Tarih:
06 Mayıs 2009 Çarşamba
Yer: Elazığ Öğretmenevi Konferans Salonu
Saat: 19.30
Manas / Haber- M. Şener Bulut / Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya Manas Yayıncılık olarak, kültürün ve şiirin şehri
Elazığ’ın yetiştirdiği Türk tarihine olduğu kadar insanlık
tarihine de ışık tutan, aydınlatan değerli bilim adamı Prof.
Dr. Bahaeddin Öğel için 06 Mayıs 2009 Çarşamba günü
“Manas’tan Prof. Dr. Bahaeddin Ögel Anısına Kitaplar” adlı
bir toplantı düzenledik.
Yapılan hazırlıklar çerçevesinde yayınevimiz tarafından,
Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya’nın hazırladığı Sibirya Tatar
Türkçesi, Yrd. Doç. Dr. Nadir İlhan’ın hazırladığı Türk
Dilinde Çokluk, Doç. Dr. Şener Demirel’in hazırladığı Dinle
Neyden (Mesnevî’nin İlk 18 Beytinin Türkçe Şerhleri),
Günerkan Aydoğmuş’un hazırladığı Harput Kültüründe Din
Âlimleri, Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç’un hazırladığı Savaştan
Sanata İpek, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer’in hazırladığı
Emanullah Dönemi Afganistan ve ayrıca yayın hayatını
Osmaniye ilimizde sürdüren Yenises dergisinin tanıtımı
gerçekleştirildi. Ayrıca, bu programa onur konuğu olarak
katılan Türk Dil Kurumu eski başkanlarından Prof. Dr. Ahmet
Bican Ercilasun tarafından toplantının genel bir
değerlendirilmesi yapıldı.
Elazığ Öğretmenevi Konferans Salonu’nda Saat: 19.30’da
başlayan programa Elazığ Valisi Muammer Erol, Fırat
Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç, Elazığ
Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanvekili İhsan Çalışkan,
İl Milli Eğitim Müdür yardımcısı Şahin Elgül, Anadolu
Hastanesi başhekimi Dr. Selçuk Bulut, Necip Güngör
Kısaparmak Anadolu İletişim Meslek Lisesi müdürü Ali
Canpolat ve Mesleki Eğitim Merkezi Müdürü Mehmet Yılmaz
katılırken; bu nezih programa ayrıca Fırat Üniversitesi
öğretim üyelerinden Prof. Dr. Asaf Varol, Doç. Dr. Rahmi
Doğanay, Doç. Dr. Ahat Üstüner, Doç. Dr. Tarık Özcan, Doç.
Dr. Şener Demirel, Yrd. Doç. Dr. Nadir İlhan, Yrd. Doç. Dr.
Ercan Alkaya, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer, Yrd. Doç. Dr. Ümit
Koç, Yrd. Doç. Dr. Sevim Birici, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Turan
Sinan, Yrd. Doç. Dr. Çimen Özçam, Öğr. Gör. Hasan Özçam,
Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Dr. Fazıl Agiş, Yrd. Doç. Dr.
Tamer Kavuran, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Tevfik Ozan ile Yenises
dergisi bölge temsilcisi Cumali Temiz katılırken Elazığlı
yazarlar: Şükrü Kacar, Bedrettin Keleştimur, Günerkan
Aydoğmuş, R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal, Saim Öztürk, Necati
Demir, Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer Aksoy, M. Faik
Güngör, Zekeriyya Bican, Nusret Özgen, Karani Arda, Dr.
İhsan Yaşa, Av. Doğan Özdal ve Elazığlı sanatçılardan Paşa
Demirbağ, Naci Sönmez, Nihat Kazazoğlu, Doğan Sever ve Osman
Bulut ile birlikte kalabalık bir davetli topluluğu katıldı.
Toplantının sunuculuğu şair Hadi Önal tarafından yapıldı.
Program, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunması ile
başladı. Ve hemen ardından da toplantıya gönderilen
telgraflar Hadi Önal tarafından okundu.
T.C.
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANI
ÖZEL
05.05.2009
Sayın Bedrettin Keleştimur,
Muhammet Şener Bulut,
Değerli bilim adamı Prof.Dr. Bahaeddin Öğel’in anısına
düzenlediğiniz “Manas’tan Prof. Dr Bahaeddin Ögel Anısına
Kitaplar” adlı programa ilişkin davetinize teşekkür
ediyorum.
Yoğun programım nedeniyle katılamadığım programın başarılı
geçmesi dileklerimle tüm değerli katılımcı ve konuklara
sevgi ve selamlarımı sunarım.
Ertuğrul GÜNAY
Kültür ve Turizm Bakanı
Çok teşekkür ediyorum davetiniz için. Ancak hükümet
çalışmaları nedeniyle bu aralar yoğunuz. Umarım bir başka
etkinlikte birlikte oluruz. Sizleri ve o bölgeyi çok
sevdiğimizi herhalde anlamışsınızdır. Sevgiyle kalın.
Dr. Arif ALBAYRAK
KKTC Milletvekili
Kültür dünyamıza önemli eserleri kıt imkânlarla sunmaya
devam eden fikir işçileri siz değerli dostlarıma, yine
önemli bir konuda yapmış olduğunuz çalışmanın davetiyesi
bana hem onur verdi, hem de beni hatırlama nezaketi
gösterdiğiniz için duygulandırdı. Umuyorum ki ileride
Elazğ'ın kültür hayatı üzerine çalışma yapacak olan
araştırmacılar, sizlere ve değerli dostlarınıza özel bir
paragraf açacaklardır. Sizlere çalışmalarınızda kolaylıklar
diler, selam ve saygılarımı sunarım. Sağlıcakla kalın,
muhabbetle kalın.
Samet ERCOŞKUN
Sandıklı Kaymakamı
İki Muhteşem İnsan,
Rahmetli Bahaeddin Öğel Hoca için bir vefa örneği
sergiliyorsunuz. Azizan sizlerden razı olsun.
Ali GEMUHLUOĞLU
TRT Genel Sekreteri
Şener Dost,
Kültür İnsanım,
Güzel davetiniz için teşekkür eder, Elazığ'ın bir kültür ve
güzellikler kenti olması yönündeki çabalarınızdan ötürü
tebriklerimi sunarım. İyi çalışmalar.
Hüseyin ALEMDAR, Hüseyin PEKER
İzmir
Değerli Kardeşlerim nazik davetiniz için teşekkürler. Ancak
anılan tarihte bir kültür programı için Almanya'da
olacağımdan katılamayacağım. İlgilerinize teşekkür eder.
Sizlere ve tüm katılımcılara selam ve saygılarımı sunarım.
Hasan AKAR
Tokat Yazarlar Birliği
O tarihte Sinop'ta Ahmet Muhip Dranas’ın ölümünün 100. yıl
dönümü toplantısı var. Atatürk Kültür Merkezi ve
Ünivitersitenin işbirliği ile yapılması için teklif
etmiştim. Sinop'ta olacağım için gelemiyorum. Bahaeddin
Hocanın toplantısında bulunmayı ve konuşmayı çok isterdim.
Ögel benim kadim bir dostumdu. Yüce Mevla’dan sonsuz
rahmetler diliyorum.
Rıdvan ÇONGUR
Araştırmacı-Şair
Sayın Şener Bulut
Elazığ’a, anm merasimine devete göre derin teşekkürümü
bildirirem, teessüf ki zaman azdır. 20 gün önce davet
alsaydım hazırlaşmak olardı. Bende Bahaeddin Öğel’in Bakü’de
basılmış 2 cildliyi var. Azerbaycan oxucusu Türk Dünyasının
bu böyük bilim adamını iyi tanıyor. Dostlara benim
selamlarımın yetirilmesinin temennasindayam. Saygılarla.
Asif RUSTEMLİ
Azerbaycan
Keşke gelebilsem. 9-10 Mayıs'ta Üsküp'te bir etkinliğe
katılıyoruz. Nazik davetiniz için teşekkürler. Şener Bey,
gönderdiğim dergiyi aldınız mı? Hazar Şiir akşamlarını kapak
yapmış ve uzun bir yazı yazmıştım. Ulaşıp ulaşmadığını merak
ediyorum. Selamlar…
İbrahim BALTALI
Gümülcine
Sayın Bedrettin Keleştimur Bey, Şener Bulut Bey,
Davetiniz için çok çok teşekkür ederim. Her zamanki gibi
güzel çalışmaları duyuran muhteşem bir program. Gönlüm
sizinle olacak. Maalesef o tarihte Ankara'da bir toplantıya
katılmam gerekiyor. Bundan sonraki toplantılarınızda
birlikte olmak ümidiyle, Bütün dostlarımıza selam, sevgi ve
saygılarla,
Prof. Dr. Emine Gürsoy NASKALİ
Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi
Sevgili dostlar,
6 Mayıs 2009 tarihinde yapacağınız Bahaeddin Ögel anısına
adlı programınızın başarılı geçmesi dileği ile kutlar,
sizlere kolaylıklar diliyorum. Sevgi ve selamlarımla
Ahmet OTMAN
Bizim Ece Dergisi
Okunan bu telgrafların ardından toplantı Gazeteci-Yazar
Bedrettin Keleştimur açılış konuşmasını yapmak üzere kürsüye
davet edildi. Keleştimur yaptığı konuşmasında özetle: “Doğu
Anadolu’da, ismi ile müsemma, kökleri tarihin derinliklerine
giden, uzun soluklu bir yayınevi ‘MANAS YAYINCILIK’
okuyucusuna bu müstesna gecede Hıdrellez Bayramının
coşkusunu yaşatmakta” sözleriyle başladığı konuşmasında
“İnsana, eşyaya, tarihe, coğrafyaya ve bilumum değerlerimize
dost olmaktan, aşk derecesinde muhabbet beslemekten gayri ne
olabilir ki! Elâzığ’da, Manasçıların yaptığı ve yapacakları
uzun soluklu çalışmaların ufuk ve gayesindeki muratta,
‘bozkırlara can veren’ aşk nehrinin Yunus diliyle akması
değil mi? Bu güzel gecenin Elâzığ’ın unutulmaz hatıraları
arasında hafızalarda yer alması dileklerimle sizleri bir
daha saygıyla selamlarım” ifadelerini kullandı.
Yapılan bu konuşmanın ardından Fırat Üniversitesi rektör
yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç kürsüye davet edildi.
Konuşmasında ortaya koymuş olduğu başarılı çalışmalarından
dolayı Manas Yayıncılık’ı kutlayan Prof. Dr. Orhan Kılıç
konuşmasında özetle şu ifadelerde bulundu. “Eğer ben bugün
burada bir tarih profesörü olarak sizlere hitap ediyor isem
bunda Fırat Üniversitesi Tarih Bölümünün kurucusu olan
Bahaeddin Ögel’in emeği ve katkısı olduğunu
düşünüyorum.”Prof. Dr. Kılıç konuşmasının devamında yaşadığı
hatıralarını anlattı: “Bizim öğrenciliğimiz sırasında Fırat
Üniversitesi Tarih bölümü tarafından düzenlenen Tarih
Kolokyumu yapılmıştı. Burada benim o dönemden birçok
arkadaşım var, görüyorum. Maalesef ondan sonra da
yapılamamıştı. Orada biz öğrenciler olarak Bahaeddin Hocayla
tanışıp “Hocam biz tarihi bölümü öğrencileriyiz” dedik.
Kendisiyle tanıştığımızda bize döndü ve “Size çok büyük
görevler düşüyor. Bu kurduğum Tarih Bölümünü sizler
devralacaksınız. Siz ilk mezunları olacaksınız. Bu bölümü
bizden sonrada siz geliştirip büyüteceksiniz” demişti. “
Prof. Dr. Bahaeddin Ögel Hocayla ilgili yapılan bu anlamlı
konuşmaların ardından salonda duygulu anlar yaşandı.
Açılış konuşmalarının tamamlanmasından sonra program mahalli
sanatçı Nihat Kazazoğlu Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuarı araştırma görevlisi İrşat Kazazoğlu ile
birlikte sundukları Harput türküleri davetliler tarafından
büyük bir ilgi gördü. Kızı İrşat Kazazoğlu ile birlikte
sahneye davet edilen Nihat Kazazoğlu oldukça duygulu
olduğunu ifade ederek davetlilere hitaben kısa bir konuşma
yaptı “…ben bugün 69 yaşında en heyecanlı günümü yaşamak
üzereyim. Zira sevgili kızımın benim yolumda ilerlemesi ve
onunla aynı sahnede Harput musikisinden bir nefes
sunacağımız için çok mutlu, çok heyecanlıyım. Rahmetli
Bahaeddin Ögel’in büyük dayım Ahmet Tasalı’nın iyi bir
arkadaşı olduğunu biliyorum ve zaman zaman kültürel
programlarda “bana müstezat okumayacak mısınız?” şeklinde
dilekte bulunurdu. Bir defasında onun bu arzusunu yerine
getirmiştim. Şimdi onun anısına onu rahmetle anarak kızım
ile birlikte müstezat gazelini sunmaya gayret edeceğiz.” Bu
konuşmanın ardından Harput’ta Beşiri olarak tanımlanan rast
makamında ki eserler icra edildi.
MECLİSİNDE MAİL OLDUM
Yar dedim de meyil verdim ben bir kaşı karaya,
O yar bana tabip oldu, derman eder yaraya,
En sonunda ince uzun yollar düştü araya.
Hangi bir derdime yanam, dağlar derdim var benim,
Başımı sevdaya salan, bir ağabeyim var benim.
Yar yoluna gölge salmış, kara üzüm asması,
Beline kuşak bağlamış, o da Acem basması,
Bu ellerde yar severler, Anadolu yosması.
Hangi bir derdime yanam, dağlar derdim var benim,
Başımı sevdaya salan, bir ağabeyim var benim.
GÖRMEDİM ÂLEMDE
Görmedim âlemde, bir benzerin ey güzel,
Övmüş de yaratmış, yaradanım ta ezel,
Böyle boy, böyle pos, bu ince bel, beyaz el.
Böyle kaş, böyle göz, böyle eda, böyle naz,
Bu işve, bu cilve, hiç kimsede bulunmaz.
Ömrümün baharı, güller açar yüzünde,
Kaş keman, kirpik ok, ceylan oynar gözünde,
Canlara can katar, ne sihir var sözünde.
Böyle kaş, böyle göz, böyle eda, böyle naz,
Bu işve, bu cilve, hiç kimse de bulunmaz.
MÜSTEZAT
Hasretle bu şeb, gâh uyudum, gâhi uyandım: Hep ol mehi
andım,
Eğlence edip hab-ü hayalin oyalandım: Ta subha dayandım,
Kan ağladım içtikçe mey-i bezm-i firaki: Bi minnet-i saki
Peymane gibi gah donup gahi boşandım: Her renge boyandım
Verdim bu gece şem ile pervaneye hayret: Ppür suziş-i hasret
Yanıp, yakılıp, gahi durup, gahi dolandım: Ateşlere yandım
Derdin, elemin çekmeye yok tab ü tüvanım: Ey ruh-i revanım
Dil verdim ise, ben seni insaflı da sandım: Canımdan usandım
Nakdine-i can elde gezip, dehri dolaştım: Çok şuha sataştım
(Pertev) dil-i biçareye bir çare arandım: Bin derdi
kazandım.
MENDİLİMDE KARE VAR
Mendili serdim taşa,
Aşığım, göze kaşa.
Bu gün beni güldürdün,
Sevdiğim binler yaşa.
Aman da mendili mendili
Başında yazması kandili
Senin için ağladım
Çürüttüm on yedi mendili.
Mendilim dört köşeli,
İçi inci döşeli.
Canlı ölüye döndüm,
Senden ayrı düşeli.
Aman da mendili mendili
Başında yazması kandili
Senin için ağladım
Çürüttüm on yedi mendili.
Harput müziğine gönül veren Baba-evlat sanatçılar birlikte
sundukları bu muhteşem eserlerin ardından salonu dolduran
davetlilerin alkışlarıyla sahneden uğurlandı.
Konserin ardından yayınevimiz tarafından yayınlanan
kitapların tanıtımına geçildi. Kürsüye ilk olarak Yrd. Doç.
Dr. Ercan Alkaya davet edildi. Ve ardından da sırasıyla Yrd.
Doç. Dr. Nadir İlhan, Doç. Dr. Şener Demirel, Günerkan
Aydoğmuş, Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer
ve son olarak da Yenises dergisi adına Cumali Temiz kürsüye
gelerek yaptıkları konuşmalarıyla büyük emekler harcayarak
kültür dünyamıza kazandırdıkları eser ile ilgili davetlilere
detaylı bilgi sundular. Elazığ Öğretmenevi konferans
salonunda gerçekleşen bu anlamlı gecede bilim adamları ve
yazarlar hazırladıkları eserlerinden dolayı uzun uzun
alkışlanarak tebrik edilmesi salonda muhteşem bir tablo
oluşturdu.. Bu heyecanlı dakikaların ardından toplantıya
onur konuğu olarak katılan Türk dil Kurumu eski başkanı
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun tarafından toplantının genel
bir değerlendirmesi yapıldı. Toplantıdan oldukça etkilendiği
gözlenen Prof. Dr. Ercilasun Elazığ’da yapılan toplantının
bugün büyük şehirlerimizde yapılamadığına dikkat çektiği
konuşmasında: “Kitaplarınız basılıyor, basıldıktan sonra
basılmakla kalmıyor, birde onun için gece düzenleniyor,
güzelce tanıtılıyor. Hem öyle bir gece ki bir de musikiyle
taçlanıyor. Elazığ’ın ilgilileri kültür adamları burada.
Sayın Valimiz sonuna kadar sabırla dinliyor, Rektör
yardımcımız sonuna kadar sabırla dinliyor. Ben de Elazığ
üniversitesinde çalışsaydım diyorum. Bu gecede Harput’un
türküleri var, müstezatları var. Bu gecede kültür var, bu
gecede şiir var, bu gecede ilgi var, merak var. Daha ne
isteyebiliriz ki; şiirle, kültürle edebiyat, kitap bir
arada, hepsi bir araya getirilmiş. İnsan ruhunu bundan daha
güzel, daha iyi tatmin eden ne olabilir ki. Keşke büyük
şehirlerimizde de kültüre karşı, kitaba karşı böyle bir
ilgiyi bulabilsek, böyle bir ilgiyi görebilsek.” şeklinde
sürdürdüğü konuşmasında yayınlanan eserler hakkında da
değerlendirmelerde bulunarak kültür, sanat ve bilim
adamlarına gösterdiği saygıdan dolayı Elazığ’ın müstesna bir
şehir olduğunu ifade ederek Manas Yayıncılık’a başarılar
diledi.
Gecenin bu son bölümünde katılım belgelerini vermek üzere
davet edilen Elazığ Valisi Muammer Erol yayınevimizi
gerçekleştirdiği başarıdan dolayı kutlayarak kısa bir
teşekkür konuşması yaptı.. Vali Erol: “Burada tebrikin,
takdirin ilk sırasında Şener Bey, Bedrettin Bey var. Onlara
Elazığ olarak çok şey borçluyuz. Hani marifet iltifata
tabiidir ya. Bu marifete hakkıyla iltifat ederek şehir
olarak da üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz diye
düşünüyorum ve bu güzel kültür akşamı için hepinize çok
teşekkür ediyorum.” İfadeleriyle bu anlamlı toplantıya son
noktayı koydu
Programın son bölümünde katılım belgelerinin takdimi
yapıldı.. Türk Dil Kurumu eski başkanı Prof. Dr. Ahmet Bican
Ercilasun, Fırat Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Dr.
Orhan Kılıç ile birlikte Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya’nın
katılım belgeleri Elazığ Valisi Muammer Erol tarafından
verildi. Doç. Dr. Şener Demirel ile Günerkan Aydoğmuş’un
belgeleri Fırat Üniversitesi rektör yardımcısı Prof. Dr.
Orhan Kılıç, Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç, Yrd. Doç. Dr. Mehmet
Köçer ve Yenises dergisi adına Cumali Temiz’e Türk Dil
Kurumu eski başkanı Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, Nihat
Kazazoğlu ile İrşat Kazazoğlu’nun belgeleri Fırat
Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müdürü Yrd. Doç. Güldeniz
Ekmen Agiş, Yrd. Doç. Dr. Tamer Kavuran ile Hadi Önal’ın
belgeleri Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm
başkanı Prof. Dr. Ahmet Buran tarafından ve son olarak
Anadolu Hastanesi Başhekimi Dr. Selçuk Bulut’un Teşekkür
belgesi Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanvekili
İhsan Çalışkan, tarafından verildi.
Onurluk belgelerinin verilmesinin ardından programa katılan
şair, yazar ve bilim adamlarının toplu fotoğraf çekiminden
sonra toplantı sona erdi.
Hadi Önal
Manas, milli kültürün millet bekasındaki önemine inanan,
ülkemiz insanının bilgi ile donanmasını bu coğrafyada
ebediyen güçlü bir biçimde var olmanın ve varlığını
sürdürmenin olmazsa olmazı olarak gören bir kültür
hareketinin adıdır
Manas; Türk kültürüne özüyle, sözüyle; gönlüyle, gözüyle
hizmette biz de varız diyenlerin tutuşturdukları gönül
çırasının adıdır.
Manas, Anadolu coğrafyasında var olan sevgiyi, dostluğu,
hoşgörüyü, barışı ve kardeşliği yurduna sahip çıkma şuurunu
yeniden ve güçlü bir biçimde şahlandırarak geleceği taşıma
düşüncesinin somutlaşmış halidir.
Manas; müziğinden, inanç dünyasına; sosyal ilişkilerinden,
sevgi dünyasına kadar her katmanındaki göz alıcı, gönül
fethedici erdemlerle insanlarımızı yeniden buluşturmayı ve
kucaklaştırmayı kendisine gaye edinen kutlu yürüyüşün
adıdır.
Manas, ismini tarihin derinliklerindeki kültürün
billurlaştığı Manas Destanı’ndan, ilk adımlarını da Harput
kültürünü soluyan Elazığ ilinden alarak geleceğe daha emin
adımlarla yürüyenlerin sevdasıdır.
Nihayet Manas, Kitabı baş tacı olarak gören her biri kültür
dünyamızın ayrı bir kapısını aralayacak olan eserlerini
kitap dostlarına bir bayram havası içerisinde sunan kitabın
kürsübaşıdır.
Sayın Valim,
Sayın Rektör Yardımcım
Bilim dünyamızın değerli ilim adamı Manas kitap şöleni için
ilimize teşrif eden Sayın Prof. Dr Ahmet Bican Ercilasun,
Edebiyat dünyasının ve basın dünyasının değerli mensupları,
Değerli misafirlerimiz,
Manas Yayınları tanıtımına katılan siz değerli
konuklarımıza, kitap dostlarına Manas adına hoş geldiniz
diyor şükranlarımı arz ediyorum.
Sizlerle çok değerli yazarlarımızı ve onların eserlerini
buluşturmayı hedeflediğimiz bu tanıtım programına başlamadan
önce sizleri, yüce önder Mustafa Kemal Atatürk, silah
arkadaşları ve aziz şehitlerimiz için saygı duruşuna ve
ardından İstiklâl Marşı’na davet ediyorum.
Manas’tan Prof. Dr. Bahaeddin Öğel Anısına Kitaplar
programının açış konuşmasını gazeteci yazar Bedrettin
Keleştimur yapacaklardır.
Kendilerini kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Bedrettin Bey.
Bedrettin Keleştimur
Sayın Valim, Sayın Rektör Yardımcım, Üniversitemizin değerli
akademisyenleri, Ankara’dan bu nezih toplantı için aramıza
katılan eski Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Bican
Ercilasun Hocamız, Sanat ve Edebiyat Dostları, gecemizin
kadirşinas misafirleri, basınımızın güzide temsilcileri
MANAS Yayıncılığın Prof. Dr. Bahaeddin Ögel anısına
düzenlemiş bulunduğu kitap tanıtım toplantısına hoş
geldiniz.
Doğu Anadolu’da, ismi ile müsemma kökleri tarihin
derinliklerine giden, uzun soluklu bir yayınevi, ‘MANAS
YAYINCILIK’ okuyucusuna bu müstesna gecede Hıdrellez
Bayramının coşkusunu yaşatmaktan mensupları olarak büyük bir
haz duyuyoruz. Her şeyiyle itinayla seçici olmak; ufuk-gaye
ve idealizm bayrağını yaşadığımız şu şehrin, şu coğrafyanın
semalarında yükseltmek insana gerçekten heyecan veriyor.
Manas Yayıncılık, üç yıllık bir mazisi olmasına rağmen;
açılışından bugünlere kadar, ‘bir heyecandan daha büyük bir
heyecana taşıyacak…’ ‘bir faaliyetten bir başka faaliyete
imzasını atarak’ ilkeli, disiplinli ve istikrarlı bir
yarışa/ tarihi bir yolculuğa kendisini adapte etmiştir.
Manas Yayıncılık, tarihi Elâzığ Öğretmenevi konferans
Salonu’nda sizlerle bir araya gelerek mütevazı bir törenle
okuyucusu ve yazarıyla birlikte bir daha baş başa vermekten
dolayı yaşamış olduğu mutluluğu bir daha ifade etmek
isterim. Elâzığ’ın kültür hayatına bir altın sayfayı daha
ekliyoruz. Hafızalarda yer alacak bu geceye, Harput’un
bağrından çıkan mümtaz şahsiyet, sahasının otoriter ismi,
eserleriyle bizlere tarihe ve tarihi hatıralara bağlılık
sevdasının aşılayan rahmet mekân ‘kültür tarihçimiz’ merhum
Bahaeddin Ögel anısına yapılması insana apayrı farklı bir
duygu veriyor.
Baharın güzellikleriyle örtüşen bu gecenin onur misafiri
olarak da hocaların hocası, eski Türk Dil Kurum Başkanımız
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’u aramızda görmek bu geceye
ayrı bir zevk, ayrı bir tat ve heyecan yüklemektedir.
Manas Yayıncılık, üç yıla sığdırdığı 37 eserle; ‘bir irfan
okulu’ kimliği ile yaşadığı şehrin, coğrafyanın insanıyla
bir daha edeple, vakarla yüzleşiyor. Yaşadığı şehrin kültür
iklimini harmanlayan eserlerle birlikte, gönül coğrafyamıza
da yolculuk yapılıyor. Prof. Dr. Ahmet Buran’ın Kurşunlanan
Türkoloji, Yrd. Doç. Dr. Enver Aras’ın Hazar’dan Hazar’a
Elmas Yıldırım, Mevlüt Uluğtekin Yılmaz’ın Türk Budunlarının
Ortak Atababaları, Yrd. Doç. Dr. Selahattin Bekki’nin Maaday-Kara
Destanı, Feyzullah Budak’ın Altay’da ki Yüreğim Mağcan,
Prof. Dr. Abdıldacan Akmataliyev’in Yıldırım Sesli Manasçı
Aytmatov isimli eserler dilin bir köprü olduğunu, kültürün
bir köprü olduğunu, tarihin bir köprü olduğunu ve bu
köprülerin bizleri ortak bir gayede, ortak bir ülküde
buluşturacak edebi çalışmalarla önemli adımlar atılacağı
gerçeğidir.
Elâzığ’da, 1990’lı yıllardan itibaren şehrinde bir fiil
kurum ve kuruluşlarıyla organize olduğu kalıcı ve iz
bırakıcı faaliyetlerle bütün bu güzellikleri/ erdemlikleri
yaşadık! Ve bu yolculuğumuz ilânihaye devam edecektir.
Manas Yayıncılık, ‘kitap tanıtım programlarını’ geçtiğimiz
yıllar içerisinde; Bakü’ye, Bişkek’e kadar, her iki ülkenin
Bakanları düzeyinde taşıdı. Böyle bir hazzı yaşamak insana
tabiatıyla anlatılması zor farklı duygular veriyor.
Gazi Atatürk’ü misafir eden tarihi Öğretmenevi’nin çatısı
altında Manas Yayınları içerisinde okuyucusuyla buluşarak
birbirini bütünleyen 6 eserin bizatihi yazarların
yorumlarıyla tanıtımını birlikte dinleyeceğiz.
Bu eserler, Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya’nın Sibirya Tatar
Türkçesi, Doç. Dr. Şener Demirel’in Dinle Neyden
(Mesnevî’nin İlk 18 Beytinin Türkçe Şerhleri), Yrd. Doç. Dr.
Nadir İlhan’ın Türk Dilinde Çokluk, Günerkan Aydoğmuş’un
Harput Kültüründe Din Âlimleri, Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç’un
Savaştan Sanata İpek, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer’in
Emanullah Dönemi Afganistan imsilerini taşıyan her biri
birbirinden kıymetli eserleridir.
İddialı olmaktan öte idealizmi severim. Bir bakıma idealizm
ve realiteleri de birlikte düşünmeliyiz. Yaşadığımız şu
şehre, şu coğrafyaya her soluk alışverişimizde ne kadar
büyük sorumluluklarımızın olduğunu belirtmek isterim. Bu
sorumluluk duygusu, Manas’ı doğurmuştur.
Manas Yayıncılık, stratejik öneme haiz coğrafyanın ‘düşünme
havzasıdır’ Bir ayağı Üniversitelerimiz, bir ayağı şehir ve
aydınımız, bir ayağı sivil örgülerimiz ve bir ayağı kamu
kurum ve kuruluşlarımız olan Manas, sürekli fikir üretme ve
kendi imkânlarıyla hizmetleri üretken hale getiren ‘sosyal
enstitüdür’
Burada şunu özellikle paylaşmak isterim; Devlet, özellikle
Doğu’da aldığı verginin yarın on katını almak istiyorsa;
kitaba, irfana, okumaya yatırım yapmalıdır. Asrımızın en
öldürücü hastalığı nedir derseniz, ‘cehalet ve koyu
taassuptur’ Demek ki, bu coğrafyada cehaletle birlikte
fakirliğe ve yoksulluğa karşı asıl mücadele verilmelidir.
Bu mücadelenin yolu ve yordamı, asrın Farabilerini,
Sinanlarını, Yunuslarını, Mevlanalarını kendi içimizden
çıkarmakla mümkün olacağıdır. Bir binanın dört temel üzerine
inşa edilir; yüksek bir ilim, yüksek bir adalet, yüksek bir
ahlak ve yüksek bir moral… Bu değerlerin dışında başka bir
değer düşünmemiz abestir.
Bu bağlamda, binalarını fedakârlık üzerine kuran irfan
ocaklarına, edebi mahfillere olması gereken maddi ve manevi
desteklerimizi verme gibi bir düşüncenin de artık bu
coğrafyanın bekası için gerekliliğine inancımı bir daha
vurgulamak isterim. Vicdani sorumluluk bizleri, ‘ortak bir
akla’ ortak bir paydaya taşıyor. O heyecanla, Elâzığ’ın, son
yıllar içerisinde büyük bir başarıyla ne kadar aktif rol
oynadığının da altını çizmek isterim.
İnsana, eşyaya, tarihe, coğrafyaya ve bilumum değerlerimize
dost olmaktan, aşk derecesinde muhabbet beslemekten gayri ne
olabilir ki! Elâzığ’da, Manasçıların yaptığı ve yapacakları
uzun soluklu çalışmaların ufuk ve gayesindeki muratta,
‘bozkırlara can veren’ aşk nehrinin Yunus diliyle akması
değil mi? Bu güzel gecenin Elâzığ’ın unutulmaz hatıraları
arasında hafızalarda yer alması dileklerimle sizleri bir
daha saygıyla selamlarım.
Hadi Önal
Elazığ’ımızın yetiştirdiği ve Türk dünyasına armağan ettiği
mümtaz insan Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, Türk milletinin
kültür değerlerine bağlı kültür değerlerini bilen, tanıyan
ve bildiklerini bilim disiplini içinde anlatan büyük bir
bilim adamı kültür tarihçisidir. Hayatının her anını derin
bir sevgiyle bağlı olduğu milletinin tarihine adayan
Türklüğe sevdalı, bu büyük bilim adamı hakkında
konuşmalarının yapmak üzere Fırat Üniversitesi Rektör
yardımcısı Sayın Prof. Dr. Orhan Kılıç’ı davet ediyorum.
Buyurun Sayın Hocam.
Prof. Dr. Orhan Kılıç
Değerli katılımcılar, basınımızın değerli temsilcileri
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Şener Bey, Bahaeddin Ögel
anısına bir toplantı düzenlemeyi düşündüklerini söyleyip ve
bu vesileyle beni ziyarete geldiklerinde “Hocam Bahaeddin
Ögel hakkında sizden bir konuşma yapmanızı istiyorum”
dediğinde aklıma şu geldi. Ben tarihçiyim. Şu anda tarih
bölümünde görev yapan bir öğretim üyesiyim. Ama maalesef
Bahaeddin Ögel Hocadan ders alma fırsatım olmadı. Fakat biz
öğrencilik hayatımız boyunca Bahaeddin Ögel ismini devamlı
duyduk. Ben Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü mezunuyum. Çünkü
Bahaeddin Ögel bizim tarih bölümünün kurucusu idi. Eğer ben
bugün burada bir tarih profesörü olarak sizlere hitap ediyor
isem bunda Fırat Üniversitesi Tarih Bölümünün kurucusu olan
Bahaeddin Ögel’in emeği ve katkısı olduğunu düşünüyorum.
Bizim öğrenciliğimiz sırasında Fırat Üniversitesi Tarih
bölümü tarafından düzenlenen Tarih Kolokyumu yapılmıştı.
Burada benim o dönemden birçok arkadaşım var, görüyorum.
Maalesef ondan sonra da yapılamamıştı. Orada biz öğrenciler
olarak Bahaeddin Hocayla tanışıp “Hocam biz tarihi bölümü
öğrencileriyiz” dedik. Kendisiyle tanıştığımızda bize döndü
ve “Size çok büyük görevler düşüyor. Bu kurduğum Tarih
Bölümünü sizler devralacaksınız. Siz ilk mezunları
olacaksınız. Bu bölümü bizden sonrada siz geliştirip
büyüteceksiniz” demişti. Ne garip bir tesadüf ki biz onun
kurduğu Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak hizmet
ediyoruz.
Bahaeddin Ögel’i buradaki arkadaşlarımızın üniversitedeki
arkadaşlarımızın hemen hepsinin çok iyi tanıdığını
biliyorum. Özellikle Türk Dili Edebiyatı Bölümündeki, Tarih
Bölümündeki, Sosyoloji Bölümündeki arkadaşlarım çok iyi
biliyorlar. Bir kısmı ondan ders alma imkânı da buldu. Çünkü
Tarih Bölümünün kurulduğu yıllarda Bahaeddin Ögel ve yine
Ankara Üniversitesinden gelen hocalarımız, bunların
içerisinde Reşat Genç Hocamız, Yaşar Kazım Kopraman, Yusuf
Halaçoğlu gibi Hocalarımız, burada dersler verdi. Doğrusu
bizden önceki arkadaşlardan edindiğim bilgi o yöndeydi.
Çünkü biz başladığımız sene o ayrılmıştı. Bütün Tarih
Bölümü, Sosyoloji Bölümü, Edebiyat Bölümü öğrencileri
Hocadan toplu bir şekilde ders alırlardı. Çünkü uçakla gelip
gidiyorlardı. Kültür tarihi konusunda dersler verilirdi. Biz
de o arkadaşlarımızdan Bahaeddin Ögel Hocamızı dinlerdik. Bu
konu hakkında şu örneği verirdi şeklinde onların
hatıralarını dinlerdik
Biz tabi alana girdikten sonra şunu gördük ki Bahaeddin Ögel
çok iyi bir tarihçi. Yani ilk isim. İbrahim Kafesoğlu, Aydın
Taneri Hocalar, Bahaeddin Ögel bu ekolden gelen insanlar.
Ama Bahaeddin Ögel ilim hayatının tamamını Türk kültür
tarihine hasretmiş çok önemli bir şahsiyet. Bahaeddin Ögel
aslında erken vefat etti. 65 yaşında vefat etti. Eğer
yaşasaydı belki de Türk Kültür Tarihine o engin birikimiyle
çok daha eserler vereceğini düşünüyorum. 25 den fazla
kitabının ve 125’in üzerinde makalesinin olduğunu biliyoruz.
İyi bir tarihçi. Tarih metodolojisine hâkim. Alanına hakım.
Araştırdığı konunun dilini bilen hem doğu dillerini hem batı
dillerini ve Türk Kültür Tarihine vakıf iyi bir Kültür
Tarihçisi. Özellikle Türk Kültür Tarihine Giriş adlı on
ciltlik eserinde Türk’ün musikisini, giyimini, yeme içme
kültürünü, hülasa bütün Türk Kültürünü Bahaeddin Ögel’in o
devasa eserinde görebiliyoruz. Yine Türklerde devlet
anlayışı İslamiyet’ten önce Türk Kültürü hemen aklıma gelen
çok önemli eserleri. Yine Türk Kültürünün Gelişme Çağları
çok önemli eserler.
Bahaeddin Ögel derslerinde hep Orta Asya Türk Kültürünün
Anadolu Kültürüyle olan ilgisine dikkat çekerdi. Bu tespiti
yaparken örneklerini de hep Elazığ’dan annesinden verirmiş.
Bizim bulunduğumuz kongrelerde özel sohbetlerde işte hep
“annem de bu işi yapardı, annem de böyle yapardı” derdi.
Orta Asya’daki kültür öğelerinin Harput kültürüyle
bağlantısını kurarken kendi hayatından örnekler vermeye
çalışırdı. Bu yönüyle de iyi bir Elazığlıydı. İyi bir
Harputluydu. Yine eşinin mesai arkadaşlarının ifadesiyle tam
bir Harput Beyefendisi imiş Bahaeddin Ögel. Yine bizim
bölümümüzdeki öğretim üyesi arkadaşlarımız hocam Prof. Dr.
Abdulkadir Yuvalı ve o dönem yardımcı doçent ve şu anda da
bölüm başkanımız olan Prof. Dr. Muhammet Beşir Aşan
ölümünden sonra Bahaeddin Ögel ile ilgili bir kitap
hazırladılar. Eşiyle konuştular. Mesai arkadaşlarıyla
konuştular. Yine onların eşiyle yaptığı mülakattan eşi
Bahaeddin Ögel Hocanın tatile çıkarken bile valizlerini
kitaplarla notlarla doldurup, tatil süresince herkes denize
girerken Bahaeddin Ögel Hocanın notları arasında boğulup
yine bilimsel bir şeyler üretmek adına çalıştığını ifade
ediyor.
Aydın Taneri Hoca ondan bahsederken özellikle onun beyefendi
yönüne dikkat çekme ihtiyacını hissediyor. Bahaeddin Ögel
Hoca hiçbir asistanı, hiçbir memuru, kendi odasına
çağırmazdı diyor. Eğer bir işi varsa o asistan veya idari
görevlinin odasına gider, önünü ilikler sizinle bir konuda
görüşmek istiyorum, vaktiniz var mı, müsaade eder misiniz
diye izin alıp görüşmeyi yapacak kadar beyefendi bir insan.
Çok kibar bir insan. Dolayısıyla bir Anadolu, bir Harput
Beyefendisi yönü var.
Bahaeddin Ögel 1924 yılında doğuyor. 7 Mart 1989 tarihinde
vefat etti. Aslında biraz öncede bahsettiğim gibi biz
Bahaeddin Ögel’i yakalandığı akciğer kanserinden dolayı genç
yaşta kaybettik. Hayatı boyunca tarih ilmi üzerinde çalıştı.
Dil Tarih Coğrafya Fakültesini bitirdikten sonra bir müddet
öğretmenlik yapıyor. Sonra üniversite hayatına intisap
ediyor. Yurt Dışında yüksek lisans, doktora çalışmaları var.
Almanya’da bulunuyor. Tabi Orta Asya Türk Tarihi üzerinde
çalışma yapması münasebeti ile o bölgeye çok sık gidip gelen
birisiydi. Tabi o dönemlerde Orta Asya’ya gidip gelme, o
bölgeyi gidip görmek birçok insanın hayaliydi. Biz Bahaeddin
Ögel’i o yönüyle dinlediğimiz zaman Bahaeddin Ögel ne kadar
şanslı oraları görmüş diyorduk. Ben öğrencisi olamadım ama
zaman zaman konferanslarda dinliyorduk. O anlatırken biz
kendisini hayranlıkla dinlerdik. Bahaeddin Ögel Hoca oralara
kimsenin sık sık gidip gelemeyeceği dönemlerde o bölgelerde
çalışma yapma fırsatı bulan nadir tarihçilerden birisiydi.
Biz Fırat Üniversitesi olarak Bahaeddin Ögel Hocamızı çok
iyi tanıyoruz. Onun adına bir konferans salonumuz
düzenlendi. Ben Manas Yayıncılığa teşekkürlerimi iletmek
istiyorum. Bahaeddin Ögel Hocayı hatırlatıp büyük bir
kadirşinaslık örneği gösterdiler. Zaten her toplantılarını
Türk Kültürüne hizmet eden bir şahsiyetin hatırasına
düzenliyorlar. Bu konuda çok önemli bir görevi ifa
ediyorlar. Biraz önce Şener Bey’e sordum. Kaçıncı kitap
oldu, dedim. 37. kitap oldu dedi. 37 tane çok önemli eseri
Türk bilim hayatına, Türk kültür hayatına kazandırdılar.
Elazığ’da çok büyük bir Kültür birikimi var.
Üniversitelerdeki Hocalarımız yaptıkları çok önemli
çalışmaları yayınlatmak konusunda zaman zaman sıkıntı
çekiyorlardı. Manas Yayıncılık bu yönüyle bir eksikliği de
giderdi. İşte yapılan doktora tezleri, doçentlik takdim
tezleri, profesörlük çalışmaları bunların hepsi bir maksada
matuf çalışmalar. Bunlar 8–10 tane yapılıp kütüphanelerin
raflarından çok fazla kişiye ulaşmadan durabiliyordu. Manas
Yayıncılık hem Fırat Üniversitesi’ndeki Sosyal Bilimlerle
ilgili çalışma yapan akademisyenlerin çalışmalarını Türk
bilim dünyasına kazandırıyor hem de yine ilimizin önemli
kültür insanlarının yazdığı kitapları Türk edebiyatına
kazandırma konusunda çok önemli bir görevi ifa ediyor.
Manas Yayıncılığın kuruluşunu da dün gibi hatırlıyorum. Yine
Şener Bulut kardeşim bir telefon açtı. Bir gün görüşebilir
miyiz dedi. Tabi dedim. Geldi, biz Manas Yayıncılık adıyla
yeni bir çalışma başlattık dedi. Aslında Elazığ’da kültür
hayatı denilince iki ismi mutlaka akla gelir. Bedrettin
Keleştimur ve Şener Bulut. Bu işin içerisinde mutlaka vardır
deniliyor. Ama o zamana kadar bu işe pek girmemişlerdi.
Şener Bulut Kültür Bakanlığı Kitap Satış Bürosunda,
Bedrettin Keleştimur’un Devlet Kitaplarında hizmetleri
vardı. Kitaba uzak değillerdi. Yayıncılık konusunda yeni bir
çalışmaya yönelmişlerdi. Benim aklıma şu geldi. Nasıl
yapacaklar bu işi diye. Ve bu düşüncemi Şener Bey ile de
paylaştık. Ama baktım ki hiçbir maddi kaygıları yok. Kültür
boyutuyla bakıyorlar. Hocam o tarafını geç dediler. Biz bu
kitapları bir şekilde basarız. Dağıtırız, satarız veya
satmayız. Bundan geçimimizi sağlamak endişemiz yok dediler.
Ve bugün 37. kitabı çıkardılar. Manas Yayınevi bir kültür
merkezi olarak kesintisiz şekilde faaliyetlerini devam
ettiriyor.
Ben bu toplantıdan dolayı özellikle de Bahaeddin Ögel Hocayı
hatırlayıp, böyle bir toplantı düzenledikleri için Manas
Yayıncılığı kutluyorum. Değerli vakitlerinizi daha fazla
almak istemiyorum. Bahaeddin Ögel Hocamızı rahmetle
anıyorum. Hepinize saygılarımı sunuyorum.
. Hadi Önal
Fırat Üniversitesi Rektör yardımcısı Prof. Dr. Orhan Kılıç’a
teşekkür ediyorum.
Manas kitap şöleni olur da müzik olmaz mı? İşte
Elazığ’ımızın yetiştirdiği Harput müziğinin bir duayeni
Sayın Nihat Kazazoğlu ve kızı İrşat Kazazoğlu Hanımefendi
şimdi bizleri Harput’un müzik bahçelerinde küçük bir geziye
çıkartacaklar
Buyurun Sayın Nihat Kazazoğlu
Sayın İrşat Kazazoğlu
Nihat Kazazoğlu
Sayın Valim, değerli hemşehirlerim, şimdi ben bugün 69
yaşında en heyecanlı günümü yaşamak üzereyim. Zira sevgili
kızımın benim yolumda ilerlemesi ve onunla aynı sahnede
Harput musikisinden bir nefes sunacağımız için çok mutlu çok
heyecanlıyım. Bu heyecanımla birkaç söz söylemek istiyorum.
Türk bilimine Türk kültürüne hizmet eden ve iz bırakan
insanları anmak gerçekten çok büyük bir kadir şinaslık
örneği ve büyük bir vefa örneği. Bu vefa örneğinin ilkini
Fırat Üniversitesi Rektör Yardımcımda dile getirdi.
Üniversitemiz Bahaeddin Ögel Konferans salonunu açmakla bu
değerli hocamıza olan saygısını gösterdi. Bir sivil toplum
kuruluşu olarak sevgili Şener Bulut’un idaresindeki Manas
Yayınevi de Bahaeddin Ögel anısına yayınladığı kitaplar için
bir toplantı düzenlemekle halkımızın gündemine taşımakla
Bahaeddin Ögel’e olan vefa duygularını gösterdiler.
Kendilerini yürekten kutlamak istiyorum. Şimdi kızım İrşat
Kazazoğlu ile birlikte sizlere Harput’tan birkaç eser
sunmaya gayret edeceğiz. Rahmetli Bahaeddin Ögel’in büyük
dayım Ahmet Tasalı’nın iyi bir arkadaşı olduğunu biliyorum
ve zaman zaman kültürel programlarda “bana müstezat
okumayacak mısınız?” şeklinde dilekte bulunurdu. Bir
defasında onun bu arzusunu yerine getirmiştim. Şimdi onun
anısına onu rahmetle anarak kızım ile birlikte müstezat
gazelini sunmaya gayret edeceğiz ayrıca aynı makamda yani
Harput’a Beşiri olarak bilinen raks makamında bir iki eser
okumaya çalışacağım Pertev Paşa’nın Harput’ta çok bilinen
bir müstezat gazeli vardır.
Hasretle bu şeb, gâh uyudum, gâhi uyandım: Hep ol mehi
andım,
Eğlence edip hab-ü hayalin oyalandım: Ta subha dayandım,
Diye başlayan müstezat gazelini sunmaya gayret edeceğim. Bu
arada kızımın hocası Güldeniz Ekmen Agiş’de buradalar
inşallah onun karşısında fazla heyecanlanmaz öğrenci
hocasının karşısında heyecanlanmasında gayet tabiidir.
Hepinize saygılar sunuyorum ve iyi akşamlar diliyorum.
Hadi Önal
Nihat Kazazoğlu’na kızı İrşat Kazazoğlu’na teşekkür
ediyoruz.
Tanıtılacak olan kitaplardan ilki, Fırat Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Öğretim üyelerinden Yrd.
Doç. Dr. Ercan Alkaya’nın kaleme almış oldukları “Sibirya
Tatar Türkçesi” adlı eserdir.
Eseri tanıtmadan önce yazarlarımızı tanıyalım.
Ercan Alkaya, 1973 tarihinde Elazığ'da doğdu. İlköğrenimini
1984, orta öğrenimimi 1989 yılında Elazığ'da
tamamladı.1994’te Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi.
Yüksek Lisans öğrenimini (1996) ve doktorasını (2002) Fırat
Üniversitesinde tamamladı. 1994-1996 yılları arasında Niğde
ili Ulukışla ilçesine bağlı Eminlik Orta Okulunda Türkçe
öğretmeni olarak görev yaptı.
1996 yılında Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümünde Araştırma Görevlisi oldu. 2004 yılında Fırat
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümüne
Yardımcı Doçent olarak atandı. Halen aynı fakültede öğretim
üyesi olarak görev yapmaktadır.
Yazarın Prof. Dr. Tuncer Gülensoy ile birlikte hazırladığı
“Türkiye Türkçesi Ağızları Bibliyografyası ve Prof. Dr.
Ahmet Buran ile birlikte hazırladığı “Çağdaş Türk Lehçeleri,
adlı iki kitabı ile birlikte farklı dergilerde yayınladığı
makaleleri ve çeşitli sempozyumlarda sunduğu bildirileri
bulunmaktadır.
Kitap tanıtımlarını yapmak üzere Sayın Yrd. Doç. Dr. Ercan
Alkaya’ı kürsüye davet ediyorum.
Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya
Sayın Valim, Sayın Rektör yardımcım, Basınımızın değerli
temsilcileri, kıymetli hocalarım ve sevgili öğrenciler,
sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle aramızda bulunan Gazi Üniversitesi Öğretim üyesi
ve eski Türk Dil Kurumu başkanı değerli hocamız Prof. Dr.
Ahmet Bican Ercilasun Hocamıza hoş geldiniz diyor ve
toplantımıza iştirak ettikleri için kendilerine şükranlarımı
arz ediyorum.
Türk lehçeleriyle ilgili yaptığımız bir çalışmanın
tanıtımının düzenlendiği bu toplantıya Ercilasun Hocamızın
katılması bizler için onur vericidir. Zira kendileri
Türkiye’de Türk lehçeleri üzerinde en fazla çalışma yapan,
en fazla öğrenci yetiştiren ve çalışma yaptıran
hocalarımızdandır. Hocamızın her Türk lehçesiyle ilgili
yetiştirdiği öğrenciler bugün ülkemizin değişik yerlerinde
Türk lehçeleri uzmanı olarak görev yapmakta ve Türklük
bilimine büyük katkılar sağlamaktadırlar. Bu anlamda da
Türklük bilimciler olarak Hocamıza minnettarız.
“Sibirya Tatar Türkçesi” başlıklı bu çalışmada, Tatar
Türkçesinin üç büyük ağız grubundan birini teşkil eden
Sibirya Tatar ağızları ele alınmıştır. Tatar Türkçesinin
ağızları Orta (Kazan), Batı (Mişer) ve Doğu (Sibirya Tatar)
olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Tatar dil biliminde daha çok
Batı Sibirya Tatarları olarak adlandırılan Sibirya Tatarları
300 bine yaklaşan nüfuslarıyla bugün Batı Sibirya’nın Tümen,
Baraba, Omsk gibi bölgelerinde oldukça büyük bir alanda
(2.428.000 km2) dağınık olarak yaşamaktadırlar.
Eser Giriş, Ses Bilgisi, Şekil Bilgisi ve Metinler olmak
üzere başlıca dört bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde
öncelikle Sibir/Sibirya adı hakkındaki görüşler
değerlendirilmiş; Sibirya Tatar Türklerinin tarihi ve etnik
şekillenişi, Sibirya Tatar Türkçesinin Türk lehçeleri
içindeki konumu, Sibirya Tatarlarının yaşadıkları yerler ve
alt grupları, nüfusları, dinleri hakkında bilgi verilmiş,
son olarak da şimdiye kadar Sibirya Tatar Türkçesi üzerine
yapılan belli başlı çalışmalar değerlendirilmiştir.
Ses Bilgisi bölümünde Sibirya Tatar Türkçesinin ses
özellikleri Eski Türkçe esas alınarak ortaya konmuş,
karşılaştırma yapılırken yer yer Tatar edebî dilinden, diğer
Türk lehçelerinden, tarihî Türk lehçelerinden (daha çok
Kıpçak Türkçesi) de faydalanılmıştır.
Şekil Bilgisi bölümünde kelime yapımı, kelime türleri, isim
ve fiil çekimi anlatılmıştır. Çeşitli eklerin, yapıların ve
Sibirya Tatar Türkçesine has unsurların tarihî ve günümüz
Türk lehçeleriyle, Tatar edebî diliyle olan yakınlığı ve
ilgisine değinilmiş, Sibirya Tatar Türkçesinin çeşitli
ağızlarına ait farklılıklar ve durumlar incelenmiş, şekil
bilgisi özellikleri ağızlara göre farklı ve ortak yönleriyle
değerlendirilmiştir.
Metinler bölümünde Sibirya Tatar Türkçesinin ağızlarını
oluşturan Tobol-İrtiş (Tümen-Omsk), Baraba (Novosibirsk) ve
Tom (Tomsk) bölgesi ağızlarından 90 adet metne yer
verilmiştir. Metinler genellikle Sibirya Tatar Türklerinin
yaşayışlarını, tarihî geçmişlerini, gelenek ve
göreneklerini, doğum, kız isteme, düğün, ölüm, kurban kesme,
çeşitli merasimler gibi durumlarını yansıtan konulardan
oluşmaktadır.
Tatar Türkçesinin bir kolu olan ve gerek Tatar edebî
dilinden gerekse Tatar Türkçesinin diğer ağızlarından çok
büyük farklılıklar göstermeyen Sibirya Tatar ağızları bir
bütün olarak ele alınmış, bu ağızların ayırıcı yönlerinden
ziyade birleştirici yönüne dikkat çekilmiş bununla birlikte
hem tüm ağızların genel özellikleri hem de kendi içindeki
bazı özel durumları ortaya konulmuştur.
“Sibirya Tatar Türkçesi” adını verdiğimiz bu çalışma Turkish
Studies yayıncılık tarafından basılmıştır. Ancak, Elazığ’da
yapılmış bir çalışma olduğu için Manas Yayıncılığın değerli
yetkilileri çalışmamızı bu toplantıya dahil ettiler.
Göstermiş oldukları teveccühten dolayı kendilerine teşekkür
ediyorum. Son olarak da çalışmanın şekillenmesinde büyük
payı bulunan ve aynı zamanda da Doktora Hocam olan Prof. Dr.
Ahmet Buran’a saygılarımı ve minnettarlığımı belirtmek
istiyorum.
Merhum Prof. Dr. Reşit Rahmeti Arat bir eserinde “Bizden
Önce gelenlerin yaptıkları bize ne kadar eksik görünürse,
bizim yaptıklarımız da bizden sonra geleceklere o kadar
eksik görünecektir”. Bunun böyle olması da tabiîdir; çünkü
ilim yolu merhalelerden ibârettir. Bu yolda bir merhale
teşkil etme tâlihine mazhar olmak, bir insan için, büyük bir
şereftir. (R. R. Arat, Eski Türk Şiiri, s. XXIII) diyor. Ben
de ilim yolunda bir merhale teşkil etmiş olan ilimizin
yetiştirdiği değerli bilim adamı Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’i
bu vesileyle saygı ve rahmetle anıyor, sabrınızdan dolayı
hepinize teşekkür ediyor, iyi akşamlar diliyorum.
Hadi Önal
Yrd. Doç. Dr. Ercan Alkaya’ya teşekkür ediyoruz.
Tanıtımını gerçekleştireceğimiz ikinci kitabımız ise Fırat
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim
üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Nadir İLHAN, Türk Dilinde Çokluk
adlı eserdir. Bu değerli eseri tanıtmadan önce yazarını
tanıyalım.
Nadir İLHAN, 1964 tarihinde Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi
Kırkpınar köyünde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kayseri’de
tamamladı. Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümünden kaydoldu.1987 yılında mezun
oldu.
Fırat Üniversitesi bünyesinde Türk Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalının Türk Dili bilim dalında “Nev’î Efendi,
Netayicü’l-Fünûn ve Mehâsinü’l-Mütûn adlı yüksek lisans
çalışmasını Eylül 1992’de tamamladı.
Temmuz 1992’de Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne Türk Dili araştırma
görevlisi olarak atandı. 1992 Ekim’inde Fırat Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde Türk Dili bilim dalında
doktora programına kaydoldu. Doç. Dr. Ahmet BURAN’ın
danışmanlığında “Eşref bin Muhammed Hazâ’inu’s-Sa‘âdât
(İnceleme-Metin-Dizin)” adlı doktora çalışmasını Mart
1998’de tamamladı.
6 Ocak 1999 tarihinde Yardımcı Doçent olarak Fırat
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü Eski Türk Dili anabilim dalına atandı. Halen daha bu
görevine devam etmektedir.
Kitap tanıtımlarını yapmak üzere Sayın Yrd. Doç. Dr. Nadir
İLHAN’a kürsüye davet ediyorum.
Yrd. Doç. Dr. Nadir İlhan
Sayın valim,
Sayın rektör yardımcım,
Saygıdeğer hanımefendiler, beyefendiler
Değeli hocalarım, sevgili gençler öncelikle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere Türk dili, tarihî geçmişi, derinliği ve
yayıldığı coğrafya açısından dünyadaki en çok konuşulan
dilerden biridir. Bugün Avrupa da yazı dili olarak
kullanılan pek çok dilin yazılı belgesinin olmadığı 6.
yüzyılda Türkçe, yazılı ürünleriyle kullanımdadır. Yine
bugün Balkanlardan Çin Seddine kadar uzanan geniş coğrafyada
Türkçe yaygın ve işlek bir dil olarak kullanılmaktadır.
Biz, bir derya olan Türk dili sahasında, Türk Dilinde Çokluk
adıyla bir damlayı bir zerreyi incelemeye çalıştık ve bu
çalışmayı ortaya koyduk. Eserimiz üç bölümden oluşmaktadır.
Giriş bölümü, Eklerle Yapılan Çokluk, Kelime ve Kelime
Gruplarıyla Yapılan Çokluk şekillerinin işlendiği üç temel
bölümden oluşuyor.
Giriş bölümünde çokluk kavramı üzerinde durulmuş dünya
dilerinde, Türkçede çokluk kullanımı özetlenmiştir. Çokluk
kavramı için Türk lehçelerinde kullanılan terimler üzerinde
durulmuş bunların yapısı gösterilmiştir. Eklerle yapılan
çokluk bölümünde Türkçenin temel çokluk ekinin +lar +ler
olduğu bilinmektedir. Ancak biz bu eserimizde ondan fazla
ekin Türkçede çokluk göreviyle Türkçe kelimelerle birlikte
kullanıldığını tespit ettik, örnekledik. Kelimelerle ve
kelime gruplarıyla yapılan çokluk bölümünde ise kelimelerin
-isimlerin fiillerin- çoğunlaştırma şekilleri üzerinde
durduk ve Türkçede zamirlerle, sıfatlarla, zarflarla
çokluğun ifade edildiğini örnekleriyle işledik. Kelime
grupları içerisinde bu kelime türleriyle oluşturulan çeşitli
kelime gruplarının çokluk görevi ile kullanıldıklarını
eserimiz de gösterdik.
Eser Manas Yayıncılık tarafından okuyucuyla buluşturuldu,
bilim âlemine kazandırıldı. Bundan dolayı da manas
yayıncılığın değerli yöneticilerine, Şener Bulut’a,
Bedrettin Keleştimur’a teşekkür ediyorum. Çalışmanın
oluşması sırasında değerli görüşlerinden faydalandığımız
değeli hocam Prof.Dr. Ahmet Buran’a, Doç.Dr. Ahat Üstüner’e
çok teşekkür ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hadi Önal
Yrd. Doç. Dr. Nadir İLHAN’a teşekkür ediyoruz
Tanıtacağımız 3. kitap Doç. Dr. Şener Demirel’in Dinle
Neyden adlı esridir.
Bu değerli eseri tanıtmadan önce yazarını tanıyalım
1963 yılında Elazığ’da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini
Elazığ’da; yüksek öğrenimini ise 1982-1986 yılları arasında
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Eski
Türk Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. 1987-1996 yılları
arasında yurdumuzun çeşitli liselerinde Edebiyat ve Türkçe
öğretmeni olarak görev yaptı.
1993-1995 yılları arasında Fırat Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı’nda
“Behişti, Heft Peyker Mesnevisi (İnceleme- Metin), 1995,
Elazığ.” adlı tezle yüksek lisansını; “17. yüzyıl
Şairlerinden Şehrî (Malatyalı Ali Çelebi), Hayatı, Sanatı,
Divanı’nın Tenkitli Metni ve Tahlili, 1999, Elazığ.” adlı
tezle de doktorasını tamamladı.
2006 yılında ise Doçent oldu. 2000 yılından beri Fırat
Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev
yapmaktadır. Yazar evli ve iki çocuk sahibidir. Tahirü’l-Mevlevî,
“Divan Edebiyatından Birkaç Parça ve İzahı”, Edebiyat Bilgi
ve Kuramları; Yazarın bilimsel çalışmalarından bazılarıdır.
Kitap tanıtımlarını yapmak üzere Sayın Doç. Dr. Şener
Demirel’i kürsüye davet ediyorum.
Doç. Dr. Şener Demirel
Sayın Valim, Rektör yardımcım, kıymetli hocalarım ve
misafirler,
Sözlerime bu kitap tanıtım gecesinin gerçekleşmesine vesile
olan Manas Yayıncılık sahibi, Elazığ’ın
kültür-sanat-edebiyat hayatına çok önemli katkılarda bulunan
Sayın Şener Bulut’a teşekkür ederek başlamak istiyorum.
Tanıtımını yapacağım kitap, benim doçentlik takdim tezi
olarak hazırladığım çalışmanın ikinci baskısıdır. Kitap,
2002-2005 yılları arasında başta İstanbul, Ankara ve Konya
olmak üzere ülkemizin birçok ilinde bulunan kütüphanelerde
yaptığım araştırmalar sonucunda temin ettiğim Mesnevî’nin 31
farklı Türkçe şerhinin bir araya getirilmesi ile oluşmuştur.
Saygıdeğer misafirler, bilindiği gibi “Dinle Neyden” sözü
Hz. Mevlana’nın ünlü eseri Mesnevî’nin ilk beytinin ilk
sözleridir. “Bişnev ez ney”. Yapılan bir araştırmaya göre
Kur’an-ı Kerim’den sonra dünyada en çok okunan kitap
Mesnevî’dir. Bu bağlamda Mesnevî’nin geçmişten günümüze
başta Türkçe olma üzere çok sayıda dile tercümesi yapılmış,
yine başta Türkçe ve Farsça olmak üzere birçok dilde de
şerhleri yapılmıştır.
Biraz önce de belirttiğim üzere kitabımız Mesnevî’nin ilk 18
beytinin Türkçe şerhlerinin bir araya getirilmesinden
meydana gelmiştir. Neden ilk 18 beyit? Bu konuda birkaç
rivayet var; ancak bunlar içinde en kuvvetlisi söz konusu
beyitlerin Hz. Mevlana tarafından bizzat kaleme alınmış
olmasıdır. Yine bilindiği gibi Mesnevî Hz. Mevlana’nın
söylemesi Hüsamettin Çelebi’nin de yazması suretiyle
oluşmuştur.
Çalışmamızda 31 Türkçe şerhe yer verilmiştir. Bu şerhlerin
üçü manzum geri kalan yirmi sekizi de mensur/düz yazı
biçimindedir. Türkçe ilk şerh/tercüme 15.yüzyılda Muiniddin
b. Mustafa tarafından manzum olarak ve sadece birinci cildin
tercüme/şerhini içermektedir. Bu şerhten sonra 16. yüzyıldan
itibaren günümüze kadar çok sayıda tercüme ve şerh
yapılmıştır ki, tercüme ve şerhlerin niceliği sayesinde
edebiyat içinde şerhler adı altında bir alt dalın oluşmasına
vesile olmuştur.
Saygıdeğer misafirler, Şerhler içinde en dikkate değer
olanlar Şârih-i Mesnevî olarak anılan İsmail Ankaravî’nin,
Sarı Abdullah Efendi’nin, İsmail Bursevî’nin, Âbidin Paşa‘nın,
Ahmed Avni Konuk ve Tâhirü’l-Mevlevî’nin şerhleridir.
Çalışmamız Önsöz ve Giriş’ten sonra 7 Bölüm, Sonuç, Kaynakça
ve Genel İndeks’ten meydana gelmiştir. Giriş’te Mevlana’nın
hayatı ve eserleri üzerinde kısa değerlendirmelerde
bulunulmuştur.
1. Bölümde Mesnevî, Tercüme ve Şerhleri
2. Bölümde Ney ve 18 sayısı Hakkında Bilgiler
3. Bölümde Türkçe Şerhlerde Ney Metaforu
4. Bölümde Şerhlerdeki Atıf Kaynakları
5. Bölümde Metin Şerhi Geleneği ve Şerhlerde İzlenen Usuller
6. Bölümde Şerhler Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar
7. Ve son bölümde ise 31 Türkçe şerhin metni verilmiştir.
Kitaba adını veren ve 18 beytin özü sayılan “ney” sembolik
bir değer ile donatılmıştır. Hz. Mevlânâ bu kelime ile
birçok unsuru işaret ettiğine vurgular yapılmıştır. Örneğin
insan-ı kâmil, Hz. Âdem, Hz. Peygamber, âşık ârif, gönül,
kalem, kamış gibi.
Kitapta yer alan 31 şerhten 16’sı el yazması, 5’i eski
harflerle matbu ve 12’si de Cumhuriyet sonrası dönemde yeni
harflerle yayımlanmıştır.
Saygıdeğer misafirler sözlerime son verirken kitabın
teşekkülü sırasında engin bilgi birikiminden faydalandığım
kıymetli hocam Prof. Dr. Sabahattin Küçük’e, Manas
Yayıncılık sahibi Sayın Şener Bulut’a ve kitabın kapak
tasarımını gerçekleştiren Sayın Yard. Doç. Dr. Tamer
Kavuran’a teşekkür eder, hepinize saygılarımı sunarım.
Hadi Önal
Doç. Dr. Şener Demirel’i teşekkür ediyoruz.
Şimdi tanıtacağımız kitap “Harput Kültüründe Din Âlimleri
Günerkan Aydoğmuş’un araştırma kitabı.
Kitabın ilk basımı 1998’de gerçekleştirilmişti.
Bu değerli eseri tanıtmadan önce yazarını tanıyalım
Günerkan Aydoğmuş, 1949 Yılında Elazığ’ın Ağın ilçesinde
doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu ilçede tamamladı.1970
yılında Tunceli Erkek İlk öğretmen Okulunu bitirdi. Daha
sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
Bölümünde iki yıl öğrenim gördü. Çeşitli nedenlerle bu okulu
bıraktı. Elazığ’ın birçok yörelerinde öğretmenlik yaptı. Bu
arada Anadolu Üniversitesi Eğitim Ön Lisans Bölümünü
bitirdi. Yaklaşık 20 yıl MEB Devlet Kitapları Elazığ Bölge
Şefliği görevini sürdürdü. 2008 yılında öğretmenliğe dönerek
bu görevinden emekliye ayrıldı.
Hem şair, hem araştırmacı ve yazar olan Günerkan AYDOĞMUŞ’un
bu güne kadar “Türk Edebiyatı”, “Erciyes”, “Doğuş Edebiyat”,
“Öncüler”, “Bozkurt”, “Güneysu”, “Ozan” gibi çeşitli
dergilerle birlikte Hergün, Millet, Tercüman, Türkeli,
Kurultay gibi ulusal gazeteler ile Nurhak, Turan ve Günışığı
adlı yerel gazetelerde yazı ve şiirleri yayımlanmıştır.
Ayrıca yerel Günışığı gazetesinde de Çarşamba günleri
yazıları yayınlanmaktadır.
Aydoğmuş’un, 1992 yılında “Ak Topraklar Üzerinde Bir İlçe
Ağın”, 1996 yılında Ocak Yayınları tarafından yayınlanan
“Şark Çıbanı”, 1998 yılında ELESKAV tarafından yayınlanan
“Harput Kültüründe Din Âlimleri”, 2002 yılında şiirlerinden
bir kısmını topladığı “Bir Ben Uykusuz” ve 2007 yılında
MANAS Yayınevi tarafından basılan “Eğin’de Cirit Oyunu”
isimli hikâye kitabı vardır.
Kitap tanıtımlarını yapmak üzere Sayın Günerkan Aydoğmuş,
kürsüye davet ediyorum.
Günerkan Aydoğmuş
Sayın Valim üniversitemizin değeli Rektör yardımcısı Türk
dünyasının değeli dil bilimcisi ve 70 lerden yazılarıyla
tanıdığım ve kendime rehber edindiğim değeli edebiyatçı dil
uzmanı Ahmet Bican Ercilasun hocamız ve kıymetli misafirler;
konuşmama başlamadan önce Harput Kültüründe Din Âlimleri
kitabımın nasıl hazırlanıp basıldığı konusunda kısa bir
bilgi vermek istiyorum.
Benim aklımda hayalimde böyle bir kitabı basmak diye bir şey
yoktu. 1996 yılında Elazığ’da görev yapan değerli valimiz
Sayın Lütfullah Bilgin beyefendi bir gün beni çağırdı ve
dedi ki ;"Günerkan Bey, Harput’ta yatırlar var, türbeler
var. Bunlar hakkında kimse detaylı bir bilgiye sahip değil.
Türbelerin kapısında da orda yatan şahsiyetler hakkında hiç
bir bilgisi olmayan insanlar var. Farklı şeyler
anlatılıyorlar. Burada yatan şahsiyetler hakkında bir
araştırma yaparımsınız? İlk anda sayın valimize ben şunu
söyledim; "Sayın Valim, bu araştırmayı elbette yaparım, ama
biz bunu sadece Harput'la sınırlı tutmayalım. Harput’un bir
kültür çevresi var. Bu kültür alanı içerisindeki
şahsiyetlerin hepsini birden inceleyelim. O ki bu işe
giriyoruz, bu işi bu alan içinde tutalım" demiştim. Sayın
valimiz bu teklifimden dolayı oldukça memnun oldu. Bu arda
kendisinden bazı imkânlar vermesini istedim. Bunlardan
birincisi araç temini, diğeri fotoğrafçıydı. Sağ olsunlar bu
imkânları da temin ettiler. 1996 yılında başladığım bu
çalışmayı 1998 yılında bitirdim ve bu çalışma iki yıl kadar
sürdü. Birçok ilçeye ve köye gittim. Türbeleri ziyaret
ettim. Yüzlerce insanla görüşme yaptım. Bu kişilerden
bilgiler topladım. Ayrıca yazılı kaynaklar temin ettim. Bu
arada da şunu da söyleyeyim; yazılı kaynak toplamada bana
destek olan Yurdal Demirel'e teşekkür ediyorum. Şu anda
kendisi Mardin’de öğretmen olarak görev yapıyor.
Ve 1998 yılında bu çalışmayı bitirdim. İlk baskısı o yıl
Elazığ Valiliği bünyesinde faaliyet gösteren ELESKAV
tarafından yapıldı. Kitap bir buçuk yıl içerisinde tükendi.
Sayın Valimiz kitabı satmak için basmadıklarını, Elazığ
Kültürüne hizmet amacıyla bastıkların söylemişti. Bu sebeple
daha çok dışarıdan gelen misafirlere verildi. Hani bizde
"inanç turizmi" dediğimiz yeni bir kavram var. Elazığ’ın
tanıtımı açısından bu kitap bu konuda sanıyorum önemli bir
rol oynadı. Bu kitabın basılmasından bir süre sonra kitapla
ilgili bana birçok telefon geldi. Yurdun birçok yerinden, ta
Rize’den, İstanbul’dan, Edirne’den... Gerçekten diyorum
benden onar yirmişer kitap istiyorlardı. Ama kitabın satışı
konusunda benim bir hakkım yoktu. Valimiz Lütfullah Bilgin
bu kitabı tanıtım amacıyla bastırdığını, satışı
düşünmediğini söyledi. O tarihlerde sadece Diyanet İşleri
Yayın Evinin Elazığ mağazasında 300-400 civarında
satıldığını biliyorum.
Bu kitabın içerdiği konu yönünden Elazığ’ın tanıtımına çok
büyük hizmette bulunduğunu sanıyorum. Çünkü bu kitabın
basımından bir süre sonra Harput’a ziyaretler arttı, özel
turlar gelmeye başladı. Ben bugün bu vesile ile şunu
söyleyeyim, bu kitap Elazığ’ı inanç yönünden tanıtacak bir
kitap. Ben bu kitabın Elazığ’a turizm açısında da faydalı
olacağını düşünüyorum. İnşallah bunu Elazığ bundan sonra
görür diyorum.
Bu arda kitap hakkında birkaç hatıramı da anlatmak
istiyorum: Ben bu işe girdiğim zaman önce bu işin ağırlığını
çok fazla hissetmemiştim. Çok büyük bir ağırlığı varmış bu
işin! Bunu sonradan anladım. Gerçi ben öğretmenliğimin ilk
yılarında tasavvuf konusunda epeyce bir kitap okumuştum. O
dönem tasavvuf benim hayatımda önemli bir merhaleydi. Yani
ben Tasavvufa çok önceden girmiştim. Sanki böyle bir kitabın
hazırlığının çalışmasıydı. Ben bu çalışmaya girdiğim zaman
anladım ki bu işi yüce Rabbim bana nasip etmiş. Bundan
dolayı da çok büyük mutluluk duydum ve Elazığ’da ilk defa bu
konuda basılın kitap olması dolayısıyla ayrıca huzurluyum.
Bu gün birçok internet sitelerinde kaynak olarak
kullanılıyor. Ben kitabı yazdıktan sonrada hiçbir eleştiri
almadım bu benim için sevindirici ve huzur verici.
O tarihlerde kitap yayınlandıktan sonra Fırat üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dekanı olan, Allah gani gani rahmet etsin
Prof. Dr. Şaban Kuzgun beyefendi kitabımı inceledi ve bir
gün baş başa oturup bu kitabı konuştuk. Bana aynen şunu
söyledi; dedi ki,"Günerkan Bey bu kitabı bende yazsaydım
böyle yazardım" O an sırtımdan dağlar kadar bir yük kalktı!
O kadar sevinmiştim ki, Allah rahmet etsin hocama, herhalde
ben din dersinden sınıfımı geçtim diye düşünmüştüm. O
hatıramız da bu vesileyle anlatmış olayım.
Bu arada yine bir hatıramı daha anlatayım; kitabın son
çalışmasını yürütürken, özellikle kış mevsimi Harput’a gidiş
geliş kolay olduğu için, ben yaz ve sonbahar döneminde
ilçeleri ve köyleri gezmiştim. Ne olur ne olmaz diye kış
mevsimini Harput'a ayırmıştım. En son Harput çalışmalarını
yürütüyoruz. Soğuk bir havada Harput’a çıktık. Son çalışmamı
yapıyorum. Üryan Baba Türbesine gideceğiz. Üryan Baba
Türbesinde fotoğraf çekeceğiz. Son fotoğraflarımızı çekip
geleceğiz. Akşamın alaca karanlığı. Ezandan sonra. Harput’a
çıkarken hemen sağ taraftan bir yol ayrılıyor. Kayalıkların
alt tarafından tilki kayalıkları denilen bir mevkide Üryan
Baba Türbesi var. Kayaların içerisinde, türbenin hemen yanı
başında bir göz oda var. Odada kimse var mı yok mu diye
baktım. Kapı kilitliydi. Kapı aralığından içeriye baktım bir
ışık görülüyor. İçeride elektrik sobası yanıyor. Türbenin
kapısı kapılı. Fotoğraf çekeceğiz ama kapalı kapıyı vurdum
kimse açmadı. Benimle gelen arkadaşlarımdan birisi kayaların
üstüne çıktık orada bir boşluk gördü. Oradan aşağıya indik
Yani türbeye damdan inmiştik! Karanlıkta flaş ile fotoğraf
çektik
Dışarı çıktım baktım tekrar kapıyı vurdum bu defa bir ayak
sesi duydum. Kapı açıldı ama yarı aralandı, bir adam
kafasını uzattı saçı sakalı bir birine karışmış, çok
enteresan bir görüntüsü vardı! Biraz irkildim! Adam yerden
bir taş aldı bize fırlatacakken "Siz buraya hırsızlığa mı
geldiniz" diye bağırdı. Hayır dedik ama adam ikna olmuyor
bize taş fırlatmaya çalışıyordu! Fazla konuşmaya gerek
görmeden oradan ayrıldık. Biraz uzaklaşınca arkadaşlar dedi
ki,"Hocam bu işe son noktayı bir taş yiyerek koyacaktık!"
Ayrıldıktan sonra hakikaten kazasız belasız alan çalışmasını
çok şükür tamamlamıştık. Daha sonra bir müddet de evimdeki
çalışma odamda bu işe yoğunlaştım ve nihayet tamamlayıp
valiliğe teslim ettim. Kitap yayınlandığında okuyucular
yakın ilgi gösterdiler Kısa sürede mevcudu bitti. Bu defa da
beni gören veya telefon açan okuyucular, arada mektup
gönderenler, "Ne zaman yeni baskısını yapacaksın" şeklinde
sorular sormaya başladılar. Bundan bir süre önce Şener Bulut
kardeşim Harput Kültüründe Din Âlimlerini yeniden basalım
diye bir teklifte bulundu. Sevindim tabii. Şener Beyin bu
teklifi karşısında kendisine olur dedim ve Manas’ta bu
hususta çalışmaya başladık.
Biz bu çalışmaya yeniden fotoğraflarda ekledik. Bu süre
içerisinde yeni bazı ilavelerde yaptım. Ve nihayet kitap bu
günkü şekline geldi. İnşallah okuyucularımız beğenirler.
Kitabın kapak kompozisyonunu Tamer Kavuran Bey tasarladı.
Birkaç çalışmadan sonra hep birlikte gördüğünüz bu tasarımda
karar kıldık. Kendisini kutluyoruz, tebrik ediyoruz. Benim
daha önce iki kitabıma daha kapak resmi hazırlamıştı. Bundan
dolayı kendisine minnettarım. Huzurlarınızda kendisine bir
kere daha teşekkürlerimi sunmak istiyorum efendim. Ayrıca
Ankara’dan bu tanıtım toplantımız için gelerek bizimle
birlikte olan değerli misafirimiz, Türk Dil Kurumumuzun eski
başkanı, çok değerli Hocam Sayın Ahmet Bican Ercilasun
beye’de bizleri onurlandırdığı için teşekkür ediyorum.
Saygılar sunuyorum efendim...
Hadi Önal
Günerkan Aydoğmuş, teşekkür ediyoruz.
Savaştan Sanata İpek Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç’un bu kitabını
sizlere tanıtmadan önce yazarımız Ümit Koç’u tanıyalım.
Anne ve baba tarafından aslen Ardahanlı olan Ümit KOÇ, 1971
yılında Balıkesir’in Balya ilçesinde doğdu. İlköğretimini
orta öğretimini Balıkesir’de tamamladı.
1994 yılında Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih
Bölümü’nden mezun oldu.
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim
Dalında 1996 yılında yüksek lisansını, 2003 yılında
doktorasını tamamladı.
Evli ve üç çocuk babası olan Ümit KOÇ, İngilizce bilmekte ve
halen Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev
yapmaktadır
Kaleme aldıkları Savaştan Sanata İpek kitabının tanıtımını
yapmak üzere Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Koç
Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç
Bir Devrin Hikâyesi: İpek
Savaştan Sanata İpek,
Birimizin değil hepimizin hikâyesi
Bir devrin hikâyesi bu
Gün geldi insanlar ipeğin ışıltısıyla güldü
Gün geldi, ipek uğruna öldürdü ve öldü.
Bir devrin hikâyesi bu
Acısıyla tatlısıyla ipeğin hikâyesi
İşsiz insanlara iş, aşsız mutfaklara aş oldu ipek
Yeşilin en güzel tonu dut ağaçlarının sinesinde yeşerdi
Ve yeşilin bu tonu, kırsal bölge insanının geçim kapısı
oldu.
İlk işçiler, en büyük sanatkarlar, yani üstatlar,
Kozanın mucidi ipek böcekleri
Genç kızların ümidi, dul kadınların kaderi ve asilzade
hanımefendilerin şan ve şeref nişanesi
İpek böcekleri
Kırsalda bitmez ipeğin hikâyesi
Bazen develerin sırtında, bazen kalyonların teknesinde ve
bazen de kadırgaların güvertesinde seyahat eder ipek.
Kervanlar ve denizciler onu taşıyarak hisse alır hayattan
Eşkıyalar ve korsanlar onun hayaliyle uyanır yeni güne
En muazzam ordular, donanmalar onun için tesis edilir
Ve bu hengamede şehirlerin varoşlarına uzanır ipeğin
hikâyesi
Teknoloji ipeğe yarenlik eder bu aşamada
Makinelerin tıkırtısı ipeğin ışıltından alır ilhamını
İşçi kadınların ümitleri eğrilir ipek dolaplarında, iş
verenin daha fazla kazanma hırsı
Sonra boyacılar girer devreye, ipek boyacıları
Ruhları zengin cepleri fakir,
Maharetleri büyük, statüleri düşük insanlar.
Boyacılar, karın tokluğuna çalışan solgun simalar
İpeğin aklığı paklığı ve bütün saflığı kırmızı aşkıyla yanar
tutuşur
İpeğe yeni rengini veren ne kermestir ne de kırmız,
İpek kan kırmızısı rengini boyacının alın terinden, canından
ve insanların sayısız savaşta uğruna akıttığı kanından alır.
Atkısıyla çözgüsüyle irili ufaklı tezgahlarda desen bulur,
mana bulur, aşk bulur, hayat bulur ipek,
En görkemli binaların duvarlarını süsler, mabetlerde mana,
saraylarda kudret, konaklarda asalet kısacası insanlığa
namzet olur ipek.
Bir devrin hikâyesi bu
Birimizin değil, hepimizin hikâyesi
Acısıyla tatlısıyla ipeğin hikâyesi
İlim ve kültür deryamıza bir katrecik olsun katkıda
bulunabilme ümidiyle, Saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Hadi Önal
Yrd. Doç. Dr. Ümit Koç, teşekkür ediyoruz.
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer, yazdıkları kitapları ile
Emanullah Dönemi Afganistan’ı Anlatmış.
Biz önce yazarımız Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer’i tanıyalım.
Sonrada kendileri bize kitabını tanıtsın.
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer 1970 yılında Elazığ’ın Karakoçan
ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Elazığ’da,
lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nden 1992 yılında mezun oldu.
1995 yılında Fırat Üniversitesi Tarih Bölümünde Atatürk
İlkeleri ve İnkılâp Tarihi okutmanı olarak görev yapmaya
başladı.
1996’da “Türk Havacılığı (1911–1922)” adlı çalışmayla yüksek
lisansını tamamladı. 1997 yılında aynı enstitünün Cumhuriyet
Tarihi Anabilim Dalında doktora programına başladı. 2004
yılında “Türk-Afgan İlişkileri (Emanullah Dönemi 1919–1929)”
isimli teziyle doktorasını tamamlayarak doktor unvanını
aldı.
Hâlen Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü
Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Anabilim Dalında öğretim üyesi
olarak görev yapan yazarın; “Elazığ Şehitleri”, “Boğazlar
Meselesi ve Çanakkale Deniz Savaşında Türk Zaferi, C. Eroğlu
ve M. Babuçoğlu ile birlikte hazırladıkları “Osmanlı Vilayet
Salnamelerinde Halep adlı kitapları ile birlikte çeşitli
dergilerde yayınlanan makaleleri bulunmaktadır.
Kendilerini Kitap tanıtımlarını yapmak üzere kürsüye davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Köçer.
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer
Sayın Valim, Sayın Rektör Yardımcım, kıymetli hocalarım,
basınımızın güzide temsilcileri, değerli konuklar hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Ben Orhan Hocam Bahaeddin Ögel Hocam
hakkında konuştuktan sonra o konuda daha fazla bir şey
söylemek istemem. Ama sanırım ben şanslı tarihçilerdenim.
Çünkü 1988 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi’nde öğrenciliğime başladığımda o yıl hocamdan ders
almak gibi bir şansa nail oldum. Bu sebeple hocamı rahmetle
ve saygıyla anıyorum.
Manas Yayınevi tarafından basılan yayınlanan eserimiz altı
bölümden oluşmakta. Eserimizin giriş kısmında Afganistan’ın
coğrafi ve etnik yapısı ve tarihçesine değinilmiştir.
Birinci bölüm, büyük güçlerin Afganistan üzerindeki
mücadelelerini içermekte ki dönemin büyük güçlerinden
kastımız hepimizin bileceği gibi emperyalist unsurların baş
aktörleri olan Sovyet Rusya ve İngiltere’dir. İkinci bölüm,
Emir Emanullah Han’ın tahta çıkması ve Afganistan’ın
bağımsızlık sürecini içermekte. Üçüncü bölüm, Emanullah Han
döneminde yapılmaya çalışılan reformları ele almakta.
Dördüncü bölüm, Emanullah Han dönemi Afganistan-Türkiye
ilişkilerini içermekte. Beşinci bölüm, ise genel olarak
Afganistan’ın dış politikalarına değinilmekte. Altıncı ve
son bölümde Afganistan’da Emanullah Han yönetimine yönelik
karşı çıkan isyan hareketi ve bu isyan hareketinin
sonrasındaki gelişmeleri içermekte.
Şimdi Afganistan deyince Afganistan ve Türkiye dolayısıyla
birkaç cümle ile buna değinmemin yararlı olacağı
kanaatindeyim. Afganistan sahip olduğu konumuyla tarihten
günümüze emperyalizm ve yayılmacılık adına Asya yakın ve
uzak doğu hâkimiyet teorilerinin hep önemli bir parçası
olmuş bu mücadelelerden önemli derecede etkilenir ve
yıpranır. Belkide bugüne kadar istikrarını yakalayamamış
olmasının en önemli sebebi budur. Günümüzde yaşananlar ise
bu sürecin daha uzun bir süre devam edeceğinin açık bir
göstergesidir.
Türk-Afgan ilişkilerinin başlangıcı oldukça eskilere
dayanmakla birlikte tarih içerisinde bir o kadar süreklilik
arz eder. Bu nedenle günümüzde gerek tarihi ilişkiler gerek
güncel hassasiyetler gerekse de gelecek ile ilgili
yapılanmalarda iki ülke ve toplumun biri birini görmezden
gelme lüksünün olmaması gerekir. Kaldı ki Türk-Afgan
ilişkileri her dönem belli bir düzeyin üstünde seyretmiştir.
Zira Afganistan’ın yakın ve uzak tarihi, coğrafi ve etnik
yapısı itibariyle sürekli Türkiye ile çok yakın ilişkiler
içinde olmak zorunda kalmıştır. Afgan coğrafyası Türk
dünyası coğrafyasının tarihi ile adeta Türkistan’ın bir
parçası gibidir. Söz konusu coğrafyada Türk
imparatorluklarının başkentleri mevcuttur. Ayrıca Afganistan
doğu ve batı Türkistan’a açılan önemli bir kapı olma
özelliği taşıdığından Türkiye’nin Türkistan politikaları ve
hedefleri için vazgeçemeyeceği burada yaşayan Özbek, Hazara
ve Türkmenler açısından da kendisini sorumlu hissedeceği
tarihi ve dini bağlarının olduğu bir ülke hüviyetindedir.
Orta Asya’nın güneye Hindistan’a ve dolayısıyla da deniz
aşırı ülkelere açılan kapısı olması Afganistan’ı tarih
boyunca değişik orduların istilasına ve işgaline maruz
bırakır. Nitekim çalışmamıza konu olan dönemde -ki bu
1919-1929 dönemini içermektedir- bu özelliğinden dolayı
benzer sıkıntılar geçirmiştir. Güneyde İngiliz, kuzeyde Rus
baskısına maruz kalan Afganistan çetin bir yaşam mücadelesi
vermiştir. 1880 ve 1901 döneminde Afgan tahtında bulunan –ki
Emanullah Han’ın dedesi olur- ülkesinin durumunu şu çok
güzel iki cümle ile ifade eder. Afganistan’ı iki değirmen
taşı arasında bulunan bir buğday tanesine benzetir. Diğer
bir benzetme olarak ta Afganistan’ı ayı ve aslanın arasında
kalmış bir keçi olarak nitelendirir.
Gerçekten Afganistan büyük sıkıntılar yaşamıştır bu anlamda.
Nitekim Afganistan Emanullah döneminde de bu iki güç
arasında da kalmaktan kurtulamaz. Bir taraftan Bolşevik
Rusya’nın faaliyetleri, diğer taraftan kendisi için önem
ifade eden Hindistan’ın güvenliğini düşünen İngiltere’nin
çıkarları karşısında bocalayan ve varlığını muhafaza etmeye
çalışan Afganistan için Türkiye’nin dostluğu bu dönemde çok
önemli olmuştur. Emanullah’ın tahta çıkması sonrasında
Anadolu’da da verilen Türk Milli Mücadelesinin benzerini
Afganistan’da gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu iki kardeş
ülke bağımsızlıklarını elde ettikten sonra bir modernleşme
sürecine girmiştir. Afganistan Emiri Emanullah modernleşme
çalışmaları sırasında Atatürk’ü örnek almıştır. Türkiye’de
özellikle ordusunun modernize edilmesi konusunda bu dost
ülkeye önemli yardımlarda bulunmuştur. Bununla birlikte
Emanullah Atatürk’ün uyarılarına rağmen ülkesinin sosyal ve
politik şartlarını tahlil edememiş ve sonuçta istediği
başarıya ulaşamadığı gibi tahtından olmuştur.
Araştırmamızın hem konu belirleme aşamasında hem de
karşılaştığımız meselelerin ilmi bir disiplin içerisinde
çözümlenmesinde büyük teşvik ve yardımlarını gördüğüm
saygıdeğer Hocam Doç. Dr. Rahmi Doğanay’a teşekkürü bir borç
bilirim. Ayrıca eserin yayınlanmasında katkısı olan herkese
ve özellikle Şener Bulut ve Bedrettin Keleştimur
Beyefendilere teşekkürlerimi sunuyorum ve hayırlı akşamlar
diliyorum.
Hadi Önal
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Köçer’e teşekkür ediyoruz.
Yaklaşık 14 yıl önce 1 Ocak 1996 yılında “Yeni Bir Dünyaya
Doğru” sloganıyla Osmaniye’den aylık olarak yayın hayatına
başlayan Yenises Dergisi’nin bugün 161. sayısına
ulaşılmasının sevincini ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Sevdası, Anadolu coğrafyasında birliği, dirliği canlı
tutarak Türk fikir ve düşünce dünyasına hizmet etmek; maddi
ve manevi birikimlerini gelecek nesiller aktararak geçmişle
gelecek arasında köprü kuran “Yenises Dergisi” samimiyetle
ortaya koyduğu yayın politikasını hiç değiştirmeden bu güne
kadar sürdürmüştür. , Yönünü ve yolunu rüzgârın esişine göre
tayin etmeyen Yenises, doğru bildiği çizgisinden asla taviz
vermeden bundan sonra da aynı çizgiyi devam ettireceğine
yürekten inanıyoruz.
Anadolu coğrafyasının bu ilkeli sesinin Yenises dergisinin
sahibi Hasan Bölük’ü tanıyalım.
24. 02. 1954 yılında Sinop’ta doğan Hasan Bölük, gençliğini
İstanbul’da geçirmiştir.
1996 yılından beri yayın hayatını sürdüren Yenises Dergisi
ve 1998 yılından bu yana aralıksız olarak yayın yapan
Haberde Önder Gazetesi’nin de imtiyaz sahibidir.
Türkiye Yazarlar Birliği’nin üyesi olan Araştırmacı Yazar
olan Gazeteci Hasan Bölük, kültür ve sanat adamlığı yanında
spor ile de yakından ilgilenmektedir. Osmaniye Önder Spor’un
Başkanlığını ve aynı zamanda Antrenörlüğünü de yapan Hasan
Bölük, saygın bir işadamıdır. Sayın Hasan Bölük, birkaç
günden beri devam eden 3. Lige terfi müsabakalarına katılan
takımıyla birlikte olduğu için bu toplantımıza çok arzu
etmelerine rağmen katılamamışlardır.Ancak derginin bölge
sorumlusu Cumali Temiz aramızda bulunmaktadır.
Kendilerini kürsüye davet ediyorum.
Buyurun Sayın Temiz. Cumali Temiz
Manas Yayıncılığın Sevgili Yöneticileri ve Kıymetli
Elazığlılar;
Osmaniye’den yayın hayatını sürdüren Dergimiz Yenises’in
Sahibi Sayın Hasan Bölük Bey’in sizlere selamını getirdim.
Kendileri gelemedikleri için, hazırlamış oldukları “Dergi;
Kültür Hayatımızın Kaynağıdır” konulu metni sizlere
sunmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Türk Milleti’nin insanlık camiası içinde nasıl müstesna bir
yeri varsa, “fikir kulesinin zirvesi” olan dergilerin de
kültür hayatımızda mümtaz bir yeri vardır. Dünya
insanlığının huzuru, Türk İslam Âlemi’nin saadeti ve
Türkiye’nin içinde bulunduğu buhran ve sıkıntılardan
kurtulabilmesi; Türk sanat ve edebiyatının, kültür ve
medeniyetinin yeniden hayat bulacak şekilde inşa edilmesine
bağlıdır. Bu noktada, milli kültür değerlerimize bağlı
olarak yayın hayatını sürdüren dergilerimize büyük görevler
düştüğünün bilincindeyiz. Dergilerimiz, tarihin Türk
Milleti’ne yüklediği bu misyonun gerçekleşmesine zemin
hazırlama noktasında, kültür hayatımıza kaynaklık etmeye
devam etmektedirler. Bu sevindirici durumun devamını
diliyoruz.
Türkün coşkun yüreğinin ve deli gönlünün kabardığı Hazar
Gölü’ne daldırdığımız gönül tasımıza dolan suyu, açacağımız
sevgi kanallarıyla insanlarımıza ulaştırmak Yenises Dergisi
için ayrı bir zevk olacaktır. İnsanlık “Yeni Bir Dünyaya
Doğru” giderken, onun yolunu aydınlatacak ışığa, duygularına
tercüman olacak yeni bir çağrıya ihtiyacı olduğunu
biliyoruz. Bugün insanımız; beynini kemiren, düşüncelerini
bulandıran ve gönlünü daraltan anlamsız uğultulardan
bunalmış durumdadır. Bugün dünya, soluğu tükenmiş insanlığı
harekete geçirecek derin bir nefese, kulağa hoş gelecek ve
iç alemini ferahlatacak şiirimsi bir Yenises’e hasrettir.
Ocak 1996’da başlattığı yayın hayatını aralıksız olarak on
dört yıldır sürdüren ve 163. sayıya ulaşan YENİSES’te
ilahiden şiire, kültürel zenginlikten sanat zevkine, milli
duygulardan dini değerlere, arkeolojiden aktüaliteye,
ekonomiden siyasete, turizmden çevreye kadar her türlü
sosyal konular işlenmektedir. İnsanları karamsarlığa sevk
eden uyuşturucu bir morfin olarak değil, insanca yaşama
sevincini şırınga eden bir hayat iksiri olarak, seviyeli
yayınımızı aynı çizgide devam ettirmekten dolayı gördüğümüz
takdir, bizleri daha da şevklendirmektedir. Tarafsızlığı,
doğruluğu ve dürüstlüğü ölçü olarak benimseyen Dergimiz
Yenises, kendisine düstur edindiği ilkeli ve seviyeli yayın
politikasını devam ettirmektedir. Kısaca, Yenises’i yayın
hayatında, hem yukarıda saydığımız prensipler çerçevesinde
tavizsiz ve kararlı, hem de her türlü olumlu görüşe yer
veren geniş yelpazeli, şeffaf ve yapıcı bir çizgide bulmaya
devam edeceksiniz.
Güneş, dünyanın hiçbir ülkesinde bizim Anadolu topraklarını
aydınlattığı kadar güzel aydınlatmıyor. Bunun için
sorumluluklarımız büyük. Biz, Çanakkale’de, Kurtuluş
Savaşı’nda, Kore'de ve Kıbrıs’ta verdiğimiz şehitlerin ve
gazilerin madalyalarını üst üste koysak, dünyanın en büyük
abidesini yaparız beni sabırla dinlediğiniz için
teşekkürlerimi arz ediyorum, saygılarımı sunuyorum.
Hadi Önal
Söz, kimi zaman sevdalı yüreklerde bir aşk şarkısı, kimi
zaman da hasret olur. Söz bazen umut olur bağlar bizi
hayata; kimi zaman güven olur kimi zaman vefa. Güzellikler
onunla şekillenir, iyilikler onunla kulaktan kulağa dolaşır.
Söz, şekle bürünerek yazı olur. İnsanlık onunla uygarlaşır.
Medeniyet onunla gelişir.
Evet, arkadaşlarımız sözü uçuculuktan kurtararak yazıya
döktüler kitaplaştırdılar. Sağ olsunlar. Ancak bir bilim
adamı gözü ile bir de bu kitaplara ve yapılan çalışmalara
bakalım dedik. Dedik ve bir tarih devini kültürün ve şiirin
şehri Elazığ’ımıza davet ettik.
Sağ olsunlar bizi kırmadılar.
Teşrifleri ile gönüllerimize kurdukları tahtı
ebedileştirdiler.
Manas’ın onur konuğu Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun Hoca’m
Kendilerini mikrofona arz etmeden önce kısaca tanıtmak
istiyorum.
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun, 1943 yılında İzmir’de
doğdu. İlk ve orta öğrenimimi İzmir’de tamamladı. 1963′te
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümü’ne girdi. 1967′de Atatürk üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi’ne asistan olarak girdi. Kars’tan
derlediği metinlere dayanarak hazırladığı “Kars İli Ağızları
- Ses Bilgisi” adlı teziyle 1971′de “doktor” unvanını aldı.
1976 Haziran’ı ile 1977 Ağustos’u arasında Amerika Birleşik
Devletleri’nin Seattle şehrinde Üniversity of Washington’da
misafir araştırıcı olarak bulundu.
1979 yılında “Kutadgu Bilig’de Fiil” adlı teziyle doçent
oldu.
1983′te ek görevli Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim
Fakültesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün başkanlığına
getirildi.
1986′da Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi’ne profesör
olarak tayin edildi ve bu fakültenin Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nü kurdu.
1992′de Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk
Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü kurulunca bu bölümün
başkanlığına getirildi.
Hacettepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı profesörü
olarak görev yapan Bilge Ercilasun’la evlidir; iki çocuğu
vardır.
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un Türk dili, edebiyatı,
Çağdaş Türk Lehçe ve şiveleri konusunda pek çok eseri ve
bulunmaktadır.
Kendilerini “Manas’ Prof. Dr. Bahaeddin Öğel Anısına
Kitaplar” programının genel bir değerlendirmelerini yapmak
üzere kürsüye arz ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun
Kitaplarınız basılıyor, basıldıktan sonra basılmakla
kalmıyor, birde onun için gece düzenleniyor, güzelce
tanıtılıyor. Hem öyle bir gece ki birde musikiyle
taçlanıyor. Elazığ’ın ilgilileri kültür adamları burada.
Sayın Valimiz sonuna kadar sabırla dinliyor, Rektör
yardımcımız sonuna kadar sabırla dinliyor. Ben de Elazığ
üniversitesinde çalışsaydım diyorum. Sayın Valim, Rektör
yardımcım, değerli arkadaşlarım, meslektaşlarım, değerli
dinleyiciler güzel bir gece geçirdik. Bu gecede Harput’un
türküleri var, müstezatları var. Bu gecede kültür var, bu
gecede şiir var, bu gecede ilgi var, merak var. Daha ne
isteyebiliriz ki; şiirle, kültürle edebiyat, kitap bir
arada, hepsi bir araya getirilmiş. İnsan ruhunu bundan daha
güzel, daha iyi tatmin eden ne olabilir ki. Keşke büyük
şehirlerimizde de - hani taşra diyorsunuz kendi bölgenize,
kendi şehrinize - kültüre karşı, kitaba karşı böyle bir
ilgiyi bulabilsek, böyle bir ilgiyi görebilsek. Galiba, hani
bazı endişelerimiz var ya! Ülkemiz nereye gidiyor, Türkiye
nereye gidiyor diye. Galiba, Elazığ’ı görenler ve Elazığ’a
benzer bazı başka şehirlerimizi görenler, o şehirdeki tek
tek insanların gayretlerini görenler, böyle sivil toplum
kuruluşlarının faaliyetlerini görenler zannederim bu
endişelerini ortadan kaldıracaktır. Zannederim, galiba yine
İstiklâl Savaşında olduğu gibi Anadolu, şehir şehir, kasaba
kasaba geleceğimizi kurtaracaktır. Ben öyle zannediyorum ve
endişelerimi biraz gideriyorum. Elbette, İstiklâl Savaşında
bu işi kanımızla yaptık, şehit olarak, toprağa kan dökerek,
toprağı kanla yoğurarak yaptık. İcap ederse onu gene
yaparız. Türk milletinin geninde bu var yahut Namık Kemal’in
ifadesiyle fıtratında bu var. Fıtratın ilimi ifadesi gen.
Hani Namık Kemal demiş ya “Fırat değişir sanma, bu kan yine
o kandır”. Yahut, Atatürk demiş ya “Muhtaç olduğun kuvvet,
damarlarındaki asil kanda mevcuttur”.
Bu fıtrat, kan ve ilmi adıyla gen aynı şeyler. Evet, Türk
milletinde bu var. İcap ederse, gerekirse Türk milleti yine
şehit olur, yine kanını bu toprağa döker. Yüzyıllarca
dökmüş, bundan sonra mı dökmeyecek? Değişik millet, bu
millet bunu yapar. Başkaları yapmaz ama bu millet yapar. Ama
hep kan dökmeyeceğiz, her zaman kan dökmeyeceğiz.
Ruhumuzla ve zihnimizle, beynimizle de bu memleketi
kuracağız. Bu memleketin istikbalini bundan sonra
beynimizle, çalışmalarımızla, bilimle kuracağız. 20.
yüzyılın, 21. yüzyılın en yüksek değerleri arasında belki de
en başında bilim yer almaktadır. Bundan sonra istikbalimizi
geleceğimizi muhakkak ki bilimle kuracağız ama o bilim böyle
ortamlarda yeşerecek, bunun gibi, bu gece olduğu gibi böyle
ortamlarda o bilim yeşerecek. Durduğu yerde bilim olmaz,
durduk yerde insanlar bilime yönelmezler, teşvik ister
bilim, bilim toplum tarafından rağbet görmek ister, insanlar
tarafından anlaşılmak ister.
Bilim adamı, evet bilim adamı sadece bilim aşkıyla yapar ama
insan ruhu bu. İnsan nefsi anlaşılmak ister. Tanrı bile “ben
bir hazineydim anlaşılmak istedim, yarattım insanları”
diyor. Gizli bir hazineydim diyor. İnsan bu, hani insan da
Tanrı’nın küçük bir görüntüsü. O kül, insan da onun cüzü ya.
İnsanın elbette biraz daha fazla nefsi var. Anlaşılmak,
takdir edilmek ister. Bilim ve kültür adamları toplumda
takdir edilirse, onlar da şevke gelecekler ve daha büyük
eserler ortaya koyacaklardır. Burada takdir edilişin, takdir
edilmenin bir örneğini, bir numunesini gördüm. Aşk olsun
size, aşk olsun size Manas Yayıncılık! Azerbaycanlılar böyle
diyor çok yaşayın manasında “aşk olsun” size Manas
Yayıncılık yahut da Kırgızların dediği gibi “barakelde”.
Kırgızlar “barakelde”yi “çok yaşayın” anlamında
kullanıyorlar yani bravo dememek için bunları söylüyorum.
Aşk olsun size, çok yaşayın. Allah size uzun ömürler versin.
Efendim, burada tanıtılan kitapların müelliflerini,
yazarlarının bir kısmını tanıyorum. Bir kısmının isimlerini
biliyorum, genç arkadaşlarımız onları tanıyorum. Elbette,
bakınız taşra diye düşündüğünüz bu şehirden nerelere
uzanıyoruz. Ta Sibirya’ya uzanıyoruz. Sibirya dediğimiz yer
neredeyse Kuzey Buz denizine yakın. Sibirya’nın batı kısmı
Ural Dağlarının öbür yanı, Tataristan’ın daha da doğusunda.
Ama, Batı Sibirya Tataristan’ın daha da doğusunda, neredeyse
Kuzey Buz denizine ulaşacaksınız. Buradaki bir araştırma ta
oralara ulaşıyor, Afganistan’a uzanıyor. Afganistan’dan
sonra Hindistan başlar. Tabii önce Pakistan sonra Hindistan
ama Pakistan yeni bir devlet, ta oralara uzanıyor. Bundan
sonra da ben istiyorum ki buralardan başlayan çalışmalar,
Afganistan’a değil daha da ötelere uzansın. Japonya’ya
uzanamaz mı? Uzanabiliyor, uzanmıştır da. Japonya ile ilgili
de bizim eserlerimiz var, doktora tezlerimiz var ama çok
değil az. Amerika Birleşik Devletlerine bakarsak az. Onlar
dünyayı boşuna idare etmiyor.
Amerika Birleşik Devletlerine çok kızıyoruz emperyalistler
vesaire diye. Boşuna idare etmiyor, hakkı olduğu için idare
ediyor. Neden hakkı? Çünkü çalışıyor, çünkü bütün dünyayı
öğreniyor. Avustralya’nın yerlisini de öğreniyor,
Kamçatka’daki yanardağın patlamasını da öğreniyor. Oraya
gidip helikopterle iniyor. Bilim aşkı varsa, bilim varsa o
zaman bilime dayalı olarak da dünyayı yönetmeye hakkı var.
Hadi gelin, bu bilimi biz de ele alalım ve bizim de tekrar
dünyayı yönetmeye hakkımız olsun. Bilimi ele almak için
böyle gecelere ihtiyacımız var, böyle geceler tarafından
teşvik edilen bilim adamlarına ihtiyacımız var,
üniversitelerimize ihtiyacımız var. Üniversitelerde genç
bilim adamlarının bilim zihniyetiyle bilim anlayışıyla
çalışmalarına ihtiyacımız var.
Türkiye, öteden beri şehir monografilerini ihmal etmiştir.
Biz hep umumi Türk tarihiyle uğraştık, genel olarak Türkiye
coğrafyasıyla uğraştık ama şu şehirlerimiz yok mu
bölgelerimiz, şehirlerimiz Elazığ’ın ayrı bir tarihi var.
Elazığ’da ayrı bir kültür muhiti var. Elazığ’da ayrı musiki
tarzı var, müzik türü var. Elazığ’ın ilk kurucuları olan
Türkler var. Artukoğulları var. Bunlar özellikle Elazığlı
tarafından ele alınacak, valisi tarafından, milli eğitim
müdürü tarafından, üniversitesi tarafından, kültür adamları
tarafından ve elbette basın yayını tarafından. Yani, burada
Elazığ’ın tarihini, Türklerle olan tarihini, Türklerden
önceki tarihini Elazığlı meydana getirecek. Erzurumlu da
Erzurum için yapacak bunu, Ispartalı da Isparta için
yapacak, Bursalı da Bursa için yapacak. Şimdi Elazığ bunun
bir örneğini gösteriyor, kendi kültürüyle kendi tarihiyle
ilgili eserlere imza atıyor. Tabii Elazığ büyük kültür
adamları yetiştirmiş. Böyle bir vasat var, böyle bir ortam
var.
Bahaeddin Ögel gibi bir adam. Ben onunla aynı üniversitede
değildim ama çok sık beraber oldum. Vefatından bir yıl önce
de Azerbaycan’da aynı odayı paylaşmak şerefine nail oldum
Bahaeddin Ögel Hocayla. 1988 yılında Bakü’ye, Azerbaycan’a
yaptığımız bir çıkarma diyelim. Elbette bir ilmi
toplantıydı. Ama Bahaeddin Ögel Hoca, o zaman Azerbaycanlı
tarihçilerin, Azerbaycanlı bilim adamlarının gönlünde taht
kurmuştu. Son yazdığım 24 Oğuz boyunun etimolojisine dair
bir makalede Bahaeddin Ögel Hocanın Türk Mitolojisi kitabını
çok kullandım ve makaleyi de “Bahaeddin Ögel hocanın
Oğuzların adlarının etimolojisiyle ilgili çalışmaları
olmasaydı ben bu makaleyi yazamazdım” diye bitirdim. Böyle
bir insan Bahaeddin Ögel Hoca. Son derece de mütevazı. İşte
böyle insanları yetiştiren bir yer burası. Yine çok yakından
tanıdığım Ahmet Kabaklı, yine çok yakından tanıdığım büyük
şairimiz, maalesef ihmal edilmiştir, Niyazi Yıldırım
Gençosmanoğlu böyle insanları yetiştiren eski bir kültür
muhiti burası. Böyle insanları yetiştiren Elazığ, elbette
kendi şehriyle ilgili bu monografileri yapmaya hazır bir
ortama sahip. Bu ortamı ben bugün gördüm. Çok seyrek olmakla
beraber zaman zaman geldiğim diğer dönemlerde de Elazığ’da
böyle bir ortamın mevcut olduğunu gördüm.
Günerkan Bey. Ben onu şair olarak biliyorum ama işte
“Elazığ’ın Yetiştirdiği Din Adamları”. Denizli’ye gittiğim
zaman da gördüm. Yavaş yavaş demek ki şehirlerimizin kendi
yetiştirdiği kültür adamları veya o şehirlerde kurulmuş
üniversitelerde çalışan bilim adamları; o şehirleri
tarihini, kültürünü böyle çalışmalarla tek tek ortaya
koyacaklar. Bu bir kere bilim görevi ama sadece bilim görevi
değildir. Oturduğumuz yetiştiğimiz topraklara karşı bir
görevimiz. Üstüne bir de turist getiriyor, getirsin helal
olsun efendim yani ekonomik bir getiri de sağlıyor. Yani
aynı zamanda bir kalkınmada sağlayacak.
Efendim “Savaştan Sanata İpek”. Arkadaşımız kitabını
tanıtmadı ki, ipek gibi konuştu. Evet çok haklı olarak
Bahaeddin Ögel Hocanın izinden gittiğini söyledi. Yani,
Bahaeddin Ögel Hoca bütün Türk kültür tarihine adamıştı o
ciltlerce eserini. Yani Türklerin kılığı kıyafeti,
silahları, musiki aletleri, kültür adına aklınıza ne gelirse
hepsini resimleriyle beraber o kitaplarına almıştı. Ama
bunların üzerinden tek tek de çalışmalar olabilir. Sadece
ipek hakkında zannetmeyin bir tek kitap yeter. Pek çok kitap
çıkabilir. İpek yüzünden hani ne savaşlar çıkmış. İpek
yüzünden çıkan savaşların Müslümanlığın yayılmasında çok
büyük rolü var. Aaa Müslümanlığın yayılmasında bunun çok
önemli rolü var nasıl oluyor! Sasaniler’le Bizaslıllar
durmadan bu ipek yüzünden biri birilerine girmişler. Bizim
Göktürk’ler İstemi Kağan da Sasaniler’le önceleri dost,
onlara kızını gelin de göndermiş ama sonra muhalif olmuşlar.
Bizans ile ittifak yapmış iki taraftan sıkıştırmışlar
Sasanileri. Yani önce ipek yüzünden başlıyor bu iş. Ondan
sonra Sasanileri arada sıkıştırmışlar.
Efendim, bunlar işte 500’lerin sonları 600’lerin başlarına
doğru sarkıyor. Ondan sonra Sasaniler, Hz. Ömer’in elinde
artık dayanamayacak bir duruma geliyorlar. Süleyman
Çelebi’nin Mevlidin de “Çok alametler belürdi gelmeden”
dediği budur. Peygamberimiz doğduğu zaman Kisra’nın
sarayındaki ateş sönmüş. Sasani İmparatorlarına Kisra
deniliyor, onların sarayında da sönmeyen ateşler var. Çünkü
yerden petrol fışkırıyor, yanıyor. Mecazi olarak
peygamberimizin doğumun da böyle bir mucize olduğuna
inanılır. Süleyman Çelebi de Mevlit’te bunu dile getiriyor.
Efendim biraz önce söylediğim gibi peygamberimiz gelmeden bu
ipek savaşları yüzünden Sasanilerin Göktürkler ve
Bizanslılar tarafından yıpratılması sonucu Sasanilerin
642’de ortadan kaldırılmış. Ve bu 622’de kurulan Arap
devletinin Orta Asya’ya uzanması 642. Yani 20 yılda olmuş
bitmiş düşüne biliyor musunuz. Ama Sasaniler bundan dolayı
zayıflamışlar.
Yenises Dergisini ben de okuyorum. Burada konuşan
arkadaşımız bizim koridorlarda her zaman dolaşıyor, dergiyi
bize ulaştırıyor. Bunlar eski dönemleri sufileri gibi,
onların tekkeleri dolaşması gibi bunlar da bizim odalarımızı
dolaşıyorlar, dergileri kapımızın altından atıyorlar.
Dergiler bütün toplumların kültür hayatında çok önemli. Eski
dergileri buradaki bütün arkadaşlar hatırlayacaklardır.
Nadir Bey, kitabın yeni geçti elime, bugün aldım kitabı
efendim. “Türk Dilinde Çokluk”. Çokluk deyip geçiyoruz. -lar-/ler
filan işte. Kitap-kitaplar, kalem-kalemler. Çok teknik bir
konu ama bu teknik konuyu arkadaşlarımız dinliyor elbette.
Nadir bey, bu işin sadece o -lar/-ler ile yapılmadığını
kitabında bize anlatıyor.
Evet eski Türk edebiyatında şerhler çok önemli. Zaman zaman
Amerikan filmlerini seyredersiniz değil mi? Özellikle
eğitimle okul hayatıyla ilgili filmler hiç dikkatinizi
çekiyor mu? O filmlerde gençlik sorunları da ele alınır ama
çoğu zaman sizi bir sınıfa sokarlar Amerikan filmlerinde ve
nasıl ders işlediklerini orada görürsünüz. O ders işleme
sırasında İngiliz veya Amerikan edebiyatının bir parçası
hocayla talebe arasında nasıl paylaşılır bilmem onun
farkında mısınız? Benim çok dikkatimi çekiyor belki bir
eğitimci olduğum için çok dikkatimi çekiyor. Yani metinler
nasıl yorumlanıyor. Şerh dediğiniz, yorum. Zaten kendi
edebiyatlarının büyük isimleri okulda yorumlanıyor ve bunu
sinemaya da filme de aktarıyorlar. Şimdi bizim eski
insanlarımız nasıl yorumlamış eski büyük eserlerimizi. Bu
şerhler, bu bakımdan önemli.
Efendim unuttuğum varsa kusura bakmayın. Gece çok ilerledi
ama bu son verdiğim örnekle yerelden evrensele açılmak
gereğini de vurgulamak istiyorum. Yani yerelde kalmayacağız,
yereli çalışacağız; kendi muhitimizi, kendi muhitimizin
kültürünü, tarihini, musikisini çalışacağız. Peki nasıl
evrensele açılacağız, onu televizyona yansıtacağız, onu
sinemaya yansıtacağız, onu filme yansıtacağız. Galiba eksik
tarafımız bu. Yani bütün bu kitaplarda gördüğümüz, burada
sahnede dinlediğimiz bütün bu kültür unsurlarını bir şekilde
en modern vasıtalarla ve çeşitli tekniklerle işleyip
evrensele doğru açılmamız gerekiyor ve bunları ham şekilde
bırakmayıp işlememiz gerekiyor. Bunları söyleyerek inşallah
yerelden geleceğe doğru evrensele açılacağımızın da
ümitlerini taşıyarak bu gecede bana verilen süreyi burada
noktalamak istiyorum. İlginizden dolayı hepinize çok
teşekkür ediyorum.
Hadi Önal
Sayın Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’a teşekkür ediyoruz.
Daha büyük umutlarla, daha büyük heyecanlarla, daha büyük
güzelliklerle nice Manas Kitap şölenlerine diyor ve hepinize
iyi akşamlar diliyorum.