Bilindiği üzere “Manas Şiir Günleri”nin
onuncusunu 6 Mayısta kültür dünyamızın incilerinden biri
olan Harput’ta, Harput için, Harput evinde yapmıştık. O gün
onur konuklarımız vardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Müsteşarı Prof Dr. Mustafa İsen, Azerbaycan Yazarlar Birliği
Başkanı Anar Rızayev Resuloğlu, Avrasya Yazarlar Birliği
Başkan Yardımcısı Ali Akbaş, Mevlüt Uluğtekin Yılmaz, Prof.
Dr, Harun Güngör, Prof. Dr. İsmail Görkem, Prof dr. İbrahim
Kavaz gibi edebiyat ve sanat dünyamızın tanınmış simaları
ile birlikte olmanın mutluluğunu yaşamıştık. Bugünkü
konumuzu da yaptığımız o toplantının onur konuklarından biri
olan Mevlüt Uluğtekin Yılmaz seçmişti: “Anne”.
Anne; bizlerin dünyaya gelmesine
vesile olan maddi ve manevi dünyamızı ısıtan; sınırsız
sevginin, fedakârlığın, sabrın, şefkatin, membası. Gücümüze
güç katan umut pınarımız; acıların yağmuruna tutulunca
yüreği ile bize şemsiye olan varlık. Dizinde mutluluğu
yudumladığımız, huzur bulduğumuz; yeryüzü çiçeklerinin en
güzeli, en değerlisi, en anlamlısı; sonsuz sevginin, bitmez
tükenmez sabrın insanı. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
ayakları altında cennetin olduğunu müjdelediği kutsal
varlık.
Sevginin resmi olur mu? Elbette
olmaz. Ama bana sevginin resmini çizin deseler kucağında
çocuk olan bir anneyi çizerdim.
Anne, bir duygu çağlayanıdır.
Anne, sevgilerin en yücesini, sorumluluk
duygusunun en anlamlısını taşıyan varlıktır. Anne, evladı
için sevinci, endişeyi, merakı, korkuyu, gururu bir arada
yoğun bir biçimde yaşayan insandır.
Anne, doğum sancıları çekerken bile şikâyet
etmeyen, kendi bedeninde büyüyen canlıyı kucağına aldığı an
çektiği büyün acıları, ağrıları sıkıntıları unutup sevinç
gözyaşları döken melektir.
Anne, yavrusunu emzirirken sütüyle birlikte
sevgisini de damla damla yavrusunun kalbine akıtan kadındır.
Anne, kendi evladıyla birlikte dünyadaki
bütün diğer çocukların hatta bütün yavruların annesi gibi
hisseden yürektir.
Yavrusu için her fedakârlığa
katlanan, onunla gülen onunla ağlayan; ayağı taşa deyince
evladının acısını ta yüreğinde hisseden bu yüce gönüllü
insanın sevgisini kurşuna dizmeye kimsenin hakkı olmasa
gerek. Ama gelin görün ki bu kutsal varlıkların evlatları
için döktükleri gözyaşları günümüz dünyasında sel olmuş
akıyor.
Medeniyet anaların gözyaşlarını
dindireceği yerde daha çok ve daha fazlasının ağlamasına
sebep olacak ölüm makinelerini, savaş araç-gereçlerini
üretmek için adeta yarışa girmiş.
Bir yanda evladının açlığını
gidermek için çırpınan ve her türlü fedakârlığa katlanan
anne; diğer tarafta milyonlarca acı doyurabilecek açıkta
kalanı barındırabilecek imkânları savaş araç gereçlerine,
ölüm makinelerine ve o makinelerin kusacağı mermilere sarf
eden insanlar.
Şimdi, insanı yok etmek amacına
yönelik her türlü silahı yaptıran, yapan ve kullananları da
bir ana doğurmadı mı diyeceksiniz?
Doğru, onları da bir anne
doğurdu; ancak şunu hemen ifade edelim ki hiçbir anne
evladına “hayırsız “ denmesini “gaddar” “ katil” denmesini,
insanlık suçu işleyen bir yapıda yetişmesini istemez. Her
anne evladının önce kendisine, sonra ailesine, milletine ve
nihayetinde insanlığa faydalı biri olsun diye dua eder.
Ninnilerle başlayan Allah’a yakarışlar çocuk büyüdükçe
dualaşır dudaklarda. “Allah’ım sen benim evladımı
kötülüklerden, çirkinliklerden, belalardan, kazalardan,
musibetlerden koru”,olur.
Ama ah o kör olası çıkar
ilişkileri, ah o kör olası hırs yok mu? O doymak bilmeyen
nefis… İnançsızlık, Şükürsüzlük, benim gemim yürüsün de, ben
rahat edeyim de isterse dünya yansın felsefesi… Bu hastalık
sadece fertler için değil milletler arasında da böyle.
Anne diyoruz, kutsal diyoruz,
anneler günü tertip ediyor onlara olan sevgimizi göstermeye
çalışıyoruz. Sevgisini paylaşmak istiyoruz. Ya gözyaşlarını…
Gözyaşı döken annelerin
gözyaşlarına ortak olabiliyor muyuz?
Onların gözyaşlarını
dindirebiliyor muyuz?
Siz ey akıl sahipleri,
Siz insanların dünya ve âhiret
mutluluğu için yola çıkanlar, her gün vaazları ile onlara
yol çizen din adamları imamlar, papazlar, hahamlar,
rahipler…
Siz ey ilim tahsil etiğine inanan
dünya üniversiteleri oralarda görev yapan öğretim
görevlileri, öğrenciler…
Siz ey peygamber varisleri;
doğruyu, güzeli iyiyi öğretmekle mükellef olan öğretmenler…
Siz basın ve yayın yolu ile
toplumu aydınlatmak görevini üstlenen yazarlar, çizerler,
sanatçılar, gazeteciler, …
Siz adalet adına, hukuk adına
karar verme mevkiinde olan hâkimler, savcılar, hukuk
adamları…
Neredesiniz?
Dindirin artık anaların
gözyaşların, ağlatmayın bu kutsal varlıkları
Kaldırın evrensel barışın
önündeki engelleri.
Allah’ımızın da onun
yaratılmışların en şereflisi olarak gördüğü insanın da
istediği dünya bu değil. Anne diyoruz, o kutsal varlık
anneler için “Anneler Günü” tertip ediyor onlara olan
sevgimizi göstermeye çalışıyoruz. Sevgisini paylaşmak
istiyoruz.
Ya gözyaşlarını…Annelerin gözyaşlarına ortak
olabiliyor muyuz?
Onların gözyaşlarını dindirebiliyor muyuz?
Siz, ey akıl sahipleri!
Siz, insanların dünya ve âhiret mutluluğu
için yola çıkanlar, her gün vaazları ile onlara yol çizen
din adamları imamlar, papazlar, hahamlar, rahipler…
Siz,ilim tahsil etiğine inanan
dünya üniversiteleri oralarda görev yapan öğretim
görevlileri, öğrenciler…
Siz, peygamber varisleri;
doğruyu, güzeli iyiyi öğretmekle mükellef olan öğretmenler…
Siz, basın ve yayın yolu ile
toplumu aydınlatmak görevini üstlenen yazarlar, çizerler,
sanatçılar, gazeteciler, …
Siz, adalet adına, hukuk adına
karar verme mevkiinde olan hâkimler, savcılar, hukuk
adamları…
Neredesiniz?
Dindirin artık anaların
gözyaşlarını, ağlatmayın bu kutsal varlıkları
Kaldırın evrensel barışın
önündeki engelleri.
Allah’ımızın da, O’nun
yaratılmışların en şereflisi olarak gösterdiği insanın da
istediği dünya bu değil.
Evet, böyle demiş ve bu çığlıkla
bitirmiştik dünkü yazımızı.
Peki, Manas’ın söz ustaları,
Yürekleri sevgiyle, sevdayla, insanla, insanlıkla, güzelle,
güzelliklerle çarpan iç dünyamızın mimarı şairler ne diyordu
bu konuda:
Her zaman olduğu gibi bugün de
sağdan başlamıştık şiirlerle annelerimizi yad etmeye.
“Doğarken ağlarmış bebek, anne
hakkı zor diyerek
Anne kanadın gerermiş yavrusuna
süt vererek
Evlat öde baba hakkın, anneni sen
üzme sakın
Sana olur, cennet yakın,
haklarını ödeyerek
Kırar isen gider tahtın, dünya
içre olmaz bahtın
Yücelmeye tutmaz rahtın, şansın
sana son diyerek
Şefkat doludur kucağı, yakan
annedir ocağı
Yer ver ona baş bucağı, annendir
dua edecek”
Evet, Divan Edebiyatı gazel tarzı
ile kaleme aldığı ve “Anne Hakkı” adını verdiği şiiri böyle
devam ediyordu Nakşi mahlası ile yazan Hüsamettin
Septioğlu’nun. Gönlüne, sağlık diyoruz Septioğlu.
Sırada Berika Küçük annemiz
vardı. İki toplantımıza Elazığ’da bulunamadığı için
katılamayan Berika Anne haklı olarak: “Ben sizlerin hem
annesiyim hem de iki haftalık hak sahibi. Bugün müsaade
ederseniz birden fazla şiir okumak istiyorum .” dedi. “Sözü
mü olur” dedik yeter ki sen iste:
Doğu, Güneydoğu… Anadolu,
Batısıyla Kuzeyiyle,
Hepsi benim öz yurdum,
Yüz yıllardır bu yurtta ben,
Saltanat kurdum.
Gün oldu mermi taşıdım cephelere,
Gün oldu vatan için evlat doğurdum.
Ben bir Türk kadınıyım!
Bir anayım!
Bir tarihim, tek başıma,
Nene Hatunlar yazılır,
Benim mezar taşıma.
Bağrıma basarım tüm insanları,
İnsanlık anıtıyım ben.
Ben ANADOLU’YUM!
İşte oğlum!
Seni bu koşullarda doğurdum.
Sen benim şafaklarda özgürlüğüm,
Öğlen güneşlerinde bayrağım,
Batan günlerde kanımsın.
Seninle kilitli yatağım,
NAMUSUMSUN!
Gakkoş’umsun, Keko’msun,
Ha Uşağım, Efemsin,
Adını ben koydum,
Sen benim atamsın, dedemsin,
Sana güveniyorum.
Allah’a inandığım kadar,
Bugün Doğuda, yarın Batıda,
Güneydoğu’da, Saray Bosna’da,
İnsanlık için, özgürlük için
Sonsuza dek nöbet tutacaksın
Sanma ki bir gün unutulacaksın
Yüreğime gömdüm seni, orada kalacaksın
Al kanlar içinde şehit yatanım,
İncitmez seni bu topraklar,
Üstüne dökülen yapraklar,
Rahmetin olsun!
Sütüm sana helal olsun!
Anan sana kurban olsun!
Oğlum, ASLANIM!
Şiirin tek kelimesine dahi
dokunamadım. İşte Anadolu kadınının yüreği, İşte Anadolu
kadınının yurdu için, evladı için duyguları. Söyleyecek
hiçbir söz bırakmamış Berika Anne. Yüreğine sağlık demekten,
bütün anneler adına ellerini öpmekten başka
Anne; bizlerin dünyaya gelmesine
vesile olan maddi ve manevi dünyamızı ısıtan; sınırsız
sevginin, fedakârlığın, sabrın, şefkatin, membaı. Gücümüze
güç katan umut pınarımız; acıların yağmuruna tutulunca
yüreği ile bize şemsiye olan varlık. Dizinde mutluluğu
yudumladığımız, huzur bulduğumuz; yeryüzü çiçeklerinin en
güzeli, en değerlisi, en anlamlısı; sonsuz sevginin, bitmez
tükenmez sabrın insanı. Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
ayakları altında cennetin olduğunu müjdelediği kutsal
varlık. Manas Kültür Evi’nde düzenlediğimiz “Anne” konulu
şiirleri gönlü sevda yağmuru ile yıkanmış şair arkadaşlar
bir bir okurken salona hüzünle birlikte gariplik de çöktü.
Öyle ya bugün burada yazdıkları anne konulu şiirlerini dile
getiren şairlerin büyük bir kısmının annesi hayatta değildi.
Ama arkadaşımız İhsan Nazik’in okuduğu:
Senin kollarında gözümü açtım
Ufkumda güneşin batmıyor anne
İnan ki her zaman sevgine açtım
Hiç kimse yerini tutmuyor anne
Ninniler masallar söylerdin bana
Körpe bedenimle tutkundum sana
Bir anda kaybettim yaklaştık sona
Bu yürek hüzünsüz atmıyor anne
Diye devam eden ve gerçek bir
hayat hikâyesini anlattığı şiiri gözleri nemlerin çok
ötesine taşıdı. Orada bulunanlar yanaklarından süzülen
gözyaşlarını artık saklama gereğini duymuyorlardı. Nitekim
sırası gelen Mehmet Şükrü Baş, bu duygu yoğunluğunda
okuyamayacağını beyan ederek arkadaşlardan af diledi.
Mahir Gürbüz arkadaşımızın şiiri
de İhsan Nazik’in şiiri gibi içliydi, duygu yüklüydü. Eh!
Konu, anne olunca…
Anacığım, özlemin çığ gibi büyüdü
bende
Yılları geriye sayıp düşündüm
Soğuk karlı bir kış günüydü yine
Sensiz anacığım, nasıl üşüdüm
Tek kalan bende, eski bir resim
Hasretle okşayıp yüzüme sürdüm
Üstümü örtüyordun gece rüyamda
Uyandım ki yoksun, nasıl üşüdüm
Ellerim açık sana duaya
Ninniler söylerdin bilirim bana
Sıcak bakışların kalan hatıra
Sen yoksun ya artık her gün
üşürüm
Ne diyelim; ama bir gerçek var. O
da sağlığında annelerimizin kıymetini bilelim gerçeği. Yoksa
üşür durur ruhlarımız annelerimizin yokluğuna.
Zekeriya Bican ki toplantıya
başlamadan içerisinde “Harput’tan Çanakkale’ye Düşen
Yıldızlar” adını verdiği ve henüz baskıdan yeni çıkmış
kitaplarının içerisinde bulunduğu kocaman bir karton kutu
ile gelmişti; iki şiirle de Manas Şiir Günlerini
renklendirdi.
Hayalimde bir nurani yüz, güz
tablosu gibi annem
Bekler şimdi her an gelecekmişim
gibi pencerede
Şimdi kaçıncı duadır, solmuş
dudaklarında
Bıkıp usanmadan kaçıncı tekrar
bilmem ki anne
Kendisine bu hummalı
çalışmalarında güç ve kuvvet diliyoruz.
Doğan Özdal yine içten gelen bir
anlatımla anneye özlemi dile getirmişti:
Yılların özlemi var içimde
Sensiz yaşamak zor
Acılar tarifsiz biçimde
Yakıyor dayanmak zor
Uykusuz kalırdın geceler boyu
Ben uyuyayım diye
Niniler söylerdin dizlerinde
Ben büyüyeyim diye
Evet, büyüdük Doğan Bey. O
sevgilerin sevgisinin en yücesine layık insanları bize kucak
açsınlar diye belki de önceden gönderdik Nimri Dede’nin
dediği gibi “bir haneden bir hana” Ama siz siz olun ey
anneleri hayatta olanlar, onlara yüreğinizi açın bir değil
üç yüz altmış beş günü bütününü “Anneler Günü” olarak
değerlendirin Hüznün de bir güzelliği vardır. Kabaran
gönüllerin gözlerde somutlaştırdığı anne özleminin
tomurcukları yanaklardan aşağı süzülürken ruha verdiği
ferahlık yavaş yavaş gözbebeklerine yerleşiyordu. Sırada
Faik Güngör vardı. “Benim Anam”dı Faik Güngör’ün şiirine
verdiği ad:
“Güneş paslı doğar başına onun
Istırap sevdalı kaşına onun
Göz yaşları damlar aşına onun
Elemin kederin hamalı anam”. diye başlayan
şiiri
“Eşini sefer yolladığı gün
Yarım kaldı telli duvaklı düğün
Sabırdır yediği günde üç övün
Çileye doğuştan yamalı anam” dizeleri ile
devam ediyordu. On birlik hece ölçüsü ile yazılmış bu güzel
şiiri için Güngör’e teşekkür ettik. Yüreğine sağlık dedik
Manas Ailesi olarak.
Bu arada aramızda bulunamayan Şükrü Kacar
Hoca’mız da telefonla toplantımıza iştirak ederek başarı
dilekleri ile birlikte selamlarını iletti.
Bedrettin Keleştimur’un her zaman olduğu gibi
mana yüklüydü şiirleri. Kelimelere hâkimiyetinin yanı sıra
onlara yüklediği anlam derinliği ile hemen dikkati çeken
Keleştimur’un şiirlerini bir okuyup iki düşünmek lazım:
“İlk yuvam, ilk yurdum ana rahminde
İl yolculuğum orda cana büründü
Yaradılış rahlesinden seyreyle
Eti kemiğe giydirmiş göründü
Emin bir kundakta, haşyet ve iman
Nakışlarıyla mayası çalındı
Perde ötesi sır iki hecede
Anne ve şefkat varlığa bezendi “ dizeler
ile devam eden şiiri,
“Sevgiye tarif istersen ”anne “ de
Göz aktı gönle sevgiyle boyandı” dizeleri
ile sona eriyordu.
Ağın’dan topladığı laleleri Berika Anne’ye
bütün anneler adına takdim ederken
Ergün Yılmaz’ın yine bütün inceliği
üstündeydi her zaman olduğu gibi.
O da dünyasını değiştiren annesi için
yazmıştı “Anne “ şiirini:
“Çocuğum ben hala senin gözünde
Uzanıp yatayım anne dizinde
Bir ninni mırılda o tat sesinde
Sesin kulağımda çınlasın anne
“Dört örük saçların ikiye düşmüş
İhtiyarlık gelmiş, belini bükmüş
Bakanlar yüzüne dediler çökmüş
Gençliğin evinde yitiren anne”
Evet, anneler uykularını bölen, gençliklerin
evlatları için harcayan, yaşamak için değil yaşatmak için
yaşayan kutsallarımız.
Bu arada kaçaklar, evet kaçaklarımız yine
vardı. Mevsim bahar, bazı arkadaşların bağ bahçe işleri var.
Haksız da değiller hani. Hafta sonu tatilleri ambargoluydu.
Eh ne yapalım şairsen katlanacaksın arkadaş. Gazi Özcan bir
yandan özrünü telefonla beyan ederken bir yandan da faksla
iki şiir birden gönderiyordu.
“Bir kartalın maskesini dağ gördüm
Etrafını bahçe gördüm bağ gördüm
Rüyada, hayalde seni sağ gördüm
Bakışına kurban olam ay ana
…
Alır kucağına ninni söylerdin
Durmadığım zaman bazen paylardın
İşini bırakıp benle oynardın
Çıkışına kurban olam ay ana” İşte böyle
devam ediyordu Gazihan’ın şiiri. Yüreğine sağlık Gazi
Özcan.
“Sordum ellerini bilen yok bu sokakta
Dostluk senin dilinde, düşmanlık son kelime
Durdum, yüreğimi usulca araladım
Annem canımın iklimi; almış başımdan fikrimi
Sensiz nereye vursam kendimi”
Annenin yokluğunda karşısında
insanın çaresizliğini dile getiren şair Tarık Özcan,
şiirinin bir yerinde de “Kalbimi yılan ısırır sen olmayınca”
diyerek annenin kişi için ne büyük varlık olduğunu haykırır
gibiydi. Tarık Özcan’ın bir kuyumcu hassaslığı ile
kelimelerini seçerek nakış nakış işlediği şiirlerinde duygu
derinliği bu şiiri ile de kendini hemencecik gösteriyordu.
Yüreğine sağlık, inşallah yoğun çalışmaların arasında şiire
fazla yer ayırırsın dileklerimizi ilettik kendilerine.
Her zaman olduğu gibi sona yine
ben kalmıştım. Ben de annem için yazdığım ve o hayatta iken
kendisine okuma bahtiyarlığına eriştiğim “Sevgili Anne”
şiirini ile katıldım bu anlamlı ve güzel etkinliğe:
“Biliyorum, uzaklarda kaldı
Uykularını böldüğüm geceler
Bilsen hala özlemini çekiyorum
Sıcaklığını ninnilerinin
Dizlerinin dibinde
Sevgili anne
Sen bana hep balım, derdin
Bal rengi gözlerinle
İlk kelimeyi, ilk cümleyi
İşlerken nakış nakış
Şimdi daha iyi anlıyorum
Balın arısız olamayacağını
Sevgili anne
Sevincim her zaman bayramındı senin
Kederim, dünyanın sonu sanki
Nasıl ödesem hakkını bilmem ki
Dünyanın bütün halılarını sersem önüne
ayaklarının
Sonra çiçekleri
Gemiler dolusu
Getirsem yedi kıtadan
Ana hakkı ödenmez ki
Ödenemez ki sevgili anne
Cennet seninle müjdeli
Gelecek seninle emin
Sana layık evlat olmam için
Esirgeme dualarını benden
Öpüyorum ellerinden
Sevgilerin sevgilisi
Sevgili anne
Evet, sıra on beş gün sonrası
için Manas Şiir Günleri’nin yeni konusu tespit etmeye
gelmişti. Her zaman olduğu gibi hararetli bir tartışma
yaşandı. Konu çoktu elbet. Neden “baba” olmasın dendi.
Direndi birkaç arkadaş. Tabi oylamaya sunduk biz de
demokratik temayüllere uyarak. Yeni konumuz “baba” idi.
Benden söylemesi. Babaları için şiir yazalar haydiniz on beş
gün sonrası “Manas”a işte size açık davet.
Sona erdi mi sanıyorsunuz
toplantı? Gözler Paşa Demirbağ’ı aradı hemen. Her zaman
olduğu gibi yine Paşa Emmi’miz güzel bir gazelle noktaladı
Manas Şiir Günlerini.