,
Ağın Belediye Başkanı Mustafa Yentur ve Ağınlılar büyük ilgi
gösterdi. katılımıyla Programa: Talat Gençosmanoğlu, Ömer
Faruk Gençosmanoğlu, Mefkure Gençosmanoğlu Daş, H. Rıdvan
Çongur, Nevzat Türkten, Yrd. Doç. Dr. Mitat Durmuş, Fazıl
Ahmet Bahadır, İbrahim Çapan, Şükrü Kacar, Günerkan
Aydoğmuş, Bedrettin Keleştimur, Hüseyin Poyraz, Hadi Önal,
Doğan Özdal, Muammer Aksoy, Hasan Özçam, R.Mithat Yılmaz,
M.Faik Güngör, M.Şükrü Baş, H.Ergün Yılmaz, Hüsnü Aydoğmuş,
İhsan Nazik, Zekeriyya Bican, Karani Arda ve Yayınevimizin
koordinatörü M. Şener Bulut katıldı.
Niyazi
Yıldırım Gençosmanoğlu’nun şiirlerinin okunduğu bu şölende
Şairlerimiz tarafından Gençosmanoğlu’na ithaf edilen şiirler
okundu.
ELAZIĞ MUSİKİ CEMİYETİ’NDEYİZ...
Niyazi
Yıldırım Gencosmanoğlu’nun doğduğu topraklarda anmak ve
adının verildiği salonda düzenlediğimiz şiir şöleninin
güzelliğini yaşadıktan sonra Ağınlı dostlarımıza veda edip
Elazığ’a dönüyoruz. Feribotla Karamağara Boğazı’nı
geçtikten sonra otobüsümüz arıza yapıyor. Bu sorunu Ağın
Kaymakamlığı’na bildirdikten kısa bir süre sonra
kaymakamlığın tahsis etmiş olduğu araçlara binerek yeniden
Elazığ’a doğru yola çıkıyoruz.
Akşam
yemeğinden sonra saat 20.00’de Elazığ Musiki Konservatuarı
Derneği’nde düzenlenen Kürsü Başı Programı’na katılıyoruz.
Bu güzide kuruluşumuzda yapılan toplantıya Elazığ Valisi
Muammer Erol ve Elazığ Belediye Başkanı M.Süleyman
Selmanoğlu da katılıyor. Elazığ’ın kıymetli sanatçıları Paşa
Demirbağ, Nihat Kazazoğlu, ve Naci Sönmez’in okuduğu biri
birinden güzel Harput türküleriyle gece uzayıp gidiyor.
MANAS’TA DEĞERLENDİRME TOPLANTISI
Destan şairimiz Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu’nun 80.doğum yılı münasebetiyle düzenlediğimiz
etkinlikler 6 Şubat Cumartesi günü saat 11.30’da Manas
Yayıncılık’ta gerçekleştirdiğimiz değerlendirme
toplantısıyla sona erdi.
H.Rıdvan Çongur, Ülker Ardıçoğlu, Paşa
Demirbağ, Yrd.Doç.Dr Mitat Durmuş, Günerkan Aydoğmuş, Doç.Dr.
Ercan Alkaya, Nihat Kazaoğlu, M.Faik Güngör, Şükrü Kacar,
Ali Canpolat, Doğan Sever, Hüseyin Poyraz, Hadi Önal, Arş.
Gör. Veysel Karaca, Nüsret Özgen, Talat Gencosmanoğlu,
Mefkûre Gençosmanoğlu Daş, Ömer Faruk Gençosmanoğlu
Bedrettin Keleştimur, H.Ergün Yılmaz, Nevzat Türkten ve
Fazıl Ahmet Bahadır’ın katıldığı bu toplantıda konuklarımız;
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun 80.doğum yılı
kutlamalarının başarılı geçtiği konusundaki düşüncelerini ve
memnuniyetlerini ifade ettiler. Manas Kültür Evi’nin
mütevazı salonunda yapılan bu proğramın ardından Manas
Yayıncılık olarak yapmış olduğumuz bir faaliyeti daha
yüzümüzün akıyla tamamlamış olduk.
Bizlere destek veren başta kadirşinas Elazığ
halkı olmak üzere, Elazığ Valiliği’ne, Elazığ Belediye
Başkanlığı’na, Fırat Üniversitesi Rektörlüğü’ne, Ağın
Kaymakamlığı’na, Ağın Belediye Başkanlığı’na, Elazığ Ticaret
ve Sanayi Odası Başkanlığı’na, Elazığ Ticaret Borsası
Başkanlığı’na, İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne, Fırat
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müdürlüğü’ne, Elazığ
Musiki Konservatuvarı Derneği’ne ve proğrama katılan bütün
misafirlerimize şükranlarımızı sunuyoruz.