Manas Yayıncılık olarak, Özel
Harput Okulları ile birlikte Kahramanmaraş’ın yetiştirip
Türk Edebiyatına armağan ettiği değerli şairlerimizden
Bahaettin Karakoç için 30-31. Mart. 2006 tarihlerinde
“Bahaettin Karakoç’a Saygı” adlı bir toplantı düzenledik.
Elazığ Valiliği, Elazığ Belediye Başkanlığı, Fırat
Üniversitesi Rektörlüğü, Elazığ Ticaret ve Sanayi Odası
Başkanlığı, Elazığ Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Elazığ Devlet
Klasik Türk Müziği Korosu ve Elazığ Musiki Konservatuarı
Derneği ve ile işbirliği yapılarak hazırladığımız programa
şehrimizin bilim adamı, yazar ve şairleri katıldı.
BAHAETTİN KARAKOÇ ELAZIĞ’DA.
1990’lı yıllardan itibaren
dünyadaki siyasi ve diplomatik şartların, yeniden tarih
sahnesine çıkardığı Türk dünyasının, edebi varlığını tanımak
ve tanıtmak amacıyla o tarihlerde Elazığ’da bir kültür evi
olarak hizmet veren Kültür Bakanlığı Kitap Satış
Mağazası’nda önemli bir faaliyetin temelleri atılmıştı. İlk
olarak 1992 yılında Fırat Şiir Akşamları adıyla düzenlenen
etkinlik, 1995 yılında Hazar Şiir Akşamları adıyla devam
etti ve faaliyet, gün geldi bütün Türk dünyasın kucaklayan
bir toya, bir Türk kurultayına dönüştü. Azerbaycan,
Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kırım, Batı Trakya,
Gagavuzya, İran, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kosova,
Romanya, Makedonya, Bulgaristan, Doğu Türkistan, Arnavutluk,
Kerkük ve daha birçok sınır ötesi Türk beldesinden şair,
yazar, sanatçı ve bilim adamı Elazığ’da buluştu ve bir araya
geldi.
5 Aralık 1992 tarihinde
Elazığ’ın yetiştirdiği büyük kültür adamı Fikret Memişoğlu
anısına düzenlenen bu ilk faaliyete; Ahmet Kabaklı, Prof.
Dr. Sadık Tural, Ali Akbaş ve Yahya Akengin ile birlikte
değerli şairimiz Bahaettin Karakoç’ da katılmıştı. O
tarihten beri bugün 20. si gerçekleşen Uluslar arası Hazar
Şiir Akşamlarının değişmeyen simalarından bir de bu gönül
eri oldu. Bahaettin Karakoç, Elazığ’ı, Elazığlıyı sevdi.
Kalp kalbe karşıdır derler ya Elazığlılar da bu gönül
dostunu sevdi.
Mevsimler ve Ötesi, Seyran,
Zaman Bir Beyaz Türküdür, Sevgi Turnaları, Ay Şafağı, Kar
Sesi, İlkyazda, Bir Çift Beyaz Kartal, Menzil, Uzaklara
Türkü, Güneşe Uçmak İstiyorum, Beyaz Dilekçe, Güneşten Öte,
Leyl ü Nehar Aşk, Aşk Mektupları, Ihlamurlar Çiçek Açtığı
Zaman, Ay Işığında Serenatlar, Sürgün Vezirin Aşk
Neşideleri… adlı eserleri ile gönül dünyamızı süsleyen
ülkemizin son yüzyılda yetiştirdiği en büyük şairlerden biri
olan Bahaettin Karakoç, Elazığ’ın fahri değil öz be öz
çocuğudur.
MANAS KÜLTÜR EVİ
Manas Yayıncılık bünyesinde
yürütülen çalışmalardan biri de kültür ve sanat hayatımızda
iz bırakan şahsiyetlerin adına düzenlediği toplantılar
olmaktadır. Bu çerçevede düzenlenen ilk faaliyet “Yazı
Hayatının 60. Yılında Şükrü Kacar” programı olmuştu. Kültür
çevrelerinde büyük heyecan uyandıran bu faaliyetin ardından
“Ölümünün 20. Yılında Nimri Dede”,“Doğumunun 100. Yılında
Elmas Yıldırım”, “Pulutlu Halil Efendi’nin Hayatı ve
Hatıraları”, “Doğumunun 105. Yılında Mehmet Bedri Yücesu”,
ardından “Bahaettin Karakoç’a Saygı” toplantıları… Oldukça
mütevazı bir arkadaş grubuyla ortaya koyulmaya çalışılan bu
faaliyetlerin heyecanını sorumluluğunu taşıyan bir kuruluş
olarak elbette ki bu çalışmalara daha fazla önem
verilmesini, desteklenmesini istemektedir.
HAZIRLIKLAR BAŞLIYOR…
Kahramanmaraş’ın yetiştirip Türk Edebiyatına armağan ettiği
değerli şairlerimizden Bahaettin Karakoç için düzenlenen
programın hazırlık çalışmaları Bedrettin Keleştimur, Hadi
Önal ve M. Şener Bulut’un idaresinde yürütüldü. Faaliyete,
Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan, ve Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen
Agiş’in danışmanlık yaparak destek verdiler İl Kültür ve
Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Elazığ Musiki Cemiyeti Başkanı
Feti Ahmet Deniz, Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi
Öğretim üyesi Dr. Tamer Kavuran, Fırat Üniversitesi İletişim
Fakültesi Öğretim Görevlisi Recep Bağcı, Günerkan Aydoğmuş,
R. Mithat Yılmaz, Mustafa Öz görev aldı. Programın
sunuculuğunu Özel Harput Okulları öğretmenlerinden Ömer
Faruk Er ile Fahriye Bozdemir’in de katkıları ile
gerçekleşen “Bahaeddin Karakoç’a Saygı Gecesi” şairin şanına
uygun ve muhteşem oldu.
BAHAETTİN KARAKOÇ MANAS’TA…
30 Mart 2006 Perşembe, saat
16.00. Bahaettin Karakoç 30 Mart Perşembe günü saat 16.00’te
Manas Yayıncılık’ı ziyaret etti ve burada şairi Elazığlı
şair ve yazarlar karşıladılar.
Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin
Öztürk, Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuvarı müdürü Yrd.
Doç. Güldeniz Ekmen Agiş, Elazığ Musiki Cemiyeti Başkanı
Feti Ahmet Deniz, Paşa Demirbağ, Av. Doğan Özdal, Şükrü
Kacar, Bedrettin Keleştimur, R. Mithat Yılmaz, Hadi Önal,
Günerkan Aydoğmuş, Mustafa Öz, Öğr. Gör. Recep Bağcı, Necati
Demir, Mahir Gürbüz, Hüseyin Poyraz, Muammer Aksoy, M. Faik
Güngör, Doğan Sever, Zekeriyya Bican, Mehmet Şükrü Baş,
Nusret Özgen, Hasan Ergün Yılmaz, Nihat Kazazoğlu ve Yayın
Koordinatörümüz M. Şener Bulut’un hazır bulunduğu bu
karşılama ve ziyarette değerli şairimiz Bahaettin Karakoç’a
katılacağı Manas Yayıncılık hakkında bilgi verildi.
Bahaeddin Karakoç’un yaptıkları konuşmanın ardından
Manas’taki toplantı sona erdi.
KARAKOÇ ÖĞRENCİLERLE BİRLİKTE…
31 Mart 2006 Cuma, saat 10.00
Bahaettin Karakoç, onuruna
düzenlenen etkinliklere katılmak üzere Hadi Önal, M. Şükrü
Baş ve Mustafa Öz ile birlikte Özel Harput Okullarına gitti.
Özel Harput okulları sahibi Osman Elçi, Okul müdürü
Necmettin Yılmaz, Müdür Yardımcısı Ergün Doğan ve
öğretmenler tarafından karşılanan Şair, okulun konferans
salonunda onuruna düzenlenen "Üstada Saygı Programı’na”
katılan Şair Karakoç burada öğrencilere şiir dünyasını
anlattı.
Özel Harput Okullarında
düzenlenen programın ardından Mehmetçik İlköğretim Okulu,
Bahçelievler İlköğretim Okulu, Bedrettin Demirel Lisesi’ni
ziyaret eden Bahaettin Karakoç, bu okullarımızda coşkuyla
karşılandı ve öğrencilerle sohbet etti.
KARAKOÇ’UN MUHTEŞEM GECESİ..
31 Mart 2006 Cuma, saat 19.30.
Bahaettin Karakoç’a Saygı Gecesi Elazığ Devlet Korosu
Salonu’nda gerçekleştirildi. Programa Sivrice Kaymakamı
Samet Ercoşkun, Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman
Selmanoğlu, Milli Eğitim Müdürü Nihat Büyükbaş, İl Kültür ve
Turizm Müdürü Tahsin Öztürk, Elazığlı şair, yazar ve
sanatçılarla birlikte kalabalık bir davetli topluluğu
katıldı.
Program, İstiklal Marşı’nın
okunmasıyla başladı. Kürsüye ilk olarak Fırat Üniversitesi
Devlet Konservatuvarı Müdürü Yrd. Doç. Güldeniz Ekmen Agiş
davet edildi. Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan, İl kültür ve
Turizm Müdürü Tahsin Öztürk ve İl Milli Eğitim Müdürü Nihat
Büyükbaş yaptıkları konuşmalarla Şair Bahaeddin Karakoç’a
duydukları saygılarını dile getirdiler. Sivrice Kaymakamı
Samet Ercoşkun ile Elazığ Belediye Başkanı M. Süleyman
Selmanoğlu da Şair Bahaeddin Karakoç’u Elazığ’da
ağırlamaktan dolayı memnuniyetlerini ifade ettiler.
Bir teşekkür konuşması yapan
Şair Bahaettin Karakoç’a gecenin anısına hazırlanan “Şükran
Belgesi” Sivrice Kaymakamı Samet Ercoşkun ve Elazığ Belediye
Başkanı M. Süleyman Selmanoğlu şaire takdim edildi.
“Bahaettin
Karakoç’a Saygı Gecesi’nin” ikinci bölümü, Elazığ’ın
yetiştirdiği sanatçıların katıldıkları konser ile devam
etti. Harput Musikisinin usta sanatçıları Paşa Demirbağ,
Nihat Kazazoğlu ile birlikte okudukları Harput türküleri ile
geceyi taçlandırdılar.
Programın
sonunda Şair Bahaeddin Karakoç’a Özel Harput Okulları Resim
öğretmeni Kenan Özçelik tarafından yapılan şairin portre
yağlıboya tablosu takdim edildi.
ÖMER FARUK ER
Ansızın bir karasu iner
Deniz fenerinin gözlerine
Fener kör olur
Ve ağır ağır uyanmaya başlar
Deniz dibinin devleri
Koç sürüsü dalgalar toslaşır
gerine gerine
Ötede yıkkın bir balıkçı
köyünün çiçeksiz evleri
Evler ki denizlerde olup
bitenleri bilmez
Bense bu kaderi iyi bilirim
Benim adım Kepez
Yıldızlar olmadı mı, dolunay
olmadı mı
Gökyüzü de kördür
Yüreğindeki kara bulutlar
Durmadan yıldırımlar kusar
Yorgun bir gemi oturur
kayalara
Karışır birbirine dua ve küfür
Korkuysa şapkasını her zaman
Kapkara bir dala asar
Bir yosun tarlasında
dinlenirken
Gördüm ölümü kaç kez
Selam verip geçti gülümseyerek
Ben korkusuz Kepez
Kaç sünger ve inci avcısının
Kanına girdi bu denizler
Kaç taze gelin ihtiyarladı
Bu ufuklara baka baka
Her sabah
Neşeli bir ıslık aydınlığına
Evden çıkıp gidenler
Ya döndüler ya da hiç
dönmediler
Yaralı akşamlara
Yalnız kalmayınca aç
kalmayınca
Oğlak, kuzu melemez
Ben ne dramlar yaşamamışımdır
bu kıyıda
Ben Kepez
Mutlu insanlarda gördüm
Gelip kollarımın arasında
sevişen
Ama uzun sürmedi
Şıngır mıngır kristal ömürleri
Ne çığlıklar işittim
rüzgarlardan
Mevsim mevsim değişen
Hele de yitik ekmekler gibi
ayrılık türküleri
Tedirgin martıların
Kanatları vururken gez
Ben dilsiz bir görgü tanığıyım
Benim adım Kepez
Gün kısalır,
Bir gece de değişir renk renk
haritam
Gün uzar,
Sızlayan süslü bir göğüstür
Tarih-i Kadim
Sırdır, ayıptır
Gördüklerimin hepsini
anlatamam
Gemiler gelip geçerken
Kaç dilden hüzünlü şarkılar
dinledim
Gül yanaklı, lale dudaklı
Ne güzeller gördüm gitti
gelmez
Ben hep aynı yerde beklerim
Benim adım Kepez
Bazen denize küserde
Gökteki yıldızlarla konuşurum
Bazen gidemediğim yerleri
okşamak isterim
Bulamam ellerimi
Ay doğarken başlar
En uzun süren sarhoşluğum
Asırlar kemirse de
Koparamazlar zincirlerimi
Kimse kirli ayaklarıyla
Üzerimi tepeleyemez
Ben beş vakit
Sabrın gül suyuyla yıkanırım
Benim adım Kepez
Sayın Vali Yardımcım, Sayın
Belediye Başkanım, Kıymetli Misafirler,
Kahramanmaraş’ın Elbistan
ilçesinde dünyaya gelen bu gönül gözlü erenin pek çok
sevdalarından biri de Elazığ sevdasıdır. Sever Elazığlı
Elazığlıyı. Kalp kalbe karşıdır derler ya Elazığlılar da bu
gönül dostunu sever. Elazığ’ın fahri değil öz be öz çocuğu
olan bu güzide insan, ülkemizin son yüzyılda yetiştirdiği en
büyük şairlerden biridir. Mevsimler ve Ötesi, Seyran,
Zaman Bir Beyaz Türküdür, Sevgi Turnaları, Ay Şafağı, Kar
Sesi, İlkyazda, Bir Çift Beyaz Kartal, Menzil, Uzaklara
Türkü, Güneşe Uçmak İstiyorum, Beyaz Dilekçe, Güneşten Öte,
Leyl ü Nehar Aşk, Aşk Mektupları, Ihlamurlar Çiçek Açtığı
Zaman, Ay Işığında Serenatlar, Sürgün Vezirin Aşk
Neşideleri… Gibi eserleri ile gönül dünyamızı süsleyen
Bahaettin Karakoç her yıl Elazığ’ı ziyaret etmektedir.
Şimdi bu gül yüzlü gönül gözlü
şairi bir de Fırat Üniversitesi Devlet Konservatuarı Müdürü
Yrd.Doç. Dr. Güldeniz Ekmen Agiş Hanımefendi’den dinleyelim.
YRD. DOÇ. GÜLDENİZ EKMEN AGİŞ
Sayın Belediye Başkanım,
Sayın Kaymakamım, değerli misafirler. Türk şiirinin büyük ustası Bahaettin Karakoç için
düzenlediğimiz bu müstesna toplantıda tarifi imkânsız bir
heyecanı hep birlikte yaşıyoruz.
Şiir herkesin söyleyebileceği
kalıplaşmış kafiyeler, kalıplaşmış sözler yığınağı değildir;
o laf düşkünlerinin sığınağı da değildir. Her gerçek
sanatçıda sanat yeniden yaratılır ve şekillenir. Değerli
şair Bahaettin Karakoç, yaşayan gerçek sanatın önde gelen
birkaç isminden biridir. O, şiirde kendi ritmini, kendi
melodisini ve kendi formunu yaratabilmiştir. Ve kendi
Leyla’sını yaratıp; onsuz trenlere binmemiş, köprülerden
geçmemiştir.
O, gölgesinin sırtına yüklerde aşk tabutunu gönderir
çöllere… Toz bulutları onda hortuma dönüşür; dünyayı bir
anda kasıp kavurur.
Sanatçı kişiliğin bütün ortamları hazırdır onda, tabiatı
engin Türkçesi ve heyecanıyla yönetir; resimleri istediği
renge boyar, istediği düzeni ve dünyayı kurar. Göklerin
mavisini bitirir de yıldızları duaya durdurur. Şiir
sanatının heyecanı taşar yüreğinden umman olur, gerçek şiir
olur; sanatın safiyeti, benzersizliği yaratılır onunla
yeniden.
Dokunduğu özden aldığı ilhamla karlı dağların dumanlı başı,
zirvesidir. İnsana ve sanata dair ne varsa onda mevcuttur;
insanlığın, vefanın, kadirşinaslığın, dostluğunda
zirvesidir.
Söylenmemiş daha nice şiirinde sanatı teneffüs etmek
dileğiyle; değerli Hocam’a sağlıklı ömürler, sevgiler,
saygılar, sunuyorum.
ÖMER FARUK ER
Fırat Üniversitesi Devlet
Konservatuarı Müdürü Yrd. Doç. Dr. Güldeniz Ekmen Agiş
Hanım’a teşekkür ediyoruz.
Sen bir şarkıyı yorumlarken
Ayaklarım yerden kesilir benim
Yedi kat göklerde dolaşırken,
Başım bir yıldıza çarpar
Akkor kesilir bedenim...
Sen bir şiiri yorumlarken
Bense gök kuşağına binerim
Yüreğim kıpır kıpır bir kuştur
artık!
Dağın, vadinin üzerinde
Yağmurla yarış ederim
Sen bir resmi yorumlarken
Boyalar canıma karışır benim
Figürler egemen zaman ve
mekâna
Yer-gök türkü çiçeğidir
Yeşerten sensin güzelim...
Sen sustuğun vakit ilkyaz yok
artık
Berekette biter, sevda da
biter
Birden çöküverir kış ve
karanlık
Şarkısız, şiirsiz, resimsiz
bir dünyaya dökülür
Kanatları kırılan türküler.
Fırat Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan;
sevginin, iyiliğin, güzelliğin, kardeşliğin, insanlığın gül
nefesli şairi Bahaettin Karakoç’un şiir dünyasından bir kapı
aralayacaklar. Buyurun Sayın Özcan:
YRD. DOÇ. DR. TARIK ÖZCAN
Sayın Belediye Başkanım, Sayın
Kaymakamım, değerli konuklar. Türk şiirinin ak saçlı şairi
Bahaettin Karakoç hakkında ve onun karşısında konuşmak büyük
bir onur. Kendilerini saygı ile selamlıyorum.
Şiir sanatının işlevsellik
kazanmasında imgenin önemli bir rolü vardır. İmge, şiirin en
büyük kaynağıdır. Bir bakıma şiir dilinin tarihi, imgenin
tarihidir. Türk şiirine baktığımızda en büyük değişimlerin
imgenin etrafında yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Dünün
şiirinde önemli bir konuma sahip olan imge, günümüzde de bu
itibarından hiçbir şey kaybetmemiştir.
İmge, nitelik itibariyle
devinimsel olduğu kadar; tasviri bir nitelikle de karşımıza
çıkar. Devinimsel niteliği, imgeyi bilinçle
ilişkilendirirken; tasviri niteliği, imgeyi görsel kılarak
duyusal bir alana çeker. İmgeyi, sadece görsel ve duyusal
alanla izah etmek ona karşı büyük bir haksızlık olur.
İmgenin asıl ruhaniyet sezgiseldir. Vurucu imgeler, daha çok
sezgiyle anlatılır ve duyumsanır:
Bir kuş sürüsü dar vakit
Mızrak duvarını aştı,
Avcıların solfejleri
Tüm namlulara bulaştı;
Hoyrat şakıyor takvimler.
Hayat söner hayatlara,
Gevrek gevrek güler zaman
Başak çatırdar alevde,
Yorgun bir ırmaktır duman;
Sığda akıyor takvimler.
Yılan bileğler dişini,
Karanlığın koynu buzul.
Hayalet gemiler yüzer
Umut sularında pul pul,
Fener yakıyor takvimler.
(Seyran 1973: 13–14)
Bahaettin Karakoç’un
“Takvimler” şiirindeki bu imge düzeni, ilk mısra hariç
alışılmadık görüntülere bağlanmıştır. Görüntünün
karartıldığı bu şiirlerde, anlam metnin görünmeyen yüzünde
yatmaktadır. Metin içi göndergeler arasında sayabileceğimiz
kuş sürüsünün “mızrak duvarını aşması”, “avcıların
solfejleri”nin tüm namlulara bulaşması”, “dumanın yorgun bir
ırmak olması”, “yılanın dişini bileğlemesi” ve “karanlığın
koynunun buzullanması” ibareleri, genel görüntü düzeninin
yıkıldığı ve anlamın karartıldığı mısralardır. Anlam,
ötelenmiştir. Okuyucu, sezgisel bir güçle labirente inerek
metnin gizlenen öteki yüzüyle karşılaşacaktır. Başlangıç
itibariyle okuyucu, yılların geleneksel anlam avcılığına
çıkarak ilgili mısraları genel görüntü dünyasına bağlamaya
çalışır. Bu anlayış okuyucuyu, her kelime üzerinde tek tek
düşündürmeye zorlayacağı için “mızrak duvarı” ve “avcıların
solfejleri”, gibi alışılmamış bağdaştırmaları çözümlemekte
güçlük çekecektir. Çünkü modern şiir, yapı bozucu bir
şiirdir ve alışılmış anlamlara ve görüntülere karşı
koymaktadır. Zaten şiir sanatı, yapısı itibariyle okuma
edimiyle birlikte kendisini sürekli olarak üretir. Tüketim,
şiirin doğasına aykırıdır.
Şair, kuşların avcının önünden
hızla kalkışı ve avcının da tüfeğiyle ateş etmesi gibi
alışılmış genel görüntü dünyasını, kelimeler aracılığıyla
farklı birleşimlere giderek silmektedir. Geleneksel imgenin
düzeni bozularak görüntünün üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
Gölgelenen görüntü dünyası, farklı görüntüler ve anlamlar
içeren kelimelerin bir araya gelmesiyle birlikte anlam
alanını mitik (belirsiz) kılmakla kalmayıp aynı zamanda;
anlam aralığını, genişletmektedir. Böylece yıkılan
geleneksel imge düzeninin küllerinden yeni bir imge düzeni
çıkmaktadır. Değişen, ortak aklın biçimlendirdiği anlam
alanı değildir. Ortada özgün imgenin dansı ve jesti vardır.
Örtük anlamın üstünde dans eden imge, geleneksel anlam
alanına katkıda bulunarak şiiri “takvim” kelimesiyle
birlikte anlam itibariyle farklılaştırarak/çoğaltarak geçiş
seremonilerine bağlar. Şairin, okuyucunun ve insanlığın
yazgısı “akmak” ve “ihtiyarlamak” kelimelerinin eşliğinde
müşterek bir alın yazısına dönüşür. Sadece şair hayıflanmaz;
okuyucu da bu trajik akışın azabı içerisinde kıvranıp durur.
Bu başıboş akış, şaire
öylesine şiddetli çarpar ki hayat karşısında tutunamayan
şair, hayallere ve imgelere tutunmaya çalışır. Hayallerde ve
imgelerde barınmak, hayatın içerisinde tutunamayan şairin
tek sığınağıdır. Böylece “umut sularında pul pul hayalet
gemiler”i gezdirmeye çalışır. Şair, yarattığı imgeler
aracılığıyla “cidal kokan” ve “yaprak döken” takvim
zamanının dışına çıkarak umut fenerinin yaktığı çocukluk
zamanına dönmek ister. Böylece “kokusuz düş çiçekleri”,
yeniden doğal düzendeki ritmine dönüş yapma imkânını elde
edecektir. Aşıcı bir işlevle “düş çiçeği” gibi özgün bir
imge düzeni kuran şair, tersinelik gibi bir işleme
başvurarak “kokusuz” kelimesiyle imgenin zirvesinden aşağıya
doğru düşmektedir. Böylece öncesinde, açılan; sonrasında,
kapanan imge, dinamik bir niteliğe bürünür. Çevre ve merkez
ilişkisini sürekli kılan imge, bu dinamik hüviyetiyle şiiri
yeni kılarak bir cazibe merkezine dönüştürmekle kalmaz;
şiirin imparatorluğuna soyunur. Çünkü şiire ait her şeyi
idare eden odur. Anlam, onun kanatları altında barınır;
yapı, onun müsaade ettiği kadar değişir. Şiir dili ise
imgenin titreyişini ve ayaklanmasını beklemektedir. İmge
ayaklandığında, genel dilin içerisinde kendisine özgü bir
yol çizerek şairin, şiirin ve dilin miracını
gerçekleştirecektir. Günlük dile ait her şeyin onun
karşısında şaşkınlıkla seyretmekten ve Tûr-ı Sînâ’da
Tanrının ışığını gören Hazreti Musa gibi kendilerinden
geçmekten başka yapacakları hiçbir şey yoktur. İmge, dilin
ruhani ışığıdır.
Söz, çok eski bir çalgı
Sularda titrer kayık
Ben mızrapları kırdım
Sen de kov gitsin, kıtlık…
“Umudun benim” derdin,
Geleceksen gel artık !
(Son Çağrı, Seyran. 53)
Karakoç’un bu şiirinde imgenin
evrensel uyuma bürünme çabası vardır. Zaman denizinin
üzerinde ritmik helezonlar çizerek varlığını günümüze kadar
sürdüren ses imgesi, yatay ve dikey boyutta dünyaya kök
salmıştır. Bu imge, ikinci mısradaki şairin gönül sularında
titreyen “şiir kayık” imgesiyle paralel bir yolu takip
ederek evrensel uyuma bürünmek üzere sonluyla sonsuzun ince
diyarına doğru yolculuğa çıkar. Büyük sıçramayı
gerçekleştiremeyince sınırdan dönmek mecburiyetinde kalır.
Şair, kendisini yakacak ilk imgeyle bütünleşemeyince ikinci
bir yolu deneyerek harfsiz ve lafsız vecd yolunu dener.
İmgesini geometrik bir nizâmla tamamlamaya çalışan şair,
hâlâ sonlunun sınırında sonsuzdan gelecek haberleri
beklemektedir.
Yayılmacı bir mantıkla imge
tikleşmesine gitmek veya yapay imgeler kullanarak şiiri
doğal görüntüsünden uzaklaştırmak bir şair için çok
tehlikelidir. Çünkü özgün olmayan ve yerinde kullanılmayan
imgeler emperyalisttir. Bu sebeple şiire ait her şeyi
tüketir.
Karakoç şiirinde yaptığımız bu
yolculuk, imgenin şiir kültürümüzdeki yerini göstermesi
bakımından önemlidir. O, güçlü bir şair olarak imgelerini
özgün kılmak adına geleneğe dönmekten ve yeniliği
kabullenmekten çekinmemiştir. Bunun için Türk şiirinde uzun
soluklu bir şair olma şansını yakalamıştır. Türk dilinin
büyük alkışı içerisinde kendi geleneğini kurma başarısını
gösteren Bahaettin Karakoç’un şiiri, daha nice yıllar Fırat
ve Dicle nehirlerinin Türk-İslam coğrafyasını beslediği gibi
Türk’ün gönül coğrafyasını besleyecektir.
ÖMER FARUK ER
Fırat Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tarık Özcan’a
teşekkür ediyoruz.
Âşık güler, aynalarda gül
açar;
Kıraçlar yeşerir, gök ışık
saçar.
Muhabbet yağmuru düşmeyen
yerde,
Ne bir ceylan meler, ne bir
kuş uçar...
Ve huzurlarınıza İl Kültür ve
Turizm Müdürümüz Sayın Tahsin Öztürk’ü davet ediyorum.
TAHSİN ÖZTÜRK
Sayın Konuklar. Bahaettin
Karakoç Türk Edebiyatının yetiştirdiği en önemli şairlerden
birisidir. Biz onu Uluslararası Hazar Şiir Akşamları
münasebetiyle yakından tanıma bahtiyarlığına eriştik. Edebi
ve sanatı birleştirerek Türk insanının duygularını,
düşüncelerini fevkalade güzel bir Türkçe ile bizlere aktaran
ulu bir çınardır Karakoç.
Karakoç mütevazı, aynı zamanda prensip adamı olarak titiz
kişiliği ile de saygı duyduğumuz örnek bir insandır.
Kahramanmaraş diyarında İlk olarak Baba ocağından aldığı
edebi ve ahlaki feyz ile yetişen, şair bir ailenin çocuğu
olarak 60 yılı aşkın sanat hayatı boyunca kendi tarzını
ortaya koymuş ender sanatkârlardan birisi olan Sayın
Bahaettin Karakoç’u ilimizde ağırlamaktan büyük bir mutluluk
duyduğumu arz ederim. Her zaman olduğu gibi değerli kültür
adamı Şener Bulut’un bu organizasyonuna ve herkesi bir araya
getiren çabalarına teşekkür eder, hepinize saygılarımı
sunarım.
ÖMER FARUK ER
Dilimde sabah keyfiyle yeni
bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış
ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan
gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da
geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim
sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı
zaman.
Ay, şafağa yakın bir mum gibi
erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde
çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim
sana
Ne olur kesin bir takvim sorma
bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı
zaman.
İl Milli Eğitim Müdürümüz
Sayın Nihat Büyükbaş’ı huzurlarınıza davet ediyorum.Buyurun
Sayın Büyükbaş.
NİHAT BÜYÜKBAŞ
Sayın Vali Vekilim, Değerli
Konuklar,
Bugün Türkçemizin ses
kâinatını besleyen ve Anadolu coğrafyasındaki maceramızı
dilimizin büyülü güzelliğiyle ifade eden büyük şairimiz
Bahaettin Karakoç adına düzenlenen bu gece vesilesiyle ile
bir araya geldik. Türkçemizin bu gönül erine, yaptığı
hizmetlerden dolayı müteşekkiriz. Türkçemizin ses bayrağı
olarak medeni diller ailesine katılmasına büyük katkıda
bulunan bu güçlü kaleme ne kadar teşekkür etsek azdır.
Ben, kendilerine eğitim
camiası adına tekrar hoş geldiniz diyor milli kültürümüze
yapmış olduğu üstün hizmetlerden dolayı teşekkür ediyor,
daha nice sağlıklı yıllar diliyorum.
ÖMER FARUK ER
İl Milli Eğitim Müdürümüz
Sayın Nihat Büyükbaş’a teşekkür ediyoruz.
Beklesen de olur, beklemesen
de
Ben bir gök kuruşum sırmalı
kesende
Gecesi uzun süren
karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır
beni sana
Geleceğim diyorum, takvim
sorma bana
-Ihlamur çiçek açtığı zaman.
Bu şiir böyle doğarken dost
elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın,
elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki
bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan
dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem,
n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı
zaman.
Huzurlarınıza Sivrice
Kaymakamı Sayın Samet Ercoşkun’u arz ediyorum kendilerinin
de şiirimizin Beyaz kartalı için söyleyecekleri var
SAMET ERCOŞKUN
Günümüz şairleri içinde
müstesna bir yeri olan şiirimizin “Ak Saçlı Kartalı”nı
Bahaettin Karakoç’u selamlamaktan mutluyum.
Sevginin ilmik ilmik ördüğü
güzellikler membaı Anadolu’nun bağrından kopan, onu soluyan;
onu solutan sevda yürekli, türkü dilli Bahaettin Karakoç’la
olmak ne güzel.
Aşk, sevda, gurbet, hasret
gibi ölümsüz konuları Bahaettin Karakoç’un gönül
penceresinden seyretmek ne güzel.
İnsanları güzelliğe, güzele ve
mükemmele yönlendiren; onların ruhlarını yükselterek erdemli
hale getiren; insanları yüksek ve derin düşüncelerle
olgunlaştıran, duygularını incelterek davranışlarını
nazikleştiren şiirlerin yazarı Bahaettin Karakoç’la aynı
zaman diliminde yaşamak ne güzel.
Karakoç’un şiir okyanusundan
nasiplenmek, sözün kemale ermişini yudumlamak ne güzel.
Evet, bugün burada bizlere
yürek dolusu güzellikler yaşatan Bahaettin Karakoç’la
birlikte olacağız. Kendilerine tekrar Elazığ’a hoş geldiniz
diyor, sevgi ve selamlarımı sunuyorum
Şimdi de Elazığ Belediye
Başkanımız Sayın M.Süleyman Selmanoğlu’nu huzurlarınıza arz
ediyorum. Buyurun Sayın Başkanım
M. SÜLEYMAN SELMANOĞLU
Sayın Vali Yardımcım, Daire
Müdürlerim, Dernek ve Oda Başkanlarım, Şiirimizin ak saçlı
ustası ve büyüğü Bahaettin Karakoç ağabeyim, Elazığ’ın gönül
erenleri şair ve sanatçı dostlarım, sevgili Elazığlı
hemşerilerim bir büyük vefa örneği olarak düzenlemiş
olduğunuz Bahaettin Karakoç’a saygı gecemizin başarılı
olması dileklerimle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kahramanmaraş’ın Elbistan
ilçesinde dünyaya gelen bu gönül gözlü erenin pek çok
sevdalarından biri de Elazığ sevdası olduğunu biliyorum.
Kalp kalbe karşıdır derler ya Elazığlılar da bu gönül
dostunu severler.
Bahaettin Karakoç’ta yaşayan
Türkçemizin tadına doyum olmayan güzelliğine varırsınız. Dil
zevkini onda bulursunuz. Mısralar deli taylar gibi
doludizgin kendi gönül ufuklarına götürürler. Bizleri.
Karakoç, Türk Dünyasının önemli bir şöleni haline gelen
Uluslararası Hazar Şiir Akşamları’nın ilkine de iştirak
etmişler ve o tarihlerde Harput için yazmış oldukları o
efsanevi şiir Elâzığ’ı maşeri dünyalarına almışlardır.
Günümüzde artık Karakoç’suz
bir şiir dünyası ve iklimi düşünmemiz nerede ise
imkânsızdır. Bir nesil artık bu güzel ak saçlı insanın şiir
terbiyesiyle yetişiyor dersem yanlış söylememiş olurum.
Elazığlı genç şairlerimiz de, Karakoç’a. bir ağabey olarak
bakmakta ve sürekli onun kendi aralarında olmalarını
arzulamaktadır.
Bahaettin Karakoç ağabeyimizin
yıllarca tek başına Dolunay Şiir Akşamları’nı
düzenlediklerini ve genç şairlere öğretmenlik amacıyla da
Dolunay Dergisini çıkarttıklarını biliyorum. Kendileri
mütevazı kişiliğiyle genç şairlerin yetişmelerinde yoğun
çaba sarf etmişlerdir. İlerleyen yaşlarına rağmen çağrılan
her edebi toplantıya katılmaktadırlar. Bugün buradaki bu
güzel ortamda, Bahaettin Karakoç için düzenlediğimiz saygı
gecesinde yapılan konuşmalarda bir büyük dünyaya, bir büyük
deryaya bir daha girdiğimizi görüyorum. Biraz sonra
kendilerini de büyük bir zevkle dinleyeceğiz. Benden önce bu
kürsüde konuşan Vali Yardımcımız, Üniversitemizde ki
Hocalarımızın şair ve sanatçı dostlarımızın Bahaettin
Karakoç hakkında söyledikleri sözler bizleri fazlasıyla
memnun etmiştir. Elazığ Belediye Başkanı olarak, iki günden
beridir misafir ettiğimiz Bahaettin Karakoç’un bizim
şehrimizde apayrı ve öncelikli bir yeri olduğunu da
içtenlikle belirtmek isterim. Elazığ’ın şair ve sanat
dünyası, ağabeyleri Karakoç’a ve onun şiirlerine sevdalı
olduklarını da burada bir daha huzurunuzda ifade etmeği bir
görev sayıyorum.
Bizler, bu büyük şairin, güzel
insanın şehrimize teşriflerinden dolayı duyduğumuz mutluluk
sonsuzdur. Ben Elazığ Belediye başkanı olarak bu ak saçlı,
gül yüzlü, gönül gözlü şairimizi Elazığ’ın fahri hemşerisi
olarak görmek istiyor ve hepinizin huzurunda kendilerine
Elazığ’ın fahri hemşerisi olarak ilan ediyorum.
ÖMER FARUK ER
Elazığ Belediye Başkanımız
Sayın Süleyman Selmanoğlu’na teşekkür ediyoruz.
Bak işte, notalar karıştı,
ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır,
yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm
Elif
Ne güzellik, ne de tat var
baharsız
Güzellikleri yaşamak için
geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz
mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı
zaman.
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her
dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana
uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme
bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı
zaman.
Ve huzurlarınıza Türkiye’mizin
yetiştirdiği güzel insan, gönül adamı, kelimelere ruh
kazandıran usta kalem Bahaettin Karakoç davet ediyorum.
Buyurun Sayın Üstat.
BAHAETTİN KARAKOÇ
Değerli Konuklar. Değerli
Dostlar!
Bağbanın gönlünü yoklayarak,
şiir bağından güller koklayarak; şiir sevdamı, sevdamın
gizemini ve poetikasını yüreğimle kucaklayarak huzurunuza
geldim. Söz yumağının bir ucundan tutup, aça aça, söz
yumağımın sonuna varıp, kendi açımdan nokta koymakla
sorumluyum.
Çok sağlam oturmuş bir
gelenektir; söze, selâm ile başlanır ve selâm ile bitirilir.
Ben de öyle yapacağım; gönül kapısının altın anahtarı selâm
ile sözlerime başlayıp, sınırlı vaktinize, hattâ daha ileri
giderek gönüllerinize mihman olacağım. Gönüllerinizi açık
tutmak da, kapatmak da sizin hakkınızdır.
Es-selâm, es-selâm, es-selam!
Allah’ın selâmı ve sınırsız
rahmeti üzerlerinize olsun!..
77 yaşındayım.
Dünyaya gözlerimi açtığımda
bir edebiyat ortamında buldum kendimi, bir daha da o
atmosferden kopamadım. 65 yıldır yazıyorum. Şiiri ayağa
kaldırmak, şiiri nasırlı şablonlardan uzaklaştırmak için
bütün bilgi birikimimi, emeğimi ve şiire adanmış ömrümü son
nefesime kadar çiçeklendirmek istiyorum.
Önce başlama çizgimize
bakalım:
65 yıl geriye gitmek, üstünden
kaç bıldırlan geçtiği yollarda iz sürmek ve 12 yaşın lokal
heyecanlarını yeniden yaşamak, yani küllenen anıları
eşeleyerek yeniden gündeme taşımak nasıl bir duygudur,
doğrusu bunu benim ölçeklendirmem oldukça zordur. Ben bu
güne kadar şiirin yollarında bir kez olsun dönüp geriye
bakmadım. Yoğun sisler dağıldıkça yavaş yavaş ortaya çıkan
bir dağ gibi 65 yıl önceki şiirle öpüşen, basınla ilk
tanışan çocukluğum, gözlerimin önüne geliveriyor. İyi
hatırlıyorum; bizim ailede herkes hatırı sayılır derecede
birer şair... Hele de eski cönklerden, güldestelerden başını
kaldıramayan babam. O yıllarda bile bizim eve her türlü
kitap, dergi ve gazete gelirdi. Halkevleri adına çıkan Ülkü
Dergisi de bunlardan birisiydi. Babam bize sürekli şiirler
okurdu. Yunus’un Fûzûli’nin, Âşık Ömer ve Karacaoğlan’ın
şiirlerinin dışında ilk duyduğum ve bir daha da hiç
unutamadığım şiir ise;
“Anadolu Sultan Osman’ın
yurdu.
Tuğrul Beyin konağıdır o
iller.
Milletimiz orda doğdu büyüdü,
Bize ana kucağıdır o iller.
Hep gaziler oradan gelip
geçtiler,
Memleketler fetheyleyip
göçtüler,
Erenlerin durağıdır o iller
Düzenlemesindeydi ve uzayıp
gidiyordu. Çok çok sonraları öğrendim bu şiirin şair-feylozof
Rıza Tevfik’in olduğunu. Diyeceğim şu ki, babamın şiir
avlağında şiirin sesini yakaladım ve yaşamaya özendim.
Şiirin ne olduğunu, ne olmadığını pek bilmiyordum ama parmak
hesabıyla şiirler yazıyordum. Yazdıklarımdan seçtiklerimin
bazılarını da o dönemlerde yayınlanan edebiyat dergilerine
gönderiyordun. Adımı ilk duyuran şiir bir yurt
güzellemesiydi ve Yurt Dergisi’nde yayınlanmıştı. Yıl, 1942.
Birkaç yıl aradan sonra düzenli olarak Kızılelma, Köy ve
İmece gibi dergilerde yayınlanmaya başladı şiirlerim.
1950’li yıllarda atağa geçtim. İstanbul’da Türkçe-Fransızca
olarak yayınlanmakta olan “Genç Kalemler” Dergisinde yazmaya
başladım. Ünlü hikayecimiz Tahsin Yücel, Oktay Akbal,
Yıldırım Keskin gibi imzalarla paylaşıyorduk sayfaları ve
şiirlerim de çok beğeniliyordu o çevrelerde. 1962’lere kadar
onlarca dergide şiirlerim yayınlandı, 1962’lerde oturdum
kendimle hesaplaştım, sonunda sıradanlığı bırakıp kendime
has bir çizgi oluşturmaya karar verdim. Bunun için de benim
şiir/san’at milâdım, ilk şiir kitabım Seyran’dır. Seyran’dan
önce yazıp yayınlattığım şiirlerin hiç birisini sonraki
kitaplarıma almadım. Sanatın tamamen bir üslûp olayı
olduğuna inandığım için ve kendi üslûbumu oturttuğum günden
beri en fazla okunan, en fazla taklit edilen bir şair
konumuna geldim. Bunu burada hiçbir enaniyet duygusuna
kapılmadan açık açık söylüyorum; çok şairin, gerçek şiirin
kokusunu almasında benim çok büyük payım var, çok şiirin
altında da benim parmak izim. Ben bunlarla övünmüyorum,
övünmem için üzerinde yaşadığım bu güzel topraklar, mensubu
olduğum kültürel kimlik, medeniyet yürüyüşünde yollarındaki
taşları ayıklamaya çalıştığım bütün güzel insanların sevgisi
yeter bana.
Her milletin/medeniyetin
kendilerine has bir kültür coğrafyası ve bu coğrafya
çerçevesinde bir şiir dili, bir sanat geleneği vardır.
Anadilde yazılmış bir şiir başka bir dile çevrilirse, biçimi
bozulur, ahengi bozulur, lirizmi yiter, imajı düşer, mesajı
yanlış adreslere gider, daha kötüsü, anadilini yitirir,
ebkemleşir.
Sanatta, edebiyatta, hatta her
alanda, her devrin bir etik ve estetik anlayışı vardır.
Şiirde etik ve estetik yapılanma, başka dallardan çok daha
önemli bir konumdadır.
Daha gerilere gitmenin
gereğine inanmıyorum. Şanlı geçmişi bir kalemde karanlık
dehlizlere kilitledik; tozdan, rutubetten çürüyorlar.
Tanzimat, inkırazımıza açılan bir pencere... Işığın doğudan
geldiğini unutmuşuz, kurtuluşu Batı antetli reçetelerde
görüyor o günkü aydınlarımız; kimisi Mehdî’nin
İngiltere’den, kimisi Almanya’dan, kimisi de Fransa’dan
zuhur edeceğine inanıyorlardı. Cümlesi düz Türklükten
çıkmışlar. Jön Türk olmuşlardı. Özünden uzaklaşma,
Batılılara özenme o dönemlerde gündeme girmişti. Bu negatif
durum nesrimize de şiirimize de yansımıştı. Tanzimat bir yol
ayrımıydı. Bazı yazarlarımız Cumhuriyet Dönemi Türk
Edebiyatı’nı Tanzimat ile başlatırlar, Divan Edebiyatını
sürekli kötülerler. Genellikle bu iddiaların sahipleri vatan
ve millet duygularına yabancı kalan konar-göçerlerdir.
Gelelim Cumhuriyet Dönemi Türk
Şiiri’ne... Bu dönemin de sicili karışık. Cumhuriyet dönemi
edebiyat dünyamız, büyük ölçekte dalkavukluk üzerine
şekillenmiştir. Osmanlının vatan yaptığı bu mukaddes
topraklar üzerinde sürekli Osmanlıyı kötülemek, kültür
mirasını reddetmek gibi ahlakî olmayan, doğrularla,
gerçeklerle orantılı olmayan bir modaya kapıldık. Allah’a
kul peygambere ümmet olmayı reddeden bir zihniyet gelişti,
ama kula kul olmayı, sonu .. .izm’lerle biten kelime ve
kavramları üreten fesat yuvalarında böcekler gibi yaşamayı
içlerine sindirdiler. Ne gerçek sanatçı, ne de gerçek sanat
zincir kabul eder. Dalkavukların kapı bekçilikleri ise
leşten kaptıkları kemikleri tüketene kadardır. Bu dünya
böyle dönüp durdukça ne patronların sayılarında bir eksilme
olur ne de patron kapılarını bekleyenlerin sayısında.
Çarpıcı gelişmeler var son zamanlarda, bir ışık kırıntısı
gördüğüm zaman serçeler gibi seviniyorum. Ben, daima Hakk’ı
zikreden, her zaman halkın ve haklının yanında olan,
hakikatlere saygı duyan bir sanat anlayışını kütüğe
geçirmeye çalışıyorum.
1962’de Türk Kadınlar Birliği
ile o günkü Akşam gazetesinin ortak düzenledikleri çok geniş
oylumlu edebiyat yarışmasının hikâye dalında, İSA ile İshak
adlı bir hikâyemle ikincilik ödülünü aldım. O günlerde
yazdığım bütün hikâyelerim Elîe, Zeren ve Çağrı gibi
edebiyat dergilerinde peş peşe yayınlanıyordu. Bu rotada
giderken tekrar şiire dümen kırdım. Nurettin Topçu ekolünün
Hareket Dergisinde, Türk Edebiyatı ve Hisar’da sürekli
şiirlerim yayınlandı. O kadar çok dergilerde şiirlerim
yayınlandı ki bunların isimle Türk Edebiyatı yayınları
olarak kitap basmak A.Kabaklı hocamızın hayâlinden bile
geçmezken benim Sevgi Turnaları adlı şiir kitabımı ve
Şevket Bulut’un Dilek Çınarı adlı kitabını, Türk Edebiyatı
yayınları olarak ben bastırdım. Türk Edebiyatı Cemiyetinin,
Türk Edebiyat Vakfı’nın hâlâ kullandıkları lâle motifli
amblemi, oğlum Enver Karakoç’a ben çizdirdim ve ilk ben
kullandım.
Sanat-edebiyat-fikir
yolculuğumuz devam ediyor.
Bayrak Gazetesi haftalık
çıkıyordu İstanbul’da. Uzun bir süre köşe yazarlığı yaptım
bu gazetede. Daha sonralarda da Erzurum’da yayınlanan yerel
Zafer gazetesinin başyazılarını yazdım. Bunlardan başka
gazetelerde de yazılar yazdım, sanat ekleri düzenledim.
Hepsini de tadında/kıvamında kendi isteğimle bıraktım.
En güzel sevdam:Dolunay. Buna
macera diyenler de var.
Kim ne derse desin, saygı
duyarım ama kendisine katılmam.
Yıl: 1986. Aylardan Ocak.
1 Ocakta, her Dolunaycının
elinde pırıl pırıl Dolunay’ın ilk sayısı.
Metropollerdekileri imrendirecek, kemikleşmiş taşra
zihniyetini yıkmak üzere yola çıkan bir taşra dergisi, büyük
iddiaları olan samimi ve şirin bir dergi. Her sayıda değişen
kapağıyla, sayfa düzenlemesiyle, muhtevasıyla
yürekliliğiyle, sevecenliğiyle metropol dergilerinin
tekdüzeliliklerini yüzlerine haykıran bir dergi. Başkalarına
benzemeyen ama başkalarının kendine benzemelerine kapı
aralayan bir dergi .. Özellikle gelecek vâdeden genç
yetenekler için bir sanat-edebiyat okulu. Daha başında,
“İnsanların ceberrutu yorgunlara, yılgınlara,
yıpranmışlara, güçsüzlere yüklenir her zaman. Biz ceberrut
değiliz, en geniş anlamında salt gönül eriyiz. İsimler,
herkesin fikrini de zikrini de ortaya koyan sembollerdir,
bellik taşlarıdır. “Ay” aydınlıktır. Ay açıklıktır. Ay, bir
bala ceylan, Ay bir sevgilidir. Ay, yüreklere gülümseyen
yağmur sesli bir dosttur. Güneş gibi mağrur, güneş gibi
kızgın değildir. Yorgun kelimelerden, yıpranmış kelimelerden
ve deyimlerden değil, her çağda ve her kesimde tazeliğini,
diriliğini, zenginliğini koruyan nesne “Ay” dedik ve
dergimizin adını koyduk: DOLUNAY. . Ve mesaj vermeye devam
ettik:
“Metropollerden birinde değil
de neden Kahramanmaraş’ta?”
“Metropoller, ırmakları içip
yutan kum çölleridir; yuttukça acıkır ve susarlar; değişik
kültürlerle ilk karşılaşan tamponlar oldukları için daima
başkalaşarak çağdaşlaşırlar. Anadolu başından beri besleyip
durmuştur metropolleri ama kendisi sürekli perhiz yapmaya
mahkûm edilmiş gibi çaresiz. Çağ kapayıp çağ açacak zengin
ve bakir potansiyel ve kültür hamurunuzu kabartacak has
maya, Anadolu’dadır. Diyeceksiniz ki “Ankara, İzmir Anadolu
sayılmıyor mu?” Kişisel görüşümdür, ben saymıyorum. Ankara,
bana göre büyük bir kaledir, çağdaş bir derebeyliktir,
kendini taşradan soyutlamıştır. İzmir ise Batıya bakan açık
bir liman şehridir, sanat ve kültür dünyamızda mitolojideki
centureslerden birisidir. Bu dergi, Kahramanmaraş’ın dışında
da, meselâ Ağrı’da. Elazığ’da da çıkabilirdi, çıkmalı da. Bu
şölenler Doğubeyazıt’da da yapılabilirdi, yapılmalı da..
Önemli olan, bir bütün olarak. Anadolu’nun silkinip ayağa
kalkması.
Ben bu düşüncelerimi senelerce
önce statik çerçevesinden koparıp dinamik bir olguya
kavuşturdum. Sesim ufuklardan yankılandı.
Dolunay, büyük bir misyon
yüklendi ve hayâl ettiği her şeyi de gerçekleştirdi.
Anadolu’yu fikir-sanat-kültür şantiyesi haline getiren,
hareketlendiren tetikleyici güç, öncü güç Dolunay olmuştur.
Bunu Türkiye’de hiç kimse inkâr edemez. Bugün Anadolu’nun en
ücra köşelerinde bile ofset baskılı dergiler çıkıyor,
kitaplar yayınlanıyor ve şiir şölenleri yapılıyor, kısacası
bu alanlarda ürkütücü bir enflasyon yaşanıyor şimdilerde.
Ama hâlâ çaplı insanlar Dolunay’ı yeniden yayın hayatında
görmek istiyorlar, beklentileri hiç küllenmiyor ve sık sık
nostaljilerini seslendiriyorlar. Ama benden ses yok.
Bahaettin Karakoç, davetli
olduğu şiir etkinlikli her toplantıya ön koşulsuz gider.
Amacı onca yolu tepip gittiği yerde bir veya iki şiir okuyup
nefsini tatmin etmek mi? Asla! Çok çarpıcı şiirler yazmama
rağmen şiirlerimi güzel okuyamadığımın farkındayım.
Yapamıyorum. Yazmak başka okumak başka sanattır. Şiir yazan
her şair şiir okur, ama güzel şiir okuyan her insan şiir
yazamaz. Yazmak üretimle, okumak tüketimle ilgilidir.
Dolayısıyla benim amacım şiirlerimi okumak değil, şiir
pazarlarına şiir götürmektir, alıcısına şiirin derin
soluğunu hissettirmektir.
O şiir, evrensel bir dua
biçimidir benim için, yüreğimin zikir aracıdır. Güzel bir
duâ, şiire has güzel bir dil ve kemâl ışığı. Ötelere vuran
güzel bir hâl ile yapılır. Şiir bir hobi, bir kaçış, hele de
etrafa hava atma aracı hiç değildir. Medeniyetler
coğrafyasında bir nirengi noktasıdır. Ahkâm kesmekte
kaşarlanmış bazı küçük insancıkların her sanat getirişine
göre değerlendirirken, maddî getirisi az diye şiire burun
kıvırması, dolayısıyla şiiri ve şairi hafife alması tamamen
ciddiyetsizliktir, kültür fukaralığıdır. Şiire ve şaire bu
gözle bakanlara bundan 24 yıl önce demişim ki;” Bugün şiir
dünyamız, bir kuraklık tehdidi altındadır. “Şiir satmıyor”
sözü, bir tabanca sesi gibi sık sık yalıyor kulak
zarlarımızı. Editörlerden, dağıtım şirketlerinden değil,
genellikle şiire âşinâ görünenlerden, şairlerin
kendilerinden duyuyoruz bu uğursuzluk kokan sözleri. Öyle
bir bozuluyorum ki bu sözü ezberleyip toplantılarda müzik
yapanlara. Şiir, Atinalı bir kurtizan, Japonyalı bir geyşa,
Parisli bir fahişe mi ki kendisini her önüne çıkana
satsın?.. Şair, manav mı, kasap mı, kabzımal mı, ne sanırlar
yani?.. Şiir satmaz, çünkü şiir kutsal bir sebildir, Hak
yolunda akar. Bir rahmettir; gönül topraklarını beslemek
için yağar... Bir kanat sesidir, ruhun ilâhî bir musikîye
susadığı zaman duyulur-.. Renkli bir ışık cümbüşüdür,
sessizliğin ululaştığı saatlerde başlar... Şiir, tek başına
da bir hayattır, bir medeniyettir, aşılması mümkün olmayan
bir atmosferdir. Daha nedir şiir? Bu soru yüzlerce defa
soruldu bana, hepsini de cevaplamışım.. İşte o cevaplarımdan
bir kısmı. Demişim ki: “Şiir, bir iç yangınıdır. Kelimeler
armonisidir. Boşlukta hazla yuvarlanan bir ışık küresidir.
Şiir tabiatın şahdamarıdır.
Şiir, sabır, sanat ve
disiplinle elde edilen bir ses esansıdır, bir damıtıktır.
Duymak, duygular oylumunca çiçeğe durmak ve sonsuza
yürümektir.”
Çok köşeli geometrik bir cisme
benzeyen şiir, ibâdette esrikliğe eren ruhumuzun sıcak
iklimidir.
Şiir, bir iç arınma
hadisesidir. Ahenkle örtüşen bir ses düdenidir. Sonsuzluğa
kanatlanmaktır. Fizikî sınırları aşıp metafizik ufuklara
açılmaktır.
Aşk yemini gibi güzel, ana
sütü gibi helâl bir sözdür şiir. Şiir, her milletin dilini
şereflendiren bir bengisudur.
Dileyen dilediği şeye
benzetebilir şiiri. Şiir de su gibi girdiği kabın rengini
alır çokluk. Çokgen bir prizmaya da benzetebiliriz. Şiirin
kimliğini tespit etmek gerektiğinde, şiirin avuç içi
çizgilerine bakarak deriz ki, şiirin Batı yakası, zırhlarını
sırtından çıkarmayan, yağmacılıkla yardımseverliğin
arasındaki farkı fark etmeyen sarhoş bir şövalye; Doğu
yakası ise atının üzerinde bile namazını-niyazını ihmâl
etmeyen bir alperendir. Yani portresine nereden bakarsanız
bakınız, gördüğünüz, gönlünüzle kokladığınız, gözlerinizle
öptüğünüz bir fazilet anıtıdır, bir semboller bahçesidir
şiir. Haram ile beslenirse haram, helâl ile beslenirse helâl
kokar.
Şiir, parayla pulla alınmaz,
şiir gönül antenleriyle alınır. Şiir, duyulur, şiir,
özümlenir. Şiir, her zaman haddeden geçmiş ince yanımızdır,
efendi yanımızdır. iç dünyamızın topografyasıdır, sürekli
egemen olan bir hayat tarzıdır.
Şiir, sinema çığırtkanlarının,
otobüs simsarlarının, mutfak eşyaları pazarlayanların,
şovkoliklerin dilleriyle değil, düşünülmeden konuşulan sokak
dilinin çok üstünde gelişen yarı tesettürlü, yarı açık ama
gizemli bir dil ile, yani salt şiir diliyle inşâ edilir.
Şiirde dil, şiirde mesaj;
şiirde, mûsikîdeki solfej kurallarına paralel iç ve dış
ahenk, şiirde ince terkip; şiirde sesle ortaya çıkan biçim,
şiirin ana öğeleridir. Kısacası şiir, dillerden süzülüp
gelen, derunumuzda bükülen ipliğe boncuk boncuk dizilen bir
ses olgusudur.
Benim antenlerim, her sese
açıktır. Her güzellikten etkilenirim. İlham, sondaj
makineleriyle kuyular kazarak aranmaz, paketlenmiş halde
satın da alınmaz. İlham, şimşek gibi bir şey, beyninizde bir
çakar, bir çakar ki, tepeden tırnağa sarsılırsınız. Her
yönden ve her şeyden parlayabilir bu şimşek,.. Dolayısıyla
benim ilham kaynaklarımı bir coğrafyaya, bir mekanik eşya
düzenine bağlamam mümkün değildir.
Şimdi de derim ki şair; çok
harlı bir ocağa sürülen, ısındıkça direnen, direndikçe
ışıldayan çelik bir tencere gibidir. İçindeki dürtüler,
bilinç-altı, bilinçüstü kıpırtılar, şiir mutfağının
malzemeleridirler. Tencere kaynadıkça içindekiler eriyip
buharlaşır. Buharlaştıkça da esans özelliği taşır. Kısacası
şair kimliğinin tecelligâhı, üslûpla aynılaşan imzanın
anıtlaşması; yoğun duygular ve derin algılamalar simyasıdır
şiir. Kelimeleri kanatlandırma, acıları tatlandırma, güzele
güzel bakma ve özlenen üstün bir dünya yaratma sanatıdır.
İnsanı insan yapan erdemli
kılan iki temel nimet vardır: Birisi akıl, öteki ise
yürektir. Ahi irfansız, yürek ise sevdasız cıbıldır. Bunlar
noksanlıysa, uzun veya kısa hayatın ciddi boyutta bir özgül
ağırlığı bir anlamı yoktur. Biyolojik konumda beden dilim
diyor ki,”Artık rüzgârlı doruklardasın”, gönül dilim diyor
ki, “Senin ürettiklerin daima diritaze, yüreğin, üslûbun ve
dostların genç”. Ve sesini daha da yükseltiyor: “Senin
beynin ruhun ebedî gençlik iksiriyle beslenmiş, bırak
rüzgârların peşinden koşmayı; sana yetişmek için en deli
rüzgârlar senin peşinden esip tozsunlar. Cins bir ekvator
çiçeği gibi açıldın. Öyle de kapanmasını bil! Bu ila uç
arasında yaşadığın kırılmaları, tökezlemeleri hasret ve
acılarla büyütme!” Doğrusu ben her zaman gönül dilimi duymuş
ve dinlemişimdir. Daima sezgilerimin mıknatısına kapılır,
gönlümün işaret ettiği ufuklara bakarım. Sığ sularda kürek
çektiğimi, başkalarının gölgelerine bastığımı, söylemlerimde
tekrarlara düştüğümü görenler varsa, buyursunlar tanıklık
etsinler.
Şiirlerimde kendime has çok
değişik formlar geliştirdim, ayık olanlar bunları gördü ve
kabullendi. Bunları burada örneklendirecek vaktimiz kalmadı.
Bir insanın, kendi içindeki putları kırmadan kendini
anlatması kolay, ama ben putlarımı kıralı en az yarım asır
oldu. Kendimi daha fazla anlatacak değilim, hele şiirlerimi
hiç... Beni ve şiirlerimi daha fazla merak edenler, önce bir
uçurumun ağzında durduklarını varsaysınlar; uçurumdan
aşağıya, derin karanlıklara baksınlar, sonra da çok
parıltılı gökyüzüne.,. Dahası da var: Kapatsınlar gözlerini,
kendi içlerine çekilsinler ve tefekküre dalsınlar,
inanıyorum ki herkesin yüreğinden öpecektir, helâl sütler
emerek, helâl emeklerle neşvünema bulan şiirlerim.
Önümüze bakarken arkamızı
göremeyiz. Bugün burada, benimle, dolayısıyla şiirlerimle
ilgili görüşlerini dile getiren değerli konuşmacı
dostlarımız, tecrübeli eksperlerimiz; bana, ayna oldular,
bana benim göremediklerimi gösterdiler. Kendilerine teşekkür
ediyorum. Ellerine-dillerine sağlık diyorum. Bugün bu çatı
altında birlikte olduğumuz herkese teşekkür ediyorum.
İlgilendiniz, katıldınız ve dinlediniz. Haklarınızı helâl
ederseniz sınırsız memnun olurum.
Tekrar hepinizi saygıyla,
sergiyle selâmlıyor, Allah’a emanet ediyorum. Yeryüzünde
hayırlara vesile olan bir imza attıksa; gök kubbede hoş bir
seda bıraktıksa ne mutlu bizlere...
ÖMER FARUK ER
Türk Şiirinin bu büyük
ustasını teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ben bizlere bütün bu
güzellikleri yaşatan şiirimizin müstesna şahsiyetine sağlık,
mutluluk ve uzun ömürler diliyorum. Bu gecemize katılan
gönül dostlarını da şahsım ve tertip komitesi adına
selamlıyorum.
Türk şiirinin büyük ismi
Bahaettin Karakoç’u düzenlediğimiz o muhteşem gecenin
sabahında Manas'ta hazırladığımız kahvaltıda Elazığlı şair
yazar ve sanatçılarla birlikte ağırladık. Elazığ’da gördüğü
ilgi Büyük Şairimizi oldukça duygulandırmıştı. Elazığ ile
ilgili düşüncelerini gün boyunca Manas’ta ve ardından
ziyaret ettiğimiz Harput’ta dile getirmişti. Ben Elazığ’a
gönülden bağlıyım diyordu. Bu güzel günlerin ardından Şair
Bahaettin Karakoç’u akşam Adana'ya yolcu ettik.
Kahramanmaraş’a dönen Şair
Bahaeddin Karakaoç, 05 Nisan 2006 tarihinde Elazığ için beş
adet gazel yazdı. Fazla söze gerek yok diyor; sizleri sözün
ustası ile baş başa bırakalım.