Hafızalarımız, o muhteşem tablonun hatıraların bütün
canlılığını koruyor.. 14 Aralık 1996 Tarihinde, İstanbul
Atatürk Kültür Merkezi’nde, Aydınlar Ocağı’nın öncülüğünde
20 Vakfın teklifiyle, Ahmet Kabaklı Hocamız, ‘Şeyhü’l
Murarririn..’ hırkasını giyiyor.. Türkiye’nin, ‘düşünen
beyni’ geleceğe, Türkiye’nin yeni ufuklarına doğru emin
adımlarla yürüyen imanlı ve ihlaslı aydınlarımıza bu sıcak
ocakta fikirleriyle, düşünceleriyle klavuzdur diyebilirim..
Harput, Türk Tarihinin efsanevi şehri..
‘Kartal Yuvası..’ en müstesna mevkiine tahkim edilmiş.. Kale
ve Şehir; küfrün oklarına karşı giydirilmiş çelik iradeden
oluşmuş zırh!..
Harput’un manevi mimarları, Horasan
Erenleridir.. Ahmet Kabaklı, bu silsilenin edep ve tevazu
mevkiinde gördümüz yaşadığı dönemin Alpereni!..
Ahmet Kabaklı, 1924 yılının ‘gül ayında..’
Harput’un Göllübağı’nda dünyaya gelir. Harput’un büyüleyici
havası içerisinde İlk-Orta ve Lise tahsilini yapar.. 1944
yılında İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nun parasız yatılı
imtihanını kazanması hayatında yeni bir safya açmıştır.
1951-1956 yıllarında Aydın Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni..
1958-1969 İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü’nde muallimdir!..
Şeyhü’l Muharririn Ahmet
Kabaklı’nın 50 yılı aşan gazetecilik hayatındaki çileli
yolculuğun ilk adımı, ilk yazısı 1947’de, Son Saat
Gazetesi’nde yayınlanır. 1956 yılında Tercüman Gazetesi’nin
açmış olduğu fıkra yarışmasını kazanmış, 1961 Tarihinden
itibaren geçen yıllar şunu ifade edebilirim, ‘gün ışığı’
köşesi bizim feyiz aldığımız, büyük haz duyduğumuz bir edebi
pınar/ kaynak olmuştur. Kabaklı Hoca’nın sütunlarında, fikri
terbiyenin hakim!.. Harput Efendisi olmak. O bayrağı
burçlara taşımak kolay mı?.. Asıl önemli olan, zoru
başarmak.. Bütün gözlemlerimizle bunun şahidiyiz!..
1972 tarihinden itibaren
aralıksız olarak çıkmakta olan Türk Edebiyatı Dergisi..
Bütün ömrü boyunca, bir fikrin çilesini çekmek, haklı bir
düşüncenin haysiyet kavgasını vermek ve kendi sütununda
rehberlik yapmanın yanında; Türk Edebiyatının yeni filizler
vermesine bir okul ve iddia ediyorum, ‘ekol..’ olmak,
Anadolu’nun en ücra köşesini İstanbul’a, ondaki manevi hazzı
tattırmak bahtiyarlıktır..
“Dünyada tarihi derinlik ve
coğrafi genişlik itibariyle Türk Edebiyatı kadar yaygın bir
edebiyat bulunabileceğini sanmıyorum” diyen Kabaklı, “Ta
Budin’den, Irak’a kadar fethedilmiş uzak diyarlardan” ses,
nefes ve his getirecek bir edebi esere imzasını atmıştır.
Elimde, Türk Edebiyatının 1968 baskısının üç cildi
bulunuyor.. Edebiyat Tarihine vakıf olmak, bir anlamda kendi
tarihimizin iç dinamiklerine vukufiyet demektir.. Kabaklı,
Türk Tarihini içine sindirmiş, ondaki güzel motifleri ,
edebi güzellikleri birer çeşni olarak usta ve zarif
kalemiyle bizlere, gönül iklimimize taşımıştır.
“Kültür, onu meydana getiren
milletle beraber doğar, çoğalır ve gelişir. Yeniden kültür
yapılamaz, Yeniden musiki, yeniden dil, yeniden terbiye,
yeniden hukuk, yeniden iman ve inançlar yapılamaz.” Diyen
Kabaklı, Türk Kültürünün savunmasını bütün hayatı boyunca
fikriyle, zikriyle, kalemiyle yapmanın yanında, Anadolu’yu
dolaşarak verdiği konferanslarla, sohbetlerle birebir
hafızalara işlemiştir.
İnancımız, “Ölülerinizi hayırla
yâd ediniz..” diyor. Ve, bizlerden ‘ahde vefa..’ nın yanında
sadakatli bir duruşu istiyor. Ahmet Kabaklı Hocamız, Cemil
Meriç için şöyle diyor; “Bir edebiyat hayatını sürdürmek
için ustalarını anmaktır. Ölmüş veya sağ olsun kendine
hizmet edenleri değerlendirmeyen edebiyat, onlarla
söyleşmeyen, konuşmayan edebiyat yozlaşır ve geriler.”
demekle, bizlere telkin edercesine, bir önemli hakkı
sahibine teslim ediyordu.. Bir kadirşinaslık, bir vefa
örneği elbet sergilenecek. Adım adım kongeranslar için
Anadolu’yu gezen, kendi insanı ile hemhal olan bir insana
elbette Hudâ’dan imdat yakarışlarımız, dualarımız
olacaktır!..
“Bir zafer eğer sanatla
taçlanmamışsa veya hiç olmazsa ilmi olduğu kadar da edebi
bir tarihi yazılmamışsa o zaferi yok sayabilirsiniz..”^Ne
berrak ifadeler. Kalemin, fırçanın, anıtın zaferi unutulmaz
diyor, Kabaklı Hoca’mız.. Kendi zevkimiz, estetiğimiz olan
abideler, milli şahsiyetimizin birer vesikası olan tarihi
eserler, medeniyet ve ruh büyüklüğümüzün birer tabii siması
haline gelen şehirlerimiz.. Bizlere ait olan esere, nüfus
ederek sahip çıkmalıyız..
Bu sahiplenmenin ruh olgunlugunu
mütevazı tavrıyla bütün ömrü boyunca hiç usanmadan,
,ürkmeden, yılmadan; sözüyle, sohbetiyle,kalemiyle kükreyen
bir küheylan sıfatıyla taşımıştır.. Şeyhü’l Muharirin Ahmet
Kabaklı, asrımızın düşünen mütefekkiri. Mevlana, Yunus,
Fuzuli, İbrahim Hakkı ile ufuk ötesi taşan ‘sohbet’ eseri
incelendiğinde, Kabaklı Hocamızın, iç derinliğinin nasıl
mana okyanusunda yüzdüğü sezilebilir.
Elazığ, caddesine “Ahmat Kabaklı Bulvarı”,
Okuluna, “Ahmet Kabaklı Anadolu Öğretmen Lisesi”,
Fen-Edebiyat Fakültesi’nde, bir dersaneye”Ahmet Kabaklı
dersanesi..” isimlerini vererek kadirşinaslık örneğini
göstermiştir.
Mekanın cennet, ruhun şâd olsun diyoruz..
Rahmet ve minnetle anıyoruz..