MANAS HABER-M. Şener Bulut
Manas Yayıncılık’ın öncülüğünde; "Öğretmenler yeni nesil
sizin eseriniz olacaktır”, diyen Gazi Mustafa Kemal
Atatürk'ün izinde; ömrünü vatan, millet, bayrak sevgisi ile
dolu nesiller yetiştirmeye adayan öğretmen Ömer Boydak’ın
aziz hatırasına ithafen düzenlediğimiz “Köy ve Öğretmen Ömer
Boydak” toplantısı 05 Eylül 2019 Perşembe günü akşam saat
19.30’da Elazığ Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezi’nde
gerçekleşti.Elazığ Belediyesi, Kavakpınar (Akmezra) Köyü
Muhtarlığı ve Kavakpınar Çevre Kültür ve Dayanışma
Derneği’nin de katkı sağladığı bu anlamlı faaliyet, kültür
ve sanat dünyasında büyük ilgi uyandırdı.
Toplantı münasebetiyle Manas Yayıncılık tarafından
yayınlanan;Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Anadolu’nun
aydınlanma sürecine katılan merhum Ömer Boydak’ın 36 yıllık
öğretmenlik yıllarını ve köy okullarında geçen 14 yıllık
dönemini kapsayan “Köy ve Öğretmen Ömer Boydak” adlı eseri
okuyucusu ile buluşurken, Şef Naci Sönmez’in yönetimindeki
Elâzığ Belediye Konservatuvarı Türk Müziği Korosunun verdiği
konser davetlilere unutulmaz anlar yaşattı. Basın ve yayın
kuruluşlarımızın büyük ilgi gösterdiği program Kanal Fırat
ve Kanal 23 televizyonları tarafından yayınlandı.
Programa Ömer Boydak’ın vefakar evlatları: Prof. Dr. Melih
Boydak, E. Kd. Alb. Giray Boydak, E. Öğretmen Baykal Boydak,
ve Gönül Boydak. Ömer Boydak’ın yeğenleri: Prof. Dr.
Mukadder Boydak Ozan, Seher Boydak, Prof. Dr. Murat Boydak
ve Mustafa Oral; Fırat Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Kutbettin Demirdağ, Orman Bölge Müdürü Ziya Polat, İl Kültür
ve Turizm Müdürü Ahmet Demirdağ, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Şefi Kenan Çimtay,Elazığ
Belediyesi Kültür Müdürü Ahmet Özden Özen, Elazığ Belediye
Meclis Üyesi Gültekin Koç, İl Milli Eğitim Şube Müdürü
Ferhat Emre, Türk Eğitim-Sen Şube Başkanı Talat Efe, Türk
Ocakları Şube Başkanı Birol Bulut, Kavakpınar Köyü Muhtarı
Nejat Tanyol, Fırat Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. A.
Fevzi Bingöl,Fırat Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Mehmet Nuri Gömleksiz, Munzur Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Erdal Açıkses, Eski
Kültür ve Turizm Müdürü Tahsin Öztürk,Elazığ Musiki Cemiyeti
Başkanı Mehmet Kemal Perk, Palu Kültür ve Dayanışma Derneği
Başkanı Fadıl Ülgen,Elazığlı öğretmen yazarlar: Erhan
Saraçoğlu, Dr. M. Naci Onur, R. Mithat Yılmaz, Bedrettin
Keleştimur, Hadi Önal, Dr. Ahmet Tevfik Ozan, M. Faik
Güngör, Zekeriyya Bican, Tuncer Sönmez,Elazığ’ın kıymetli
öğretmenleri: Coşkun Yıldırım, Ali Canpolat, Mehmet Şerif
Arıca, Mehmet Yılmaz, Ziya Polattaş ve Ebru Atik katıldılar.
Fırat Üniversitesi öğretim üyeleri: Prof. Dr. Eyüp Bağcı,
Doç. Dr. Yavuz Haykır, Dr. Öğr. Üyesi Tamer Kavuran,Öğr.
Gör. Saniye Bulut, Elazığ’ın kıymetli sanatçıları Naci
Sönmez, Doğan Sever, Nihat Kazazoğlu. Televizyon
programcıları: Yusuf Boydak, Zülfü Bal ve ayrıca Kavakpınar
köyü sakinlerinin de yer aldığı toplantıya ayrıca seçkin bir
davetli topluluğu da iştirak etti.
Oturum başkanlığını gazeteci yazar Bedrettin Keleştimur’un
yaptığı program saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın
okunmasıyla başladı. Ardından sırasıyla Kavakpınar Köyü
Muhtarı Nejat Tanyol, Boydak ailesi adına E. Kd. Alb. Giray
Boydak ve Elazığ Belediyesi Kültür Müdürü Ahmet Özden Özen
birer konuşma yaptılar. Açılış konuşmalarının ardından “Köy
ve Öğretmen Ömer Boydak”, adlı eserin editörlüğünü
üstlenerek kültür dünyamıza kazandıran Prof. Dr. Melih
Boydak, Öğretmen Ömer Boydak’ı dikkat çeken yönleriyle
anlattı. Bu konuşmanın ardından Fırat Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Kutbettin Demirdağ tarafından“Köy ve Öğretmen Ömer
Boydak” adlı eserin editörleri Prof. Dr. Melih Boydak ve
Gönül Boydak’a plaket ve çiçek takdim edildi. Ve yineProf.
Dr. Melih Boydak tarafından Köy ve Öğretmen Ömer Boydak
eserin yayınlanmasında emeği olan Fırat Üniversitesi
İletişim Fakültesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Tamer Kavuran, Öğr.
Gör. Recep Bağcı’ya ve bu güzel toplantının gerçekleşmesinde
emeği olan Elazığ Belediyesi Kültür Müdürü Ahmet Özden Özen,
Bedrettin Keleştimur ve M. Şener Bulut’a çiçek takdim ederek
teşekkürlerini sundu.
Sanat dolu bu güzel gece, Şef Naci Sönmez’in yönetimindeki
Elâzığ Belediye Konservatuarı Türk Müziği Korosu tarafından
sunulan konser ile devam etti. Güftesi Prof. Dr. Melih
Boydak’a ait olan Doğan Sever’in muhayyer makamında
bestelemiş olduğu “Anadolu Kadını” adlı eser,koronun
muhteşem icrasıyla geceyi taçlandırdı.Konser, Özgen Özmen ve
Naci Sönmez’in okudukları Hüseyni makamındaki iki güzel
Harput türküsüyle sona erdi.
Köy ve Öğretmen Ömer Boydak adlı bu güzel geceyi sunmuş
oldukları konser ile taçlandıran Elazığ Belediye
Konservatuarı Şefi Naci Sönmez ile BestekarDoğan Sever’e
teşekkür belgeleriKültür ve Turizm Bakanlığı Elazığ Devlet
Klasik Türk Müziği Korosu Şefi Kenan Çimtay tarafından
verildi. Prof. Dr. Melih Boydak tarafından da sanatçılara
çiçek takdim edildi.
Konserin ardından program Hatıralarda Ömer Boydak
konuşmalarıyla devam etti.bu bölümde Ömer Boydak’ın büyük
oğlu emekli tarih öğretmeni Baykal Boydak, öğrencisi Dr. M.
Naci Onur ve yine yakın akrabaları Prof. Dr. Mukadder Boydak
Ozan, Prof. Dr. Murat Boydak, Mustafa Oral ve Seher
Boydak’ın yaptıkları konuşmalar ile bilgi şölenine dönüşen
toplantı, yapılan bu konuşmaların ardından Elazığlı Öğretmen
şairler:Hadi Önal, Günerkan Aydoğmuş, M. Faik Güngör ve
Zekeriyya Bican’ın okudukları şiirlerle geceyi
taçlandırdılar. Aksaçlı öğretmen Erhan Saraçoğlu’nun yaptığı
değerlendirme konuşmasının ardından çekilen toplu hatıra
fotoğrafı ile bu güzel toplantı davetlilerin alkışlarıyla
sona serdi.
KÖY VE ÖĞRETMEN ÖMER BOYDAK
Editörler: Melih Boydak, Gönül Boydak
Manas Yayıncılık, 2019, s.315, Elazığ
Bu kitap, Cumhuriyetimizin ilk yıllarında Anadolu’nun
aydınlanma sürecine katılan bir öğretmenin anılarını
içeriyor. Anılar, Öğretmen Ömer Boydak’ın 36 yıllık
(1936-1971) öğretmenlik yaşamının, köy okullarında geçen 14
yıllık (1936-1949) bir kesiti. Cumhuriyet’in çağdaş insanını
eğitimle yetiştirme çabalarının başladığı yılların öyküleri…
Eski geleneksel ve seçkinci eğitimin (sarayın, kralların,
üst düzey yöneticilerin ve zenginlerin yararlandığı) yerine,
Batı dünyasında uygulanan ve tüm halkın yararlandığı,
çağdaş, bütüncül bir eğitimin toplumumuza uygulanmaya
başladığı bir dönemin anılarıdır, Ömer Boydak’ın anıları…
Tamamı yaşanmış olaylar…
Anılar yaklaşık 80-85 yıl öncesini kapsıyor. Bu durum,
günümüzle kıyaslama bakımından anıları daha da önemli ve
anlamlı kılıyor. O yıllar, köylerin çoğuna yol yok, köylere
otobüs yok, okul yok, öğretmen için ev yok... Köylü fakir…
Kız çocuklarının okula kaydedilmesi ve okumalarının
sağlanması öğretmenlerin çabalarıyla oluyor. Bu koşullarda
Öğretmen Okullarından veya Köy Enstitülerinden mezun
kadın-erkek öğretmen ordusu, Anadolu’nun aydınlanması için
kendilerini vakfetmişlerdi. Ömer Boydak da Anadolu’yu
aydınlatma kutsal görevini yüklenmiş eli öpülesi
öğretmenlerden birisiydi. Anılarla birlikte öğretmenlik
yaptığı yörelerin folkloru, şiirleri, çizdiği resimler,
özgeçmişi ve ailesi de kitapta yer aldı.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Fırat Üniversitesi Rektörüm, İl Kültür ve Turizm Müdürüm,
Belediye Kültür Müdürüm Sayın Orman Bölge Müdürüm, Milli
Eğitim Şube Müdürüm, Türk Eğitimsen Şube Başkanım,Fırat Ve
Munzur Üniversitelerimizin Kıymetli Akademisyenleri,
Saygıdeğer Boydak Ailesi, Değerli Manas Ailesi, Çok Saygın
Öğretmenlerim ve Kıymetli Misafirler,
Köy ve Öğretmen Ömer Boydak programına hoş geldiniz. Bu
anlamlı faaliyetimizde Ömer Boydak büyüğümüzü birlikte
anacağız, yâd edeceğiz.
Saygıdeğer misafirler,
Editörlüğünü Prof. Dr. Melih Boydak ve Gönül Boydak’ın
yaptığı, Köy ve Öğretmen Ömer Boydak adlı eseri bugün bütün
ayrıntılarıyla konuşacağız.Eğitimde;“Milli Mücadele Ruhunu
Taşıyan bir Hayat Hikâyesi… Hayatını eğitime vakfeden bir
kahraman insan Ömer Boydak… 1936-1949 Yılları O yıllara ait;
Anılar, Yörelerin folkloru, Şiirleri, Çizdiği Resimler. Eser
Manas Yayıncılık tarafından yayınlandı ve okuyucuyla
buluştu.Eğitimci Ömer Boydak’ın görev yaptığı yerler çok
önemli… Artvin Arhavi Sidere şimdiki ismiyle Derecik, Borçka
Muratlı, Rize Fındıklı, Sümer, Kars Susuz, Cilavus Köy
Enstitüsü, Elazığ- Karakoçan’ın Zalhı'dır ve Sarıbaşak
köyleri, Palu Köyleri, Harput; Uluova ve Kuzova
Köyleri.Eserde bir dönem bütün yönleriyle gözler önüne
konulmakta…
Kıymetli misafirler,
Balkan Savaşları, Çanakkale, İstiklal Savaşı ve Büyük Zafer…
O savaş mutlaka ve mutlaka ekonomik zaferle kazanılacaktır.
Ekonomik zafer de mutlaka eğitimle
neticelendirilecektir.Bizler, Ömer Boydak’ın şahsında;
tarihe kutlu bir yolculuk yapıyoruz.Bizim dinimizde, “oku”
emri var.Bizim inancımızda, cehaletle ve ataletle mücadele
emri var.Bizim inancımız, ilim Müslüman’ın yitik malıdır
diyor.Yine bizim inancımız, İlim tahsil etmek kadın ve erkek
herkese farzdır. “İlim Çin’de dahi olsa gidin alın”, diye
buyuruyor Yüce Peygamberimiz.
Evet, 1927 yılının Türkiye fotoğrafını mutlaka bilmeliyiz…O
fotoğrafı iyi okuyabilirsek; Ömer Boydakları daha iyi
anlamış olacağız.Ömer Boydak’ın görev yaptığı illeri ve o
illerdeki okuma yazma oranlarını vermek istiyorum: 1927
nüfus sayımına göre genel nüfusta okuryazarlık oranı:
Kars’ta yüzde 3,97, Artvin’de 5,79, Elazığ’da 5,54, Sivas’ta
6,17 ve Rize’de yüzde 10,87’dir. Verileri dikkate
aldığımızda, kadınlardaki okuma yazma oranı çok daha
düşüktür. Artvin’de binde 0,78, Elazığ’da binde 0,91,
Kars’ta yüzde1,9 ve Sivas’ta ise yüzde 1,35 olduğunu
görüyoruz.Erkeklerin okuma yazma oranına bakacak olursak.
Kars’ta yüzde 6,61, Elazığ’da 10,68, Artvin’de 11,12,
Sivas’ta 12,35 ve Rize’de yüzde 26,93 olduğunu
görmekteyiz.Türkiye Ortalamasına baktığımız da erkeklerde
yüzde 17,42, kadınlarda; yüzde 4,63’dür. Genel ortalama ise
yüzde 10,58’dir.1927 Nüfus Sayımına Göre iller bazında kent
ve kır nüfusuna baktığımızda da;Elazığ merkez nüfusu 34,417,
kırsal nüfus 179,114’tür. Artvin merkez nüfusu; 3.502,
kırsal nüfus 86.128, Kars merkez nüfusu 26.640, kırsal nüfus
178.458…Yine 1927 nüfus sayımına göre illerin nüfusu ise:
Artvin; 2.943, Elazığ; 19.216, Sivas; 29.706 ve Kars;
13.701ve il nüfuslarına baktığımız da da: Artvin; 90,066,
Elazığ; 213.777, Kars; 204.846, Sivas; 392.551, Rize;
171.657’dir. Bu fotoğraflar, bu rakamlar bir durumu, bir
vaziyeti, bir gerçeği ortaya koymaktadır. Ömer Boydak’ın
öğretmenlik yaptığı yıllarda Türkiye bir tarım toplumudur. O
dönemde kullanılan siyasi dil, “köylü milletin efendisidir”,
der. En önemli espri, kalkınma köyden başlayacaktır. O dönem
Türkiye’sinde, eğitimli nitelikli yetişmiş insan gücünün
azlığı maalesef en büyük sıkıntımızdır. En büyük mücadele,
cehalet ve yoksullukla olan mücadeledir. Bu mücadelenin rol
insanı, öğretmenlerdir. O kutsal yolculuğun kıymetli
öğretmeni anlatmak ve açılış konuşmasını yapmak için
Kavakpınar köyü muhtarı Nejat Tanyol’u kürsüye davet
ediyorum.
NEJAT TANYOL
Değerli kurum müdürlerimiz,ilimizin değerli basın
mensupları, sivil toplum kuruluşlarının değerli
temsilcileri, siz saygıdeğer misafirlerimiz. Öğretmen Ömer
Boydak anısına düzenlenen “Köy ve Öğretmen Ömer Boydak”
toplantısına hepiniz hoş geldiniz.
Rahmetli dayım Ömer Boydak’ı ülkemizin cehaletten kurtulması
için yıllarını eğitime adayan, o yılların bütün olumsuz
koşullarına, yokluklara ve çaresizliklere göğüs gererek
eğitim ordusu içerisinde mücadele eden ve bunu
emekliliğinden sonra da devam ettiren, vefatına kadar okuyan
ve yazan bir insan olarak tanımlayabiliriz. Bu vesileyle
kendisini rahmetle, minnetle anıyoruz. Kendisi ile ilgili
detaylı konuşmaları oğulları Giray Boydak ve Melih Boydak
yapacağından, ben daha ziyade köyümüzle alakalı bir konuşma
yapmak istiyorum.
Köyümüz geçmişte Harput’a bağlı Akmezra ismiyle anılan, daha
sonra Elazığ-Merkeze bağlanan bir köydür. Elazığ’da Akmezra
isimli birkaç köyün bulunuşu adres karmaşasına neden
olduğundan, köyümüzün ismi daha sonra Kavakpınar olarak
değiştirilmiştir. Köyümüz Elazığ-Keban yolu güzergâhında
olup, Elazığ’a 20kilometre uzaklıktadır.Yaklaşık 50 haneden
oluşan havası ve doğasıyla şirin bir köydür. Köyümüzün
kuruluşu çok eski tarihlere dayanmaktadır. Köyümüzde 6 eski
mezarlığın bulunuşu bunu doğrulamaktadır.
Cumhuriyet döneminde köyümüzde okuma yazma oranı hızlı bir
yükselme göstermiş,bu yükseliş üniversite öğretimi ile devam
etmiş, köyümüzden birçok bilim adamı, öğretmen, asker ve
bürokrat yetişmiştir. Devletimizin hemen her kademesinde
vatanına, milletine bağlı, duyarlı, Atatürk ilkelerinden
ayrılmayan aydınlarıyla köyümüz dikkat çekmektedir.
Köyümüzün en büyük özelliklerinden birisi,köyümüzde yaşayan
herkesin birbiriyle hısım ve akraba oluşudur. Bunu da
köyümüzdeki birlik ve beraberlik adına önemli bir olgu
olarak değerlendirmekteyim.
Köyümüz 1978 yılında şebeke suyuna kavuşmuştur. 2000
yılından itibaren kanalizasyon alt yapısı
gerçekleştirilmiştir. Geçtiğimiz hafta içerisinde de köy
içinden geçen ana yolumuz asfaltlanmıştır.Önümüzdeki zaman
sürecinde sokaklarımızın parke kaplamaları da yapıldıktan
sonra alt yapı sorunumuz çözülmüş olacaktır.
Köyümüzde 2004 yılında “Kavakpınar Çevre Kültür ve Dayanışma
Derneği” adıyla bir dernek kurulmuştur. Muhtarlığımız ve
derneğimizin işbirliği ile Kavakpınar Köy Konağı hizmete
açılmıştır. Köy konağında muhtarlık ofisi, yazlık ve kışlık
birer kafeterya ile bir kütüphane bulunmaktadır. Bu
kütüphaneye yaşamını okumaya ve yazmaya adamış,aydın bir
öğretmen olan rahmetli dayım Ömer Boydak’ın ismi
verilmiştir.
Bu yıl Muhtarlığımız ve derneğimizin birlikteliğiyle bir
ağaçlandırma çalışması başlatılmıştır. Bununla bağlantılı
olarak köyümüzde doğan ve ölen her insan adına bir fidan
dikilmesi kararı alınmıştır. Bütün amacımız bizden sonraki
kuşaklara daha iyi, yaşanılabilir, daha yeşil, daha sorunsuz
bir köy bırakabilmektir. Geçmişten bugüne sorunların
çözümüne katkı sağlayan görev yapmış olan muhtarlarımıza, İl
Özel İdare Müdürlüğü yetkililerine, hizmet alabilmemiz için
yardımlarını esirgemeyen İl Genel Meclisi Başkan ve
üyelerine köyümüz adına minnet ve şükranlarımızı sunuyorum.
Sözlerime son vermeden önce bu köyü yurt edinerek bizlere
bırakan büyüklerimizi rahmetle anıyorum. “Köy ve Öğretmen
Ömer Boydak” adlı bu anlamlı toplantının gerçekleşmesine
öncülük eden Manas Yayıncılık’a, Şener Bulut Beyefendiye,
Bedrettin Keleştimur Beyefendi’ye şükranlarımı sunuyorum.
Ayrıca“Köy ve Öğretmen” adlı eserin editörlüğünü yapan Prof.
Dr. Melih Boydak ağabeyime, kıymetli eşi Gönül Boydak
Hanımefendi’ye ve bu güzel programın hazırlanmasına katkı
yapan herkese köyümüz adına saygı ve teşekkürlerimi
sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ben Ağınlıyım. Ağın ile Kavakpınar köyünün çok büyük
benzerlikleri var. Ağın’a Türkiye’nin muallimi diyebiliriz.
Kavakpınar köyümüzde aynı rolü oynayan bir konuma sahip.
Ömer Boydak’ın, gurbet yolculuğunun ilk adımı, Sivas
Öğretmen Okuludur…Ve sonrasında Rize, Kars, Artvin
şehirlerine gidecekler, sonrasında Elazığ-Karakoçan Zarhıdır
Köyü…Palu ve Harput’ta Gezici Başöğretmeni…1936-1949
yıllarının köylerini; Köy Okullarını hiç hayal ettiniz mi?
Arkadaşlar.Ne yol, ne elektrik, ne su, ne telefon, ne doğru
dürüst okul…Ne de kalabileceğiniz doğru dürüst bir
mekân…Şikâyet etmeden, hiçbir yeise kapılmadan “Yoklarla
Mücadele”… Bu bir azim, iradedir.Büyük bir mücadeledir. Asıl
gönül seferberliği işte burada başlıyor…Öğretmen, gittiği
Köyün her şeyi olacak…Tebessüm eden “bilge yüzü”…Her türlü
zorluğa, sıkıntıya ezaya sabır ve tahammül…Öncelikle,
‘gönüllerde…’ yer alacaksınız! 13. asrın “fütüvvet dilini…”
sevgi ve muhabbet dilini kullanacaksınız…Köyü ve köylüyü bir
inanç etrafında toplamak, toparlamak;ortak bir akıl ve
ilkeler etrafında; ‘kalkınma modeli’ oluşturmak ve o
modelin, köyde uygulayıcısı ve de lideri olmak…Barış Manço
ne güzel söylemiş.“Yaz dostum,Yoksul görsen besle kaymak bal
ile/Yaz Dostum,Garipleri giydir ipek şal ile/ Yaz dostum
Öksüz görsen sar kanadın kolunu/Yaz dostum Kimse geçmez bu
dünyadan mal ile…”Doğruluk, dürüstlük, tevazu ve sevgi…
Yüreğinle konuşacaksın…Ömer Boydak’ın; “Köy ve Öğretmen adlı
eseri…”Bizlere rol model öğretmen olmayı öğretiyor…Bizlere
insanımızla bütünleşmeyi öğretiyor…O sebepledir ki; “Yüksek
ahlak ve marifet sahibi…” olacaksınız. Mutlaka, ‘Adil…’
olacaksınız! Bizlerin en büyük düşmanı, ‘ikiliktir’
İyiliğin, güzelliğin, erdemliğin farkında olacaksınız…Bütün
bu farkındalığı Ömer Boydak’ın hatıralarında okuduk ve hıfz
ettik diyebilirim.
Evet, şimdi de Boydak ailesi adına E. Kd. Alb. Giray Boydak
Beyefendiyi kürsüye davet ediyorum.
Buyurunuz efendim.
E. Kd. Alb. GİRAY BOYDAK
Fırat Üniversitesi’nin değerli geçmiş dönem rektörü Sayın
Fevzi Bingöl Bey, değerli kurum müdürlerimiz, ilimizin
değerli basın mensupları, değerli sivil toplum kuruluş
başkan ve temsilcileri, siz saygıdeğer misafirlerimiz,
Hoş geldiniz.
Her insan emsalsizdir.Her insanın bir hayat hikâyesi
vardır.Babamız Ömer Boydak’ın hayat hikâyesinde her
eğitimci, her hemşerim, her köylüm kendinden bir şeyler
bulacaktır diye düşünüyorum.Babalarımızın yaşadığı şartları
bilmezsek, onları tanımamız ve erdemlerinin yüceliğine
ulaşmamız mümkün olmaz.Hepsinin hikâyesi yokluk ve
fakirlikle başlar. Balkanlar’da, Arap topraklarında,
Çanakkale’de,Kafkaslar ’da Sarıkamış’ta ve daha nice
cephelerde, yurdun savunulması için binlerce vatan evladının
feda edildiği yıllar. O aziz insanlar kendinden sonraki
insanlar üzerinde yeşersin diye, canlarını sakınmadan
toprağa kattılar.Şehit oldular.Hepsi için Tanrı’dan rahmet
diliyorum.Ruhları şad olsun.İşte babalarımız ağıtların
yakıldığı, Yemen türkülerinin okunduğu o dönemde, bu
topraklarda yeşerenlerdir.
Dedem Mehmet,seferberlikte görev aldığı doğu cephesinde,
kardeşi Resul’u şehit bırakıp köyüne döndüğünde, henüz evine
varmadan, tarlada karasabanın arkasında uğraş veren 8-9
yaşlarında bir çocuk görür.Ona;“sen kimsin?”“Kimin
oğlusun?”, diye sorar.O da adım Ömer, babamınki Mehmet’tir.
Ama ben babamı hiç görmedim.Ben kundaktayken onu askere
almışlar.Kendisinden bir haber de yok, diye cevap
veriyor.Dedem anlıyor ve henüz kundaktayken ayrıldığı
Ömer’in elini tutarak,“haydi beni eve götür”, diyor.
Dedemin sefer görevi bitmiş olsa da oğlu Ömer’in mücadelesi
yeni başlayacaktır.Memlekette henüz iç ve dış düşmanlarla
ulusça olan mücadele devam ederken, Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk;“çalışmadan yorulmadan üretmeden rahat yaşamak
isteyen toplumlar evvela haysiyetlerini, sonra
hürriyetlerini, daha sonra istikbal ve istiklallerini
kaybetmeye mahkûmdurlar” diye halkını uyarıyordu.Halkını çok
çalışmaya davet ediyordu.Babamız Ömer Boydak da köyünde bu
mesajı almıştı.Çok çalışacak, ileride Ata’sının “öğretmenler
yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” söylemiyle önemini
vurguladığı eğitim seferberliğinin bir neferi olarak
cehaletle mücadeledeki yerini alacaktır.
Babamız Ömer Boydak’ın 1914 yılında Elazığ’ın Akmezra
köyünde doğdu. Ancak babam hatırladığı anıları ile doğum
tarihinin birkaç yıl daha önce olduğunu ifade ederdi.
Akmezra köyü Elazığ Keban yolunun yaklaşık ortasında, yanı
yirminci kilometresinde şirin bir köydür.Atalarımız“Hakverdiler”
olarak anılır.Soyadı kanunu gereği, aileye “Boydak” soyadını
babam almıştır. 1939 yılında aynı köyde yaşayan
Yüzbaşıgiller’den annemiz Zekiye Hanımla evlenmiştir.Bu
evlilikten üç erkek çocukları oldu. Dördü kız, birisi erkek
beş tane torunları vardır.
Ağabeyimiz Baykal Ankara Dil tarih ve Coğrafya
Fakültesi’nden mezun oldu. Tarih öğretmenliği ve lise
müdürlüğü görevlerinde bulundu.Ortanca kardeşimiz Melih
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden 1964 yılında
birincilikle mezun oldu.Aynı yıl dayımızın oğlu Ökten
Tanyolu’nun da İstanbul Teknik Üniversitesi Makine
Mühendisliği Bölümünü birincilikle bitirmiş olması, ailemiz
için bir övünç vesilesi olmuştur. Melih ağabeyim mezun
olduğu İstanbul üniversitesi Orman Fakültesi’nde dekanlık,
İstanbul Üniversitesi’nde rektör yardımcılığı görevlerini
yaptı. Emekli olduktan sonra Işık Üniversitesi’nde dekanlık
ve rektör vekilliği görevlerinde bulundu.Küçük kardeş Giray
ise, yani ben Kara Harp Okulu’nu bitirerek subay
oldum.Sırasıyla Gaziantep, Diyarbakır, Siirt, Sarıkamış,
Pınarhisar, Kıbrıs Komando Taburu, Antalya, Sivas ve
İstanbul’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli
kademelerinde görevler aldım. İstanbul Merkez Komutanlığında
görevliyken emekliye ayrıldım. Üç kardeşin eşleri de
öğretmendir.
Babamızın yaşamını bir savaşçıya benzetirim.Zorluklarla
mücadeleyi severdi.Konuların üzerine gider, çözüme
ulaştırmak için risk almaktan çekinmezdi.Okumak için kendi
gayretleriyle “Harput Köy Yatılı İlkokulu’na” kaydını
yaptırıp bitirdi.Bilahare Erzincan Askeri Ortaokulu’nun
giriş sınavlarına girebilmek için, ticaret maksadıyla o yöne
giden bir kervana katıldı.Fakat kervanın yolu Mutu
köprüsünde (Mutu köprüsü Tunceli-Erzincan-Erzurum yolunun
kesiştiği noktadır) eşkıyalar tarafından yolları kesilerek
soyuldular.Bu sebeple sınavlara yetişemedi ve asker olma
şansını kaybetti. Yılmak yok.Daha sonra kendi gayretiyle
kaydolduğu Sivas Öğretmen Okulu’ndan mezun oldu ve 13 Ekim
1936’da öğretmenlik görevine başladı.
Değinmeden geçemeyeceğim.Eşkıya sebebiyle katılamadığı
Erzincan’daki askeri okul sınavlarına, yaklaşık 25 yıl sonra
oğlu Giray’ı subay olması için götürürken Elazığ
yetimhanesinden, Palu’dan ve çevresindeki yoksul aile
çocuklarından 5 öğrenciyi daha yanına alarak onlara da
velilik etti.Sınava soktu. Bir haftalık süreçte onların
yemek ve barınmalarını üstlendi.Kendisiymiş gibi, sevinç ve
gururla kayıtlarını yaptırdı ve mutlu oldu.
Çok sonraları Nurettin amcam bana babamın bizi okula teslim
ettikten sonra, cebinde parası kalmadığı için, Elazığ’a
Eğin-Kemaliye üzerinden yaya olarak döndüğünü
söylemişti.Babam ise bu konudan başka hiçbir yerde
bahsetmemişti.
Babamızın 1971 yılına kadar süren öğretmenlik yaşamının
yarıya yakını, köylerde öğretmen ve gezici başöğretmenlik
görevlerinde geçmiştir.Öğrencilerine öğretebilmek için
olağanüstü bir gayret içerisindeydi.Derslerini ihmal
edenlerin kulaklarını çekerken, meşe odunu diye
azarlardı.Biz üç kardeşin arasında meşe odunu lafını en
fazla Baykal ağabeyim işitmiştir.
Derin ve bilgi dolu bir iç dünyası vardı.Kitapları
mukayeseli inceler, analiz eder, özünü yakalamaya
çalışırdı.Kutsal kitaplar ve inançlarla dünya işlerinin
birbirine karıştırılmasını doğru bulmazdı.Laik bir
insandı.Bağnazlığa, hurafeye ve yobazlığa taviz vermezdi.
İlgi duyduğu konularda zengin bir kitaplığı vardı.Vefatından
önce bir kısmını Elazığ Halk Kütüphanesi’ne bir kısmını da
Fırat Üniversitesi Kütüphanesi’ne hediye ederek, o
kitapların ömürlerini uzattı.***
Okumaya olan düşkünlüğünden olacak, 1954 yılında Ankara’da
açılan “Kütüphane Yöneticiliği” kursuna gönderildi ve
Elazığ’da ilk çocuk kütüphanesini açma onurunu yaşadı.
Antalya Tekelioğlu halk Kütüphanesi’nde de, müdür olarak,
aynı heyecanla hizmetleri sürdü. Ömer Boydak’ın bazı şiir ve
makaleleri Elazığ Hürses ve Turan gazetelerinde, İstanbul’da
çıkarılan Kürsübaşı dergisinde yayınlanmıştır. Elazığ Orman
Bölge Müdürlüğü’nün açtığı yarışmada “Ağaç ve orman adlı”
makalesiyle, Elazığ-Harput Derneği’nin açtığı şiir
yarışmasında ise “Harput” adlı şiiriyle birincilik ödülleri
vardır.
Babamız üçü kız, dördü erkek yedi kardeşin en
büyüğüdür.Büyük kardeşlerin kendisinden sonraki kardeşlere
yol gösterme, koruma, geliştirme geleneğimizi bozmamış,
kardeşi Nurettin’i yanına alarak ilkokulu bitirtirmiş,
Akçadağ Köy Enstitüsü’nden mezuniyetini sağlamıştır,
Nurettin amcam da geleneğe uyarak kendisinden küçük kardeşi
Burhan amcamı yanına alarak okutmuştur.Babamız köyümüzdeki
ve diğer fakir öğrencilerin, ilkokuldan sonraki eğitimlerine
devam edebilmelerine, yatılı okullara kayıt olmalarına
yardımcı ve yol gösterici olmuş, gerektiğinde maddi destek
vermiştir. Bu öğrencilere verdiği maddi desteğin aile
bütçesini etkilediği durumlar olurdu. Annemiz de cömert ve
yardımsever bir yapıdaydı. Ancak babamızın yardımlarda
aşırıya gittiği durumlarda, annemizin; Ömer çoluk çocuğun
rızkını da düşün uyarılarını hatırlarız. Geleceğin anneleri
olacak olan köyümüzün okul çağına gelen kız çocuklarını
topluca ikna ederek, yatılı okula kaydetme çabası, babamızın
yarım kalan bir girişimidir.
Babamız 1979 yılında hayatlarındaki ilk ve tek konutları
olacak olan köydeki evin inşaatı bittiği yıl,annemiz Zekiye
Hanımı kaybetti.Kendisini de 1997 yılında sonsuzluğa
uğurladık.Mezarları yeni adıyla Kavakpınar olan
köyümüzdedir.O ev şimdi her yaz biz üç kardeşi bir araya
getiriyor.Buluşuyoruz, anılarımızı tazeliyoruz.
Anne ve babamızın bizleri iyi yetiştirmek için, her anne ve
baba gibi, büyük gayret ve fedakârlıkları oldu.Haklarını
topluma yapabildiğimiz ve halen yapmaya devam ettiğimiz
hizmetlerle ödemeye çalışıyoruz.Kendileriyle gurur
duyuyoruz.Bu vesileyle bağrından çıktığımız aziz milletimize
de üzerimizde olan hakları için müteşekkir olduğumuzu ifade
etmek isterim.Sonsuzluğa uğurladığımız tüm anne ve babaları
rahmet,minnet ve saygıyla anıyorum.Hepinize saygı ve
teşekkürlerimi sunarım.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
“Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden
fikri hür, vicdanı hür, nesiller ister.” Rahmetli Prof. Dr.
Erol Güngör Hoca’nın en fazla korktuğu; bir husus
vardı.“Kendi içine kapalı, korkak, ürkek, mıymıntı, pısırık
vs. aydın profili ” Bu ülkede, kendi insanına şüpheyle bakan
aydınlar yetişti! Kendi insanını sevemeyen, onun güzel
meziyetlerini, hasletlerini göremeyen,Gözler kördür,
kulaklar sağırdır, Bizim ısrarımız; Ömer Boydak’ın yoludur,
aydınlık Türkiye’dir.Bu coğrafyanın insanı, yeniden bir
“ba’süba’de’l-mevt”Yani Diriliş sırrını yaşamak istiyorsa,
Onu ihya etmek zorundayız. Fethi Gemuhluoğlu bu konuda ne
diyor:“Her şeye dost olalım, uykuya dost olmayalım. Her şeye
dost olalım, politikaya dost olmayalım. Her şeye dost
olalım, hırs-ı mâl ve hırs-ı câhala dost olmayalım. Her şeye
dost olalım ve paraya dost olmayalım ”Fedakârlık… En kutsal
bir hizmete, bir ömre sizleri vakfediyor. Hiçbir lüksümüz
yok… Geleceğe ait hiçbir tasarrufumuz da yok!Sadece,
‘iliklerimize kadar…’ sevgi… İnsan Sevgisi.. Coğrafyayı
yeniden imar, inşa ve ihya yolculuğunda bir kutsi görev
anlayışı bizleri bekliyor.Gazi Mustafa Kemal Atatürk ne
diyorlardı; “Ey yükselen nesil, yarın sizlerin eseri
olacaktır! Şüphesiz ki, ‘yarın geçilecek yolları bugünkü
nesiller yapar! ’ Kendimizi, bir güne değil; Asırlara, bin
yıllara hazırlamamız gerekiyor.
Evet, şimdi de Elazığ Belediyesi Kültür Müdürü Ahmet Özden
Özen Beyefendi’yi kürsüye davet ediyorum.
AHMET ÖZDEN ÖZEN
Kıymetli Boydak ailesi, değerli hazirun,
Sizleri saygıyla muhabbetle selamlıyor Köy ve Öğretmen Ömer
Boydak programımıza teşriflerinizden dolayı hepinize
şükranlarımı sunuyorum. Elazığ Belediyesi’nin himayelerinde,
Kavakpınar Köyü Muhtarlığı, Kavakpınar Köyü Çevre Kültür ve
Dayanışma Derneği ile Manas Yayıncılık’ın düzenlemiş olduğu
bu güzel toplantı vesilesiyle çok kıymetli öğretmenimiz Ömer
Boydak’ı anıyoruz. Bu vesileyle merhum öğretmenimiz Ömer
Boydak’ın hatıralarını büyük bir vefa örneği olarak yayına
hazırlayan başta Prof. Dr. Melih Boydak ve Gönül Boydak
hocalarımıza ve ayrıca bu güzel eseri yayınlayarak kültür
dünyamıza kazandıran Manas Yayıncılık’a şükranlarımızı
sunuyoruz. Bu vesileyle öğretmenlik hayatı boyunca özverili
hizmetleriyle yetiştirmiş olduğu öğrencilerinin gönlünde
taht kuran kıymetli öğretmenimiz Ömer Boydak’ı rahmetle
minnetle ve şükranla yâd ediyorum. Bu toplantımızın
hayırlara vesile olması dileklerimle hepinize saygılarımı
sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Bir yabancı bilim adamı şöyle diyor: “Eğitim bir insanın
diktatör olmasına değil, önder olmasına yarar.” Eğitim ve
onun başındaki muallimler, ‘fikri hür, vicdanı hür, irfanı
hür nesiller ister. Şüphesiz ki, “vatan müdafaasının en emin
yolu eğitimdir” O halde, “milletleri kurtaran yalnız ve
yalnız öğretmenlerdir.” Buradan nereye, nerelere geleceğim;
21.asrın fetih ruhunu aradığım muallimlere! “Bir damla dava
yüklü bir insan, kendisinden elli kat bilgi yüklü bir
dâhiden daha da güçlüdür” Bir Öğretmen’in mesleğini sevmesi
kadar, ‘davasına’ inanması Ve ona kalbi bir irade ile
sarılması şarttır! Samimiyet ve fedakârlığın karşısında
neler diz çökmedi ki? Öğretmen için, “Geçmişin öğreticisi,
geleceğin kurucusu” diyebiliriz.Öğretmen, “öyle bir sanatkâr
ki, yarınların temellerini o attığı gibi, Kişilik hamuruna
da o biçim verir.” Aristo’nun öğrencisi öğretmeni için,
“Allah beni gökten yere indirdi, öğretmenim beni yerden göğe
çıkardı.', derken sözleriyle haklı bir tespiti dile
getiriyordu.Şu realite, “Ulusları kurtaranlar yalnız ve
ancak öğretmenlerdir.”Addison, “heykeltıraş mermere ne ise
öğretmen de çocuğa odur!”Yine bir başka batılı aydın şöyle
der: “Öğretmen bir kandile benzer kendini tüketerek
başkalarına ışık verir.”Anlamlı bir sözdür; “planınız bir
yıl ise pirinç ekiniz;On yıl ise ağaç dikiniz. Yüz yıl için
ise insanları eğitiniz…” Ömer Boydak eseriyle ‘bir dönemin
en zorlu şartlarında bizlere ışık tutmaktadırlar…’O
şahsiyetin bildiğimiz kadarıyla; “ecdat yolunda
yürümüşler…”Bir büyük seferberliği nesilden nesile
taşımışlar… Akif, nasıl bir öğretmen olmalı sorusuna şöyle
cevap verir:“Muallimim” diyen olmak gerektir imanlı,edebli,
sonra liyakatli, sonra vicdanlı.Bu dördü olmadan olmaz;
vazife, çünkü büyük;” diyor. Cemil Meriç ise şöyle diyor:
“İrfan düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir
kelime.İrfan; kemâle açılan kapı, amelle taçlanan ilim.Bir
muallim torunu olarak, ‘vazifenin kutsallığına olan inancımı
burada bir kez daha dile getirmek isterim benim rahmetli
dedem Fahri Bey de muallimdi. Kardeşi yine Mahir amcam o da
muallimdi. Ve onlarda aynı zorluklar içersinde çalıştığını
yetimlere nasıl baktıklarını gayet iyi bilmekteyim. Ramazan
Kaplan Hoca, “Köy Enstitüleri” konusunda şunları
söylemektedir. Köy Enstitüleri bir kalkınma sevdasının
çocuğudur. Kırsalı, kendi şartları içinde geliştirmenin
yollarını arayan bir yapı, Tarım ve zanaatkârlık alanında
önemli elemanlar yetiştirir. Bunun yanı sıra oralara tayin
edilen sosyal bilimler hocalarının etkisiyle, üretim tüketim
ilişkilerine kafa yoran, köy gerçekliklerini yorumlayan ve
bu özellikleri ile köye müdahale etmeleri gerektiğine
inanan, kendilerini aydın gören insanlar yetiştirir.”, bu
bir Türkiye modeliydi. Yine ömer Boydak Beyefendi bu modelin
dersini aldı ve özellikle daha sonraki yıllarında da bu
programın uygulayıcısı oldular. Evet,“Köy ve Öğretmen Ömer
Boydak”, adlı eser hakkında konuşmalarını yapmak için Prof.
Dr. Melih Boydak Hoca’mızı kürsüye davet ediyorum.
Prof. Dr. MELİH BOYDAK
Sayın Rektör, bir önceki dönemin rektörü, Orman Bölge
Müdürü,Elâzığ Milli Eğitim Müdürlüğünün temsilcileri, İl
Kültür Müdürü, Belediye Kültür Müdürü, Türk Eğitimsen Şube
Başkanı, öğretmenler, akademisyenler,Manas Yayınevinin
yöneticileri, bu gecenin mimarı Sayın Şener Bulut, biraz
sonra bizleri müzik denizinde gezdirecek Elazığ Belediye
Konservatuarı Türk Müziği Korusu Şefi Üstat Naci Sönmez ve
müzisyenler,bestekâr üstat Doğan Sever, sivil toplum
örgütlerinin temsilcileri, basın temsilcileri ve bu geceyi
kaydeden Kanal 23 ve Kanal Fırat Televizyonunun mensupları,
güzide konuklar köylülerim, akrabalarım, hanımefendiler,
beyefendiler, hoş geldiniz. Hepinize saygılar sunuyorum.
Babamız Ömer Boydak için düzenlenen bu anma gecesi,aslında
sonsuzluğa uğurladığımız ve yaşayan bütün öğretmenlerimizin
gecesi.Sonsuzluğa uğurladığımız tüm öğretmenlerimizi
minnetle anıyor, yaşayan öğretmenlerimize saygı ve sevgiler
sunuyorum.Bu anma gününü tüm öğretmenlerimizle paylaşıyorum.
Aile adına bazı teşekkürlerim olacak.Bu anma günü için
Elâzığ Belediyesi Kültür ve Kongre Merkezini özgüleyen
Belediye Başkanı Sayın Şahin Şerifoğulları’na teşekkür
ediyorum.Programa katkıları olan Elazığ Belediyesi Kültür
Müdürlüğüne,Kavakpınar Köyü Muhtarlığına, Kavakpınar Köyü
Çevre Kültür ve Dayanışma Derneğine teşekkür ediyorum. “Köy
ve Öğretmen Ömer Boydak” anısına bu gecenin
gerçekleşmesinde,ayrıca “Köy ve Öğretmen” kitabının
basımında özveriyle gayret eden Manas Yayıncılık yönetimine
ve bu bağlamda, özellikle koordinatör Şener Bulut’a teşekkür
borçluyum.Kitaba basım aşamasındaki katkıları nedeniyleFadıl
Ülgen’e,Öğr. Gör. Recep Bağcı’ya,Dr.Öğr. Üyesi Tamar
Kavuran’a teşekkür ederim.Güzide müzik şöleni ile bizleri
müzik denizinde gezdirecek şef üstat Naci Sönmez’e ve Elazığ
Belediye Konservatuarı sanatçılarına teşekkür
borçluyum.Biraz sonra izleyeceğiniz “Anadolu Kadını”
şiirinin bestekârı üstat Doğan Sever’e saygılarımı
sunuyorum.Ayrıca bu gecenin sunucusu ve yöneticisi
edebiyatçı Bedrettin Keleştimur’a ve bu anma törenine
şiirleriyle, konuşmalarıyla katılan tüm
edebiyatçılara,öğretmenlere şükranlarımı sunuyorum.
Bu kitabın hazırlanması sürecinde Doğu Karadeniz Bölgesi,
Harput, Kuzova, Karakoçan ve Palu yörelerinde babamın
öğretmenlik yaptığı köyleri dolaştık.Babamın 90 yaşındaki
öğrencileriyle görüşmek imkânımız oldu.Daha önce 1984
yılında Doğu Karadeniz Bölgesi’nde Sidere-Derecik, Mardit-Muratlı
ve Sümle-Sümer’i dolaştım. Babamın 50-60 yaş arası
öğrencileriyle görüştüm. Babam hakkında duyduklarımız bize
gurur verdi. Bizi çok sıcak karşılayan yöre halkına da
saygılarımı sunuyorum.Gecemizi onurlandıran siz
konuklarımıza saygılarımı sunuyorum.
Bugün üç kardeş Baykal, Melih, Giray ve ailemiz, geniş
ailemiz ve köyümüz hazırlanan bu kitapla babamızın anılarını
toplumla paylaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Kardeşim Giray
babamın özgeçmişi ve ailemiz hakkında konuştu. Ben konuşmamı
kitap üzerine yoğunlaştırıp, babamın öğretmenlik, edebiyat
ve sanat dünyasından söz edeceğim.
Kitabın editörlüğünü Melih Boydak ve Gönül Boydak
üstlendi.Eşim Gönül, sessiz duruyor.Ancak kitaba çok
katkıları oldu.Babamı çok severdi ve onun bilgi dünyasını
takdir ederdi.“Köy ve Öğretmen” kitabı cumhuriyetin ilk
yıllarında Türkiye’nin aydınlanmasına kendilerini adamış
öğretmen ordusu içinden bir öğretmenin öyküsü.Aslında bu
kitap o dönemdeki öğretmen ordusunun hepsinin öyküsü.Anılar
öznel de olsalar, dönemin yaşam ortamını tanımlarken gerçeği
de aydınlatırlar.Anılarda özne öndedir. Ama bu durum
nesnelliği dışlamaz ve gerçeklik anıların özünü oluşturur.Bu
anı kitabı Cumhuriyetin yeni ve çağdaş insanını eğitimle
hazırlamanın öykülerinden oluşuyor.Tamamı yaşanmış
olaylar.Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte ülkede tüm
insanların yeni yaşam için hazırlanması amaçlanıyor.Bu
nedenle eski geleneksel ve seçkinci eğitimin yerine, yani
sadece kralların, zenginlerin, üst düzey yönetici
çocuklarının öğrenim görebildiği eğitimin yerine, batı
dünyasında uygulanmaya başlamış olan ve halkın yararlandığı
çağdaş bütüncül bir eğitimin toplumumuza uygulanmaya
başlandığı bir dönem.
Bu dönem büyük Atatürk’ün önderliğinde Anadolu
aydınlanmasının başladığı dönemdir.Nitekim öğretmen
okulları,millet mektepleri ve halkevleriyle başlayan
bütüncül halkçı eğitim ve öğretim, izleyen yıllarda ülkemize
özgü köy enstitülerinin kurulmasıyla taçlanmıştır.
Ömer boydak 1936 yılında Sivas Öğretmen Okulu’ndan mezun
oldu, aynı yıl 13 Ekim 1936 tarihinde köy öğretmenliğine
başladı.Köy enstitüleri daha sonra kuruldu.Ancak kendisi
Kars-Susuz-Cilavuz Köy Enstitüsü’nde dekısa bir dönem
öğretmenlik yaptı.Biraz evvel kardeşim Giray’ın ifade ittiği
gibi,beraberinde götürdüğü ve ilkokulu bitiren Nurettin
amcamız Akçadağ Köy Enstitüsü’nden mezun oldu.Aynı zamanda
dayım Gafur Tanyol ve eşi Saniye Tanyol Akçadağ Köy
Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptılar.Anadolu’nun
aydınlanmasına, diğer öğretmenlerimiz gibi, katkı yaptılar.
Babamız 1936 yılında başlayan öğretmenlik yaşamında günlük
notlar tutmuştu. 1950’li yılların başında, yani köy
öğretmenliğinin ve başöğretmenliğin bittiği ve Elazığ’da
Murat İlkokulu’na başladığı yıllarda, bu notları daktiloyla
yazmaya başladı.Notları bizlere okurdu. Anıların hemen
tamamına yakın bölümünü annemiz Zekiye Hanımla birlikte
yaşamışlardı.Babamız anılarını okurken duygulanır, geçmişi
yaşar, annemizle paylaşırdı.Notların yazımı 1954 yılında
tamamlandı.Bu yıllar biz üç kardeşin ilkokul ve ortaokul
dönemleri…
Anılar, babamızın 36 yıllık (1936-1971) öğretmenlik
yaşamının1936-1949 yılları arasında köy öğretmenliği ve
gezici başöğretmenlik yaptığı 14 yıllık bir kesitini
kapsıyor.O yıllar köylerin çoğunda yol yok, otobüs yok, okul
yok, öğretmen için ev yok, köylü fakir.Kız çocukların okula
kaydedilmesi, okumalarının sağlanması öğretmen ordusunun
gayretleriyle olabiliyor ve köylüler tarafından yeni yeni
benimsenebiliyor.
Yukarda açıkladığım gibi bu koşullarda öğretmen okullarından
ve köy enstitülerinden mezun kadın erkek öğretmen
ordusu,Anadolu’nun aydınlanması için kendilerini
adamışlardı.Tek idealleri vardı; kız erkek tüm köy, kasaba
ve şehir çocuklarının okuması, millet mektepleriyle genç ve
yaşlıların okuma kapsamına alınmaları, bilgi sahibi
olmaları, dünyayı tanımaları, laik ve demokratik cumhuriyeti
yaşatmaları, geliştirmeleri, kısacası Anadolu’nun
aydınlanmasıydı. Ömer Boydak da Anadolu’yu aydınlatma kutsal
görevini üstlenmiş on binlerce eli öpülesi öğretmenden
birisiydi.
Ömer boydak sürekli okuyordu. Başta edebi eserler olmak
üzere, şiir, folklor, tarih ve dini eserler başlıca okuma
alanlarıydı.Mevcut din kitaplarını karşılaştırarak okurdu.Bu
okuma arzusu onu Milli Eğitim Bakanlığı’nın Ankara’da
yapılan çocuk kütüphaneleri kursuna yöneltti. Bunu Elazığ’da
ilk Çocuk Kütüphanesini kurmak izledi ve Kütüphanenin
müdürlüğünü yaptı. Daha sonra Antalya’da Karaoğlan-Tekelioğlu
Kütüphanesi’nin müdürlüğünü yaptı.
Ömer Boydak öğretmenliği yanında yazar ve şairdi.Güzel resim
çizerdi. Yazı ve şiirlerinin bir kısmı Elazığ’ın Hürses ve
Turan gazetelerinde ve İstanbul’da Kürsübaşı dergisinde
yayınlandı. Cilavuz Köy Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptığı
kısa dönemde kendisine diğer dersler yanında resim dersi
öğretmenliği de verildi.
“Edebiyatın Temel Bilgileri” adlı kapsamlı bir kitap
çalışması daha var. Zaman Elverirse onu da toplumla
paylaşmayı düşünüyorum.
Babamız idealist, disiplinli, ilkeli ve mücadeleci bir
öğretmendi. İnandığı konuların takipçisiydi. Kendisini
öğrencilerine ve topluma adadı. Halk adamıydı. İnsanları,
doğayı ve yürümeyi çok severdi. Köylüye ve halka karşı alçak
gönüllüydü. Mazlumun ve yoksulun yanındaydı. İlkokuldan
sonra köyümüzdeki ve öğretmenlik yaptığı köylerdeki
çocukların, özellikle yoksul çocukların, öğrenimlerine devam
edip meslek edinebilmeleri için her türlü maddi ve manevi
çabayı harcadı.
Ömer Boydak akıcı bir Türkçeye sahipti.Zengin bir farsça ve
Arapça kelime hazinesi vardı.Kendisini hemen her akşam
açılıp kapanan bir ceviz masasında, ertesi günün planlarını
yaparken, kitap okurken, makale ve şiirleri üzerinde
çalışırken hatırlarız.
Kitaptaki anılar yaklaşık 80-85 yıl öncesini kapsıyor.Bu
durum günümüzle o dönemi kıyaslanma bakımından da büyük bir
önem taşımaktadır.Kitap dört bölümden oluşuyor:Birinci
bölümde babamın öğretmenlik anıları yer almaktadır.İkinci
bölümde şiirleri, üçüncü bölümde çizdiği resimler, dördüncü
bölümde de özgeçmişiyle birlikte ailemizden köyümüzden
fotoğraflar yer alıyor.Anılar bölümünde, o dönemde
öğretmenin ve köylünün yaşadığı tüm güçlükleri okuyabilir ve
yaşayabilirsiniz.Kız çocuklarının kaydı,okul bulunmayan
köylere okulların yapılması, öğretmenlerin ev bulma
güçlüğü,saatlerce yürüyerek köylerine varabilmeleri gibi,
tüm o dönem öğretmenlerinin özveriyle çektikleri sıkıntıları
bulabilirsiniz.
Gene kitapta, öğretmenlik yaptığı köylerin örneğin;Doğu
Karadeniz köylerinin halk bilimi; kız kaçırmalar,
destanlar,aşıkların atışmaları, düğün, doğum gelenekleri,
maniler kadınların çalışmaları,Karakoçan-Zalhıdır köyünde
yaylalara çıkışlar, Harput köylerinde Kuzova ve Uluova
köylerinde kılık kıyafet zengin ve akıcı bir dille kitapta
anlatılmış.
Ömer Boydak anılarının girişinde şöyle diyor.Bazı
paragrafları aynen okuyacağım:
“Bu kitap meslek notlarımın bir kısmıdır.Meslek uğraşılarımı
ve anılarımı kapsar.Geçmişe bir seyahat ve geçmişte görülmüş
güzel bir rüya gibidir.Bu notlar geleceği aydınlatmak için
tutulan her ışığa katılmak isteyen bir kıvılcımdır”.
“Bu kitap halk ve öğretmenle konuşur. Kitaptaki olaylar
gerçektir. Gerçek olmayan yoktur. Ancak anlatım dilinde her
olay ve aksiyona birer gömlek giydirme vardır.Bu da zevkle
okunsun diye yapıldı.‘Ders şöyle verilir’ demiyorum.Çünkü
önce dersi öyle verecek ruh lazımdır. Ben talimgâhta
değilim.Mevzideyim.Olanı söylüyorum.”
“Bu kitaptaki sahnelerden hikâyeleştirdiklerim var.Bu
hikâyeler gerçek.Bu notları okuyan her öğretmen
övünecektir.Çünkü on binlerce öğretmen benim gibi
imkânsızlıklar içinde çalışıyor ve başarıyor”.
Kitapta öğretmenle ilgili aşağıda açıklayacağım bazı
tanımlar yapmış. Edebiyatçılar ve güzel sanatlarla uğraşan
sanatçıların görevlerini veciz ifadelerle tanımlamış.
Örneğin şair ve yazarlar için şöyle diyor:
“Şair ve yazar birkaç mısra ve birkaç cümleyle koca bir
hayatı canlandırabilir.Şaheserler yaratarak insanların
bilinçlerini kalplerine yansıtır.İnsan okudukça kendisini
evrenin ötesinde sanır. Diğer güzel sanatlar gibi mısralarda
zafer ezgileri, aşklar, bahar kokuları, kısacası hayatın
çeşitli renkleri vardır.”Öğretmen içinse şu ifadeler yer
alıyor:
“Öğretmen de taşı, mermeri, tuncu değil bilinçleri
işler.Ruhları boyar.Alışkanlıklar, yüce duygular
yaratır.Zekâyı adeta biler.Manayla dolu gezer ve saraylar
kurar.Mücadele daima mücadele…İrtica-gericilikle mücadele,
kara cahili aydınlatıncaya kadar mücadele.Böyle bir
mücadelenin oluşturduğu manevi haz,öğretmeni huzur içinde
yaşatmaya yeterlidir. Esasen öğretmenlik sanatının manası,
topluma, vatana hizmet ile ifade edilebilir.”
Kitabın son bölümünden bazı paragrafları okumak istiyorum:
“Dünyanın en bahtiyar insanları okuma zevkinin sırrına ermiş
olanlardır.İlkokulun asıl amacı bilgi vermekten çok okuma
zevkini aşılamaktır”.
“Büyük ışık kaynakları daha büyük alanları aydınlatır.Eski
zamanın çırası değil, modern ışık kaynağı olalım.Karanlıkta
yürüyen yolcu, yolunu sık sık kaybedeceğinden amacına
varmaktan uzak kalır.Işıksız ve ıssız hayat olmayacağını
biliyoruz”.
“Kutupların buzu değil, bizim âlemin güneşi
olalım.Etrafımıza hayat ve ışık saçalım.Bunu da okumak ve
öğrenmekle sağlayabiliriz”.
“Başöğretmen Atatürk ve ilkeleri daima bize yol
göstericidir.Ulu Önder’in aydınlığı ulusumuzu aydınlığa
çıkaracaktır”.
Babamızın bu aydınlatma yolculuğunda, hayat arkadaşı annemiz
Zekiye Hanım, onaen büyük desteği vermiş, sevinç ve
acılarını paylaşmıştır.Babamın Elazığ’da köy öğretmenliği ve
gezici başöğretmenlik yıllarında Baykalağabeyim ben ve Giray
10 yaşın altındayız. Babamızın Harput’tan, Palu’dan köyümüze
gelişleri on beş günde, bazen ayda bir olurdu.Üç çocuğun
bütün sorumluluğu annemin üzerindeydi.Yani bizim
yetişmemizde annemizin katkısı da çok büyüktür.Sonsuzluğa
uğurladığımız annemiz ve babamızın gömütleri, çok sevdikleri
Elazığ-Akmezra (Kavakpınar) köyündedir.
Babamın çizmiş olduğu resimleri kitapta yer alan örneklerden
izleyebilirsiniz. Şimdi şiir dünyası konusunda açıklamalar
yapacağım. Bu bölüme babamın 1996 yılında bana teslim ettiği
şiir defterlerinden birisinin başlangıcındaki iki sayfasında
bana yazdığı ve kendi şiir dünyasını tanımladığı bir
mektupla başlayacağım.Şiir defterleri kendi el yazısı ile
yazılıydı. Daha sonra şiirlerinden bazı örnekler vereceğim.
“Oğlum Melih,
Yazdığım şiirler dağınıktı Üç dört yıldan beri bir araya
getirmeye çalıştım.Belki diğer yazılar ve kitaplar arasında
birkaç tane daha şiir vardır.Araştıracağım.Buraya 30 kadar
yazdım.Bunların 20 kadarı yayınlanacak olgunluğa
ulaştı.Diğer defterde 25 kadar şiir var.Bunların bir kısmı
tamamlanmamıştır.Bir kısmı da beğenmediklerimdir.Düzeltmeye
muhtaçtırlar.Birkaçı uzundur ama çoğu kısadır.Birkaç kıta
ile yirmi kıta (dörtlük) arasındadır.
Gönderdiklerimin içinde bazı Arapça ve Farsça kelimeler,
terkipler var.Sanırım anlamakta güçlük çekmezsiniz.Şiir
sayısı azdır.Birer tasvir ve hatıradırlar.Bunun için onları
seviyorum.Sizi yadırgayacaklar vardır.Hoşgörün.Ben Divan
Edebiyatı ve Tekke Şiiri ile Halk Şiiri ruhunu
taşıyorum.Onlara yaklaşmaya çalıştım.Yeni şiire dönmek bizim
nesil için zor.Bu yeni şiirin çığırını açan Orhan Veli Kanık
ve arkadaşlarıdır. Kanık’ın ve takipçilerinin kitaplarından
bende var. Orhan Veli ve bu akımı benimseyen birçok şairin
şiirlerinin birçoğunu beğeniyorum.Senin yazdığın şiirlerin
birçoğu da beni sardı.
Benim yazdıklarım birer tasvirdir, ama yine de öyle yabana
atılmazlar. Harput konusunda birçok şiir daha yazmak ve
Harput’a ait şiirlerden bir kitap hazırlamak istiyorum ama
zaman olursa.Nesir yazılar çok.Sıraya koyup bir gömlek
giydirmek gerek.Ömür vefa ederse yazacaklarım
çok.Gözlerinden öperim.”Ömer Boydak
Babamın bana yazdığı, şiir defteri içerisindeki bu mektupta,
kendisi şiir dünyasını da tanıtmış:Kendisinin divan
edebiyatı, tekke şiiri ve halk şiiri ruhunu taşıdığını ifade
ediyor.Ancak yeni şiirin de takipçisi.Orhan Veli Kanık ve
arkadaşlarının ve bu akımı benimseyenlerin şiirlerini
beğendiğini, kütüphanesinde Orhan Veli’den ve diğer yeni
akım şairlerinden de kitapların olduğunu açıklıyor.Babamın
Harput’la ilgili dokuz şiiri var.Hepsi ölçülü, kafiyeli ve
10-20 kıtadan oluşuyor. Harput’la ilgili şiirleri ve diğer
birçok şiiriduygu yüklü… Harput şiirlerinde, yaşadığı
yıllarda gözlemlediği Harput’unterk edilmişliği içli
deyişlerle duygusal bir dille anlatılıyor.
Şiirlerinde “Boydak” soyadı yanında, bazen aile lakabımız
olan “Hakverdi” mahlasını kullanmıştır.
Size Harput temalı 4 şiirlerinden birkaç kıta ile örnekler
vereceğim. Şiirler belirttiğim gibi 10-20 kıta (dörtlük).
HARPUT
Yine bir dem aldı seni öveyim,
Tarihin kalkanı kılıcı Harput!
Sana zaman kıydı kime ne deyim,
Hey hey diyen erler meydana Harput!
Hani nerde dolan boşalan hanlar,
Hani konan göçen eski kervanlar,
Bir daha döner mi ah o zamanlar?
Halin harap eder duyanı Harput.
Ömer Boydak der ki Harput virandır,
Elazığ var ondan arta kalandır,
Çalışmazsak yarın o da yalandır,
Bizlere devretmiş devrini Harput.
Harput kalesi şiirinden de dört kıta okuyayım, sizlere.
Harput Kalesi’nin o yıllardaki harap durumu, içten etkilemiş
Ömer Boydak’ı.
HARPUT KALESİ
Devirler saklıyor taş bedeninde,
Kayadan örülmüş Harput Kalesi,
Sana beden veren insan elinde,
Ata haşmeti var Harput Kalesi.
Her gün bir başka taş söküyor zaman,
Böyle parça parça örmek ne yaman!
Sana bir duacı koymamış rahman,
Devasız derdim var Harput kalesi.
Urartu’lar dar zamana yaptılar,
Nice şahlar konup konup kalktılar,
Burçlarında Selçuk,Osman yattılar,
En son bizim oldun Harput kalesi.
HAKVERDİ dolaşma kale boyunda,
Can cengi var bu kalenin soyunda,
Düşer kalırsın zindanının koyunda,
İmdat sesin dinlemez Harput Kalesi.
Kurşunlu Camisi’nin bahçesindeki yaşlı çınarla konuşuyor ve
derdini dile getiriyor.
Şiirden beş dörtlüğü okuyacağım.
HARPUT’UN YAŞLI ÇINARI
Yılların ömrünü elinden almış,
Göklere hevesle dalbudak salmış,
Harput’tan bugüne yadigâr kalmış,
Değmeyin teline yaralı çınar.
Gövdesi heybetli ama derdi çok,
Yıkılan bağrına saplanmış bir ok,
Kapısını çalan halin soran yok,
Biri çalar diye bekliyor çınar.
Kurşunlu Cami’si çok içli harap,
Çevrende Harput’un bir avuç türap,
Bu çerağı neden söndürdün ya Rab?
Peglerde bir ışık arıyor çınar.
Dalları altında bir pınarı var,
Başına ne gelin gelir ne kızlar,
Bir imamı beş uyanı abdest alırlar,
Gölgesine alır dertleşir çınar.
Babamın Harput’la ilgili 6 şiiri daha var.
Bunlar: “Harput’un Buzluk bağları, Harput’un Ulu Camii,
Harput’un Kayabaşı, Harput Bağlarının Bülbülleri, Harput’un
Seher Yeli, Yel Boğazı” başlıklı şiirlerdir. Bunlar ve diğer
şiirleri kitapta yer alıyor.
Değerli konuklar, İstanbul’da üniversite öğrenimimin ikinci
yılına başlamadan hemen önce, rahmetli üstatFikret Memişoğlu
Dünya Sosyologlar Birliği adına düzenlenen bir gece için
İstanbul’a bir Elazığ halkoyunları ekibi getirmişti.Ekipte
bir eleman eksikti. Beni buldular. Elazığ halk oyunlarını
İstanbul’da sahnede ilk kez oynadım.Daha sonra İshak
Sunguroğlu üstadımızla devam ettim. İstanbul’daki
İstanbul-Elazığ Kültür Vakfı’nın kuruluşunda kurucu üye
olarak görev aldım.Vakıf ve derneklerin yönetiminde her
kademede, sürekli çalıştım. Tüm dünya insanlarına ve
kültürlerine saygılı hümanist bir yapım var. Ancak benliğime
işleyen Elazığ kültürünü yaşatmak için de yaşam boyu zevkle
çaba harcadım. İçinde yoğrulduğum özgün kültürümüz ve
folklorumuz içimde bir tutku. İstanbul’dan Elâzığ’a özlemim
her geçen gün artıyor. Her yıl Elazığ’ı ve köyümü ziyaret
ederek huzur buluyorum.
İstanbul’dan Elazığ’a ve Harput’a duyduğum bu özlemi bir
şiirimle paylaşmak istiyorum. Bir gün Bebek sırtlarından
Aşiyan’ı seyrediyor,Boğazı izliyordum. Dünyanın en güzel
yerinde, İstanbul’da ve Boğaz’daki bu görkemli manzarada
yine Elazığ’ı, düşündüm.Bebek sırtlarında içimden dökülen
dizeleri sizinle paylaşıyorum.
İSTANBUL’DAN ELAZIĞ’A ÖZLEM
Bebek sırtlarından Harput’u seyre daldım,
Kucakladım;
Gözü tok,
Gönlü geniş,
Özü bilge gardaşları,
Özlem dolu şiirler yazdım,
Bilmem Sunguroğlu, Memişoğlu, Hacı Hayri, Duydu mu?
Beyoğlu’nda bir maya tutturdum,
Hızmeker ağzı…
Besteler Elazığ’ı kıskanmış,
Harput Bağlarında yankılanmış ezgiler,
Bilmem Kore Mamo, Hafız Osman, Paşa, Enver Duydu mu?
Halay için sıralandık yedi tepede,
Buzbağ içtik doyasıya Boğaz’dan,
Aşiyan’dakutsallaştı Mevlüt’ün gırnatası
Ve davulu Hıdır’ın,
Bilmem Coro Yaşar, Zaza Mehenk, Eski Mısto Duydu mu?
Vapurlar geçer Boğaz’dan,
Paytonları gibi İstasyon Caddesi’nin,
Erguvanlar payam rengi çiçek açmış,
Kuzova nevruzları gönlümde
Ve yalıları Beşgardaş’a benzer İstanbul’un.
Rintler otağ kurmuş Küçüksu’da,
Hüseyni Faslı cümbüşünde Sekü’nün,
Kürsübaşı’ndaSekratlı Ali Beğ,
Çarsancaklı Bedri Beğ,
Tasalılar,
Boydaklar, Yüzbaşıgiller,
Itriler,
Dede Efendiler…
Ve Elezber olmuş Demirci Sıtkı,
Ezgilerinde Şükrü Dayı’nın.
Boydak dolaşıyorum zuvahlarını kentin,
Çevremi Divan, Müstezat, Şirvan sarar,
Tüm İstanbul meyhanelerinde Elazığ Peşrevi bugün,
Alır beni Harput’a götürür.
Değerli Konuklar “Köy ve Öğretmen” kitabıyla babamızın
Cumhuriyetin ilk yıllarını kapsayan aydınlanma dönemindeki
öğretmenlik anılarını, şiirlerini ve resimlerini toplumla
paylaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Hepinize saygılar
sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Fırat Üniversitesi rektörü Kutbettin Demirbağ tarafından
Prof. Dr. Melih Boydak ve Gönül Boydak’a çiçek takdimi
yapılacak. Sayın rektörümüzü sahneye davet ediyoruz.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Evet, şimdi de Prof. Dr. Melih Boydak tarafından Fırat
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan yardımcısı Dr. Öğr.
Üyesi Tamer Kavuran, Öğr. Gör. Recep Bağcı, Elazığ
Belediyesi Kültür Müdürü Ahmet Özden Özen, Muhammet Şener
bulut ve şahsıma çiçek takdimi yapılacaktır.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Evet, programımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Elâzığ
Belediye Konservatuarı Türk Müziği Korosu şefi Naci Sönmez
“Anadolu Kadını” isimli eseri bizlere icra edecekler… Şiirin
güftesi Prof. Dr. Melih Boydak’a ait Bu güzel şiiri
besteleyerek Türk müziği arşivine kazandıran Doğan Sever… Bu
eserler nesilden nesile yaşayacak. Elazığ Musiki
Cemiyeti’nin kuruluşunda, kültür ve Turizm Bakanlığı Elazığ
Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun kurulmasında ve Elazığ
Belediye Konservatuarı’nın kurulmasında çok büyük hizmetleri
olan kıymetli sanatçımız Naci Sönmez Beyefendi’yi
alkışlarınızla sahneye davet ediyorum.
NACİ SÖNMEZ
Protokolümüzün sayın üyeleri, Sayın Prof. Dr. Melih Boydak
ve muhterem eşleri, kıymetli misafirlerimiz,
Bu güzel geceye hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz. Merhum
öğretmen Ömer Boydak’ı rahmetle anarak konuşmama başlamak
istiyorum. Elazığ Belediye Konservatuarı olarak
huzurlarınızda olmaktan çok mutluyuz ve gururluyuz. Bu sanat
kurumunu ilimize kazandıran bütün yöneticilere, emeği geçen
herkese özellikle gönüllü hizmet veren bütün sanatçı
arkadaşlarımıza şükranlarımızı sunuyoruz.
İcra edeceğimiz “Anadolu Kadını” adlı şiiri Sayın Melih
Boydak yazdı. Sayın Doğan Sever besteledi. Melih Boydak ve
Doğan Sever’e de içten teşekkürler efendim. Değerli
misafirler şimdi sıra geldi gecemizin şarkısına; ama önce bu
güzel şiirin sahibi Prof. Dr. Melih Boydak’ı ve yine
bestekârımız Doğan Sever’i birlikte sahneye davet etmek
istiyorum.
Prof. Dr. MELİH BOYDAK
Değerli konuklar tümceler içimden döküldü. Doğan Sever Bey
besteleyerek dizelere hayat verdi. Şef Naci Sönmez Bey
yönetimindeki Belediye Konservatuarı koromuz besteyi icra
ederek onu gönüllere yazdı. Anadolu Kadını şiirinin yazım
süreci 10yıl sürdü. Anadolu Kadını’nın çilesini dağlarla
konuşturdum. Okoşullardaki sabrını, görkemini ve toplumu
aydınlatma gücünü dizelere yansıtmaya çalıştım. Şimdi
sizlerle paylaşayım.
ANADOLU KADINI
Ağrı Dağı’ndan sesleniyorum;
Dağlar!
Yücelerden,
Hey dağlar!
Yanıt verin sesime,
Başı dumanlı dağlar,
Duman benim başımda.
Ben Anadolu kadını;
Görkemliyim,
Dertliyim…
Pir Sultan kadar yürekli,
Veysel kadar içliyim.
Gözyaşlarım kilimlerde desen,
Sevinçlerim renk,
İçim ağıtlarıma yansır, gönlüm dizelere.
Dalga dalga doruklarda yankılanır sesim,
Duyan kim?
Ses veren kim?
Yine derdim size açam, dost Eren Dağlar..
Daha dokuz yaşımda,
Omuzlarımda bacım,
Omuzlarımda dünya,
Çobanım Yüksekova’da.
Ayaz iliklerime işler,
Bir ömür Kuzova’da.
Çukurova uzar gider,
Bitmez çapalamakla.
Güneş beynimde yanar,
Yüreğimde yar,
Buna kader diyemem, oy Kara Dağlar.
Yüreğimde yara,
Yüreğimde yar.
Süphan Dağı’na yalvardım,
Âşıklar Dağı’na seslendim,
Zalım felek,
Tez gele…
On üçümde verdiler,
En çok başlık verene…
On dördümde kucağımda çağam ağlar,
Daha ben çocuktum, oy Koca Dağlar.
Kuma üstüne kuma,
Kocamı paylaştım suskunluğumda,
Yürek bu nasıl dayana;
İçimi ağu sarar,
İçinde fırtınalar,
Kimden yardım dileyim, Medetsiz Dağlar?
Dünyam yayla, dam, bahçe…
Çile Dağları’nda ağıt yakarım,
Gönlüm dünyadan geniş,
Tüm doruklar çiçek açar içimde.
Kalem bilmem ki yazam,
Taşan içimi dökem,
Akdağ’larda yas tutarım halime,
Öğrenmek haram mı, oy Gavur Dağlar?
Güneş tunç alnımda söner,
Yüz hatlarımda diner acılar.
Yine de iyimserim,
Yine de gülümserim,
Ilgaz’da türkü söylerim,
Munzur’da halay çekerim,
Gül saçarım Güleç Dağ’da,
Yıldız Dağı’ndan parlarım,
Işık Dağı’nda doğarım,
Umudum sizdedir, Okumuş Dağlar.
Ben Anadolu kadını;
Ak ederim karanlığı.
Görkemliyim,
Güçlüyüm…
Yunus kadar aşk dolu,
Pir Sultan kadar yürekli,
Veysel kadar içliyim.
DOĞAN SEVER
Değerli konuklar,
30 Eylül 2017tarihinde kıymetli hemşerimiz Prof. Dr. Melih
Boydak, Manas Şiir Günleri’nin konuğu olmuştu. O toplantıda
Melih Boydak’ın yazmış olduğu şiir kitaplarının da tanıtımı
yapılmıştı. Bir Dünya Özlüyorum ve Anadolu Kadını adlı bu
iki şiir kitabı toplantıdan sonra imzalanarak bana da
verilmişti. Melih Bey, gençlik yıllarında Elazığ’ımızın
halkoyunlarını çok mükemmel oynardı. Bu bakımdan Elazığ’ın
kültür ve sanat hayatında oldukça aktif bir hemşerimizdi.
Kendilerinin bilim adamı olarak da çok başarılı çalışmalar
içerisinde yer aldığını ve Türk bilim hayatına önemli
hizmetlerde bulunduğunu biliyoruz. Ancak ben Melih
Hoca’mızın şairlik yönünü pek bilmiyordum ve Manas’ta
düzenlenen o toplantıdan sonra öğrenmiştim. Şiirlerini
okudukça çok sevmiştim. Bilhassa Anadolu Kadını adlı şiiri
beni oldukça etkilemişti. Anadolu kadınının çileli hayatını
anlatan bu güzel şiiri mutlaka bestelemeliydim. Serbest
vezinli ve oldukça uzun olan bu şiiri defalarca okuduğumu
hatırlıyorum. Şiirin her bölümünde Anadolu kadınının yaşamış
olduğu zorluklar anlatılmaktaydı. Şiirin bütünlüğünü
bozmadan olduğu gibi bestelemek istiyordum ancak bu haliyle
şarkı formunda bestelenmesi de biraz zor görünüyordu. Ve
günler sonra nihayet bu şiiri tek sesli senfoni olarak
besteleyemez miyim düşüncesiyle çalışmalarıma başladım ve
Muhayyer makamında bestelemeye karar verdim. Eser içerisinde
zaman zaman Hüseyni ve Uşşak makamlarını da işledim. Ve yine
şiirin anlamına göre ritimli ve serbest okunuşlara da yer
verdim.Yaklaşık altı haftalık yoğun bir uğraşıdan sonra
tamamlamış oldum.Anadolu Kadını adlı bu bestem bu akşam ilk
defa Elazığ Belediye Konservatuarı Türk Müziği Korosu
tarafından okunacak. Naci Bey ve sanatçı arkadaşlarım çok
emek verdiler. Hepinizin beğeneceğinizi umuyorum.
NACİ SÖNMEZ
Eseri icra edecek koromuzu takdim etmek istiyorum. Saz
sanatçılarımız:
Keman Ferahnaz Yalçın,
Ud Baha Akduman,
Tanbur Mustafa Ünlü,
Kanun Harun Yıldırım.
Ses Sanatçıları: Elif Buse Engin, Ferda Alevsaçan, Gülendam
Nacar, Hediye Tursun, Kübra Kıvanç, Merve Çoban, Merve Özen,
Özgen Özmen, Sema Özün ve Yudum İltiger ile
huzurlarınızdayız.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Evet, Elazığ Belediye Konservatuarı Türk Müziği Korosu şefi
Naci Sönmez Bey bir büyük başarıya daha imza attılar.
Değerli sanatçılarımıza çok teşekkür ediyoruz. Efendim,
Elazığ Devlet Klasik Türk Müziği Koro Şefi Sayın Kenan
Çimtay’ı Naci Sönmez ve Doğan Sever’e katılım belgelerini
vermek üzere sahneye davet ediyoruz.
Şimdi de Prof. Dr. Melih Boydak sanatçılarımıza çiçek takdim
edeceklerdir.
Elazığ Belediye Konservatuarı Türk Müziği Korosu’nun
kıymetli sanatçılarını alkışlarınızla sahneden uğurluyoruz.
Programımızın bu bölümde hatıralarda Ömer Boydak’ı
konuşacağız. Eğitimci, şair, yazar, gazeteci ve aynı zamanda
bir vakanüvis olan Ömer Boydak’ın hayat hikâyesinde; Her
birimiz için alacağımız hisseler var, bizim hayatımızdan da
benzer, ‘izler görebiliyoruz’
Bizlerin genelde toplum olarak en büyük eksiğimiz, ‘kalem
sürekli olarak elimizde değil… Bir Ömer Boydak gibi geleceğe
ışık tutacak notlar almıyoruz… O sebepledir ki, “düne karşı
unutkanız…” Evet, Hatıraların ışığında öğretmen Ömer
Boydak’ı anlatmak özere Baykal Boydak’ı kürsüye davet
ediyorum.
BAYKAL BOYDAK
Efendim hayırlı akşamlar.
Kardeşlerim babam hakkında gerekli bilgileri verdiler.Bu
bakımdan ben sözü fazla uzatmayacağım.
Babamın bir esprisi vardı.“Meşe odunu ”ifadesini
kullanırdı.Bu ifadeyi genelde ders çalışmayan, yaramazlık
yapan öğrenciler için kullanırdı. Kardeşler arsında bu sözü
en çok ben işitirdim.Üç kardeşin en büyüğüyüm. Ancak
üniversiteden en sonra, yani kardeşlerimden sonra mezun
olan,hayata geç atılan da benim. Dolayısıyla ben bu sözü hak
ediyordum.Ancak Meşe odunu sözünü çok işitmeme rağmen,
Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü’nü
bitirerek Tarih öğretmeni oldum.Lise Müdür Yardımcılığı ve
Vekil Müdürlük görevleriyle de idarecilik yaptım. İtiraf
edeyim o söz benim için teşvik edici bir etken ve tatlı bir
anı olarak kaldı.
Söz almışken kısaca babamın bazı özelliklerinden söz edeyim.
Babam ailenin ilk okumuş kişisidir.Herkese karşı alçak
gönüllüydü. Kapısına geleni boş çevirmez elindekini
paylaşırdı. Kendisinde gurur ve kibir yoktu.Gururlu ve
kibirli insanlara mesafeli durur, yalancıları sevmezdi.
Doğrudan ayrılmaz, hak yemez, yanlışlıklarla mücadele
ederdi. Sorumlu bir öğretmendi ve öğrencilerini korurdu.
Koruduğu kişilerle ilgili anılarını burada anlatmak biraz
uzun sürer.Okumayı ve yazmayı çok severdi. Çocukları okumaya
teşvik eder ve izlerdi.“Meşe odunu” onun en meşhur uyarı
sözcüğüydü. Kendisini ve sonsuzluğa uğurladığımız
öğretmenlerimizi minnetve şükranla anıyorum. Allah hepsine
rahmet eylesin.Geceye katılarak bizleri mutlu ettiniz.
Hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Evet, sevgili misafirler, bizim edebiyat tarihimizde; köyden
bahseden romanlarımızı bir daha incelenmeye araştırmaya
değer görüyoruz… Ömer Boydak bizlere bu konuda da fırsat
verdiler…Biliyorum, Elazığ’ın yetiştirdiği çok nezih
öğretmen simalarımız var. Bunlar, hafızalarda yaşamakta…
Sevgili Babam, ‘ayaklı kütüphane’ olarak da
nitelendirdikleri; O eli öpülesi bilgelerden, onların
hatıralarından sıklıkla söz ederlerdi. Rahmetli Dedem, Fahri
Bey ve Kardeşleri Mahir Bey öğretmendi.Türk romanını köye
hazırlayan örnekler arasında; Karabibik, Sergüzeşt ve
Serveti Fünun dergisinde yayınlanan Köyde İki Gece hatıratı…
“Turfanda mı Yoksa Turfa mı romanı 1910’lara kadar gidiyor.
Küçük Paşa, yine 1919’da yazılan Memleket Hikâyeleri,
1922’lerde Çalıkuşu, Yaban, ve Aka Gündüz’ün Kurbağacık,
Türkmen Kızı,
Mahmut Makal’ın Bizim Köy, 1950’lerde Kemal Tahir’in Sağır
Dere, Yaşar Kemal’in “İnce Memet ve Teneke, Elazığ’dan;
Sıdıka Avar’ın Dağ Çiçekleri okunmaya değer eserleri…
FeridettinAtatuğ’un Manas Yayınları arasında yayınlanan
Tahtasız Hoca gerçekten nefis bir eser…1933-1952 yıllarında
bir büyük meşaleyi yakan muallim ve mütefekkir Elmas
Yıldırım. İnsanı ve asrı derinden etkilemişlerdir. Hürriyet
ve vatan sevdasını iliklerimizi sarsarcasına işlemişlerdir.
Ben her birini rahmetle, minnetle ve şükranla anıyorum. Ve
şimdi de konuşmalarını yapmak üzere Dr. M. Naci Onur’u
kürsüye davet ediyorum.
Dr. M. NACİ ONUR
Bürokrasinin değerli insanları, akademisyen arkadaşlarım,
çok değerli öğretmen arkadaşlar ve merhum hocamızın üç
evladı buraya teşrif etmişler, beyefendiler hanımefendiler
hakikaten bugün burada çok değerli bir hocamızı anmaktayız.
Kendisi Akmezra’dan.Akmezra’ya mensup olan insanların hemen
hemen hepsini olmasa da yarıya yakınını tanıyorum. Beraber
birlikteliğimiz oldu. Sohbetlere iştirak ettik, çoğuyla
beraber çalıştık. Bürokraside çalıştık. O bakımdan
kendileriyle hakikaten birlikte olduk, o bakımdan tanıyorum.
Akmezralılarda münevver insanlar, okumuş yazmış olan
insanlar çoktur, biraz evvel Bedrettin Bey bir benzetme
yaptı, bu benzetmeye ben bir ilave daha yapmak istiyorum.
Kendisi dedi ki Ağın ve Akmezra muallim yeridir dedi, ben
şunu ilave etmek istiyorum. Ağın ve Akmezra’dan çok değerli,
her alanda yetişmiş insanlar, münevver insanlar yetişmiştir.
O bakımdan Hoca’mız, bizlere son derece faydalı olmuştur,
hakikaten şunu söylemek istiyorum ki bizi okuttuğu zaman
ben, o vakit Murat İlkokulunda birinci sınıfa kaydolmuştum.
Sene 1951-1952 öğretim yılı, bu yılda ilkokul birinci sınıfa
kaydolduğum zaman, benim hocam merhum Ömer Boydak idi. İşte
aynen şu fotoğrafta olduğu gibi, o resimdeki gibi gençti.
Yani genç dediğim herhalde biraz daha kâmil yaştaydı o
yıllarda. Çünkü 1918 doğum tarihi olduğuna göre 1951’e
gelinceye kadar epeyce bir yaş edinmiş olması lazım.
Efendim, o zaman Murat İlkokulu’yla Cumhuriyet İlkokulu
bugünkü yerinde tedrisat görüyordu. Ve ikili öğretim
yapıyorlardı, öğleden evvel Cumhuriyet İlkokulu öğlenden
sonra da Murat İlkokulu öğretim yapıyordu. Yani sıklet, son
derece yoğun bir öğrenci kitlesi var. Orada okurken
Hoca’mızı ben şöyle tarif edeyim, son derece zeki o
gözlerinden yansıyan ışıltılar bize şiddetli bir fikir
alışverişini izhar ederdi, dolayısıyla efendim, kendisine
mahsus bazı kuralları ve kaideleri vardı, mesela son derece
okumayı seven, bu okuduklarını hazmeden, daha sonra da
bunları bizlere aktaran bir kişiliğe sahipti. Takım
elbiseyle okula gelirdi,kravatı eksik değildi. O,sınıfta
bulunduğu sıralarda öğrencilerin gürültü etmeleri mümkün
değildi. O bakımdan çok disiplinli, granit yapılı son derece
mükemmel münevver, kendi kendisini yetiştirmiş ve bütün
Anadolu’yu dolaşması hasebiyle mükemmel bir tecrübeye sahip
bir insan niteliğinde idi. Tabii, 1949 ile 1954 yılları
arasında Murat İlkokulu’nda bizi okuttuğu sıralarda ne yazık
ki ondan ayrılmak zorunda kaldık, yani daha doğrusu bizi
ayırdılar. Çok sıklet bir öğrenci kitlesi olduğu için bizi
evimizin yakın olduğu Namık Kemal İlkokulu o zaman yeni
açılmıştı,” hadi oraya”, dediler, bizi oraya sürdüler. Biz
de gittik; ama hakikaten Hoca’mızdan ayrılmamız bize büyük
bir üzüntü verdi. Bizler, orada umduğumuzu bulamadık,
oradaki hocalar bize yeterli gelmedi. Ömer Boydak’ın
seviyesinde öğretmen yoktu,o bakımdan bir boşluğa düştük, 4
ve 5. sınıfları orada okuduk. Ne yazık ki Hoca’mızın
tedrisinden istifade edemedik. Efendim, nice öğretmenler
bizi okuttular, ortaokulda, lisede herneyse, fakat ilkokul
tedrisatında bize verilenler, bizim için çok değerlidir, bir
altın ve mücevher kadar değerli bazı bilgileri verdiler. O
öğretmenler, benim hayatım boyunca bugüne gelmeme vesile
teşkil eden Ömer Boydak gibi hocalardır. Daha niceleri
lisede Memnune Bildik’ler,Tarık Beyler, Şükrü Beyler bütün
bunlar, yani hakikaten değeri bilinmesi gereken hocalar idi.
Tabii, bize önderlik etti onlar bugüne geldik. Efendim,
1918-1997 yılları arasında yaşayan hocamız, orta boylu ve
hakikaten böyle iltiması sevmeyen, müstebit bir insan, yani
ayağını yere sıkı basan bir insan. Bu ayağını yere sıkı
basmadaki maksadım şudur, geri adım atmayan bir yapısı vardı
ve genelliklede derse çalışmayan insanlara da “meşe odunu”
dediğini de duymuşumdur, fakat bizim sınıfta ben birgün
derse çalışmamıştım. Yani tembel bir öğrenci değildim, ama
derse o gün çalışmamıştım. O gün de Hoca’mız derse kaldırdı,
bilemedim, bilemeyince de hani babamı iyi tanıdığı için
kendisi, bundan biraz da cesaret olarak tahmin ederim ki o
gün derse çalışmamıştım. Gel bakalım dedi, gittim yanına
kulağımdan şöyle bir tuttu çevirdi, öbür eliyle de öyle bir
tokat attı ki bugün hala daha o tokadı hissetmekteyim. O
elleri nur olsun. İşte o tokatlarla büyüdük, bugüne geldik.
İyi bir öğretmendi, zaman zaman mendilimizi kontrol ederdi,
önlüğümüze bakardı, yakalıklarımıza bakardı, o gün için
söylüyorum tabii, şimdi bütün bunların hiç biri yok. Yani
önlük de yok, yakalık da yok. Herkes serbest bir kıyafetle
okula gidiyor. Önlüklerimiz, yakalıklarımız düzgün mü temiz
mi, mendilimiz cebimizde mi, tırnaklarımız kesilmiş mi,
bütün bunların hepsini kontrol eden bir öğretmen tipiyle
karşı karşıyaydık. Efendim, çok okuyan birisiydi hakikaten.
Akmezra’da bir defa kendisini ziyaret ettim, emekli olmuştu,
yeni de evini yaptırmıştı tahmin ediyorum, evine gittim.
Öğretmenim olarak ellerinden öptüm, biraz sohbet ettik, ama
ondan sonra ayrıldık. Daha sonraki bir zamanda kendisi bana
bir haber göndererek emretti, gittim yanına. Bana şöyle dedi
“Naci ben kitaplarımı dağıtmak istiyorum” öyle anlaşılıyordu
ki bir kısmını Fırat Üniversitesi’ne, bir kısmını da İl Halk
Kütüphanesi’ne vermiş. Bana da özellikle Elazığ’la ilgili
dergiler ve en önemlisi de Fikret Memişoğlu’nun Harput
ahengi isimli eserini verdi. Şöyle bir çevirdim eve
geldikten sonra, tetkik ettim bütün o bana verdiği eserlerin
hepsini tek tek okumuş, kırmızı bir kalemle çizmiş yanlış
olanların doğrusunu yazmış, yani bunu söylemekten maksadım
bir şeyi okurken bunu hazmederek okuduğunu sizlere ispat
etmek için bu eserlerde gördüklerimi nakletmek istedim. Şair
olduğu hakkında bilgim yoktu doğrusu, üç yıl bizi okuttu,
fakat kendisinin bu hayatına ve kabiliyetlerine dâhil olan
hususlar üzerinde pek fazla bilgim yoktu. Şimdi görüyorum
ki, hayırlı evlat, uğurlu ve bahtlı evladı var, kendisinin
bu üç evladı oturmuşlar, hanımefendi ile beraber
efendim,“Köy ve öğretmen Ömer Boydak” isimli eseri vücuda
getirmişler. Bu eserin içerisinde merhum hocamızın şiirleri
de var, yapmış olduğu resimler de var. Demek ki kendisi hem
öğretmen, hem şair, hem de ressam bir şahsiyete sahip.
Şiirleri var, genellikle yedili ve onbirli hecelere sahip,
bunların içersinde Harput’a dair olanlar oldukça fazla.
Efendim,“Köy ve Öğretmen Ömer Boydak” eserini meydana
getiren bu evlada minnet borçluyuz. Hakikaten böyle bir
öğretmende okuduğum için ve beni yetiştirdiği için,
bugünlere getirdiği için son derece müteşekkirim. Bu üç
evlada da hanımefendilere de çok teşekkür ediyorum, bu
merasimi, bu töreni tertip eden gerek Elazığ Belediyesi’ne,
gerekse Manas Yayıncılık’a şükranlarımı bir borç biliyorum,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
İnşallah yine Manas Yayıncılık’ın çalışmalarıyla büyük bir
eğitim şölenine hazırlanıyoruz. Tabi bu şölenin
hazırlanmasında Elazığ valiliğini, özellikle Elazığ
Belediye’sini Fırat Üniversitesi ile birlikte hareket
edeceğiz nasip olursa önümüzdeki yıllar içerisinde çok
önemli bir bilgi şölenini gerçekleştirmeyi arzu ediyoruz.
Ben bu müjdeyi de saygıdeğer öğretmenlerime,
eğitimcilerimize bildirmek istiyorum. Evet, şu anda yine
değerli bir öğretmenimiz, Fırat Üniversitesi öğretim üyesi
Prof. Dr. Mukadder Boydak Ozan Hanımefendi’yi kürsüye davet
ediyorum.
Prof. Dr. MUKADDER BOYDAK OZAN
Öncelikle davetimize incelik gösterip katıldığınızdan dolayı
çok teşekkür ediyorum. Ben bu geceye ve bu özel güne ait
davetiyeleri dağıtırken ve sosyal medyadan paylaşırken
istedim ki yolu öğretmen yetiştiren, bu mesleği icra eden ve
bu mesleğin farklı kademelerinde görev yapan herkesin
gözünde mucize öğretmen Ömer Boydak’ı tanıma fırsatı
yakalayıp öğretmenlik ruhu nasıl olur ve nasıl olmalı
yorumunu yapmaya çalışsın.
Benim için Ömer Boydak Akmezra köyünden dünyaya açılan bir
pencereydi. Ortaokul yıllarıma rastlayan yıllarda çok
şanslıyım ki Ömer abi köyde bir ev yaptırıp senenin büyük
bölümünü köyümüzde geçirmeye başladı. Diğer yaş
gruplarındaki herkese olduğu gibi ben ve benim yaşımdaki
çocuklara da ufuk oldu.
Ömer abinin dünyası kitaplardı. O yaşıma kadar öğrenim
gördüğüm Elazığ merkezdeki okulların sınıflarında içinde
boynu bükük kitaplardan oluşan küçük birer kitaplarımız
mevcuttu. Ancak diyebilirim ki bu kitaplar öksüz ve yetim
çocuklar gibi bir manzara çizerdi. Bizler, Ömer abi ile
birlikte kitapların ne kadar kıymetli olduğunu da anlamış
olduk. Benim gerçek anlamda ilk kütüphane ile karşılaşmam
diyebilirim ki Ömer abinin evinde oluşturmuş olduğu o
küçücük köydeki kocaman kütüphaneydi. Benim dünyaya açılan
pencerem Ömer abinin kütüphanesiydi.
O yıllarımı hatırladığımda köyün en tepe noktasında tüm köye
hâkim olan konumda yer alan evine ben ve birkaç arkadaşım
çekine çekine kitap almaya giderdik. Öyle güzel karşılardı
ki bizleri. Biraz sohbetten sonra seçin kitaplarınızı
çocuklar der ve bizi yalnız bırakırdı kütüphanesinde. Daha
sonra seçtiğimiz kitapları inceler ve tam bir kitap
eleştirmeni gibi çocuklar bu kitap sizin yaşınıza uygun ya
da değil onayını aldıktan sonra zamanında teslim etme sözü
verir ve gider kitaplarımızı okurduk.
Kütüphanesini Ömer abinin kütüphanesini tanıdıktan birkaç
yıl sonra lise yıllarımda Fırat üniversitesinin
Kütüphanesini gördüğümde Ömer abinin aynı sistemi evindeki
kütüphanesine kurduğunu anlamış oldum. Bir farkı vardı o
kitaplarına çok özenle bakardı. Hatta kitapları tozlanmasın
diye rafların üzerine yerleştirdiği şeffaf naylonlar
unutmadığım temel ayrımdı.
Ömer abinin tüm köyde olduğu gibi bizim evde de güzel bir
saygınlığı vardı. Beş ay önce kaybettiğim rahmetli babam
11-12 yaşına kadar hem öksüz hem de yetim kaldığı için
eğitim fırsatını yakalayamamış insanlardan birisiydi. Ancak
babam eğitimin önemini iliklerine kadar hissederdi.
Çocuklarının eğitimi ile ilgili alınacak kararlarda Ömer
abinin mutlaka görüşüne başvurur onunla paylaşırdı. Babamın
her Ömer abi dediğinde ses tonundan hem imrenme hem de saygı
duyduğunu hissederdik.
Ömer abi bizim için o kadar önemli bir şahsiyetti ki evimize
davet ettiğimiz, eğitimin önemini her konuğumuzu mutlaka
onunla tanışsın diye evine götürürdük. O da büyük bir
misafirperverlikle bizi karşılar ve tadı unutulmayacak
sohbet ortamları oluştururdu. Bu ortamlardan biriside Fırat
Üniversitesi Kütüphanesi’nden emekli olan ablam Seher Boydak
kütüphanede görev yapan ve bu gün çok farklı üniversite
birimlerine geçmiş olan çok kıymetli uzman arkadaşlarını
köye davet etmişti. Onlardan birisi de şu an salonda olan ve
hala üniversite kütüphanesinde görev yapan bu gecenin mimarı
çok kıymetli Şener Bulut’un zarif eşi Saniye Bulut
Hanımefendi’dir. Bu sohbet esnasında Fırat üniversitesi
Kütüphanesine kitaplarının bir bölümünü bağışlama kararı
aldığını da tahmin ediyorum. Ömer abinin kitaplarının bir
bölümü hala Fırat Üniversitesi kütüphanesinin raflarını
süslemektedir.
Bu gece burada olmamıza vesile olan Köy ve Öğretmen Ömer
Boydak kitabının editörlüğünü yapan Prof. Dr. Melih Boydak
ve zarif eşi Gönül Boydak’a yayınlanmasında ve bu gecenin
düzenlenmesinde her zaman ki gibi gönlünü ortaya koyan çok
kıymetli Şener Bulut ve Manas Yayınevi’nin kıymetli
üyelerine çok teşekkür ediyorum. Özellikle Eğitim
Fakültesi’nden mezun ettiğimiz ve ilk tayin yeri olarak köy
okullarına gönderdiğimiz sınıf öğretmenliği mezunu
öğrencilerimizin elinde olması gereken bir kılavuz kitap
özelliği taşıyan keşke daha önce yayınlanabilseydi diyorum.
Ben, Ömer abinin meslek yıllarının kırsal alanı içeren
biyografisini okuduğum zaman keşkelerim çoğaldı. Öncelikle
Cumhuriyet dönemi öğretmenini yetiştiren hayranı olduğum Köy
Enstitüleri’ni neden Ömer abi ile hiç konuşmadığıma çok
üzüldüm. Köy Enstitüleri ile ilgili ulaşabildiğim yayınları
okumayı ve belgeselleri izlemeyi kaçırmadığım halde Ömer
abiden hiç dinlemediğim için çok üzgünüm. Kitabı okurken
sanki o yollarda kendisi ile birlikte yürüdüm ve yokluk
içindeki yıllarda o okulların tamir ve inşasında onunla
birlikte çalıştım. Bu kitabı okuduktan sonra Ömer abi için
“Mucize öğretmen” tabirini kullanmak gerektiğine inanıyorum.
Görevini o kadar büyük bir özveri, sabır ve umutla yerine
getirmiş ki kendi özel yaşamını göz ardı etmeyi dahi göze
almış gibi.
Yine kitabı bir eğitim bilimci gözüyle okuduğumda, eğitim
sisteminde son yıllarda vurguladığımız öğretmen veli ve
çevre ilişkisini 80 yıl öncesinde en anlamlı şekilde
kurduğunu gördüm. Ben bir eğitim bilimci olarak bu kitabın
mutlaka her öğretmen adayının okuması gerektiğini
düşünüyorum.
Konuşmamı tamamlarken, özellikle kitabın basımını ve bu
anlamlı gecenin düzenlenmesini sağlayan manas yayıncılık
adına çok kıymetlimiz Şener Bulut’a, gecenin program akışını
en güzel ifade ve duyguları ile yöneten Bedrettin
Keleştimur’a ve de bu güzel eseri düzenleyip yayına
hazırlayan Gönül Boydak ve Prof. Dr. Melih Boydak’a en içten
saygılarımı sunarak, bu anlamlı geceye katılan herkese
saygılarımı sunuyorum.
Ve son söz olarak eğitim hayatına başlayan her çocuğun Ömer
abi gibi bir mucize öğretmen ile karşılaşması dileği ile…….
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Ömer Boydak’ın 36 yıllık (1936-1971) kutlu yolculuğun 14
yılı köy okullarında (1936-1949) geçecektir. Gazetecilik
mesleğinde bir önemli ilke vardır; “Anı yaşamak!” merhum
Ömer Boydak’ın eserini tefekkür ederek okudum… İnanınız;
mesleğimle tekrar yüzleştim; yüreğimle zamana
dokunabildiğimi anladım.Orada kendim oldum, anı yaşamaya
gayret sarf ettim! Okumak, anlamaktır… Zamana
dokunabilmektir… Okumak, insanını sevmektir… ve insanın
özgür olduğunu anlayabilmektir.
Ve şimdi de konuşmalarını yapmak üzere Prof. Dr. Murat
Boydak’ı kürsüye davet ediyorum.
Prof. Dr. MURAT BOYDAK
Değerli konuklar; aslında burada dayımın leblebisi ve şekeri
de olmalıydı. Çünkü gelen insanlar, yani onun evine giden
insanlar leblebi ve şekerden mahrum kalmazlardı.Ben, buraya
Mevlana şehrinden geliyorum, Konya’dan Selçuk
Üniversitesi’nden. Bir bilgi vereyim.Aslında Mevlana önce
Palu’ya gelmiş. Sonra Konya’ya gitmiş. Bu açıklamamyeni
birbilgi olarak, belki ayrı bir tartışma konusu
olabilir.Öyle bir duyguyla geldim ki, dayım öldüğünde annem
bana öldüğünü söylememişti.Birkaç gün sonra
öğrenmiştim.İnşallah ona layık bir hoca olarak bilim
yaşamımı sürdüreceğim.
Konuşmamla dayımın aziz hatıraları içinde
yaşayacağız.Dayımın neşeli tarafları da vardı.Burada fazla
dile getirilmedi.Bir “Peh”sözü vardı.Pehsözü, onun
beğenisinin bir ifadesiydi.Bazen da içini boşaltırken
kullanırdı.Bazı kişiler biraz eklerler ve sıkarlar.Bu
durumlarda da“peh” sözü ile çok güzel bir şekilde tepkisini
verirdi.
Çocuklar özellikle kitap okumak için dayıma uğrarlardı.Onun
çocuklara şeker, leblebi,kolonya ikramı hiç eksik
olmazdı.Mustafa abimiz burada.Onun oğluÜmit ve diğer
çocukların bayramda ilk uğradıkları evdi.Çünkü harçlık bol,
ikram boldu.
Bir gün Ümit arkadaşlarıyla beraber gidiyor. Ömer Abe, Ömer
Abe diye sesleniyor.Bayram edeniyle, benim gibi veteriner
olan, kardeşi Rıfat dayım da orada. Rıfat dayım çıkıyor ne
var diyor.Ümit; bayramını kutlamaya geldik. Hele bize şeker
ver gibi sözler söylüyor.Dayım;ben Ömer değilim Rıfat’ım
diyor. Ümit;Rıfat sen ver diyor. Kim olursa olsun çocuk
haliyle o evden cömertçe ikram edileceğini biliyor.
Yüce kitabımızın “İkra” okuma emrini bize kazandıran Ömer
dayım.Bizim köyün okuma alanındaki devrimcisi olarak
nitelendirebileceğim bir insan.Ondan sonraki kuşaklar hep
dayımın kitaplarından faydalanarak ve okuyarak hayatı daha
iyi tanıdılar.Ben de çok kitap aldım, okudum ve
faydalandım.Dayımın oluşturduğu düzeni gördüm.
Yapmış olduğu resimlerden bahsedeyim size.Benim, Ömer
dayımın çizdiği resimlerden sonradan haberim oldu.Kardeşi
veteriner olan Rıfat dayım bana kendi çizdiği bir anatomi
atlası verdi.O zaman ilkokula gidiyordum.Anatomi Latince
olduğu için bana çok değişik geldi.Şaşırdım kaldım.Böyle bir
ders olamaz diye düşündüm.Asıl söylemek istediğim; oradaki
resimleri görseniz, hala saklarım, Rıfat dayımın çizimleri,
Ömer dayımın çizimleriyle aynı. Çok benziyorlar. Böyle bir
tespitim oldu.Şunu ifade edeyim; okuma konusunda Ömer
dayımdan, veterinerlik konusunda ise Rıfat dayımdan çok şey
alarak bugünlere geldim.
Ömer dayımın düzeni tabi bize de yansıdı. Her şeyi not
almayı öğrendim.Buraya gelirken de annem aman oğlum
birşeyler hazırla.Herkesin bir hazırlığı var. Ben zihnimde
bir hazırlık yaptım.Burada doğaçlama bir konuşma yapmayı
tercih ettim.Dayımı yaşanılmış gerçekler içinde ruhen
yaşatma ve olayları anımsayarak anlatmak mümkün. Ömer dayım
çok tedarikli bir insandı. Halamın oğlu Ömer buradamı,
bilmiyorum?Dayımın iki küçük tüpü vardı.Birisi dolu olarak
yedekte dururdu.Tüp boşaldığı zaman diğerini takar, boş
olanı hemen doldurulması için şehre gönderirdi.Dayım bana
Ömer’i çağır dedi. Yanına gelen Ömer’den tüpü alarak şehre
götürmesini ve dolusunu getirmesini istiyor. Ömer, “tamam
Ömer amca”, diyor. Tüpüalıyor şehre götürüyor ve dolusunu
getiriyor. Ömer amca tüpünü getirdim, diyor. Dayımın elinde
bir liste… Listede şöyle yazıyor:Ömer tüpü evden aldı motora
götürdü 2.5 lira, motorla şehre götürdü 2.5 lira, şehirde
doldurdu 2.5 lira, şehirden köye getirdi 2.5 lira, köyden
bana getirdi 2.5 lira. Ömeral sana 12,5 lira.Böyle bir
insandı dayım.Gençleri ve köyümüzün işsiz insanlarını
kırmadan onlara harçlıklarını eksik etmezdi. Bir anı daha
anlatayım:
Mukadder ablamızın babası Vahap amca, Allah rahmet eylesin
onu da bu kış kaybettik.Mekânı nurla dolsun. Vahap amca
birgün köyümüzün bir garibanı olan Cevat’a yarın gelesin
bana çalışasın diyor.Bizim çok sevdiğimiz Cevat’ımız ben
sana çalışmam diyor. Vahap amca Cevat’a; niye gardaş gel
çalış paranı, yevmiyeni vereceğiz. Cevat cevap olarak diyor
ki; ben Kuveyt’te çalışım. Vahap amca;ya ne Kuveyt’i oğlum,
bu Kuveyt nerden çıktı! Cevat; ben Ömer amcaya çalıştım.
Ömer dayımın cömertliğini öyle görüyorlardı. Vahap amca;
Ömer amca mı? Git yatağını döşeğini oraya ser demiş.
En çok etkilendiğim konular içinde okumak üzerine bize
verdiği öğütler ön sıradaydı.Bu öğütlerle büyüdük ve bu
öğütlerle bu aşamaya geldik.Daha sonra, belki anlatırken
gene etkileneceğim ve ağlayacağım. Melih abi bizim için çok
yüksek bir makamdaydı.Yani Ömer dayımızın oğlu…Bu kitabı da
gerçekten Gönül yengemizle beraber topluma sundular.Bir
akşam yemeği için sofraya oturduk. Annem; Murat, Melih abin
Amerika’ya gitmiş sempozyumda İngilizce bildiri sunmuş,
dedi.Ben ortaokul yaşlarındaydım. Öyle bir etkilendim ki
yani gerçekten Ömer dayımız oğlunu büyütmüş, okutmuş, ne
çabalarla! Giray abiöyle, Baykal abimiz gene öyle.Hepsi
büyük emeklerle okumuşlar.Konuşmalarda belirtildi.
Annemin sözleri içimde bir ukdeydi. Rusya’ya St. Petersburg
şehrine gidiyorum. Bir sempozyuma katılacaktım ve İngilizce
bildiri sunacaktım.Annem hep dua ediyordu.Toplantıda
sunumumu İngilizce olarak yaptım. Konu Akkaraman koyunu
ırkının hücre yapısı üzerineydi.Sunum sonrası sorularsoruldu.
Yaklaşık altmış yaşlarında yabancı bir meslektaşım neden
Akkaraman koyunu ırkı üzerinde çalıştığımı sordu. Ben
İngilizce dilde bu ırkın Türkiye’de ve ailemin yaşadığı yer
olan Elazığ’da en fazla beslenen bir ırk olduğunu söyledim.
Bazı diğer bilimsel açıklamalar daha yaptım. Ayrıca ben Ömer
Boydak’ın yeğeniyim diye ekledim. Soruyu soran
meslektaşım,bu son cümlemin açıklanmasını istedi. Şu yanıtı
verdim:
Ben okuma zevkini dayım Ömer Boydak’tan aldım. Oğlu Melih
Boydak’ın bilimsel ve toplumsal konulardaki başarılarını
önce Annemden dinledim. Yaşamım süresince gözlemledim.
Başarılarıma çok önemli katkıları oldu. Bugün burada
bildirimi İngilizce sunabiliyorum. İçimde bir ukte idi. Bu
cümle ile hem annemi andım, hem de Ömer dayımı ve Melih
abimi. Bu ifadem bir gönül borcunun yansımasıdır. Soru
sahibi meslektaşım ayağa kalktı ve alkışlamaya başladı.
Toplantıya katılan diğer meslektaşlarım da alkışlamaya
katıldılar. Çok duygulandım.
Daha çok anı var. Ancak zamanınızı fazla almak
istemiyorum.İnşallah onları başka buluşmalarımızda
açıklarım.Ulu Türk Kutlu Başbuğ Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün bizlere armağan ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin
kutsal bayrağı altında, anılarla Ömer dayımın eğer ruhuna
dokunabildiysem bahtiyarım.Nurlar içerisinde uyusun. Bu
geceye katılımınız nedeniyle hepinize yürekten teşekkür
ediyor, saygılar sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Abdurrahim Karakoç şöyle diyor;
İl göçsün göçtüğün vakit /yol yansın geçtiğin vakit/
suyundan içtiğin vakit/kaynak senden incinmesin/ burdayım de
ararlarsa/ doğru söyle sorarlarsa/tabutuna sararlarsa/
bayrak senden incinmesin” Öğretmen gittiği yerlere ilim,
irfan ve marifeti götürmüştür… Onların hayatında en fazla
kullanılan kavramlar; sabır, sevgi, aşk, tahammül, ahlak,
adalet, doğruluk, hak ve hukuk… Bizim aydınlanma çağımız bu.
Ömer Boydak’ın da hedefinde bu hedefler vardı evet şimdi de
Mustafa Oral beyefendiyi kürsüye davet ediyorum.
MUSTAFA ORAL
Öncelikle heyecanımı hoş görün. Bu anlamlı gecede, burada,
Ömer amcaya dair konuşmak benim içinde büyük bir heyecan.
Hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.
Ömer amca ile babam öz teyze çocuklarıdır. Ömer amca bizzat
kendisi bana; “oğlum biz Sabit ile teyze çocukları değiliz,
biz kardeşiz “ demişti. O vesile ile biz gözümüzü açtık Ömer
amcayı bir amcamız gibi gördük. Ömer amca yaşlarında bir
amcamız varmış o da Babaeski’ de vefat etmiş. Kendisi
subaymış. Mezarını dahi getirmemişler. O vesile ile biz Ömer
amcayı kendi öz amcamız gibi gördük. Ömer amcaya ilişkin
kısa bir dörtlük okumak istiyorum.
O kiminin amcasıydı, kiminin babası, kiminin de dayısı,
O severdi mevsimleri ilkbaharı özellikle nisan ile mayısı,
Keşke, keşke çok olsaydı dünyamızda Ömer amcaların sayısı,
Bugün evet bugün çok daha güzel bir dünyada yaşıyor olmaz
mıydık?
Gerçekten keşke çok olsaydı Ömer amcalar bu hayatta. Ömer
amcanın doğaya insana ve özellikle bizim köye ilişkin çok
güzel şiirleri vardı. Bende Ömer amcanın “Hember Dağı”
şiirinden esinlenerek oturdum kendi kendime dedim ki ben de
bizim köyün o dönem büyüklerimizin kendilerine has
meziyetlerini acaba dile getirebilir miyim ve bu şiiri
kaleme aldım. Onu sizinle paylaşmak istiyorum.
BİZİM KÖY
Ziyaret Dağı ile Hember dağı arasında
Konaklamış bizim köy
Cip, Poyraz, Kozluk sırasında
Ağmezradır bizim köy
Köyün kurucularıymış Molla İbrahim, Ali Hakverdi
Bu günü görselerdi sevinirlerdi
Birde olmasaydı bizdeki sinor derdi
Ölenlerin ruhunu şad ederdi bizim köy.
Keban yolu köy içinden geçerdi
Osman emmi çok hoş ekin biçerdi
Mahmut Emmi imamlığa duçardı
Kadrosunu veremedi bizim köy
Öte mahalleden Mahmut Emmi süt sağarmış arıdan
Abdurrahman Dayı söyleyince cevizi kesmiş yarıdan
Kurdu boğan Kamil abi hiç korkar mı karıdan
Nice babayiğitlerin harmanıdır bizim köy.
İzzet amcam eski hukukçuydu hakkaniyet severdi
Sabit Dayı köyün seceresini isim isim sayardı
İlhami bi az konuşur taşı gediğine koyardı
Taşıyla toprağıyla bir hayattır bizim köy.
Bir masaldı Hamit Amca fötür şapka takardı
Arif olan Ömer Amca hep insanlık kokardı
Sabit Dayı maya söyler çok yürekler yakardı
Hoş sedalı insanların membağıdır bizim köy.
Yufka yürekliydi Ali Boydak çabuk kızar tez gülerdi
Abdurrahman Emmi lokmasını dostlarıyla bölerdi
Temiz insan İsmail Dayı tez tez burnunu silerdi
O tertemiz insanlarla çok güzeldi bizim köy.
Çalışkandır Vahap Çavuş kürek düşmez elinden
Ehli keyiftir Nurettin Hoca yağ aldırmaz partından
Meğer bizim Mahmut Dayı gitmiş köyün sırtından
Büyükleri gidince başsız kaldı bizim köy.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum ve hayırlı geceler diliyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Şimdi de Seher Boydak Hanımefendi’yi kürsüye davet ediyoruz.
Buyursunlar efendim.
SEHER BOYDAK
İyi akşamlar bütün bu güzel konuşmalardan sonra benim
birşeyler söylemem çok zor tabi ki. Ömer amca bizim
hayatımızda pencere, ışık, yol gösteren bir insandı. Bu gün
Melih abimiz babamın taziyesi dolayısıyla bize gelmişti.O bu
akşamki anma gününe ilişkin sohbet ederken Ömer amcayla
ilgili ben bir anımı anlattım. Melih abinin çok hoşuna gitti
Ömer amca ile aramda geçen diyaloğ. Bunu akşam toplantıda da
anlatır mısın deyince ben de onun bu arzusunu yerine
getirmek istedim. Çok ani istek olarak bu kürsüye
çağrıldığım için çok heyecanlıyım. Bu heyecanımı hoş görün.
Bizim Fahriye ablamız da burada, ben liseyi bitirdikten
sonra Hüseynik köyünde onun raporlu olduğu bir dönemde vekil
öğretmenlik yaptım. Görev yaptığım bölge okullarına
yetiştirme yurdundan gelen öğrenciler çoğunluktaydı. O
çocukların bilgiden çok sevgiye ilgiye ihtiyaçları vardı.
Ben de yeterince onu göstermiş olacağım ki çocuklar yurtta
öğretmenlerine bahsetmişler. Demişler ki o Ömer beyin
kızıdır. Yetiştirme yurdundan orta yaşta bir öğretmen bana
ziyarete geldi bana Ömer beyin kızı olup olmadığımı sordu.
Yok dedim. Ömer amca akrabamız ama bizim de babamız abimiz
sayılır. Ben bunu Ömer amcaya gittiğimizde dedim ki Ömer
amca her gittiğimiz yerde sen Ömer Beyin kızı mısın diye
soruyorlar keşke sen benim babam olsaydın babam da yanımda
üstelik. Kızım dedi babanın ilmi yok ama irfanı var sizi
okutmak için çok çaba sarf ediyor. Diye durumu düzeltmeye
çalışırken ben de aslında Ömer amcaya olan hayranlığımı
ifade etmeye çalışıyordum. Ömer amca kız çocuklarının
okuması için çok çaba sarf etmiş aydın bir insandı. Ben de
köyde ilkokulu okuyup liseyi bitiren ilk kız öğrenciydim bu
onun açtığı yoldan giden kişilerden biriyim. Beni bu günüme
taşıyan rahmetli babama ve hem babamı hem de beni
yönlendiren Ömer amcayı rahmetle anıyorum. Teşekkür
ediyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Şairlerimiz, bu coğrafyanın, “gam kervanı, dert kervanıdır…”
Geçtiğimiz hafta Çemişgezek’deydik. Yağmur ve rüzgar
şairlerimizin şiir okumalarına maalesef fırsat vermemişti.
Şehrimizin kıymetli şairlerinden ZekeriyyaBican’ı
huzurlarınıza davet ediyoruz.
ZEKERİYYA BİCAN
Ey Nüzhet Dede!
Bu mübarek Cumhuriyetin temelini ne müthiş bir aşk ile
attınız,
Bir İmparatorluk küllerini kan ile yoğurup, bir devlet
yarattınız.
Özledik emsaliniz yok şimdi, o meclisten siz gibi vatansever
kaç yiğit kaldı
Söyler misiniz göğsünde mavzerle uyuyan, siz gibi daha kaç
asil vekil kaldı,
O Büyük Millet Meclisinde, ilk kez okunurken İstiklal
marşıyla yanarken bağrınız,
İstiklal marşını peş peşe kaç kez dinleyip, onurla
duygulanıp, hıçkırarak ağladınız,
Şimdi gel gör ki, o kutsal marşımız okunurken, ayağa
kalkmayan soysuzlar da türedi,
O mübarek meclisi kuranlar keşke geri gelip de, geldiğimiz,
bu hali bir görselerdi.
Ey Nüzhet Dede!
Meclisi Kayseri’ye taşıyalım dediklerinde, bir aslan gibi
kükreyip, gitmem bir adım geri,
Başkenti geçemezler sinemiz çiğnenmeden, vuruşacak ordumuz
kalsa da tek bir neferi.
Bu sözleriniz yankılandı Ankara semalarından dalga dalga
yayıldı dünya semalarına,
Yüreklerine korku düşürdü bu azim, bu karar, Türkün; o
melun, o vahşi düşmanlarına.
Endişe duymuyorum, bu vatan, bu toprak ebediyen, Türk doğdu,
Türk kalacak,
Bu aziz bayrak şehit kanlarından aldı rengini, ne
gönüllerde, ne gönderde hiç solmayacak.
Ey Nüzhet Dede!
Rahat uyu mahşere dek, bir karış toprağımı vermem, vermem
bir çakıl taşını vatanın, Bedduamdır, Allah bin kere
kahretsin, yüzü gülmesin bir avuç toprağını düşmanlara
satanın.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Şehrimizin yetiştirmiş olduğu bir başka şairimizi Hadi
Önal’’ı kürsüye davet ediyoruz.
HADİ ÖNAL
Dünyanın en nadide çiçekleri olan çocuklarımızı yetiştiren
başta Ömer boydak olmak üzere ebediyete intikal eden bütün
öğretmenlerimize rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun.
Ben öğretmenim;
Düşüncelerim,
Pınar suyundan öte.
Sevgim: Hem katığım hem ekmeğim.
İlmin gergefinde ilmik ilmik
Can dokur,
Can örerim.
Ben öğretmenim;
Renkler, güzelliklerim.
Aydınlık derim, ışık derim.
Dostluk için, barış için,
Can kafesimde
Ak kanatlı
Güvercinler beslerim.
Ben öğretmenim;
Bulutlanınca gözleri Mehmet’imin,
Üzüntüsünü
Ta yüreğimde duyar
Hissederim.
Mutluluğum:
Bakışlarındadır Ayşe’min.
Ben öğretmenim;
Bulut olur,
Yağmur olurum.
Anadolu’mun
En ücra köşelerinde açan
Kır çiçeklerini
Can suyumla sular,
Umutlarımla beslerim.
Ben öğretmenim;
Çaresize çare,
Dalsıza dal olurum.
Yorulurum, kırılırım;
Ama eğilmem.
Haksızlığa, adaletsizliğe, zulme, zalime
Boyun eğmem, eğemem.
Yanlışa doğru demem, diyemem
Ben öğretmenim;
Doğruluktur, güzelliktir,
İyiliktir, erdemlerim.
İnsandır, insanlıktır
Önceliklerim.
Gül gönüllerdir hedefim.
Gecenin şerrinden korktuğu için,
Aydınlığa sevdalıdır gözlerim.
Ben öğretmenim;
Buhara’da Ahmet Yesevi,
Göynük’te Akşemsettin,
Aziziye’de Nene Hatun ,
Antep’te Şahin’dir gözlerim.
Çanakkale içinde Aynalı Çarşı,
Sivrihisar’da Taptuk Emre,
Elazığ’da Sıddıka Avar,
Kara tahta başında Mustafa Kemal’im.
Ben öğretmenim;
Çocuklarını ülkemin
Vatanları için
Milletleri için
Bağımsızlıkları için bezerim.
Dillerini
Kültürlerini
Al, beyaz renkle süslerim.
Ben öğretmenim;
Kavak ağaçları boyu,
Gülsün diye öğrencilerim;
Peygamberlik mesleğidir,
Mesleğim derim.
Bütün dertlerimi içime gömer,
Her güçlüğe göğüs gererim.
Ben öğretmenim;
Güneşe dönüktür yüzüm,
Hep ona yürür, ona koşarım.
Kalıncaya kadar,
Ayaklarımda derman
Gözümde ferim
Ben öğretmenim;
Bırakacağım bayrağı
Öğrencilerimin
İleriye hep ileriye
Taşıyacaklarından eminim.
Öğrencilerim,
Canlarım benim.
Her biri vatan toprağı kadar aziz
Can çiçeklerim.
Sizde bu inancı gördükçe
Açık gitmez gözlerim.
Ben öğretmenim.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Şehrimizin kıymetli şairi Günerkan Aydoğmuş’u kürsüye davet
ediyoruz.
GÜNERKAN AYDOĞMUŞ
Değerli konuklar ben sizlere 1995 yılında yazmış olduğum bir
şiirimi okuyacağım. Mazgirt’in Darıkent beldesinde altı
öğretmenimizi teröristler katlettiler. Bu öğretmenlerden
biriside benim akrabam idi. Mekânları cennet olsun.
Siz giderken tüm yıldızlar döküldü
Gönüller korkudan sakınır değil
Dolunaylar gecelerden çekildi
Ne destan, ne şiir okunur değil!
Ufukları dağlar kesmiş sur gibi
Arzular İblisten daha şer gibi
Munzur bile yeter gayrı der gibi,
Zalimden, zorbadan çekinir değil!.
Darıkent’te bir karanlık gecedir
Şehitlik Munzur’dan daha yücedir
Ölüm dedikleri iki hecedir
Her cana inan ki dokunur değil!
Unutulmaz altı civan türküsü
Oyar yüreğimi çelik burgusu
Hain eşkıyanın hain sorgusu,
Ne yapsa mertliği takınır değil!
Onlar cehalete inen nurdular
Sanmasınlar kurşunlarla öldüler
Kutsal bir menzile giden yoldular
Bu leke yıllarca yıkanır değil!
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Şehrimizin kıymetli şairi M. Faik Güngör’ü kürsüye davet
ediyoruz.
M. FAİK GÜNGÖR
İlmin, irfanın, medeniyetin olmadığı yer çöldür. Ve ben
öğretmenlere çöl çiçekleri dedim.
Gönüller tutuşturan köz bırakıp gittiler
Asırlara yetecek söz bırakıp gittiler
Sûret-i Rasul gibi bakana huzur veren
Gül-i rânâdan misal yüz bırakıp gittiler
Peşinden gelenlere hakla, hakikat üzre,
Kurtuluşa götüren iz bırakıp gittiler
Soluklanıp bir nefes geçerken bu duraktan
Âleme ışık tutan öz bırakıp gittiler
Rahmeti kuşandılar, görünmezlere hâkim
Rüyalara müsavi göz bırakıp gittiler
Gaya-i gayretleri uhrevî hayat için
Servet-i dünyalıktan az bırakıp gittiler
Nefsani arzulara eğilip bükülmeden
Hak, hukuk, adâleti düz bırakıp gittiler
Geride kalanlara iki cihanda rehber
Hatem’ülEnbiyâ’dan cüz bırakıp gittiler
Yönelince bakaya, miras bekleyenlere
İki arşınlık beyaz bez bırakıp gittiler
Gün dağları aşınca dediler; “Vakit tamam”
Davete koşar adım, tez bırakıp gittiler
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Evet, bu güzel akşamda yaşı doksanlara merdiven dayamış bir
kıymetli öğretmenimizi, hocaların hocası Erhan Saraçoğlu
Beyefendi’yi konuşmalarını yapmak üzere kürsüye davet
ediyorum. Hoca’m buyurur musunuz?
ERHAN SARAÇOĞLU
Yüce topluluğunuzu saygıyla selamlıyorum,
Bu saatlere kadar böyle bir dinleyici kitlesini bulabilmek
memnun etti beni. Konuşmalar, o kadar tatlı şiirler o kadar
güzel ki bırakıp gitmediniz. Öyle zannediyorum ki bu güzel
konuşmalar, sizi bağlamıştı ya ben de sizi haydi evlerinize
diye dağıtmaya davet edildim.
Efendim, Ömer Boydak Hoca’mızı rahmetle anıyoruz; ruhu şad
olsun. Ben, bu büyük insanı tanıyamadım, tanıma
bahtiyarlığına erişemedim; ama onunla aynı yıllarda
öğretmenlik yapma şerefine ulaştım. Biliyorum aynı yıllarda
onunla birlikte ben de öğretmendim. Gerçi o, bizi okutan
öğretmenlerimizdi. O, 1936 yılında öğretmenliğe başlamıştı.
Hoca’mız, Atatürk’ün, yeni yetişecek nesle emanet ettiği
öğretmenlerdendi. Öğretmenlik, gayet tabi öteden beri
bildiğimiz haliyle kutsal bir meslektir; bir peygamber
mesleğidir. Peygamberimiz, “ben güzel ahlakı telkin etmek
onu öğretmek için gönderildim”, buyuruyor. Bir kelime
öğretene kırk yıl kul köle olmayı ifade eden Hz. Ali,
öğretmenin yüceliğini, kutsallığını böylece ifade etmiş
oluyor. Mustafa Kemal Atatürk, demin arz ettiğim gibi
“muallimler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır”, diyor
bundan daha yüce bir meslek düşünemiyorum.
Mesleğinde veya herhangi bir işte hangi dereceyi idrak
ederse etsin bir insan, mutlaka onun üstünde de bir insan
vardır. O yüceliği ona aşılayan ona telkin eden onu o hale
getiren bir öğretmen vardır. Onun için öğretmenden yüce bir
meslek erbabı tasavvur edemiyorum. Asıl öğretmenlik, bizi
okutan öğretmenlik günlerinde gördüğümüz öğretmenlerdi.
Rahmetli Ömer Boydak gibi öğretmenlerdi. Muallimdi bunlar,
muallim mekteplerinde okumuş o ruhla yetiştirilmiş
öğretmenlerdi. Bütün arzuları, idealleri öğretmen olarak
yetiştirdiklerine bir şeyler vermek, yeni nesli yetiştirmek,
ülkesini yüceltmekti bu insanların.
Şimdi, gün geçtikçe üzülüyorum. Öğretmenlik artık bir meslek
olmaktan da çıktı. Öğretmen okulları kapandı. Öğretmen
okulları, çok önemliydi. O okullara kaydını yaptıran çocuk,
öğretmen olma hevesiyle yaptırırdı ve bütün tahsili
süresince de öğretmenlik ruhuyla yetişirdi. Mezun olduğumuz
zaman da o ruhla hizmet etmeye koşardı. Ben de o okullardan
mezun olanlardan biriydim. Okulu bitirince üç yer tercih
etme hakkımız vardı. Ama biz, “vatanın her köşesi bizim için
kutsaldır” diye yazardık. “Nereye tayin ederseniz ediniz”,
derdik. Şimdi tayin edilip de gitmeyen öğretmenler var yer
beğenmedikleri için. Öğretmenlik çekirdekten yetiştirilen
bir meslek olmaktan çıktı. Dışarıdan toplanır hale geldi.
Ben, yani devlet politikası da olsa her ne olursa olsun
artık yaşı gelmiş doksana yaklaşmış bir insan olarak kim ne
derse desin zülfü yara da dokunsa devlet yöneticilerini
tenkit mahiyetinde ifadeler kullanmış olsam hakikati
söylüyorum artık öğretmen olacak kişiler yoldan toplanıyor.
Halk arasında şöyle bir kanaat var çocuk iş bulamamış ne
yapıyor sizin çocuk falan diye soruluyor yetişkin iş bulma
çağında bir işe girme çağında olan bir çocuk için ne
“bileyim anam ne yaptıysak bir iş bulamadık hiç değilse
öğretmen olsun dedik, öğretmenliğe gönderdik.” Böyle
öğretmen olmaz, böyle öğretmen olmaz! Şimdi efendim,
öğretmenlik işte demin arz etmeye çalıştığım Ömer Boydak
Beyefendiler gibi Allah mekânını cennet etsin o insanların
mesleğiydi. İnsanları cehalet batağından benim gibi yaşlı
ihtiyarları da hasta yatağından getiren öğretmenlerdi.
Onlar, toplumun kanayan her yarasına ilaç olan insanlardı.
Hatalara yanlışlara engel olan insanlardı. Onlar, “içtimai
murakabe”, derdik toplumun kendi kendini kontrolü bakışıyla
tavrıyla veya söz ve hareketleriyle insanları edebe davet
ederlerdi. Hatalı bir davranışı, bakışlarıyla tenkit ederdi.
Bakışları ile insanları uyarırlardı. Şimdi kimseye
bakamıyoruz, babayiğitsen birisine bir şey söyle tenkit et
bakalım! Öğretmen, zavallı olmaktan kurtulamıyor artık.
Öğretmen öğrenciyi yaptığı bir hatadan dolayı tenkit mi
etmiş, bakıyorsun ki annesi veya babası geliyor “sen benim
çocuğumun gözüne yüzüne kaşlarını çatarak bakmışsın,
çocuğumun psikolojisini bozmuşsun”, diyor ve öğretmeni
mahkemeye vermekle tehdit ediyor. Naci Onur Bey’in de demin
ifade ettiği gibi hocasından -Allah gani gani rahmet etsin-
yediği tokadı bugün dile getiriyor. Bana da geçen yıldı
galiba genel müdürlük makamını idrak etmiş bir öğrencimden
telefon geldi. Konuştuk. “Hoca’m, şimdi ben falanca
bakanlıkta genel müdürüm keşke iki tokadını daha yeseydim
şimdi müsteşar olurdum” dedi. Tabii buradaki tokat, manevi
anlamda… Biz, öğretmenliği ayağa düşürdük e bunlardan da
hâsıl olacak netice malum! Yeni nesil, artık Atatürk’ün
emanet ettiği nesil değil. Atatürk, yeni nesli Ömer Boydak
Beyefendilere emanet etmişti iyi kötü bir nesil yetişti
tabi… Kötü demeyeyim iyi bir nesil yetişti; ama bundan sonra
bu çapta nesiller elde edeceğimizden pek kani değilim. Allah
sonumuzu hayır etsin. Kendimizi biraz toparlamak, durumu
idrak etmek ona göre de hareket etmek mecburiyetindeyiz
efendim!
Saygılarımı sunuyorum.
BEDRETTİN KELEŞTİMUR
Çok teşekkür ediyoruz. Nezih bir toplantı oldu bir asrı
değerlendirdik şimdi de bütün katılımcıları fotoğraf çekimi
için sahneye davet ediyoruz.