Amacı mahalli ve milli
kültürümüzü yaşatmak, Elazığ’da edebi bir muhit oluşturarak
güzel Türkçemize hizmet etmek olan “Manas Şiir Günleri”nin
on ikincisini bugün burada, Manas Kültür Evi’nde yapmaktan
mutluyuz.
Altı ayı geçen bir süredir her on beş günde
bir yaptığımız bu edebi toplantılar bizlerin yazma şevk ve
heyecanını artırırken Türk Edebiyatı’na, Türk diline de yeni
yeni eserler kazandırmaktadır. Geriye dönüp bakınız bu altı
ay zarfında yaptıklarımız gerçekten büyük işlerdi. Sözü
uçuculuğundan kurtararak yazıya dökmek günü geleceğe
taşımaktır. Ancak, şunu hatırdan çıkarmamak gerekir “taşı
delen damlaların şiddeti değil devamlılığıdır”. Kalıcılığı
güzel bir biçimde özetleyen bu sözden hareketle bizler de
yaptığımız bu güzide toplantıları devam ettirdiğimiz sürece
kazanan taraf hep Türk kültürü ve Türk Edebiyatı olacaktır.
Ben, siz değerli şair dostlarıma, gönül adamlarına, Manas
ailesine yaptıkları bu çalışmalardan dolayı bir defa daha
teşekkür ediyor, kalp gözü açıklığı ile edebiyatımıza yeni
eserler kazandırma gayretlerinde süreklilik diliyorum.
Bugünkü konumuz baba.
Baba, çocuğu olan veya çocuğun
dünyaya gelmesine sebep olan erkek kişi, ata, peder, eb, ced.
Sözlüklerimiz böyle tanımlıyor babayı.
Baba kimdir diye bana sorsanız;
evladı için yılları sırtında taşıyan adam derim. Yalnız
çocukluğumuzda değil hangi yaşta olursak olalım
yüreğimizdeki devliği, arkamızdaki dağlığı ile güven
sığınağımız, huzur limanımızdır derim. Bakın şair Ali Akbaş
ne demiş baba için:
“Bazı an öyle yaman
Dünya korkar sanırım
Biraz sabır ve iman
Ben babamı tanırım
Harman yanarken gördüm
Yağmur yağarken gördüm
Güler ağlarken gördüm
Ben babamı tanırım
Babam en büyük çeri
Ekmektir alın teri
Uy babamın elleri
Ben babamı tanırım
Evimizin direği
Ne büyüktür yüreği
O erkeğin erkeği
Ben babamı tanırım
Büyüktür dağlar kadar
Bulunmaz ona uyar
Azıcık parası var
Ben babamı tanırım
O toprakla güreşir
Öküzüyle dilleşir
Dünyamız güzelleşir
Ben babamı tanırım”
Çoğu zaman öldükten sonra
kıymeti anlaşılan sağlığında pek de kadri bilinmeyen,
nasihatleri ile ufkumuza yol çizen, sessiz ama içten seven,
evladı için her türlü fedakârlığa, her türlü cefaya,
katlanan, en büyük mutluluğu evlatlarının mutluluğu olan
insandır baba.
Atasözlerimiz onu kutsamış,
deyimlerimiz hep onun koruyuculuğunu, sevecenliğini, iyi
yürekliliğini, hoşgörülüğünü dile getirmiştir. İyi yürekli
sevecen bir adam gördük mü “ne baba adam” deriz. Yoksulun
elinden tutana “fukara babası”, herkese iyilik etmek için
çırpınan bir kişiye babacan, inandığı değerler için gözünü
budaktan sakındırmayana ise babayiğit deriz. İyilik yapan
birine: “Babana rahmet” der, dua ederiz. Öfkelendik mi
birilerine, “babanın şarap çanağına” der ve devam ederiz.
Hey heyleri üzerinde birini gördük mü, “babaları tutmuş”,
“babaları üstünde yine” diyerek biraz da alaycı yereriz
ilgili kişiyi.“Baba ocağı” hasreti çekilen yuvadır her insan
için. Çünkü o ocakta dünyayı tozpembe gören çocukluğun ve
gençliğin en güzel demeleri geçirilmiştir. Görünüş ve
davranışları ile babasına benzeyenlere, “babasının oğlu” Bir
kuruluşu keyfi yönetenlere kızgınlığımızı belli etmek için
de, “babanın çiftliği mi sandın burayı” deriz. Malını,
parasını har vurup harman savuran birini gördük mü “ne
olacak kendi kazanmamış ki “baba malı” hele bir kendi
kazansın…
Beddualarımızda da kullanırız
babayı. Kızdık mı birine “baba çıka” deriz. Hak ettiği kötü
duruma düşene “babayı yedi”, yasadışı işlerde baş olanı da
“mafya babası” olarak nitelendiririz. Babayı en güzel
tanımlayan sözlerden biri “ çatı babası”dır. Asma çatılarda
gergi kirişinin ortasına yerleştirilerek makas kirişlerinin
yükünü olan ana direk. Evet, evin ailenin ana direğidir
baba. O, gülen gözleri ile içimizi ısıtan, sıcak nefesi ile
saçlarımızı okşayan, güven veren, başımız sıkışınca
kendisine koştuğumuz, koruyucu meleğimiz olan kutsal
varlıktır.
“Sordum sarıçiçeğe
Anan, baban var mıdır?
Ne sorarsın ey derviş
Anam yer, babam yağmur.”
Evet, böyle sesleniyor
yılların ötesinden Yunus Emre
Sarıçiçek için toprak ve su ne
ise insanoğlu için de anne ve babası odur. Biri bizi kendi
bedeninde büyütüp dünyaya getiren, bizimle gülen bizimle
ağlayan, diğeri dünyaya gelmemize vesile olan besleyen,
esirgeyen, koruyan, üzerimize titreyen varlık sebeplerimiz.
Baba, bir çınardır gölgesinde
mutluk türküleri söylediğimiz. Bir kayadır bizim için hayat
rüzgârlarının en şiddetlisine direnen. Sabır taşıdır;
yağışların, rüzgârların bedeninden parça parça yıllarını
koparıp götürürken dahi acısını içine gömen bir “of” bile
demeyen.
Baba, bir lokma ekmeğin evladının boğazından
geçtiğini görmeden kendi açlığını hissetmeyendir. Baba,
acılarını, çaresizliklerini, özlemlerini içine gömen;
evladının yüzü gülsün diye hayat denizinin azgın sularına
karşı amansızca kulaç atan, dalgalar ne denli güçlü
olurlarsa olsunlar onlara direnen sevgidir, sevgilidir.
Öldükten sonra
büyüklüğü anlaşılan, eyvah!..denildiği zaman da işi işten
geçmiş olan kişidir baba.Şair
Mustafa
Nihat Malkoç bakın ne güzel dile getirmiş bu duygularını:
“Sen gittin gideli ruhum tarûmar
İnsanlar cihandan acep ne umar?
Terk edilen için ömür bir kumar
O gün bugün günler geçmiyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!
Bir gönülün merkezine har düştü
Yaz ortası yüreğime kar düştü
Hayalimde yüceleşen yâr düştü
Hüzün bedenimden göçmüyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!
Hasret kaldık, aylar geçti sesine
Bülbüller ram olur gül nefesine
Ruhun veda etti ten kafesine
Beden Azrail’den kaçmıyor baba!
Bahçemdeki güller açmıyor baba!”
Bir de “baba bedduası” vardır.
Baba bedduası alanın yüzü gülmezmiş derler. Ben Lise son
sınıfta idim babamı kaybettiğimde. Duasını çok aldım amma
beddua ettirmedim kendime. Bir baba evladına beddua eder mi?
Eder. Evlat hayırsızsa, canından bezdiriyorsa babasını eder.
Siz, siz olun ey babaları hayatta olanlar, kadrini kıymetini
bilin bu sebeb-i vücudunuzun. Sizin için her türlü
fedakârlığı yapan bu kutsal insanın duasını almaya bakın.
Ana- baba bizlerin dünyaya gelmesine vesile olan bu iki
varlık bakın yüce peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) ne
demiş: “Cennet kokusu beş yüz yıllık mesafeden duyulur
Ana-babasını üzenler ve sılâ-l rahmi terk edenler bunu
duyamaz.” “Ömrünün uzun, rızkının bereketli olmasını
isteyen, ana-babasına iyilik etsin, sıla-ı rahimde
bulunsun!” “Allah indinde en faziletli amel, vaktinde
kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyiliktir.”
“Ana-babasından biri hayatta olup da, onun rızasını almayan,
onu küstüren, Cehenneme girmeye müstahak olur.”
Analar duygularını açık açık
belli ederler; babalar ise içlerine gömerler. Onlar, metin
olmak, kuvvetli olmak veya en azından öyle görünmek
zorundadırlar. Babanın misyonunda zayıflık yoktur. O, acısı
gibi sevgisini de içine gömer. Dik durur. Öyle de durmak
zorundadır o nedenle insanoğlu hayat denizinde karşılaştığı
bütün olumsuzlukların şikâyet merkezi olarak da babayı
görür. Bakın Uğur Yeniler Eskişehir’den nasıl sesleniyor:
Bakalım Dünyanın düzeni çoktan değişti
Çalanlar çırpanlar bey oldu baba! ...
Ar namus kalmadı, suç değil zina
Nankörlük insanda huy oldu baba! ..
Unuttu çoğu, giydiği çarığı
Yağmurlar kapattı birçok yarığı
Kilise keşişi giymiş sarığı
Devşirme artıklar soy oldu baba! ..
Çiftçinin elinde kaldı yabası
Efendinin şimdi yanmaz sobası
Göçe zorlandı on çocuk babası
Kentte varoşlarda oy oldu baba! ..
İşçinin, memurun hali çok beter
Bordroyu almadan maaşlar biter
Aybaşı gelince bizi kim tutar
Maaşlı kaçmaktan tay oldu baba! ..
Çağ atladık sen öldükten buyana
Medeni olduk boyana boyana
Küpeyi takan o yana bu yana
Gece bayan gündüz bay oldu baba! ..
Okula yolladık oğlanı kızı
Kayboldu sokakta bulunmaz izi
Bu gençlerin hali içimde sızı
Kurtlar sofrasına mey oldu baba! ..
Uğur oğlun için sözün vasiyet
Bıraktığın gibi hala vaziyet
Soyundan eksilmez, asla haysiyet
Sözlerim ok! .. dilim, yay oldu baba! ...
Bakalım bizim diller, bizim
gönüller Manaslılar, baba için neler söylemiş.
Buyurun arkadaşlar.
Ocak, Türkçemizin çok anlamlı
sözcüklerinden birisidir. Gerçek anlamı ile ateş yakmaya
yarayan; pişirme, ısıtma, ısınma işleri gören her türlü yer
anlamındadır. Ancak gelin görün ki sevimliliğinden midir
sıcaklığından mı ocak kelimesi Türkçemizde tamı tamına on üç
değişik anlamda kullanılmaktadır. İlim ocağı, asker ocağı,
hayır ocağı, baba ocağı…
“Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak/
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak” buradaki anlamı
ile ocak ailedir, yurttur, soydur, evdir, barktır. Ne demiş
gönül gözlü Bekir Sıtkı Erdoğan:
“Sıla burcu burcu ile ocağım
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana ben her şeyim anlatacağım
Otur başucuma sor yavaş yavaş”
Evet, baba ocağı? Hani her zaman
hasreti çekilen yuvamız olan yer. Dünyayı tozpembe
gördüğümüz çocukluğumuzun ve gençliğimizin en güzel
zamanlarını geçirdiğimiz o kutsal çatı. Okumak için baba
ocağından ayrılan bir genç, okulumu bitirince döneceğim der.
Askere giden “vatan borcum biter bitemez ordayım” der. Ya
bir başka ocağı tüttürmek için baba ocağından ayrılan bir
genç kız nasıl düşünür? Varlık sebeplerimizden biri olan
babadan ve baba ocağından ayrılan bir genç kızın duygularını
da Manas Şiir Günleri’nin güzel insanı Berika Küçük’ten
dinleyelim:
“Babalar kızları çokça severmiş
Hem severmiş hem de gelin edermiş
Allah’ın emri bu, muradım dermiş
Senden ayrılması zor derim babam
Hem ağlarım hem de giderim babam
Bindirdin kır ata, gelin yolladın
Ardım sıra gizli gizli ağladın
El açıp duanı bana bağladın
İnşallah hakkını öderim babam
Hem ağlarım hem de giderim babam
Al duvakla çıktım, akla ölecem
Bir derdim olursa sana diyecem
Duaların yardımıyla gülecem
Seni herkesten çok severim babam
Hem ağlarım hem de giderim babam
Baba ocağını yaksın kardaşım
Gelinlik çağına erişti yaşım
Başka ocaklarda pişecek aşım
Her derdi sineme çekerim babam
Hem ağlarım hem de giderim babam
Sıkı öğüdümü aldım ben senden
Yanlış bir hareket bekleme benden
Öyle yetiştirdin eğitmenim sen
Sana çok teşekkür ederim babam
Hem ağlarım hem de giderim babam”
Sadece genç kızlar değil bazen de
babalar ayrılır yuvadan. Kolay değil ekmek aslanın ağzında.
Peki, yuvasından ayrılan gurbet ellerinde evlat hasreti,
yuva özlemi ile yanıp kavrulan, çocuklarım ele güne muhtaç
olmasınlar diye her türlü fedakârlığa katlanan babanın
geride bıraktığı çocukları ne düşünür. İşte, ekmek parası
için gurbete giden bir babanın ardında bıraktığı çocukların
feryadı. Gazi Özcan’dan dinleyelim:
Gurbet elde çok eğlendin
N’olur sılana dön baba
Yeter diyerek söylendim
N’olur sılana dön baba
Bu mudur bu işin yolu
Perişan hanenin hali
Batsın parasıyla pulu
N’olur sılana dön baba
Kardeşlerim yolun gözler
Ayşe seni çok çok özler
Haline yüreğim sızlar
N’olur sılana dön baba
Lanet parayla puluna
Acı ailenin haline
Dayanılmaz bu zulme
N’olur sılana dön baba
Gazihan’ı üzme sakın
Dönüp etrafına bakın
Evimize sinmiş kokun
N’olur sılana dön baba
Bu duyguyu yaşadığım için iyi
biliyorum. Bir evlat için elbette babanın bulunmayışı çok
çok zor. Ya baba için. Hiç unutmam yıl 1990’dı.
Yurtdışındaki Türk çocuklarını eğitmek için Belçika’ya Milli
Eğitim Bakanlığınca gönderilmiştim. Ortaokul ikinci sınıfta
okuyan kızımdan bir mektup aldım. Mektuba kollarını ileriye
uzatan ev resmi çizmişti. “Baba seni çok özledik, gel”
diyordu. Ancak bir hafta izin alabilmiştim bu mektubun
üzerine. Bir hafta… Dört günü yollarda geçen bir hafta…
“Velâ üffin kelâmında buyurmuştur Hak Tealla
Babaya “öf” dememiz helâl değildir asla
Pençe-i kahrı şirden insanlar olurken lerzan
Babadır evlâdı için pençe-i aslana karşı
duran
Bu da yetmez, eğer adet etmiş olsaydı Allah
ömür bahşetmeyi
Baba ve anne bahşederdi ömrünü evlâda
tereddüt etmeden bir an.”
Nakşi mahlası ile şiir yazan
Hüsamettin Septioğlu, babaya “ öf” bile demenin ne kadar
yanlış olduğunu söyledikten sonra onların evlâtları için
yapacağı fedakârlığın sınırsız olduğunu: “Eğer Allah
insanoğluna ömür bağışlamayı emretseydi, baba ve anne
çekinmeden evlâdı için canını bahşederdi” diyerek baba ve
annenin evlâdı için neler yapabileceğini belirtiyor.
Necati Demir ise “Babam” adını verdiği
şiirinin son dörtlüğünde:
“Ne mutlu annesini, babasını bilene
Onlarla ağlayıp onlarla gülene
Peygamberimiz diyor yazıklar olsun
Yaşlı atasına bir “öf” diyene”.
Diyerek anne ve babanın kutsallığını
vurguluyor.
Peki ya evlâtlar, onlar ne
yapıyorlar baba ve anneleri için. Ne diyelim, babası hayatta
olmayanların Allah babalarına rahmet etsin; ama hayatta
olanlar siz, siz olun onları hoş tutun, hayır dualarını
almaya bakın.
Çocuk yaşta kaybedilen babanın insan ruhu
üzerindeki olumsuzluğunu anlamak gerçekten çok zordur. Böyle
bir duyguyu yaşayan şair Zekeriyya Bican’a kulak verelim:
”Bir haziran günüydü, öldü dediler...
Ölüm neydi ki, nasıldı ki?
Tarif etmeden pat diye söylediler...
Aklım erene dek bekledim hep,
Yine soframızda başköşede olacaktı sanarak...
Dünyalar kadar bir boşlukta kaldı soframız,
Pencerenin önünde yolunu gözledim hep,
Kıpkızıl akşamlarca, mosmor gecelerce...
Çıkıp gelecekti ansızın, yine bayram sabahında,
Öpecektim o ince uzun parmaklı ellerinden...
Yeni Cami köşesinden görünecekti bir akşam...
Her akşam dönüş saatlerini umutla bekledim ya,”
Mehmet Şükrü Baş ise babasına duyduğu özlemi
şu satırlarla dile getiriyor:
“Hasretin içimde bir volkan oldu
Durmadan tutuşup yanıyor baba
Yılların özlemi yaktı kavurdu
Bu hasret içimde kanıyor baba
Arkamda bir dağdın Süphan’dan
yüce
Erişmek ne mümkün böyle bir güce
Çıkmadın aklımdan ne gün ne gece
Özledim ellerin öpeyim baba”
Babanın yolunda yürümek, o, göçünce de bu
dünyadan onun bıraktığı boşluğu doldurmak, ona rahmet
okutmak her evlâdın en kutsal görevi olmalıdır. Manas Şiir
Günleri’nde tespit edilen her konuya mutlaka çift şiiri ile
katılan Şair H.Ergün Yılmaz da evlât olarak babasının izinde
olduğunu yazdığı “Benim Babam “ adlı şiirinin son
dörtlüğünde şöyle dile getiriyor:
“Hasan Ergün sana evlât olacak
Zor olsa da yine yerin dolacak
Kapın açık, hanen her an dolacak
Misafir karşılar, sokakta babam.”
Ey babaları anneleri hayatta olanlar, “Allah
indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır, sonra
ana-babaya iyiliktir.” diyen Peygamberimiz HZ. Muhammed
(s.a.s) sözüne kulak veriniz.
Babaları, anneleri bu dünyadan göçmüş
olanlar; sizler de artık ben hiçbir şey yapamam demeyiniz.
Bakınız, peygamberimiz HZ. Muhammed (s.a.s) bir Hadisi
Şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Bir kimse ölünce, ameli
kesilir, amel defteri kapanır. Yalnız şu üç kimsenin amel
defteri kapanmaz: Sadaka-i câriyesi, ilmî bir eseri, geride
kendisine duâ eden hayırlı bir evlâdı olan.” O halde siz,
siz olun babanızın hayırla yâd edilmesi için her zaman
güzelliklere, iyiliklere, doğruluklara koşunuz.